Ana Sayfa Blog Sayfa 3862

İklim Değişikliği’ne aşağıdan bakmak – Baran Alp Uncu

Türkiye’de haberlere yeterince yansımasa da bir önceki hafta sonu önemli bir tarihi ana tanıklık etmiştik. Halkın İklim Yürüyüşü adlı kampanya çerçevesinde dünya genelinde yaklaşık 700 bin kişi kendi şehrinin sokaklarına çıkarak “iklim değil, sistem değişsin” dedi. Dile kolay, New York’ta yaklaşık 400 bin kişi yürüdü. Böylelikle iklim değişikliği üzerine dünya genelinde yapılmış en büyük protesto gerçekleşti. 23 Eylül günü düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne güçlü bir mesaj gönderilmiş oldu.

Pelin Cengiz T24’te yayınlanan yazısında bu zirvenin ne anlama geldiğini, içerdiği tartışmaları, alın(may)an kararları, bundan sonraki zirvelerden beklentileri karar alma mekanizmalarının içerisinden bakarak kaleme almıştı.[i]

Kısa vadede -sorunun aciliyetinden dolayı ortası, uzunu kalmadı- bizleri neler beklediğini anlamak için, bir de iklim hareketi çerçevesinden değerlendirme yapmak gerek. Zira karar vericiler artan ve yenilenmekte olan küresel –aynı zamanda yerel- bir muhalefetle karşı karşıya.

Bu protestonun neden önemli olduğunu madde madde sayarsak…

Siyasi fırsatlar: Ekolojik dengeyi radikal bir şekilde bozarak, dünyayı uçuruma sürükleyen iklim değişikliğinin ne çapta büyük bir tehlike olduğundan uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Özetle, 20’nci yüzyılın başından beri küresel sıcaklık 0,9 derece arttı. Eğer bu artış 2 derecenin altında tutulmazsa ekolojinin dengesi geri dönülemez bir şekilde bozulacak.

Bu durum, çeşitli bilim insanlarının ve dahası sırf bu konu üzerine kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) yürüttüğü araştırmaların sonucunda bilimsel bir gerçek olarak ortaya kondu. Kondu konmasına da, herkes bu bilimsel gerçeği kabul etmemekte.

Siyasi ve ekonomik alanlarda İklim değişikliği meselesi ekseninde iki ana tavırdan bahsetmek mümkün: Bir tarafta iklim değişikliğine ve bu durumun baş sorumlusu fosil yakıt kullanımına karşı olanlar var. Karşılarında ise bilimsel gerçekler karşısında kulaklarının üstüne yatan ret cephesi.

Ret cephesinin kilit aktörlerini, siyasi karar alıcılar ve ulus-ötesi şirketlerin yöneticileri oluşturmakta. İklim değişikliğiyle ilgili sergiledikleri tavırlar bakımından kendi aralarında ikiye ayrılıyorlar:

Birinci grup, iklim değişikliğinin ekolojik sistemin doğal döngüsü içindeki olağan bir süreç olduğunu, ekolojik dengedeki bozulmanın insan eliyle yaratıldığına dair yeterli kanıtın olmadığını iddia ediyor.

İkinci grup ise, iklim değişikliğini kabul etse de önemsememe yolunu seçiyor. Önceliği piyasa merkezli büyüme politikalarının devam etmesine veriyor. Kafalarının bir yerinde gelişen teknolojiyle ileride nasılsa bir çaresini buluruz diye bir fikir var.

Sonuçta, hepsi aynı kapıya çıkmakta. Dünya genelinde fosil yakıtlar ana enerji kaynağı olarak kullanılmaya devam ediliyor. Dostlar alışverişte görsün diyerek kerhen getirilen bazı çözümler ise –karbon piyasası gibi- yaraya merhem olmak yerine, sorunun piyasalaştırılmasına neden oluyor.

Ancak siyasi ve ekonomik elitlerin oluşturduğu ret cephesinde son zamanlarda belirmekte olan bir yarılmanın izleri görülmekte. Şimdilik lafta kalsa da, reddiyecilerin bir kısmı iklim değişikliğinin boyutlarını ve yıkıcı etkilerini kabul eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu duruma işaret eden önemli göstergelerden biri de, iklim değişikliğinin geçtiğimiz Dünya Ekonomik Forumu’nun ana gündem maddelerinden biri olarak belirlenmesiydi. Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim, BM Genel Sekreteri Ban ki Moon başta olmak üzere birçok ülkenin lideri ve bakanları, şirket yöneticileri ve uluslararası örgütlerin yöneticileri acil önlemler alınmasının gerektiğini telaffuz etti.[ii] Diğer yandan, bırakın Danimarka ve Almanya’yı, A.B.D. ve Çin’de bile temiz enerjiye yatırımlar artmakta.[iii] Yine de, özellikle A.B.D.’nin kaşıkla verdiğini özellikle zift/katran kumu ve kaya gazı yatırımlarından dolayı kepçeyle aldığını; ulus-ötesi şirket yöneticilerinin çoğunun “işlerini korumak” istemekten başka bir şey yapmadığını unutmamak gerek.

Adına yarılma dediğimiz elitler arasındaki fikir ayrılığı, tarihte birçok örneğin gösterdiği gibi toplumsal hareketlerin işine gelen bir durum. Bir kere karşılarında herhangi bir talebi kolaylıkla görmezden gelecek kuvvetli bir blok bulunmuyor. Hatta, elitlerin kendi yanlarında duran kısmıyla kurulan ittifaklar karar alma süreçlerine müdahale etme şanslarını arttırıyor. Diğer yandan, toplumsal hareketlerin kamuoyunun gözündeki meşruiyeti de artıyor.

İşte, bir kısım elit arasında farklı gerekçelerle de olsa ortaya çıkmaya başlayan iklim değişikliği hassasiyeti, iklim değişikliğini yok sayanlar karşısında iklim hareketinin elini güçlendirecek bir unsur.

Yerel ve küreseli birleştiren eylem stratejisi: İklim değişikliğini durdurmak için seferber olan aktörler önceleri konuyla ilgili uluslararası zirve ve toplantıları hedeflemekteydi. Amaç, toplantılar esnasında yapılan kitlesel eylemlerle liderlerin kararlarını etkilemekti. Ancak, Kopenhag’da olduğu gibi yüz binlerin katıldığı protesto yürüyüşlerin bile alınan kararlarda üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı görüldü. Aslında bu tip zirvelerin karar alma süreçlerinin son noktası olduğunu, yetkililerin her birinin toplantıya gelmeden önce kararlarını belirlediklerini gören iklim değişikliği eylemcileri –özellikle de lokomotif örgütlenmelerden 350.org-, eylemlerini zirvelerle sınırlı bırakmama kararı aldı. Yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde etkinlik, faaliyet ve protestolar düzenleyerek her bir devletin karar alıcılarını daimi bir baskı alma yoluna girdiler.  Bu aynı zamanda, farklı yerel ve ulusal aktörler arasındaki bağları sürekli kılan bir unsur oldu. İşte Halkın İklim Yürüyüşü de iklim değişikliği karşıtı ulus-ötesi hareket ağının varlığı sayesinde organize edildi.

Halkın İklim Yürüyüşü’nün bir özelliği de ana merkezi zirvenin yapıldığı New York olsa da dünya genelinde eşzamanlı eylemleri içeren Küresel Eylem Günü (KEG) olarak organize edilmesi. Gerçi, KEG iklim eylemcilerinin öteden beri kullandığı bir eylem biçimi. Ancak, yukarıda bahsedilen strateji değişikliği ile beraber daha da anlam kazanmakta. Böylelikle, iklim değişikliğine neden olan politikalara karşı muhalefetin yerkürenin her bir noktasından yükseldiğini gösterirken, bu koca iklim hareketi ağının dayanışma bağlarını da güçlendiriyor.

Katılımcıların çeşitliliği: New York’taki yürüyüş katılımcıların kimlikleri ve dünya görüşleri açısından oldukça çeşitliydi. Bu da iklim hareketinin yeni bir aşamaya geldiğinin habercisi. Bugüne kadar iklim hareketinin başını ekolojist gruplar ve organizasyonlar, üniversite öğrencileri ve yerli toplulukları çekerken, New York’taki yürüyüşe farklı kiliseler, inanç grupları ve işçi sendikalarından büyük bir katılım oldu.

Kiliselerin ve inanç gruplarının iklim hareketine dahil olmasının iki temel önemi bulunmakta. Birincisi, daha önce herhangi bir ekoloji hareketinin içerisinde yer almamış aktörlere ulaşmanın imkanını sağlıyor. İkincisi, bu grupların topladıkları bağışları değerlendirmek için yaptıkları yatırımları enerji şirketlerinin hisselerinden ve destekçi bankalardan çekmelerinin önünü açıyor. Bu da, fosil yakıt lobisini korkutan hem maddi, hem de sembolik bir tehdit.

İşçi hareketine ve sendikalara gelince… Yenilenebilir enerjiye geçişle ekonomide hedeflenen köklü dönüşümün işsizliğe neden olacağını düşünen sendikalar öteden beri iklim hareketine mesafeli durmaktaydı.  (Klasik) sendikalar ilk kez bir iklim değişikliği eylemine böylesine büyük destek verdi ve katıldı. Sendikaların tereddütlerinin yersiz olduğunu, Greenpeace yayınladığı raporla daha önce ortaya koymuştu. Rapora göre, yenilenilebilir enerjiye geçişle beraber fosil yakıtlara dayalı ekonomik sistemin sağladığından çok daha fazla iş fırsatı doğacak. Hesaplara göre, 2030 yılında çalışanlar için sadece küresel enerji sektöründe 3.2 milyon yeni iş imkanı oluşacak.[iv]

Özetle, iklim değişikliğine engelleme yolunda son duraklardan biri olan 2015 yılında Paris’te yapılacak iklim zirvesi öncesinde muhalefet küresel çapta büyüyor ve çeşitleniyor. Henüz dişe dokunur herhangi bir adım atılmasına neden olmasa da, elitler arasında baş gösteren yarılmanın iklim değişikliği muhalefetinin elini biraz daha güçlendirdiğini söylemek yanlış olmaz.

***

Öte yandan, Halkın İklim Yürüyüşü’nün İstanbul ayağına kısaca değinirsek…

İyimser bakıldığında katılım daha önceki iklimle yürüyüşlerine göre fena olmayan bir orandaydı. Ancak işin bir de öteki yüzü var. Türkiye’nin karbon emisyon artışının rekor düzeyde olduğu hesaba katıldığında, İstanbul’daki yürüyüş oldukça küçük kaldı. Üstelik, ormanları katleden HES’lere, termik santrallere karşı onlarca yerel direniş varken…

Diğer bir deyişle, iklim hareketinin Türkiye ayağının önünde ekolojiyle ilgili yerel meselelerin, örgütlenmelerin ve eylemlerin küresel olanla bağlantısını kurmak gibi atlanması gereken önemli bir eşik bulunmakta.

***

Son olarak, İklim Zirvesi’ndeki incilerden biri İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan geldi. Zirve kapsamında gerçekleştirilen Şehirler toplantısında Topbaş şunları söyledi:

“Biz İstanbul olarak fosil yakıtlarından arındırılmış, çevreye saygılı alanlar oluşturmak için çalışmalar sürdürüyoruz. Bu konuda bireylerin tepkili ve tavırlı olmasını bekliyoruz. Bir birey, yönetimin yaptığı bir çalışmaya tepki gösteriyorsa, başarı sağlanır. Sadece bizim çalışmalarımız yetmez.”[v]

Tepki derken ne kastediliyor, içeriği nedir, kestirmesi güç. Fakat Topbaş “yönetim olarak biz üzerimize düşeni yapıyoruz, bireylerden karşılık göremiyoruz” anlamında kullandıysa, mevcut durumu tarif etmiyor.

Çünkü…

Kadir Topbaş, kendi yönetimi sırasında hazırlanan, ‘İstanbul’un Anayasası’ olarak sunlan ve İstanbul’un kuzey ormanlarına dokunulmayacağını garanti eden 1/100 bin ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’na uymayan bir belediye başkanı.

Aynı zamanda motorlu taşıt trafiğini, dolayısıyla da fosil yakıt kullanımını ve karbon emisyonunu katbekat arttırmanın önünü açacak üçüncü köprü yapımını onaylayan bir belediye başkanı.

Dahası, Topbaş ormanları tahrip eden HES’lerin inşa edilmesi, kömür kullanımının artmasına neden olacak yeni termik santrallerin yapılması -sadece Çanakkale’de var olan 3 tanenin yanına 10 tane yeni termik santral yapılması planlanıyor- gibi projelere imza atan AKP’nin üyesi.

Öte yandan, Türkiye’de bireyler zaten kolektif olarak örgütleniyor ve sayılan projelerin hemen her birine muhalefet ederek ‘tepki’ veriyor ki bunun adına toplumsal hareketler diyoruz.

Yani, Türkiye’de eksik olan tepki değil. Asıl eksiklik bu tepkileri kale alacak yönetimler.

Baran Alp Uncu – t24.com.tr

[i] http://t24.com.tr/yazarlar/pelin-cengiz/9-maddede-bm-iklim-zirvesini-anlama-kilavuzu,10231.
[ii] http://www.theguardian.com/sustainable-business/2014/jan/24/davos-2014-climate-change-resource-security-sustainability-day-three-live
[iii] http://www.huffingtonpost.com/kumi-naidoo/climate-action-who-is-sto_b_5867028.html
[iv] http://www.oecd.org/forum/time-for-an-energy-revolution.htm
[v] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27269744.asp

Tarih eğitimine Tarih Vakfı desteği

tvTarih Vakfı, bir süredir orta öğretim kurumlarında verilen tarih derslerine katkı sağlamak amacıyla yürüttüğü projelerine bir yenisini daha ekledi. Vakıf, öğretmen ve öğrencileri destekleyecek Uygarlıklar Tarihi ve 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi kitaplarını aynı anda yayına hazırladı.

Tarih Vakfı’nın yürüttüğü Ders Kitapları’nda İnsan Hakları projesinin yan ürünü olarak hazırlanan Uygarlıklar Tarihi kitabı, özellikle Lise 1 ve Lise 2 düzeyleri için yardımcı kitap niteliğinde.

İki ciltten oluşan kitap Dilara Kahyaoğlu, Nilgün Yaman, Aydan Demirkuş, Elif Aköz, Işıl Kandolu, Özge Küçükosman ve Hasan Sungur’un yer aldığı tarih öğretmenleri ekibi tarafından hazırlandı. Kitabın içerdiği etkinlerin tamamı öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeyi; harita, metin ve film okuma ve yorumlama, geçmişle bugünkü dünya ve toplumsal yaşam arasında ilişki kurma becerilerini artırmayı hedefliyor. MEB’in orta öğretim için önerdiği konuları kapsayan çalışma kitapları, aynı zamanda Amerika tarihi gibi kapsam dışı tutulmuş konuları da içeriyor.

20 Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi adlı ikinci kitap ise vakıf tarafından 2004 yılında yayınlanan ve özellikle Lise 3 ve Lise 4 düzeylerinde öğretmenlerin büyük memnuniyetle kullandığı kitabın tekrar baskısı. Öğretmenlerden oluşan bir kurulun hazırladığı, Gökçen ve Faruk Alpkaya’nın kaleme aldığı kitabın yeni baskısı uzun süredir bekleniyordu. İçerik, sunum ve baskı kalitesi açısından Avrupa ders kitapları kalitesini yakalayan bu önemli çalışma, 19. yüzyılın temel mirası ve onun üzerine şekillenen 20. yüzyıl tarihini konu ediniyor.

Tezkereye karşı sokağa çağrı

Bazı meslek odaları ve sendikalar, Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı uluslararası koalisyonda Türkiye’nin oynayacağı role ilişkin  Meclis’te kapalı otourumda görüşülecek olan savaş tezkeresine karşı 1 Ekim’de sokağa çıkacak.

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimarlar Odası Birliği (TMMOB) ve İstanbul Tabip Odası (İTB), 2 Ekim’de Meclis’te görüşülecek olan savaş tezkeresine karşı 1 Ekim’de İstanbul’da sokağa çıkma kararı aldılar.

Emek ve meslek örgütleri, “Tezkere savaşlardan beslenenlerin yoksul ve emekçi halkın üzerinde kurduğu baskı ve sömürü düzeninin katmerlenmesi demektir” dedi.

Tezkereleri AK Parti’nin Rojava’yı işgal planı olarak değerlendiren emek ve meslek örgütleri, 1 Ekim Çarşamba günü saat 18.30’da “Savaş Tezkeresine Hayır” şiarıyla Beyoğlu Tünel’den Galatasaray Meydanı’na yürüyüş düzenleyecek.

Yapılan ortak yazılı açıklamada, AK Parti’nin mezhepçi, ırkçı yüzünün Suriye ve Irak’ta emperyalizmin müdahaleleri sonucu başlayan savaşta ortaya çıktığı belirtildi. Açıklamanın öne çıkan noktaları şöyle:

“Bu süreçte destek verdikleri bu katil çeteler; Hristiyanları, Alevileri, Ezidileri katletmiş, yüz binlercesini yaşadıkları topraklardan sürmüş, kadınlara tecavüz etmiş, ortaçağ karanlığında bile ender görülen pazarlarda satmış, çocukları kaçırmış tam bir vahşet uygulamıştır.

“AK Parti, şimdi ise yalnızca Kürt oldukları için Suriye’de özgür vatanlarında barışçıl bir ülke kuran Rojava’lılara IŞİD çetelerinin saldırısını desteklemekte, bunun için ‘uçuşa yasak bölge’, ‘tampon bölge’ gibi önerilerle İŞİD karşısında yalıtılmış bir Rojava bırakarak onları yok etmek istemektedir.

“Ülkeyi savaşa sokmak isteyen AK Parti’nin asıl amacı IŞİD’e destek vermek, Rojava’yı işgal etmektir.”

 

Yeşil Gazete

Yeşiller/Sol: Aydın Engin ve Murat Belge yalnız değildir!

YSGPAydın Engin ve Murat Belge için tehditler içeren mesajın ortaya çıkması üzerine Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi bir açıklama yayınlayarak yetkilileri tehdidin kaynağını araştırmaya, ortaya çıkarmaya ve hesap sormaya çağırdı.

Dün Aydın Engin’in kurucusu olduğu t24 haber sitesi idari ofisinin bulunduğu binaya tehdit mesajı bırakılmıştı. Tehdit edilen Aydın Engin ve Murat Belge Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin kurucuları arasında.

Aydın Engin ve Murat Belge yalnız değildir!

Türkiye’nin yüz akı aydınlarından gazeteci Aydın Engin ve Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Belge’nin yaşamlarına ilişkin ciddi tehditleri içeren bir mektup T24’ün Taksim’deki Haber Merkezi’nin bulunduğu binanın kapısından içeriye atılmıştır.

Her daim görüşlerini, insan haklarına ilişkin militan, cesur ve kararlı fikirlerini söylemekten geri kalmayan iki aydına, aynı zamanda parti üyelerimiz olan Aydın Engin ve Murat Belge’ye yönelik bu tehdidin ciddiye alınması ve Türkiye’nin yaşadığı karanlıkların tekrarlanmaması, ölüm planlarının yapıldığı çağdan artık kurtulunması gerekmektedir.

İki değerli insanın başına bundan sonra gelebilecek her kötülükte devletin sorumluluğu söz konusu olacaktır; YSGP olarak bu konuda devleti, iktidarı muhatap kabul edeceğimizi açıkça ilan ediyor ve bir an önce başta Emniyet ve siyasi iktidar olmak üzere yetkilileri göreve çağırarak bu çirkin provokatif tehdidin kaynağını araştırmaya, ortaya çıkarmaya ve hesap sormaya davet ediyoruz.

Aydın Engin ve Murat Belge yalnız değildir.

Sevil Turan – Naci Sönmez

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri

Japonya’da 16 bin kişi “Fukushima’yı hatırlayın!” dedi

Nobel Ödüllü yazar Kenzaburo Oe: “Nükleer kazadan günümüze 3,5 yıl geçti fakat hala doğru bir durum değerlendirmesi yapılmış değil…”

Nükleer santrallerin tekrar açılmasını protesto eden 16 bin kişiFukushima’yı unutmayın” mesajını vermek için bir araya geldi .

Miting, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Japonya’nın güneyindeki Sendai Nükleer Santrali ‘ndeki 2 reaktörünün tekrar çalıştırılması için değerlendirmeler yaptığı 5 günlük toplantıdan sonra 23 Eylül ‘de  Başbakan Şinzo Abe’nin resmi ikametgahının önünde gerçekleştirildi.

Mitingde konuşma yapan Nobel ödüllü Yazar Oe  Mart 2011  yaşanan Fukushima Daiichi Nükleer Santrali’nde yakıtçubuğu erimesiyle sonuçlanan kazadan sonraki uygulamalar için “Nükleer kazanın yaşandığı tarihten bugüne 3,5 yıl geçti fakat, hala doğru bir durum değerlendirmesi yapılmış değil dedi.

Japon Hükümeti, kazanın ardından çalıştırılmayan 48 reaktörden olan  Sendai Santrali’ndeki 2 reaktörü toplumun geniş bir kesimi güvenlik önlemlerinin yetersiz bulmasına ve faaliyete geçirilmesine itiraz etmesine rağmen tekrar  operasyona başlatmak  için bir süredir baskı yapıyor. En son yapılan kamuoyu araştırmasına göre Japonya nüfusunun %60’ı  bu santralin  tekrar faaliyete geçirilmesine karşı .

Oe”Hükümet yeterli güvenlik önlemleri bile alınmamışken Sendai Nükleer Santrali’ni bir an önce operasyona başlatma hazırlığı içerisinde” diyor .

 

untitled

 

16 bin kişi mitingin ardından şehir merkezine yürüyerek “Nükleer santale ihtiyacımız yok”diye haykırdı .

“Nükleer enerji bize hep ucuz enerji diye sunuldu” diyor protestoculardan Yoriko Yoshida “Fakat nükleer santralin bize neye patladığını, verdiği zararları, üstelik bir de verdiği zararların giderilmesi için yapılan harcamaları düşünürseniz hiç de ucuz bir enerji olmadığını anlarsınız” diyor.

Fukushima’nın temizliği milyarlarca dolarla yapılacak ve bu temizliğin tamamlanması 40 yıldan fazla sürecek . Tokyo Elektrik şirketi (TEPCO) halen daha Fukushima Daichi  Nükleer santralinde biriken radyoaktif atık su ile boğuşuyor ve yüksek orandaki radyoaktif su bozuk rekatörlerin arasından yeraltı suyuyla karışarak okyanusa akmaya devam ediyor .

 

Yeşil Gazete/Common Dreams

 

Su üzerinde paneller

Artık Avrupa’nın herhangi bir köşesinde konutların, okulların, tren istasyonlarının hatta parlamentoların çatılarında güneş panelleri görmek olağan. Olağan olmayansa bu tür yapıları su üzerinde görmek. Fransız Ciel et Terre isimli şirket ise tam olarak bunu gerçekleştiriyor.

Berkshire'daki güneş panelleri
Berkshire’daki güneş panelleri

Mevzubahis güneş panelleri Berkshire, Wargrave’de 120 hektarlık bir çiftliğin yanı başındaki rezervuarda kuruldular. 800 panelden oluşan yapı 200 kW güç kapasiteli ve sadece 400 m2 alan kaplıyor. Projenin yatırımcısı Mark Bennett’a göre yüzen bu paneller karadakilere göre daha karlılar, böylece tarım arazileri işgal edilmemiş oluyor.

Proje türünün ilk örneği değil elbet. Geçen yıl Japonya, Okegawa’da 1.18 MW’lık bir tesis kurulmuştu. 4500 panelden oluşan tesis ölçülen değerlere göre 190 km/saat hızlarda rüzgâra dayanmış ve 6 metrelik tayfun dalgalarıyla başa çıkabilmiş durumda. Dayanıklılığı ile de sınanan tesisi inşa eden West Holding Company isimli şirketten elektrik satın alan Fukushima Nükleer Santrali’nin de işletmecisi Tokyo Elektrik Şirketi halinden pek memnun olacak ki 20 MW’lık daha sipariş vermiş durumda. Dileriz bu nükleerden şirketi uzak tutar.

Okigawa'daki güneş panelleri
Okigawa’daki güneş panelleri

Daha batıda Japonya’nın Hyogo ilinde sulama havuzlarında 20 kW’lık model deneyen il yönetimi ise kendine hırslı hedefler belirleyerek 2020 yılında 800 MW’lık kurulu güce kavuşmayı düşlüyor. Bu hedefe ulaşmak için elbet kara ve su yüzeyi yeterli olmayacak. Bu çerçevede Kotoni barajının duvarına da 4.99 MW’lık bir güneş tarlası kurdular bile.

Kotoni barajı duvarındaki güneş panelleri
Kotoni barajı duvarındaki güneş panelleri

Bu konuya tek ilgi duyan ülke Japonya ya da İngiltere değil elbet. Hindistan da Kalküta’da geçen sene başlattığı 20 kW’lık mütevazı girişimini Gujarat eyaletinin su kanalları üzerinde 1 MW’lık tesise dönüştürdü. Oldukça kurak bölgelere su sağlayan bu kanallara güneş paneli kurarak yaratılan gölgeleme sayesinde yetkililere göre milyonlarca litre su buharlaşmadan kurtulmuş oluyor. Tabii kanallar uzun, bu nedenle eyalet kapasiteyi ilk etapta 10 MW’a çıkararak daha çok kanal kaplamak istiyor. Ölçeği büyük tutan Hindistan devletiyse en güneydeki Kerala eyaletinde 50 MW’lık bir çalışma başlatmış bile. Projenin beklenilen maliyeti 64-72 milyon dolar.

Gujarat'ta su üzerindeki güneş panelleri
Gujarat’ta su üzerindeki güneş panelleri

Ayrıca su üzerinde yerleştirilen güneş panelleri su kütlesi sayesinde daha iyi soğuyabilmekte ve kabaca %10 daha verimli çalışabilmekte.

Peki, bu tesislerin yok mudur zararı? Tartışmalar var. Kırsal İngiltere’yi Koruma Kampanyası’ndan kampanya ve politika direktörü Neil Sinden, yenilenebilir enerji girişimlerini desteklediklerini ancak bunların suyun ekolojik kalitesi gözetilerek yapılması gerektiğini savunuyor.

İngiltere, Berkshire’daki yatırımın sahibi Mark Bennett ise 250 bin sterline mal ettiği tesisin gelecek 20 yıl boyunca enerji fonlarından 20,500 sterlin yardım aldığı gibi kendisini yıllık 24,000 sterlinlik elektrik faturasından kurtardığını ve bunun karlı bir yatırım olduğunu hesaplamış bile.

 

(Yeşil Gazete)

Yaşayan Gezegen Raporu: Gezegen alarm veriyor

“İnsanlığın gezegenden talebinin boyutlarını ölçen bir dizi göstergenin işaret ettiği, doğal kaynakları birden fazla gezegen varmış gibi tükettiğimiz yönündedir. Ekosistemden ve doğadan kendini yenileyeceğinden daha fazlasını almak geleceğimizi tehlikeye atmaktadır. Durup düşünmek zorundayız. Nasıl bir gelecek istiyoruz?” Dünya Vahşi Yaşamı Koruma Fonu (WWF) Genel Direktörü, Marco Lambertini

Yukarıdaki sözler Dünya Vahşi Yaşamı Koruma Fonu (WWF) ve Londra Zooloji Derneği tarafından bugün yayınlanan Yaşayan Gezegen Raporu’nun önsözünde yer alıyor. Raporun bulguları türlerin %52’sinin 40 yılda yok olduğu, gezegensel tehlike sınırlarının aşıldığı, insanlığın taleplerinin gezegenin kapasitesini aştığı şeklinde olurken tüm bu sonuçlar ışığında “Tek Dünya Yaklaşımı” ile gerek karar alıcılar gerekse tüketiciler olarak başka gezegenin olmadığı bilinci ile hareket etmemiz gerektiği vurgulanıyor.

Raporda öne çıkan sonuçlar ise şu şekilde;

Türlerin %52’si 40 yılda yok oldu

Rapora göre 1970 ile 2010 yılları arasında dünya üzerindeki balıkların, kuşların, memelilerin, amfibilerin(hem karada hem suda yaşayabilen), sürüngenlerin nüfusu %52 oranında yok oldu. Araştırma sonucuna göre bu kıyımın nedenleri arasında aşırı avlanma, doğal yaşam alanlarının kirletilmesi ve yok edilmesi, iklim değişikliği ön sıralarda yer alıyor.

lpi

En fazla yıkım tatlı sularda

Rapora göre 1970-2010 yılları arasında tatlı su canlılarının nüfusu ortalama %75 oranında azaldı. Deniz ve kara canlılarında bu oran %39. Tatlı sularda nüfusun azalmasının en önemli sebepleri su seviyesinin azalması, enerji için nehirlerin kullanılması, atık suların nehirlere bırakılması olarak gösteriliyor.

Gezegensel sınırlar aşılıyor

gezegensel_sRapor ayrıca gezegenin sonunu getirecek, aşılmaması gereken dokuz sınır çizgisini belirliyor. Hesaplamalara göre üçü çoktan aşıldı; biyoçeşitliliğin kaybı, havadaki karbondioksit seviyesinin artması, havadaki azot seviyesinin yükselmesi. Ayrıca iki eşik aşılmak üzere; okyanus asitlenmesi, tatlı sulardaki fosfor oranı.

Ülkelerin Ekolojik Ayak İzi artıyor

Rapora göre insanlığın doğadan talebi, doğanın karşılayacağından %50 oranında daha fazla. Dünya tüketilen kaynağın yenisini koyamadan daha fazla ağaç kesiliyor, daha fazla karbondioksit salınıyor, daha fazla yer altı suları çekiliyor. Bu sene doğal kaynaklar yılın bitiminden 3,5 ay önce tüketildi.

Verimli toprakların ve sulak alanların yani biokapasitelerine göre Küresel Ayak İzi Ağı tarafından her ülkenin “ekolojik ayak izi” hesaplanıyor. Bu hesaplamaya göre küresel ölçekteki tüketimi karşılayabilmek için 1,5 gezegen gerekiyor. Türkiye’nin tüketim kapasitesi için ise 1,7 Türkiye gerekiyor. 2010 yılında insanlığın ekolojik ayak izinin %53’ünü karbon oluşturuyor.

Tek dünya yaklaşımı

Raporun son bölümünde sürdürülebilir bir kalkınmadan bahsedebilmek için öncelikle doğanın kaynaklarının tükenebilir olduğunun ve insanlığın refahının ve gelişmesinin bu doğal kaynaklara bağlı olduğunun anlaşılması gerektiği ve tüm ekonomik kararlarda bu temel gerçeğin göz önünde bulundurulması gerektiği belirtiliyor. Dünya Vahşi Yaşamı Koruma Fonu’nun “Tek Dünya Yaklaşımı”na göre doğal kaynakların doğanın sınırları içerisinde adil şekilde paylaşılması için temelde üç gereklilik vardır;doğal sermayenin korunması (zarar gören ekosistemlerin iyileştirilmesi, koruma alanlarının genişletilmesi), daha iyi üretim (girdileri ve atıkları azaltma, yenilenebilir enerji üretiminin payının arttırılması), daha bilinçli tüketim (düşük karbon ayak izli yaşam tarzı)

(Yeşil Gazete)

 

Bandista’dan yeni albüm

Bandista 2 yıllık bir aradan sonra yeni albümü ‘Ki buradayız hâlâ…’yı yayınladı.

Screen shot 2014-09-30 at 13.25.36

Grup albümünü “Tekrar tekrar söylüyoruz, yazıyoruz, eyleme döküyoruz, hemzeminler yaratıyoruz, sınırları aşıyoruz, belleği taşıyoruz, hayatımızı savunuyoruz, aşk duyuyoruz, cüret ediyoruz çünkü yükselir dalga; dalga, dalga…” açıklamasıyla duyurdu.

Albümde her zaman olduğu gibi, Bandista bestelerinin yanında Mordechai Gebirtig ve Ahmed Kaabour gibi devrimcilerin sözlerine yapılmış besteler de bulunuyor.

Ücretsiz olarak internetten indirilebilecek albüme ulaşmak için tıklayınız.

(Yeşil Gazete)

‘Magma’ derinden geliyor

Gezegeni ve doğayı keşfe çıkan, bunu yaparken de kültürel ve biyolojik çeşitliliğe önem veren yeni bir dergi geliyor. Atlas’tan ayrılan bir ekibin hazırladığı bağımsız dergi ‘Magma’ 1 Ekim itibariyle okuyucularıyla buluşacak.

Gezi direnişi sırasında Atlas Dergisi’nde “Gezi sayısı” çıkarmalarının ardından işten çıkarılan dönemin Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek ve ekibinin bir süredir hummalı bir şekilde hazırlandığı “Magma” dergisi nihayet ilk sayısıyla 1 Ekim’de rafa çıkıyor.

1474512_739060292809052_8063177966978107872_n

Özcan Yüksek’in yanı sıra Kemal Tayfur, Necmi Karul, Oktay Uludağ, Güven Eken ve Güneşin Aydemir gibi isimlerin bulunduğu dergi ekibine doğayı savunan yerel örgüt ve kurumlar da destek veriyor. Destekçiler arasında Buğday Derneği, Doğa Derneği, Doğu Karadeniz’deki kültürel ve doğal koruma çalışmaları yapan Gola Derneği, Sırtçantalılar grubu ve Seferihisar, Orhanlı Köyü’nde kurulmuş olan Doğa Okulu bulunuyor. Katkı sağlayan isimler de kurumlar kadar çeşitli: Alakır Vadisi’nden Birhan ve Tuğba Alakır, Orhanlı Köyü’nden Nevzat ve Oğuz Kandır, Seferihisar Belediyesi ustaları, Rize Senoz vadisinden Sinan Akçal’ın yanı sıra şarkıcı Tarkan gibi isimler de Doğa Okulu vasıtasıyla Magma Dergisi’nin destekçileri arasında.

Kendini, “bilmek için yola çıkan, çıplak ayakla toprağa basan, yaşamı uzağında tutmayanların dergisiyiz” olarak tanımlayan Magma ekibi, ilk sayının kapağında Amazonları konu ediniyor. Kemal Tayfur’un araştırma yazısı ve Özcan Yüksek fotoğraflarıyla Magma, Amazonların esrarengiz atalarının kimler olduğuna ilişkin özgün bir araştırma makalesi hazırladı.

Ortaklaşa bütçeyle oluşturulmuş çok paydaşlı Evliya Çelebi şirketi tarafından yayımlanacak olan ‘Magma’ ayda bir yayımlanacak. 160 sayfalık derginin ‘ısınma turu’ olan ilk sayı ise ekimden aralık ayına kadar, iki ay boyunca rafta kalacak.

Dergiyle ilgili ayrıntılı bilgi ve abonelik için tıklayınız.

(Yeşil Gazete)

IOC, Homofobik ülkelere olimpiyat yolunu kapadı

Soçi Kış Olimpiyatlarından sonra homofobik Rusya’ya bu organizasyonu teslim etmesi nedeniyle eleştirilen Uluslarası Olimpiyat Komitesi (IOC – International Olympics Committe), Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan ülkelerle yaptığı sözleşmeye ayrımcılık karşıtı bir madde eklediğini açıkladı.

A protester in Berlin, Germany demonstrating against Russian anti-gay law

2014 Kış Olimpiyatlarının eşcinsellik karşıtı yasal düzenlemelere sahip Rusya’nın Soçi ilinde düzenlenmesi eleştirilere neden olmuş, boykot çağrıları yapılmıştı. Ayrımcı yasaları olan ülkelerin Olimpiyatlara ev sahipliği yapmaması gerektiğine yönelik başlatılan All Out imza kampanyası başarıya ulaştı ve Komite bundan sonra oyunlara ev sahipliği yapacak ülkelerle imzalanacak anlaşmanın bir parçası olarak ayrımcılık karşıtı bir sözleşme yapacağını duyurdu.

UOK sözcüsü Mark Adams ev sahibi ülkelerle yapılacak sözleşmenin Olimpiyat ilkelerinin tüm ayrımcılık biçimlerinin Olimpiyatların ruhuna aykırı olduğunu hatırlatan 6. Maddenin ekleneceğini söyledi.

All Out kurucularından Andre Banks “Bu karar gelecekte Olimpiyatlara ev sahipliği yapacak tüm ülkere, LGBTİ’lere yönelik ayrımcılık dahil, hiçbir hak ihlaline müsamaha gösterilmeyeceğini göstermiş oldu. Bu, sadece Rusya’da değil, tüm dünyada birçok ülkede ayrımcılıkla karşı karşıya kalan LGBTİ’ler için özellikle önemli bir an. Bu değişikliğin uygulanması için ve Soçi’nin tekrarının yaşanmaması için çalışmaya devam edeceğiz” dedi.