Ana Sayfa Blog Sayfa 4394

Başkent Dayanışmasından Saraçoğlu Mahallesi’ne ziyaret

0

Pazar günü “Bir maniniz yoksa size geliyoruz” sloganıyla yola çıkan Meslek Odaları, Mezun Dernekleri, Sanat Dernekleri ve Tiyatrolar gibi çeşitli 42 sivil toplum kuruluşundan oluşan Başkent Dayanışması– Ben Ankara girişimi Saraçoğlu mahallesini ziyaret etti.

Ziyaret sırasında mahalle muhtarı Reyhan Altıntaş “Saraçoğlu Mahallesi kentin ortasında yer alan Cumhuriyetin ilk toplu konutu. Bakanlar Kurulunun riskli alan kararı ile tescilli olan alan, ağaçlar, şimdi risk altında…” diye konuştu. Ardından Başkent Dayanışması üyeleri ile mahalleliler Nezir Kahvaltı ve Çay Evinde sohbet ettiler. Mahalleliyle söyleşiler yapıldı, çeşitli sorunlar dile getirildi.

Mahallenin on yıllardır sakini olan Altıntaş “Ben bu mahallede büyüdüm, çocuğum şimdi benim okuduğum sınıfta okuyor. Çocuklar sokakta oynuyor, bizim binada 6 aile var, herkes birbirini tanıyor. Komşuluğu bizden sonrakiler de yaşasın, insanlar kentin ortasında kuş  sesleriyle uyansınlar” dedi.

Buluşma sırasında Başkent Dayanışması üyeleri ile mahalleliler Nezir Kahvaltı ve Çay Evinde sohbet ettiler

Çay evi işletmecisi Ercan Nezer 2015’e kadar sözleşmesinin olduğunu ancak sözleşmenin tek taraflı olarak fesh edilebileceğini, dükkanının bu sebeple kapatılabileceğini öğrendiklerini belirtti.

Başkent Dayanışması üyeleri “1950’lerde Ankara” konulu bir film yapmayı planladıklarını belirttiler.

Mahallenin eski sakinlerinden Yücel Yaman “Hürriyette yıkım kararının haberini görmeseydim yıkım planlarından haberim olmayacaktı.” şeklinde konuştu.

Saraçoğlu ya da bugün bilinen adıyla Namık Kemal Mahallesi, 1944- 46 yıllarında Paul Bonatz tarafından tasarlanmış ve komşuluk kültürünün halen devam ettiği bir yerleşim yeri. Mahallede memurlar tarafından kullanılan konutların yanı sıra, sosyo – kültürel amaçlı yapılar, okullar ve açık alanlar da yer almakta. Saraçoğlu Mahallesi kentsel sit alanı olarak belirlenmiş, ayrıca konutların ve ağaçların her biri de ayrı ayrı tescil edilmiş durumda.

Bu sene Kentlerin korunarak yaşatılması konsepti ile duyurusu yapılan Kent Düşleri Proje-Fikir Yarışmasında “Saraçoğlu Mahallesi Değerlendirme Projesi” ne son katılım tarihi 13 Nisan. Mimarlar Odası tarafından düzenlenen yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgiye “saracoglu.mimarlarodasiankara.org” adresinden ulaşılabilir.

Haber ve Fotoğraflar: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil Gazete)

 

Tüm insanların babası 340.000 yaşında

Newscientist.com’da Colin Barras imzasıyla yayınlanan haberi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Barbaros Cihangir‘in çevirisiyle sunuyoruz.

***

Albert Perry DNA’sında bir sır taşıyor: bir Y-kromozomu çok belirgin bir şekilde türlerin kökeni hakkında yeni bilgiler veriyor.

Buna göre, türümüzün son belirlenen ortak babası düşündüğümüzün iki katından daha yaşlı.

Olası bir açıklamaya göre, yüzbinlerce yıl önce, modern ve ilk insanlar orta Afrikada karışmışlar ve Güney Asya’da esrarengiz Denisovalılar ile, Orta Doğu’da Neandertaler ile olduğu gibi, yeni melezler oluşturmuşlardı.

Yakın zamanda ölen Perry, Güney Carolina’da yaşayan Amerikalı bir siyah idi. Birkaç yıl önce akrabalarından biri, Perry’nin DNA örneğini genetik analiz için “Family Tree DNA” (Soy Ağacı DNA) adlı bir şirkete gönderdi.

Genetik uzmanları bu şekilde örnekler üzerinde çalışarak bir kişinin diğeri ile ne kadar ilişkili olduğunu belirleyebiliyor. Şimdiye kadar yüzbinlerce insanın DNA testi yapılmıştır. Bu testler sonucunda edinilen bilgiye göre tüm insanların Y kromozomu ortak bir babadan geliyor.

Bu, 60.000 ile 140.000 yıl önce yaşamış olan bir “Adem” Baba. 

Perry’nin dışındaki tüm insanlar için bu böyle.  “Family Tree DNA” şirketinde çalışan teknisyenler Y-kromozomu soy ağacında Perry için yer bulamadılar. Onun Y-kromozomu şimdiye kadarkilerden farlıydı.

Daha da derin kökler

Tucson Arizona Üniversitesinde bir genetik uzmanı olan Michael Hammer, Perry’nin sıradışı Y-kromozomundan haberdar oldu ve kendisine bazı ek testler yaptı.
Michael Hammer ve ekibi araştırmaları sonucunda olağanüstü bir şey buldu; Perry “Adem”in soyundan değildi. Aslında, onun Y-kromozomu o kadar farklıydı ki onun atası büyük olasılıkla yaklaşık 338.000 yıl önce tüm diğerlerinden ayrılmıştı.

İngiltere, Hinxton’da, Wellcome Trust Sanger Enstitüsü’nden Chris Tyler-Smith, bu çalışma içinde olmadığı halde, “Y-kromozomu ağacı düşündüğümüzden çok daha eskidir”, diyor. Ne kadar eski olduğunu belirlemek için, daha fazla çalışmak gerektiğini ekliyor.

New Jersey Montclair’deki Ronin Enstitüsü’nden Jon Wilkins ise “Harika bir keşif,” diyor. “Biz genetik uzmanları, bu konularda yaptığımız incelemelerde her zaman Y-kromozomuna bakmışızdır. Y-kromozomu ağacının kökeni ile ilgili bu değişiklik son derece şaşırtıcı.”

Derin araştırmalar sonucunda, Hammer’ın ekibi, Afrika veritabanından yaklaşık 6000 Y-kromozomunu inceledi ve hepsinde Kamerun’da bir köyde yaşayan 11 erkekten alınan örneklerde Perry’ninki ile benzerlikler buldu.

Bu,  Perry’nin atalarının Afrika’nın neresinden olduğunu gösterebilir.

 

İnsanlıktan daha eski

Anatomik olarak modern ilk insan fosilleri sadece 195.000 yıl öncesine dayanır.

Yani Perry’nin Y-kromozom ağacı insanlığın geri kalanından türümüzün ortaya çıkmasından önce ayrılmıştı.

Bu keşfin sonuçları ne olacak?

Bir olasılık, Perry’nin Y-kromozomu, artık yok olan bir ilkel insan topluluğundan miras kalmış olabilir. Eğer öyle ise, son 195.000 yıl içerisinde, anatomik olarak modern insan ile eski bir Afrikalı insanın melezleri olmuştur.

Bu senaryo için bazı destekleyici kanıtlar var. 2011 yılında araştırmacılar, Nijerya’nın Iwo Eleru bölgesinde bulunmuş insan fosillerini incelemişlerdir. Fosiller, modern ve ilkel insanların birleşerek melezler oluşturduğunu gösteren, ilkel ve modern özelliklerin garip karışımını göstermiştir.

Hammer’ın söylediğine göre, “Sıradışı genetik özellikler görülen Kamerun köyü Nijerya ile tam sınırdadır, ve Iwo Eleru çok uzakta değildir”.

Londra, Doğal Tarih Müzesi’nden Chris Stringer, Iwo Eleru araştırmasında çalışmıştı, ve yeni y-kromozomunun, modern zamanın Sahra-Altı Afrikalılarından daha fazla genetik bilgi edinilmesi gerektiğini gösterdiğini söylemiştir. “Batı Afrika, Iwo Eleru’da ve Orta Afrika, Ishango’da [Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde] bilinen en eski fosil insanlar, beklenmedik şekilde eski özellikler göstermiştir, ve sonuçta,

Afrika’daki modern insanın evriminde daha karmaşık bir senaryo var gibi görünüyor.

 

Kaynak dergi: “American Journal of Human Genetics, doi.org/kp4

 

Yeşil Gazete için çeviren: Barbaros Cihangir

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(Newscientist, Yeşil Gazete)


“Çevre” için endişelenmiyoruz!

Environmental Leader.com sitesinde yayımlanan haberi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Deniz Zayim‘in çevirisiyle sunuyoruz.

***

GlobeScan Araştırma Danışmanlık tarafından bir çok ülkede yürütülen ankete göre, ekonomik krizler ve ekoloji sorunlarında devlet öncülüğünün eksikliği dünyanın dört bir yanından vatandaşların çevre konusuyla ilgili endişelerini son 20 yılın en düşük seviyesine düşürmüş durumda.

GlobeScan anketine katılanlara hava kirliliği, su kirliliği, türlerin yok olması, egzoz gazı emisyonu, temiz su kaynakları ve iklim değişikliği olarak altı başlık altında çevre problemlerine karşı ne derecede endişeli oldukları soruldu. Sonuçlara göre ilk anketlerin başladığı 20 yıl öncesine göre daha az insan altı problemden beşi için “çok ciddi” derecede endişeli.

Araştırma ayrıca 2009’dan beri endişelerin giderek azaldığını da gösteriyor.

Hava ve su kirliliği ve biyolojik çeşitlilik ile ilgili endişeler, 1990’lara göre bile önemli derecede az. Araştırmaya göre keskin düşüşlerin çoğu son iki yılda meydana geldi.

Yine de, son üç yılı aşkın süredir çevre ile ilgili endişelerdeki keskin düşüşlere rağmen, çoğunluk hala çevre problemlerinin büyük bir bölümü için “çok ciddi” derecede endişeleniyor.

Su kirliliği en önemli çevre problemi olarak görülmekte ve ankete katılanların %58’i için “çok ciddi” derecede endişe duyulan bir sorun.

 

 

Altı konu arasında önemlilik düzeyinde sondan ikinci sırada bulunan iklim değişikliği, %49’luk bir oranda “çok ciddi” derecede endişe duyulan bir sorun olarak görülüyor.

İklim değişikliği hakkında duyulan endişenin “dibe vurmadığı” tek konu oldu: 1998’den 2003’e kadarki dönemde duyulan endişe bugüne nazaran daha düşük.

Ancak iklim değişikliğine yönelik endişelerin şiddeti özellikle Aralık 2009’da Kopenhag’da gerçekleşen başarısız Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nden sonra ani bir düşüş yaşamış görünüyor. İklim endişesi öncelikle sanayileşmiş ülkelerde azalmış, ancak bu senenin değerleri Brezilya ve Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde de endişelerin azaldığını gösteriyor.

Bilim insanları çevresel zararın her zamankinden daha fazla olduğunu belirtse de GlobeScan’ın verilerine göre ekonomik krizlerin ve politik öncülüğün eksikliği kamuoyunun konuya ilgisini azaltıyor.

GlobeScan’a göre kamuoyunun çevre ile ilgili harekete geçmesini önemseyenlerin sönmekte olan tartışmaları canlandırmak için yeni mesajlara ihtiyacı var.

Sonuçlar 22 ülkenin vatandaşlarıyla yapılan anketlerden çıkan verilere göre derlendi. 2012’nin ikinci yarısı boyunca toplamda 22,812 insanla yüz yüze ya da telefonla görüşmeler yapıldı. Bu 22 ülkeden 12 tanesinde 1992’den beri düzenli olarak çevre konuları üzerine anketler yapılıyor.

GlobeScan ve BSR tarafından 2012 sonlarına doğru yapılan bir ankete göre şirketlerin 2013 için sürdürülebilirlik konusunda ilk üç önceliğini, insan hakları, işçi hakları ve iklim değişikliği oluşturuyor.

Şirket yöneticileri iklim sürdürülebilirliği için öncelikli iddialarını değer zincirindeki bütün iş birimlerini baştan aşağı etkin bir şekilde koordine etmek, etkili bir strateji oluşturmak, küresel projeleri arttırmak ve üst düzey yönetimden kaynak vaatleri almak olarak sıralıyor.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Deniz Zayim

Editör: Durukan Dudu

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(Environmental Leader, Yeşil Gazete)

 






 

 

 

 

 

 

Harekete geçtiler: Quebec Krileri Ottowa’ya yürüyor

0

The Star.com’da yer alan haberi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisiyle sunuyoruz.

***

Şef Theresa Spence’in açlık grevinden ilham alan bir grup Kri, Hudson körfezinden Ottowa’ya kadar 1500 kilometre katedecekleri iki aylık bir yürüyüşteler.

Bir grup Büyük Balina Krisi, Ocak ayında Hudson Körfezi’nin suları donukken ayaklarına mukluklarını (ç.n. Kutup yerlileri tarafından giyilen ve çoğunlukla fok ya da ren geyiği derisinden yapılan çizmeler), sırtlarına da parkalarını geçirerek Ottowa’ya doğru destansı ve buz gibi soğuk bir yürüyüşe çıktı.

 

 

Yedi Kri, 1500 kilometre güneydeki Ottowa’ya doğru Ocak ayında yola çıktıklarında hava -40 dereceydi. Kri'ler, Parliament Hill’de bulunan parlementoya 25 Mart’ta ulaşmış olmayı hedefliyorlar. Foto: Nishiyuujourney.ca

 

Attawapiskatlı (ç.n. Attawapiskat Kuzey Ontario’da bulunan izole edilmiş bir yerli Kanada topluluğudur) Theresa Spence’in kendilerinden 1500 kilometre güneydeki açlık grevinden ilham alan 6 genç ve bir 49 yaşında usta avcı, yerli halkların yaşadığı zorluklara dikkat çekmek için kendilerinin de bir şey yapmaları gerektiğini düşünerek tüm ülkede devam eden “Artık Durmak Yok!” (Idle No More) hareketine katılmışlar.

Bundan iki ay geçtikten sonra ve hava -40 dereceyken, Quebec’teki Whapmagoostui-Kuujjuaraapik’ten ayrılmalarından beri 1000 kilometrenin üzerinde yol yaptılar ve yol üzerinden 100’e yakın kişinin kendilerine katılmalarını sağladılar.

Yürüyüşün sözcülerinden Matthew Mukash, geride kalmasına rağmen gözlerini onlardan ayırmazken “Onlar çok azimli” diyor. “İkinci günün akşamında hava -58’e düştü ve onlar çadır bezleriyle sarılmış barınaklarına girerek uyudular. Böyle böyle 1 ay devam ettiler.”

Bu hafta grup Algonquin bölgesine ulaştı. Lac-Simon halkı tarafından coşkulu bir şekilde karşılanan grup tüm halkın katıldığı bir ziyaretle ağırlandı

Whapmagoostui Şefi Stanley George yayınladığı destek mektubunda “Bunlar birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan zamanlar” diyordu. “Gençlerimiz, tarihsel dostlarmızla aralarındaki geleneksel bağları Kriler, Algonkinler, Mohavk’lar ve diğer öncü toplumlar arasındaki ticaret yollarını yeniden kurarak güçlendirecekler”.

Yürüyüş ziyafet sonrası devam ettiğinde kafileye, ilk haberi aldıklarından beri yürüyüşe eklenmek için çalışmalarını sürdüren bir grup daha eklendi.

Kafile 25 Mart’ta Yeni Demokrasi’den parlemento üyesi Romeo Saganash’in onurlarına bir “Hoşgeldiniz!” eğlencesi düzenleyeceği Parliament Hill’e ulaşmış olmayı hedefliyor.


Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız.

(The Star, Yeşil Gazete)

 


Etnik kimlik şeref ise cinsel kimlik nedir? – Özgür Öztürk

Biliyorsunuz, bu aralar memlekette bir barış havası var, altı çok doldurulmamış da olsa, daha fazla insanın ölmeyeceği, olur olmaz yerlerde bomba patlayıp sivillerin canının yanmayacağı bir ülke hayali herkesi heyecanlandırdı. Bu güne kadar en keskin milliyetçi söylemleri kullananlar dahi ‘ etnik kimlik insanın şerefidir, kimse etnik kimliği nedeniyle ayrımcı bir muameleye maruz kalmamalıdır’ der durur oldular.

Bu sözlere tabii ki itiraz edecek bir şey yok, gerçekten de seçmediğimiz ve dünyaya gelmek suretiyle otomatikman kazandığımız fiziksel ırki özelliklerimiz ve ana dilimiz gibi özellikler bir ayrım meselesi olmamalı, bunu yapanlar da cezalandırılıp teşhir edilmeli… İnsanlığın ve medeniyetin ulaştığı nokta bunu gerektiriyor çünkü… Artık açık açık ırkçılık ve etnik ayrımcılık yapmak bir şekilde (Hitler ve şürekası sayesinde) ‘ayıp’ sayıldığından kolay kolay ifade edilmiyor, satır aralarında okunabiliyor ancak, belki de ayrımcı söylem kullanan da yaptığının farkına  varmıyor.  ‘ Ne Ermeniliğimiz ne Yahudiliğimiz affedersiniz ne Rumluğumuz kaldı, ya da ‘ biliyorsunuz bay Kemal Alevidir’ sözlerinde olduğu gibi… Bu farkında olunmayan ( umalım ki öyle olsun)  dile yapışmış ayrımcı söylemin psikolojisi ayrı bir yazıyı hak eder…

Toplum olarak etnik kimliğin şeref olduğu konusunda uzlaştık, bu çok iyi bir gelişme tabii ki de keşke bu kadar bedel ödenmeseydi bu noktaya gelinmesi için…

Cinsel kimlik konusunda ise aynı toleransı nedense bulmak kolay değil. Bunun biraz da  ‘cinsel tercih’ kavramının yıllar yılı yanlış kullanılması ve insanların cinsel kimliklerinin sanki bir ‘tercih’ yaparak oluştuğuna dair inancın kökleşmesiyle ilgili olduğuna inanıyorum. Medyada ‘benim cinsel tercihim farklı’ diyen eşcinsel ünlülerin de maalesef buna katkısı oldu. Psikiyatrik açıdan baktığınızda cinsel tercih anlam ifade eden bir tanımlama değil, en fazla ‘Mertcan ı değil de Berkcan ı tercih ettim’ şeklinde kişisel  anlamı ile var olabilir: hepimiz cinsel anlamda yakınlaşmak amacıyla birilerini seçeriz, ‘tercih ederiz’, bu tercihimizi yetiştiriliş biçimimiz, güzellik anlayışımız, sosyal  ve eğitimsel denklikler ve bazı evrimsel biyolojik faktörler belirler. Kadınlarda büyük göz , büyük göğüslülük ve geniş kalçalar, erkeklerde geniş omuzlar ve büyük göğüs kafesi gibi bazı bilinen özellikler muhtemelen sağlıklı bir doğurganlığa işaret ettiğinden  karşı cins açısından hep çekici bulunurlar.

Cinsel yakınlık için seçtiğimiz kişiler genelde cinsel kimliğimizle uyumludur, heteroseksüel cinsel kimlikli erkekler kadınları, heteroseksüel cinsel kimlikli kadınlar da erkekleri seçerler. Cinsel kimliği eşcinsel olanlar ise hemcinslerini seçerler. Giderek karışıyor gibi ama  biraz daha açmak gerekli,   hangi cinsi çekici bulduğumuz ‘cinsel yönelim, spesifik olarak ‘Ayşe’yi mi Fatma ‘yı mı Mehmet’i mi seçtiğimizi cinsel tercihtir. Cinsel yönelimi karşı cinse olan heteroseksüel birisi yoksunluk koşullarında (örneğin  yatılı okul, cezaevi, savaş vb) hemcinsi ile cinsel yakınlaşma yaşayabilir, ama bu o kişinin cinsel kimliğini eşcinsel yapmaz.
Şimdi can alıcı soruya geliyoruz, Cinsel kimlik çeşitli biyolojik faktörlerin etkisiyle daha anne rahminde şekillenen bir kavram, büyük çoğunlukta da dış genital yapılanmayla beyin cinsiyet farklılaşması paralel oluşuyor ancak bazı istisnai durumlarda ( yaklaşık %5) dış genital yapılanma ile beyin cinsel kimlik oluşumu paralel gitmiyor ve ortaya eşcinsel bir bebek geliyor. Yani bebeğin gözü kaşı neyse cinsel kimliği de öyle oluşuyor (bkz .Eşcinselliğe bilimsel ve objektif  bakabilmek) .

Eşcinsel bireyler yönelimleri hemcinslerine olduğu halde, dışsal görünümlerinin erkek veya kadın olmasından rahatsızlık duymuyorlar. Daha efemine veya erkeksi davranabilmekle birlikte cinsiyetleriyle ilgili bir huzursuzlukları olmuyor. Hatta karşı cins gibi görünmek veya davranmaktan hiç de hoşlanmayabiliyorlar. ‘Transvestik fetişizm’ denen , karşı cinsin kılığını kıyafetini giyerek  cinsel uyarılma sağlama durumu ise heteroseksüel veya eşcinsel olmaktan bağımsız bir şey, heteroseksüel olup, transvestik fetişist olmak da pekala mümkün…

Oysa transseksüalite denilen durum daha farklı, burada klasik bir eşcinsellik durumu gözlenmiyor, transsekssüel birey, içinde bulunduğu bedeni istemiyor, bu bedenin içine hapsolmuşluk duygusu yaşıyor,  cinsel olarak kendini ait hissettiği, cinsel kimliğe ait kıyafetleri giymekten, onlar gibi davranmaktan haz alıyor.  Transseksüel bireylerin arasından imkan bulanlar, belirli bazı prosedürlerden geçerek cinsiyet değiştirme operasyonlarıyla cinsel kimliklerine uygun bedene kavuşabiliyorlar. Son günlerde genç bir oyuncunun cinsiyet değiştirmesiyle ülkenin gündemine gelen bu operasyonların oldukça zahmetli cerrahi işlemlerden oluştuğunu, psikolojik açıdan da hiç kolay olmadığını, kimsenin sırf ‘tercih’ten dolayı böyle bir yola girmeyeceğini de söylemekte tekrar tekrar fayda var. Transseksüel bireyler bu ameliyatları neredeyse bir ‘zorunluluk ‘ olarak görürler. Transseksüel veya eşcinsel olmak sonradan değiştirilebilen, bir tedavi ile ortadan kaldırılabilen durumlar değiller. Esmer bir kadın sonradan ‘çakma ‘ sarışın olabiliyor ama eşcinsel birey ‘çakma erkek veya çakma kadın’ olamaz, başka bir cinsel kimliğe dönemez, transseksüel bireyler de zaten çakma değil gerçekten ruhlarında hissettikleri cinsel kimliğe uygun vücutlara sahip olmak isterler.

Etnik ayrımcılık dünyada pek son bulacak gibi değil, Ülkemizde bu etnik kimlikler meselesinin ‘şeref’ düzleminde konuşuluyor hale gelmesi umarım barışa zemin hazırlar ama etnik kimlik eğer şeref ise  onun kadar doğuştan ve seçimsiz gelen cinsel kimliğin de en az onun kadar ‘şeref’ olduğu noktasına gelmeden gerçekten ‘uygar ’bir ülke olunamayacağını ne zaman anlayabileceğiz? Umalım ki  bir 30 sene de bunun için geçmesin…

Özgür Öztürk – www.t24.com.tr

 

Top oynayarak elektrik üretmek

0

Futbol oynarken elektrik üretilmesini sağlayan Soccket’in prototipi tamamlandı. Soccket’in yaratıcıları, ürünün seri üretimine geçmek için gerekli sermayeyi kalabalık fonlamayla toplamaya çalışıyor.

Mahallede futbol oynamanın zevkini tatmış olan kuşaklar bilir, top bulunamadığında yaratıcılık devreye girer. Kola kutularından bantlanmış gazete kağıtlarına kadar bir çok nesne birden bire futbol topuna dönüşebilir.

Soccket’in yaratıcıları da, özellikle “az gelişmiş” ülkelerde futbola duyulan bu tutkuyla ev ölçeğinde elektriğe duyulan ihtiyacı bir araya getirerek aynı zamanda hem futbol topu hem de yenilenebilir enerji santrali olan Soccket’i ortaya çıkarmış.

Yaratıcılarına göre “prototipi defalarca elden geçirilerek olabilecek en yüksek verimlilik ve tasarım mükemmeliğine” ulaştırılmış olan Soccket, seri üretime geçebilmek için ünlü kalabalık fonlama sitesi kickstarter.org ‘da yatırımcıları bekliyor.

Şu ana kadar yüze yakın sayıda üretilmiş olan Soccket, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde kullanılıyor.

Tasarımcılarına göre tamamen güvenli, sağlam ve verimli bir ürün olan Soccket, 480 gr. ağırlığıyla bir futbol topuyla neredeyse aynı ağırlıkta.

6 Watt gücünde elektrik çıkışı veren Soccket’in “hiç patlamadığı ve havasının da asla inmediği” iddia ediliyor.

Seri üretime geçmek için 75.000 $ toplamaya çalışan Soccket’in arkasında Uncharted Play (UP) adlı toplumsal girişimci firma var. UP şu ana kadar ihtiyaç duyduğu miktarın yaklaşık 50.000 dolarını toplamayı başarmış durumda. Ürüne 100 $ ve üstünde yatırım yapan herkese ürün seri üretime geçtiğinde bir adet Soccket topu veriliyor.

Kickstarter.org, son yıllarda giderek yaygınlaşan kalabalık fonlama sistemlerinin en yaygın ve köklü olanlardan biri. Bu sistemlerde “yatırımcılar” ortaya konan fikre istedikleri oranda yatırım yaparak ürünün ortaya çıkmasını sağlıyorlar.

Kalabalık fonlama sistemleri küçük ölçekli girişimcileri banka ve faiz sarmallarından kurtarmasının yanısıra, yaratıcı fikir ve projelerine destek bulamayan sanatçı ve tasarımcıların da hayallerini gerçekleştirmelerini sağlaması açısından beğeni topluyor.

 

(Yeşil Gazete)


[Özel Haber] Ötekilerin ötekisi kadınlar birbirini duydu

 

Yeşiller ve Sol Gelecek İstanbul Kadın Meclisi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında Ermeni, Suryani, Kürt ve Suriyeli göçmen kadınlarla birlikte “Kadınlar Birbirini Duyuyor” etkinliği düzenledi.  Sadece kadınlara açık olacağı belirtilen buluşma 9 Mart’ta Surp Haç Tıbrevank Derneği’nde gerçekleşti.

 

Dayanışma konuşmaktan geçiyor

Surp Haç Tıbrevank Derneği’nde kadınlar bir araya geldi, ötekilerin ötekisi olarak ortak sorunlar, algılar, yaklaşımlar, dilde ve zihinde hapis kalanlar konuşuldu.Salonda herkes kendi bakış açısından ne yaşadığını anlattı. Sorular soruldu nedenler üzerine tartışıldı. Konuşmaları farklılıklar zenginleştirdi. Katledilen bir kadının yaşam öyküsü bir kez daha hatırlattı ki; eğer örgütlülük olursa, kadınlar haklarını savunursa güçlü olunur, hukuksuzluğun önüne de ancak böyle geçilir.

Söz gümüşse, sükût Altın – Gülfer Akkaya

Kendini bu zulümden kurtaran bir tek kadın bilmiyorum. Her 8 Mart’ta illa yaşarız.

Sabah henüz uyanmışken, en uyanık erkek tarafından başlar… O gün, gittiği yere dek uzar… Sürer, ha sürer…

Tabii ki bildiniz. 8 Mart günü hepimize erkekler tarafından yollanan 8 Mart kutlama mesajlarından bahsediyorum.

8 Mart erkeklerinin mesaj bombardımanlarından…

Emekçi-emeksiz kadın diye kategorize ettikleri bizlerden bahsederler.

Canhıraş bir şekilde peş peşe, üst üste, alt alta yazılıp atılan… Bizden ziyade ortaya söylenen ve atanın priminin yükseldiğini zannettiği… Bir yerden sonra tacize dönüşen kutlama mesajlarından.

Eskiden karanfil falan verilirdi. Karanfili alan bilir neden bahsettiğimi. Öyle bir zulümdü.

Artık mail, mesaj zamanı…

Direngen… Mücadeleci… Kahraman…  Barışı getirecek… Dünya yüzündeki savaşları silecek… Güzel günlere gebe (burada 3 çocuğa değil gebelik, güzel günlere, ancak güzel günlerin sayısı belirtilmemiş) kadınlarımız… (Onların, erkeklerin kadınları!)

Zannedersin evi süpürmek için açtığın makinaya yerdeki tozları değil, yerküreyi saran sömürüleri çekiyorsun. Kurgu öyle büyük yani. Nedense ortada fail yok. Bunu gelen mesajlardan anlıyoruz.

Dayanamayıp havaya giriyorsun her ölümlü gibi.

Ardından bir yüce laf daha geliyor. Bir gün değil, her gün sizin olsun. Olsuuun! Günler kendisinin malı ya, keseden dağıtıyor. Benim değil mi? Bugün yüce gönüllüyüm, verdim gitti.

Verdiği tek şey günler mi? Tam mesajı alan kadın vay ben neymişim moduna girmişken, bulduğu ilk boşluğa sıkıştırıp akıl da veriyor:

Rozaların, Claraların mücadelesi ışığınız olsun deyip mücadelenin hattını belirlemiş oluveriyor. Hat, gösteren erkeğin içinde olduğu alanı işaret ediyor çaktırmadan.

Biz ne yapıyoruz? Gösterilen bu yolda, başımızda bir ışık halesiyle, fosforlu fosforlu ilerliyoruz.

Bizi beğenip, yanına yakıştırıp yoldaş kabul edenler…

Kutsal ailenin en güzide parçası diye değerimizi anlatanlar…

Cumhuriyeti kuran deyip kağnının ardına takanlar…

Güçlü aile ile güçlü kadın diyen erkek egemen laf cambazları…

Hepsi ama hepsi, tüm kadınların, tüm erkeklere karşı mücadele, dayanışma ve özgürleşme günümüz 8 Mart’a etki etmek, kadınları bölmek ve yönetmek için her daim iş başındalar.

Size de öyle gelmiyor mu?

Siz de 8 Mart erkek mesajlarından bıkmadınız mı, yaka silkmediniz mi?

Son olarak, kadınları tanımlarken, kadınlarımız diyenlere 8 Mart cevabı olarak öteye git diyelim mi?

Ve hatırlatalım.

Söz gümüşse, sükût altındır. Bi susun.

Gülfer Akkaya – www.bianet.org

Kadıköy Yeşil Ev’de “Bizimkiler”le Pazar Kahvaltısı

Pazar günü 12:00’de Kadıköy’deki Kadın Mitingi’ne mi katılacaksınız? Evde kahvaltı yaparsam gecikirim telaşında mısınız? İşte size bir öneri. Kadıköy Yeşil Ev’de Pazar sabahı 10:00’da demli ilk çayların yudumlanması ile başlayacak “Bizimkilerin Kahvaltısı”na eşlik edebilir. Ardından da ver elini Kadın Miting’i diyebilirsiniz.

Kadıköy Yeşil Ev Bahariye’de. Adresi de Bahariye Cad. Kırtasiyeci Sok. Çandarlıoğlu Apt. Kadıköy. Öyle mektup tarifi ile nasıl bulurum ki diyenlerden iseniz facebook sayfasında harita metod tarifini de yapmış Yeşil Evci’ler.

facebook.com/KadıköyYeşilev/BizimkilerleKahvaltı

Afiyet bal şeker olsun. Mitingde atacağınız her slogan tez zamanda yerini bulsun

(Yeşil Gazete)

 

 

[Özel Haber] AVM’lerden Tarlabaşı’na 8 Mart söyleşileri

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde İstanbul’un değişik bölgelerinde karşılaştığımız kadın ve erkeklerle kadınlar günü üzerine Yeşil Gazete için söyleştik.

Emekçi kadının tanımı, kadın emeğinin değersizleştirilmesi, toplumda kadın ve erkeğin konumları, kadının medya tarafından sunuluşu, evliliklerde sorunların kaynağı ve benzeri soruları farklı sınıftan ve çevreden gruplarla ve bireyle tartıştık.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dendiğinde akla gelen ‘emekçi’ çağrışımı üzerinde de durduk.

Röportajları Cevahir ve Demirören Alışveriş Merkezleri’yle Tarlabaşı, Yenibosna ve Cennet mahallesinde yaptık.

İşte AVM’lerden Tarlabaşı’na kadınların ve erkeklerin 8 Mart hakkındaki düşünceleri…

Çözüm, sorununu dile getirebilmektir

8 Mart yürüyüşünden - İstiklal caddesi, 8 Mart 2013

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, Cevahir AVM’de çeşitli öğrenci gruplarıyla görüşmeler yaptık. Emekçi Kadınlar ve Kadınlar Günü algıları konusunda şekillenen görüşmelerden edindiğimiz ilk izlenim, Dünya Kadınlar Günü’nün toplumsal yaşamda ikinci bir sevgililer günü gibi yansıtılıyor olmasıydı. İkinci temel gözlemimiz ise, sokakta yapılan etkinlerin, belirli gruplar tarafından sahipleniyor olmasının kadınlar arasında birlikteliği ve dayanışmayı düşürüyor olması.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’yle ilgili haberleri nerelerden takip ettiniz? İlk olarak nerede karşılaştınız?

“Öncelikle hangi konuda emekçi olduğunu merak ediyorum. Kadına emekçi sıfatının verilmesi, yalnızca bir gruba ait gibi görünüyor. İsimlerin aldatmaca olduğunu düşünüyorum. Evinde oturan, yemek yapan kadın da emekçidir.”

“Erkek egemen bir toplumda bugüne tepki var, ‘Kadınlar yine toplandı’ şeklinde bakılıyor.”

“Dünya Kadınlar Günü’yle ilgili TV’den haberleri izledim, belediyenin afişlerini gördüm, mitinglerle ilgili afişlerse genelde köprü altlarında yani çok da dikkat çekmeyecek yerlerdeydi. Taksim’deki eylemlerin afişlerini gördüğümde, açıkçası katılmaya çekiniyoruz. Her an gaz bombası atılacak, saldırı olacak gibi hissediyoruz. Mitinglerde şiddetin olasılığının yüksek olması ve erkeklerin katılım göstermemesi sanki eylem yapmak aykırıymış, sevimsizmiş gibi gösteriliyor.”

– AVM’lerde kendinizi daha güvende hissediyor musunuz?

“Evet, AVM’lerde otururken, yürürken, alışveriş yaparken daha güvendeyiz. Ancak bu yapay ve göstermelik bir güven. Güvenlik görevlileriyle korunmuş dört duvar arasında olsak da, erkeklerin bakışları burada da değişmiyor. Sonuçta buradan çıkınca tekrar sokaktayız. Kanunlar kadınlar politikası konusunda yetersiz.”

– Erkek güçlüdür algısı hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Erkek özgürlüğü, kadın özgürlüğü farkı… Erkekler yaratılan algı bu şekilde olduğu için  sadece psikolojik olarak kendilerini güçlü hissediyorlar.”

“Okula kız çocukları gönderilmiyor, kızlara daha bu yaşta kısıtlama yapılıyor ve bu yaştan itibaren kadının yerinin ev olduğu öğretiliyor. Erkek hesap sorma hakkına sahip kılınırken; kadın hesap vermek zorunda kalıyor.”

– İş hayatında, kadın ve erkek konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Biz moda tasarımı öğrencileriyiz. Çalışma arkadaşlarımız çoğunlukla kadın. Bizimle birlikte çalışan erkeklerin bir kısmı eşcinsel… Açıkçası, eşcinsel erkeklerle çalışırken daha rahat davranabiliyoruz. Farklı kalıba sokulma korkusu yaşamıyoruz. Onlardan zarar gelmez gibi düşünüyoruz.”

– 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri, kadına yönelik şiddetle ilgili farkındalık yaratılmasına nasıl hizmet edilebilir?

“Bir şeylerin meşru kılınabilmesi için, öncelikle onun dile getirilmesi, konuşulması ve paylaşılması gerekir. Kadına yönelik şiddet illa ki fiziksel değildir, bu psikolojik de olabilir. Ancak kadınların bunu ifade etmekten çekinmemesi, yaşadığı olaydan utanmaması gerekir. Eğer konuşmazsanız, psikolojik şiddetin farkına varamazsınız. Sorunlarını dile getirebilen kadınlar arasında dayanışma duygusu oluşur. Çözüm ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.”

Medya ticari bir kurumsa; haber neden duyarlı olsun?

Demirören AVM’de ise, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü erkekler penceresinden aktardık. Popüler kültür ürünü olarak, özel günlerin kullanılmasını konuştuk. Medyada yer alan kadın figürlerinin toplumdaki yansımalarını irdeledik, medyanın da ticari bir ürün sunduğu göz önüne alınarak neden duyarlılık çabası içinde olduğu ya da olması gerektiğini tartıştık. Ataerkil toplum düzeninde kadına yönelik şiddet, eşlerin birbirine karşı tutumu ve İslam bakış açısı başlıklarından söz ettik.

– Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile Dünya Kadınlar Günü söylemlerinde ne gibi farkılıklar var?

“Dünya Kadınlar Günü, tıpkı Sevgililer Günü gibi popüler tüketim aracı. Sermaye emek ilişkisinde bir hak mücadelesini çağrıştırıyor. TV’de ‘savaş kötüdür’ü ve acıyı görüyorsunuz. Sadece üzülüyorsunuz ve bir süre sonra bu da etkilemiyor. Bunlar sessiz kalma araçları oluyor. Kitlelerin haykırıp isyan etmemesini sağlıyor. ‘Baba beni okula gönder’ kampanyasında, buna destek olacak kamu oluşturuldu. Kamu desteği olmadan farkındalık yaratılamaz ve değişim olmaz.”

“Medyada, kadına yönelik haberlerin sunumu magazinel olduğu için eleştiriliyor. Aslında, haber de ticari bir üründür. Ondan neden duyarlı olması bekleniyor, biraz bu tartışılmalı. Ben kendi adıma düşündüğümde, benden bekleneni yaptığımı, seçimlerimi kendimin yapmadığımı fark ettim, toplumun yönlendiriciliğinin etkisini görebiliyorum. Tartışılan bu olursa, daha doğru yönde adımlar atılabilir.”

Toplumda kadının yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Kürtaj bir hak mıdır? Üç çocuk konusunda ne düşünüyorsunuz? Eşe nasıl davranılır? Bekaret neyi ifade eder?

“Biz ataerkil bir toplumda yetiştik. Emekçi dendiğinde benim aklıma anam gelir. Emekçi anadır. Erkek kadın kadar sorumlu değildir ama kadına bunun saygısı gösterilmez. Bu da eğitim sisteminin yanlışlığından kaynaklanıyor. Erkeğin kadından üstünlüğü yoktur. Fiziksel güçlülük, kas yapısı değildir. Fikir, düşünce üstün olmalıdır.”

“Kürtaj baştan aşağıya yanlıştır. Türkiye’nin genç nüfusu olmalı, biz üç çocuğu destekliyoruz. İslam’da kürtajın yeri yoktur. Bakire olmayan kadın namusunu, ruhunu kaybedebilir. Kadın İslam’da itaatsizlik gösterirse, eve kapatılabilir. Bu şekilde cezalandırma olduğu gibi ödüllendirmeler de vardır.”

(Ödüllendirmelerin ne olduğu konusunda cevap alamadık – Muhabirin Notu )

Bekarken daha özgürsün

Tarlabaşı’nda yaptığımız sohbetlerde toplumda kadın ve erkeğin yerini, son dönemin gençlerini, yaşlılarını ve ahlak anlayışını değerlendirdik.

– Kadın ve erkeğin toplumdaki konumu, evlilikte eşlerin rolü nasıldır?

“Kadın ahlaklı olmalı, namusunu korumalı; eğer çalışmıyorsa eşi eve geldiğinde yemeğini çayını hazır etmeli. Eşinden habersiz bir yere gitmemeli. Erkek, sahiplenmeli, benimsemeli. Eşler birbirine saygı göstermeli, saygıdan sonra sevgi zaten gelir. Kadın ve erkeğin haklarının eşit olduğundan bahsediyorlar, kadın ve erkek asla bir değildir. Kadın zayıftır. Yolda geçerken görüyorum, erkek önde yürüyor, kadın hem çocuğunu taşıyor, hem eşyalarını taşıyor; adama yumruk atıp kaçasım geliyor. Erkek kadına yardım etmeli.”

– Anne ve babanızla ilişkileriniz nasıl? Ailenizde anne ve babanızın konumu nedir?

“Annem benim koruyucu kalkanımdır; babamı zaten çok göremiyorum. Onunla iletişim kurmuyoruz. Babam benimle samimi bir şekilde konuşsa da ben onunla pek konuşmam. Derslerle geçiştiririm.”

“Baba belli bir yaşa kadar, sözünü geçirebildiğini geçiriyor. O yaştan sonra ise çatışma başlıyor. Babanın konumu daha çok dışarıda…Yalnızca sahiplenici ve hesap sorucu.”

– Şimdiki gençlik ile sizin gençliğiniz zamanında kadın olarak gördüğünüz farklılıklar nelerdir?

“Biz gençliğimizde bu şekilde davranmıyorduk. Annem dışarı çıkmamıza izin vermediği için, ancak kapının önünde oturuyorduk.” (Kadın, 41.)

“Ben okumayı çok istemiştim. Halamın kızı orta okulda erkek arkadaşı oldu diye ailesinden tepki aldı. Babam da benim de erkek arkadaşım olur diye okula göndermedi. Hain adam.” (Kadın, 37)

“Bekarken aile desteği var, daha özgürsün. Bir kuaföre gidiyorsun, harcamalarını daha rahat yapıyorsun. Evlenince öyle olmuyor. Aileden daha özgür de olsak şimdikine baktığımızda bize çok tuhaf gelen şeyler var. Biz aileden izinsiz hiçbir şey yapmazdık. Örneğin sokakta sigara içerek giden 12-13 yaşlarında çocukları görüyorsunuz. Sigarayla saygı olmaz deniyor ama sigara saygıdır. Biz bu yaşta da annemizin yanında sigara içmeyiz.

– Evde eşleriniz size yardımcı oluyor mu? Üç çocuk politikası hakkında ne düşünüyorsunuz? Çocuklarınızı yetiştirmede sorun yaşıyor musunuz?

“Ben eşime çok teşekkür ediyorum. O olmasa çocuğumuzu büyütemezdim. Çocuğum çok hareketli. Çocuğumla vakit geçirebiliyorum. Eşim de yardımcı olduğu için sorun yaşamıyoruz. Evde çocuğun yanında hiç tartışmıyoruz. Evde şiddet ortamı görmüyor; ancak burada ne yazık ki sokak şiddeti var. Dolapdere’de birkaç kez pazar bombalandı. Çocuğumla beraber gideceğim için oraya gitmiyorum; her an bir şey olabilir düşüncesiyle…”

“Eşim ikinci çocuğu doğurana kadar bana çok yardımcı oldu. İkinci çocuğum rahatsız olduğu için üçüncü bir çocuğu düşünmüyoruz. Şu an ikinci çocuğumla daha çok ilgileniyorum.  Rahatsızlığım olmasaydı üçüncü çocuğu da düşünürdüm.”

– Kadına yönelik şiddetle ilgili ne düşünüyorsunuz?

“Haberlerde her gün öldürülen bir kadını görüyoruz, mesela kadın, erkeği bıraktı deniyor. Ama neden o noktaya geldiklerini bilmiyoruz. Nasıl evlenme kararı verilebiliyorsa; ayrılma kararı da verilebilir.”

Şimdiki kadınlar, evlerinden sorun üretiyorlar

Yenibosna ve Cennet Mahallesi sakinleriyle kadına yönelik şiddetin nedenini sorguladık. Parayla saadet ilişkisini yeniden yorumladık. Şimdiki kuşakta gençlerin kadın erkek ilişkileri konusunda bakış açılarını tartıştık.

– Emekçi kadın kimdir? Kadın erkek ilişkilerinde sorun nereden kaynaklanıyor?

“Bizim annelerimiz, tarlada, bağ bahçede çalıştı. O zaman kadınlar şiddet görse de susuyorlardı, bugünkü gibi değildi. Şimdiki kadınlar, evlerinden sorun üretiyorlar. Ben eşimle kırk yıllık evliyim; eşim daha bir gün işe gitmedi. Zaten gitmesine de izin vermem. Ama günümüzde, tek başına da idare edilmez. Şimdiki boşanmaların sebebi, parasaldır. Para varsa huzur da vardır.”

– Şu anki kadın politikaları ne üzerinden tartışılıyor?

“Ben İsviçre’den Türkiye’ye geleli yaklaşık on dokuz yıl oluyor. Orada kadın ve erkek ayrımı yoktur, her şey birey odaklıdır. Türkiye’de bu konuşulurken, modern düşünce deniyor. Modernlik değil insanlık bu. Şimdiki politikalar İslam’a dayalı din adı altında yürütülüyor. Fakat şimdiki kuşakta, herkes kendi hakkını savunuyor. Daha açık fikirliler. Durum daha da iyiye gidecek.”

Röportajlar: Büşra Akman, Furkan Dilben, Fırat Bodur, Fatih Serdar Özgültekin

(Yeşil Gazete)