Ana Sayfa Blog Sayfa 3861

Suruç’tan Söke’ye, Söke’den Soma’ya 1 – Sevil Turan

Geçtiğimiz hafta Kobane’ye, uranyum madenleri nedeniyle radyasyon tehlikesi altındaki Söke’nin Kisir Köyü’ne, oradan da kömürün hayatı karartmaya devam ettiği Soma’nın Yırca Köyü’ne ziyarette bulundum.

İlk bakışta farklı meselelere ilişkin gibi gözüken bu ziyaretler sırasında gördüğüm, insanların mağduriyetlerini ve temel haklarını yok sayarak yapılan saldırılara karşı verdikleri mücadelenin önemi ve umuda dair ışığı doğurması oldu.

25 Eylül Perşembe günü, HDP ve birçok siyasal parti ve hareketin oluşturduğu heyet ile yaptığımız ziyarette, Kobane’deki ve sınır komşusu ve kader ortağı olan Suruç’taki savaş ortamını yaşadık. Her geçen dakika durumun değiştiği Kobane ve Suruç’taki değerlendirmeyi, orada bulunduğum iki günle kısıtlı tutmak mümkün değil.

Bu nedenle öncesiyle, bugünüyle ve yarınıyla Türkiye’nin yanı başında, sınırında süre giden bir savaş demek zor. Sınırlara sığmayan bir feryat yükselirken, insanlığın ve siyasetin tüm dillerde aynı olan gerçekliği önümüzde iken bir savaşın içindeyiz diyebiliyorum. Ancak bu savaşa ve insanlık ayıbına sadece tanık ve izleyici olmaya zorlanıyoruz. Suruç’a vardıktan sonra Alizera Köyünde heyet olarak yaptığımız basın açıklaması sırasında, arkamızda silahlar patlamaya devam ediyordu. Alizera ile yaklaşık 2 km mesafedeki Kobane’nin köylerinden birinde çıplak gözle bile görülebilen çatışma sürerken, tel örgüler savaşın gerçekliğini değiştirmiyor, sınır da oluşturmuyor.

Yaşanan durumda yine çıplak gözle görülen bir diğer durum ise eşitsiz bir savaşın devam ediyor olması. Alizera Köyü’nün hemen karşısındaki Kobane’nin köyüne kadar gelen IŞİD, ağır ve uzun menzilli silahlar ile hemen karşı tarafında cephe tutan YPG’nin bulunduğu yere saldırıyor. İlk gittiğimizde 4 kişi, ikinci gece ise 3 kişi Kobane’yi savunurken hayatını kaybetmişti.

IŞİD, Suruç ile yaklaşık 25 km sınır boyunca akraba ve kardeş olan bu köyleri ele geçirirken ne karşıdan izlenilebilir ne de sessiz kalınabilir. Bu nedenle de sınır boyunca 6 yerde nöbet noktaları oluşturulmuş durumda. Gece gündüz bekleyen insanlar, IŞİD’in saldırılarının daha ileriye taşınmasını engellemek için ayakta, IŞİD’e sınır boyunca yapılacak her türlü desteği ve IŞİD militanlarının sınır boyunca sızmasını engellemek üzere bekliyor. Ancak Türkiye hükümetinin bu duruma karşı son birkaç güne kadar sessizliğini koruması ve IŞİD’e doğrudan ve dolaylı olarak yapılan yardım iddialarını boşa çıkarabilecek hiç bir delil sunamaması yetmezmiş gibi, bu eşitsiz savaşa karşı olanların sesini de kesmeye çalışıyor. Suruç’ta geçen hafta önce nöbet tutan halka yapılan saldırı, Pazar günü de İzmir’de Kobane’deki savaşa karşı yürüyen insanların üzerine yöneldi.

Olayın insanlık boyutu ortada iken, IŞİD saldırısının ilk gerçekleştiği an sınırlara akın eden Kobanelilerin sınırda bekletilmesi vicdanları yaralıyor ve barış süreci ile tamir edilme umudu doğan kırgınlığı büyütüyor. Suruç’ta bulunduğu söylenen yaklaşık 20 bin Kobanelinin çoğunluğu akrabaların evlerinde 15-20 kişilik gruplar halinde kalırken bir kısmı da kentte Suruç Belediyesi tarafından kurulan ve yardımlarla ayakta tutulmaya çalışılan çadır kampında kalıyor.

Kamp ziyaretimizde, sığınmacıların ihtiyaçlarını gidermek için canla başla çalışan insanlar vardı. Birçok yerden gelen yardımlarla ihtiyaçlar karşılanırken bir ihtiyaçta gelen yardımların sınıflandırılması ve dağıtılması gibi konularda koordinasyonu yapacak gönüllü bir ekibin kurulması.

Yakınları IŞİD tarafından katledilen Kobanelilerle görüşmemizde en büyük istekleri evlerine dönmek iken, çocuk ve kadın pedi, ayakkabı ve kışlık çocuk giysisi gibi ihtiyaçları mevcut.

Suruç’ta yaptığımız görüşmede DBP İlçe Eş Başkanı Kamuran Yüksek, Kobane’de yaşananların ulusal meselenin ötesinde değerler meselesi olduğunu, Kobane’deki direnişin desteklenmesinin özgürlük, demokrasi ve evrensel insan haklarını desteklemek olduğunu söylüyor. Kobane’de çatışma başladığında sınıra gelen insan sayısının 20 bin civarında olduğunu ancak devletin önceden 450 binlik çadır getirmesinin, bu hazırlığın Kobane ve civarının insansızlaştırılması politikası ile bağlantısı olduğu vurgusu önemliydi. Ancak eş başkan Yüksek’in de belirttiği gibi, bizim de Kobane’ye geçmek üzere sınırda beklerken de gördüğümüz manzara Kobane’ye geri dönüşlerin başlamış olmasıydı. Kimi Suruç’ta ailesini bırakıp savaşa katılmak kimi ise YPG tarafından korunan köylerine ve evlerine gitmek üzere Murşitpınar Sınır Kapısı’ndan geçerek geri dönüyordu. Kamplarda kalanların gözyaşları içinde ifade ettiği eve dönme isteğinin insani ve politik sorumluluğunu yok sayarak hareket edilemez.

Ancak Hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen açıklamalarda, tampon ya da güvenli bölge olarak adlandırdıkları formülü, sınır boyunca olan Kürt yerleşim yerlerini denetim altına almanın bir aracı olarak kullanmak istediklerini görüyoruz.

Kobane’nin düşmemesi ve Türkiye’nin geliştireceği politikalarının neden önemli olduğu sorusunun yanıtı da burada. İlk olarak Kobane kantonunun varlığı, bölgedeki halkın Ortadoğu’nun savaş ve şiddet ortamından çıkış için alternatif bir yapı olan Rojava ile bağlantısının garantisini sağlıyor. Rojava’da oluşturulan ve bölge için umut olan yapının korunması ve tanınmasının gerekliliği ortada iken Türkiye’nin hemen kapısında vahşet ve katliamın adı olan bir terör örgütünü görme riskini dert etmemesi ve bundan çıkar sağlamaya yönelik politikalar izlemeye devam etmesi, hükümetin içine düştüğü yanlışta ısrar ettiğinin bir göstergesidir. Diğer yandan ise, Türkiye’nin bölgede hegemonik bir güç olma sevdası ile hareket etmesi, güvenli veya tampon bölgeyi önceleyen ve Türkiye tarafından doğrudan askeri müdahale ile savaşı şiddetlendirecek politikalara yönelmesi, bölgede barış sürecinin tam tersi bir yol haritası olarak barış sürecinin selametini tehlikeye atacaktır. Türkiye’nin bölge halklarının kader ortaklığı ile barış ve demokrasi gücünü oluşturabilecek yapıları yok sayarak izleyeceği politikalar, Kürt sorununu tekrar şiddet ve çatışma zeminine çekmesinin yanında radikal islamcı IŞİD’in bölge ve Türkiye siyasetinde ve toplumsal yaşamında rol alacak şekilde önünü açacaktır.

Kobane’yi ziyaretimizde PYD Eş Başkanı Asya Abdullah ve Kobane Kantonu Bakanlar Kurulu Başkanı ile görüşmemizde moralleri yüksekti ancak uluslararası kamuoyunun direnişe desteğinin önemli olduğunu, şimdiye kadar ABD tarafından yapılan müdahalelerin Kobane çevresinde olmadığını ve bölgede IŞİD’i durdurmanın yolunun bölge halkının öz savunma hakkını koruyarak YPG ile işbirliğinden geçtiğini belirtti.

2 Ekim tezkeresi yaklaşırken savaşı değil barışı inşaa etmek için bir politikanın geliştirilmesinin gerekliliği ortada. Kobane’de yaşanan yıkımın sayılarla ifade edilmesi mümkün değil, IŞİD’in durdurulmamasının sonuçları da aynı olacak. Türkiye ve Ortadoğu halkları için çözüm Rojava’nın tanınması ve bölgede demokrasi ve barışın tesisinde rol oynayacak güçlerin desteklenmesinin gerekliğini görerek bir siyasi çözümün geliştirilmesinden geçiyor.

Yazının ikinci bölümüne geçmeden, kömüre karşı yaşam mücadelesi veren Yırca Köylülerinin isyanından alıntı bir cümle ile yazımın ilk bölümünü bitirmek istiyorum.

Soma’nın Yırca Köyü’nden bir kadın, “kömürü çıkarıp bizi nefessiz bıraktılar şimdi de ekmeğimizi elimizden alıp aç susuz bırakmak istiyorlar. Enerji lazımmış, doğudaki insanların bedava kullandıkları elektriği karşılamak için bizi bitiriyorlar. Bedeli neyse gitsin onlardan sorsunlar.” demişti.

Tel örgülerle ve ön yargılarla örülen sınırları aşmadan, insanların hak mücadelelerini kazanmaları mümkün değil. Kobane’de barışı sağlamak için Yırca’nın el uzatmasına, Yırca’daki yaşam mücadelesine de Suruç ve Kobane’den ses verilmesinden başka bir çıkış yolumuz olmayacak. Kobane’de bunun ilk aşaması onlarca otobüs ile Türkiye’nin her yerinden barış nöbeti için giden insanlarla başladı. Şimdi Yırca’daki tel örgü kenarında süren nöbete el vermekte sıra.

Sevil Turan

 

 

Sevil Turan

Katliamın eşiğindeki Kobanê’den izlenimler: Hayatımızı ölümüne savunacağız – Celal Başlangıç

Odaya girince uzun namlulu silahını duvara dayadı, cepleri şarjörlerle dolu muharebe yeleğini sandalyeye astı Kobanê Kantonu Adalet Divanı Üyesi Ferhan Haceis.

Aynı odada Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslüm ve Dışişleri Bakanı İbrahim Kurda da vardı; ikisinin de gömleklerinin üzerine giydikleri koltukaltı kılıflarında 14’lük tabancaları vardı.

Doğrusunu söylemek gerekirse ilk defa bir başbakanı ve bakanı silah kuşanmış olarak görüyordum. Uzun namlulu silah taşıyan bir yüksek yargı üyesi de hiç görmemiştim.

“Mecburiyetten taşıyoruz” dediler biraz yadırgamış bakışlarımızı fark edince, “Kendimizi savunma amaçlı. Biz özgür bir toplumuz ama dışarıdan gelen saldırılara karşı bir zorunluluk.”

Zaten başbakanlık binası tehlikeli olduğu için can güvenliğimizi sağlamak amacıyla bizi başka bir binada konuk ediyorlardı. Zaten IŞİD çeteleri ellerindeki modern ve ağır silahlarıyla, tanklarıyla Kobanê kent merkezine bir bomba atımı mesafeye kadar yaklaşmıştı.

Ortada müthiş bir hareketlilik vardı. Elleri silahlı gencecik insanlar sürekli gelen haberleri aktarmak için odaya giriyor, her çalan telefon bir sorunun habercisi oluyordu.

Konuşma sık sık telefonla kesildiği için özür diledi Ferhan Haceis.

“Kızım basın mensubu, şu anda doğu cephesinde fotoğraf çekiyor. Aldığı bilgileri de bana aktarıyor.”

Kimi biten benzin, kimi eksik kalan gıda yardımı, kimi kentin bir ucuna düşen bir bombayı haber veriyordu gelen telefonların her biri.
Kobane sokaklarında biri dizinden yaralı iki YPG savaşçısı

Kobanê’nin imdat çığlığı

Top sesleri her geçen gün, hatta her geçen saat biraz daha yaklaşıyordu Kobanê kent merkezine.

Son gelen telefonu Başbakan Müslim açtı. Haber kötüydü. Biraz önce batı cephesindeki IŞİD saldırısında bir babayla oğlu birlikte can vermişti.

Kapı açıldı, içeriye gencecik bir kız girdi. Onunda üzerinde muharebe yeleği vardı. Ama bir elinde kalaşnikof, diğer elinde bir kamera vardı. Silahını sandalyenin üzerine koyup kamerasıyla görüntü almaya başladı.

Rojava’nın sesini dünyaya duyurmak için üç yıl önce kurulan Havar Ajansı’nın Kobanê muhabiriymiş. Ajansın adı “Havar” yani “imdat”. Sanki bugünler düşünülerek konmuş bir isim. Çünkü bugün Kobanê’den de tüm insanlığa doğru yürek parçalayan bir imdat çığlığı yükseliyor.

Hem de Havar Ajansı bu çığlığı İngilizce, İspanyolca, Arapça, Türkçe, Rusça ve Fransızca da atıyormuş Kürtçenin yanı sıra.

Ama görünen o ki “yüreklerin kulakları sağır” hala.
Havar Haber Ajansı Kobane Muhabiri Dicle’nin bir elinde kamera, diğer elinde kalaşnikof var
“Önce gazeteci sonra savaşçı mı, yoksa önce savaşçı sonra gazeteci mi” olduğunu soruyoruz 26 yaşındaki Dicle‘ye. “Ben savaşı değilim” diyor, “Kendimi korumak için taşıyorum silahı çünkü cepheye gidiyorum, savaşın içine giriyorum. Her an başıma bir şey gelebilir.”

Görünen o ki Kobanê’de değil yaşamak, gazetecilik yapmak için bile tepeden tırnağa silahlanmak gerekiyor.

Karşı yamaçlardan gelen top seslerine ellerinde kalaşnikoflarla yürüyen gençlerin “Biji Serok Apo”, “Yaşasın YPG direnişi” sloganları; yaşı hayli geçkin ak sakallı bir Kobanêli’nin “Bana da silah verin, ben de savaşacağım” haykırışı karışıyor.

Suruç’un birkaç kilometre ilerisindeki Mürşitpınar sınır kapısından birkaç yüz metre yürüyüp kağıt üzerinde Suriye topraklarına dahil olan, “özerkliğini ilan etmiş” Kobanê kantonuna girince sanki bir dünyadan başka bir dünyaya geçmiştik.

Savaş halinde bir kent

Suruç Belediyesi’nin önü ana baba günü. Kobanê’den son dört günde göçen binlerce kişi, sınırın ötesindeki özerk bölgeye destek vermek için Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye’nin 18 kentinden gelen sivil toplum örgütlerinin üyeleri, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den gelen sosyalist partilerin kadroları, çeşitli kuruluşların temsilcileri kentin yaklaşık 60 bin olan nüfusunu neredeyse ikiye, hatta üçe katlamış.

11 kobane

Türkiye’nin çeşitli kentlerinden gelenler dayanışmalarını göstermek, destek vermek için sınırın öte yanına geçmek istiyor. Asker ve polis tüm geçiş noktalarını tutmuş. İzinsiz geçiş yolları var ama riski yüksek. Güvenlik güçlerinin geçeni vurmasından, yer yer mayınlı bölgelerin varlığı bu geçişi zorlaştırıyordu görünüşte.

“Önce meşru yolları deneyelim” diyerek Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi‘ye başvurduk 78’liler Heyeti olarak. Kaymakamlık binasının da belediyeden kalır yeri yok insan yoğunluğu açısından. Her odada bir toplantı var sanki. Toplantıdan çıkan soluğu Kaymakam Çiftçi’nin yanında alıyor.

Herkese sıcak yaklaşan, her sorunu çözmeye çalışan bir iş yapma tarzı var.

Talebimizi iletince bir telefon konuşması yapıyor ve ardından “İsimlerinizi kapıya bildireceğim, karşı tarafa geçeceksiniz. Ancak riski biliyorsunuz. Başınıza bir şey gelmesini istemem. Her an bombalanabilir Kobanê. Kendinize çok dikkat edin ve en kısa sürede dönün” diyor.

78’liler heyetiyle birlikte Mürşitpınar sınır kapısından çıkıp Kobane’ye geçerken Suruç’un dört kilometre güneyindeki Mürşitpınar sınır kapısına doğru yola koyuluyoruz; 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, Türkiye Yürütme Kurulu Üyeleri Feyyaz Yaman, Abdurrahman Pişkin, Vahit Akgün ve Ahmet Andıç‘la birlikte.

Sınır kapısında uzun bir kuyruk oluşturmuş geri dönmeyen Kobanêliler. Hemen hepsi erkek. Aralarında tek tük kadın ve çocuk var. Çoğu karşıdan ailelerini getirip Suruç’a bırakmış, şimdi savaşmak için geri dönüyorlar.

Sorunsuz geçiyoruz Mürşitpınar’dan Kobanê’ye. Sınırın hemen dibinden başlayan kentin girişini çoğu 16-17 yaşlarındaki “Asayiş”çiler tutmuş, Hepsinin elinde Kalaşnikof var. Geleceğimizden haberliler, Başbakan Müslim, Dışişleri Bakanı Kurda ve Adalet Divanı Üyesi Haceis’in bizi beklediğini söylüyorlar.

‘Çete üyeleri Türkiye’de ellerini kollarını sallayarak geziyor’

Sınıra yakın bahçe içinde, taş bir binaya girmemizle kendimizi bir savaş gerginliğinde, kentin neredeyse kapısına dayanmış bir Barbar örgütün insanlarda yarattığı tedirginliğin içinde buluyoruz.
Kobaneliler gıda yardımı kuyruğunda
Temel yakınma konuları ABD’nin IŞİD’i etkin olmadığı alanlarda, kuşattığı Kobanê’nin çok uzak noktalarında bombalaması ve AK Parti Hükümeti’nin çetelere silah ve malzeme yardımı yapması.

Adalet Divanı Haceis “AK Parti’nin IŞİD’e desteği var. Hem gözlerimizle görüyoruz, hem de elimizde belge var” diye başlıyor anlatmaya, “İstasyon olmayan sınır köylerinde bile cephane ve silah yüklü trenler saatlerce duruyor. Malzemeler indiriliyor. Buradan Antep’e, Suruç’a göç eden Kobanêlileri çeteler oralarda bulup tehdit ediyor. Türkiye’de ellerini kollarını sallayarak geziyor çete üyeleri.”

Haceis, yakaladıkları çete üyelerinin Türkiye’den aldıkları yardımları anlatan ifadelerin ellerinde olduğunu, hatta yakaladıkları bir IŞİD militanının kendilerine “Türkiye size şeker, un veriyor, bize silah ve cephane” dediğini aktarıyor.

Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslim bir yandan gelen telefonları yanıtlıyor, çevresindekileri yönlendiriyor, diğer yandan da içinde bulundukları durumu anlatıyor:

“Özellikle son 12 gündür çok çetin bir yaşamın içindeyiz. Biz aslında iki cephede savaşıyoruz. Bir cephede dört bir yandan saldıran IŞİD çeteleri var, diğer yandan bize karşı verilen psikolojik savaş. Kobanê’nin boşalması için özellikle Al Jazeera ile birçok Arap televizyonu Kobanê düşmüş gibi yayın yaptı, korku saldı insanlar arasında, halkın korkup Türkiye’ye doğru geçmesine neden oldu.”

Ancak bu noktada sınırın iki yanında mültecilerle ilgili verilen sayının farklı olduğunu görüyoruz.

Yola çıkarken Suruç Kaymakamı Çiftçi bize Kobanê’den gelenlerin toplam sayısının 154 bin olduğunu, bunlardan yaklaşık 60 bininin Antep, Urfa, İstanbul, Mersin gibi kentlere gittiğini, dört bininin yatılı bölge okulu ve kurulan çadırlara yerleştiğini, geri kalan yaklaşık 80 bininin de Suruç’taki akraba evlerinde, boş dükkânlarda, cami avlularında, taziye evlerinde, parklarda ve sokaklarda yaşamını sürdürdüğünü söylemişti. Hatta hazırladıkları çadır kentlere başka kentlerdeki kamplara gönderilme korkusundan dolayı henüz yerleşen olmadığını da eklemişti sözlerine.

Ancak Başbakan Müslim bu sayısal verilere karşı çıkıyor. Müslim’e göre göçenlerin toplam sayısı 60 bin ve AK Parti tampon bölge kurmak için bu sayıyı abartıyor.

Bir tespiti daha var Müslim’in:

“Biz burada örnek yapıyız. Araplar, Ermeniler, Türkmenler, Süryaniler var. Sadece Kürtler yok. Bu yapının amacı bütün halkları korumak ve geliştirmek. Biz bu karanlık güce karşı çetin bir mücadele veriyoruz. Bazı çevre ülkeler karanlık güç IŞİD’i öne sürerek bu yapıyı ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bu kadar direneceğimizi tahmin etmiyorlardı. YPG güçleri Musul ve Rakka’dan getirdiği ağır silahlarla ve tanklarla saldıran IŞİD’e karşı kahramanca direniyor. Bu karanlık çeteye karşı destek istiyoruz. AK Parti de IŞİD’e desteğini çeksin. Bize silah yardımı yapılsın. Bu çeteler Kobanê’ye girseler bile YPG’nin genç direnişçileri kahramanca onları bu kentten atacaktır. Biz bu toprakların sahibiyiz. Bu yüzden uğruna ölmeye hazırız. Hayatımızı ölümüne savunacağız.”

Kobanê FM bombalanıyor

Başbakan Müslim, IŞİD’in saldırısına başka bir yaklaşım yaparken, gerek saldıranların, gerekse de göz yumanların, destek verenlerin uzun vadedeki hesaplarını da deşifre ediyor:

“Bu katliamcı, barbar anlayış neden Kobanê’ye saldırıyor? Bizim ne petrolümüz var, ne de altınımız. Alacakları bir malımız da yok. Sadece insanlık onurumuz ve kurduğumuz insanca yaşanacak bir düzenimiz var. İşte saldırının gerçek nedeni de bu.”

Müslim’e destek veriyor kantonun Dışişleri Bakanı Kurda:

“Burada yok edilmek istenen bizim inşa etmek istediğimiz yaşam biçimidir.”

Sohbet sırasında yeni bir haber geliyor yönetici kadroya. Kurdukları Kobanê FM radyosuna top mermisi isabet etmiş. Radyo susmuş. Hemen seferber oluyorlar radyonun yeniden yayına geçmesi için. Bakan Kurda “Ne de olsa radyo demek moral demektir, bunun için önemli” diye açıklıyor gösterdikleri olağanüstü çabanın nedenini.
Kobane Adalet Divanı üyesi Ferhan Haceis
Olağanüstü önlemler altında kent turuna çıkıyoruz. Her araca silahlı bir genç biniyor. Bize rehberlik yapan Adalet Divanı Üyesi Haceis yine giyiyor muharebe yeleğini, eline kalaşnikofunu alıyor.

Kentte uzun sürmüş bir savaşın bütün izleri var. Otomobil ve mobilet tamircileri, fırınlar, berberler açık. Özgürlük Caddesi’nde yeşil, kırmızı, sarıya boyalı bir kartal heykeli var. “Esad zamanında bu heykeli geceleri boyardık, sabahına silerdi polisler” diyor Haceis. Seyyar tezgâhta kaçak sigara satıyor bir genç. Fotoğrafını çekerken Kobanê’de karşılaştığımız herkes gibi zafer işareti yapıyor.

Türkiye tarafından sınırın tel örgülerini aşıp direnişe destek vermek için binlerce kişi giriyor kente. Birden bir bayram havası yaşanıyor. Herkes evlerinden çıkıyor sokaklara, gelenlere çay, ayran, su ikram ediyorlar. Birlikte slogan atıyorlar. ÖDP, EMEP, DİP, Mücadele Birliği, SYKP bayrakları ekleniyor Rojava bayrağının yanına. Bir yanı sanki Gezi direnişinden bir görüntü, öbür yanı İspanya İç savaşını anlatan bir filmden Enternasyonal Birliklerin bir kasabaya girişini anlatan coşkulu bir sahne.

ABD bombardımanı sevinci

Sınırları aşıp Kobanê’ye girenler aslında günlerdir Suruç’un sınır AK Parti’nin IŞİD çetelerine silah ve mühimmat yardımı yapma ihtimaline karşı nöbet tutmaya, Rojava devrimi için canlı kalkan olmaya gelmiş binlerce İstanbullu, İzmirli, Ankaralı, Diyarbakırlı, Batmanlı, Şırnaklı, Urfalı, Mardinli, Dersimli, Elazığlı.

Kentte gezerken PYD Lideri Salih Müslim’in karısı Aişe’yle karşılaşıyoruz. Esad rejiminde cezaevi görmüş, oğullarından birini daha yakın zamanda cephede yitirmiş bir kadın.

Bu rastlantı aslında liderin en yoksuluna kadar herkesin hiç de ayrıcalıklı olmadığı, herkesin eşit bireyler olarak toplumsal yaşama katıldığı bir toplumun ipucunu veriyor.

Sokakta gördüğümüz herkeste, sadece Kürtlerin değil, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, kısaca hangi etnik kökenden, hangi dinden, mezhepten gelirse gelsin herkesin eşit birey olarak yaşadığı bir toplumu inşa etmenin getirdiği özgüven dikkat çekiyor. Herkes bilincinde sadece kendi toprakları için değil, tüm Ortadoğu için ortak bir model oluşturduklarının.

Adalet Divanı Üyesi Haceis “Ben bir Rojavalı, bir Kobanili olarak” diye başlıyor tanık olduğumuz bu durumun açıklamasına, “Bütün dileğim Ortadoğu coğrafyasında herkesin, her rengin yer aldığı bir gül bahçesi inşa etmek. Umudum o günü görmektir. Görmesem bile çocuklarım, torunlarım mutlaka görecekti. Bir de bu düşlerin mimarı olan Öcalan’ın bu parta özgür bir gül olarak açmasını diliyorum”.

Gece kentte kalmamızı can güvenliğimiz açısından sakıncalı buldukları için Suruç’a doğru yola çıkıyoruz. Ayrılırken birbirimizle kucaklaşıyoruz. Kimin kimi ne zaman sağ salim göreceği belli değil. Hatta birkaç gün sonra burada Kobanê diye Ortadoğu’nun insanca yaşam ve özgürlük adası bir “laboratuvarı”nın kalıp kalmayacağını bile bilmiyoruz. Çünkü çağlar ötesinden bugüne doğru uzanın büyük bir barbarlık, insanların geleceğine dair umutlarına musallat olmuş, onu boğmak için gözü dönmüş bir saldırının koçbaşlığını yapıyor.

Gözümüz arkada Kobanê’den ayrıldığımız gecenin ertesi gününe, sabahın ilk ışıklarıyla ve yeni bir haberle uyanıyoruz; “Amerikan uçakları Kobanê’nin doğu cephesindeki IŞİD’i vurdu” diye. Herkes seviniyor. Yıllarca ABD emperyalizmine karşı savaşmış sosyalistler bile Türkiye’nin çeşitli kentlerinden geldikleri Suruç’ta bu “sevinçli” haberi ulaştırıyorlar birbirlerine. Bir türlü doğrulanamıyor bu haber, bir yalanlanıyor bir “keşif uçuşuymuş” deniyor, bir “IŞİD’i fena vurmuşlar”a dönüşüyor. Ama yine de Nazım Usta’dan esinlenerek “Herhalde hiçbir sosyalist, böyle ‘merhametli bir ümitle’ beklememişti hiçbir zaman, hiçbir Amerikan bombardımanını” diye tanımlamak mümkün yaşanılanları.

Ne de olsa burası Ortadoğu’ydu ve binlerce kez doğruluğu kanıtlansa da; “düşmanımın düşmanı dostumdur” ya da “dostumun dostu dostumdur” sözlerinin tüm geçerliliğini yitirdiği, savaşlardan yorulmuş kanayan bir coğrafyaydı.

İşte böyle bir coğrafyada, sırf insanlık adına, küçücük de olsa geleceğe bir umut olarak kalması için  “Yaşasın Kobanê!”

Bu yazı t24.com.tr/ den alınmıştır

celal-baslangic

 

 

Celal Başlangıç

İran; tecavüzcüyü öldüren kadını idam edecek

İran’da kendisine tecavüzc teşebbüsünde bulunan Morteza Abdolali Sarbandi’yi öldüren Reyhaneh Jabbari idam cezasının infaz edileceği açıklandı.

6 Reyhaneh Jabbari...

 

26 yaşındaki dekoratör Reyhaneh Jabbari, 2007 yılında eski bir istihbaratçı olan Morteza Abdolali Sarbandi’nin kendisine tecavüz etmeye çalıştığını, bu sırada kendisini korumaya çalışırken kaza sonucu adamı öldürdüğünü savunuyor. 7 yıl önce yaşanan olayda Sarbandi, henüz 19 yaşında olan Jabbari’yi ofisini dekore etmesi için tutmuş daha sonra genç kadını evine çağırarak burada saldırmaya kalkmıştı. Yaşananların meşru müdafaa olduğunu söyleyen Jabbari kendisine saldırdığını iddia ettiği Sarbandi’yi bıçaklamıştı.

Olayın üzerine tutuklanan Jabbari iki ay boyunca Tahran’daki Evin Cezaevi’nde tutulmuş,  ailesi ve avukatıyla görüştürülmemişti. Buradaki sorgusunda suçunu itiraf eden Jabbari’nin yanında avukatı bulunmuyordu. Reyhaneh Jabbari’nin ölüm cezası kararı Tahran’daki Ceza Uygulama Ofisi’ne gönderildi. Ölüm cezaları bir kere bu kurula gönderildiğinde, herhangi bir zamanda uygulanabilir.

Altın Portakal’dan “Gezi” belgeseline sansür

Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından 10-18 Ekim arasında düzenlenecek 51. Altın Portakal Film Festivali sansür iddiasıyla gündemde.

Ön jürinin Ulusal Belgesel Yarışması için seçtiği, Gezi olaylarını anlatan Reyan Tuvi imzalı ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ adlı belgesel, yarışmadan çıkarıldı.

5 belgesel Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’...

 

Festival yönetimi, belgeseli Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) hakaret ve cumhurbaşkanına hakaret suçlarını düzenleyen 125’inci ve 299’uncu maddelere aykırı olduğu gerekçesiyle eledi.

Berke Baş, Ayşe Çetinbaş, Seray Genç’ten oluşan ön jürinin konuya ilişkin basın açıklamasında ‘bir belgesel filmin içeriği ne olursa olsun TCK’ya göre değerlendirilmesinin tehlikesine’ vurgu yapıldı.

Açıklamada, “Bir belgesel filmin içeriği ne olursa olsun TCK’ya göre değerlendirilmesini ve listeden çıkarılmasını bir sansür olarak niteliyoruz. Böyle bir durumu kabul edilemez bulduğumuzu festival yönetimi ile paylaşmamıza ve bu durumun düzeltilmesini talep etmemize rağmen, festival yönetimi bu kararını değiştirmemiştir.” denildi.

Ön Jüri tarafından yapılan açıklamanın tam metni şu şekilde;

“51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması ön jürisi olarak, festivale başvuran belgesel filmler arasından bizden talep edildiği üzere 15 filmi yarışmaya değer bulduk ve festival yönetimine bildirdik. Festival yönetimi tarafından kamuoyuna açıklanan yarışma filmleri listesinden seçmiş olduğumuz ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ belgesel filminin “Türk Ceza Kanunu’nun 125. ve 299. maddelerine aykırı ifade ve içerik ihtiva ettiği” gerekçesi ile çıkarılmış olduğunu öğrendik.

Biz ön jüri olarak, bir belgesel filmin içeriği ne olursa olsun TCK’ya göre değerlendirilmesini ve listeden çıkarılmasını bir sansür olarak niteliyoruz. Böyle bir durumu kabul edilemez bulduğumuzu festival yönetimi ile paylaşmamıza ve bu durumun düzeltilmesini talep etmemize rağmen, festival yönetimi bu kararını değiştirmemiştir. “

Japonya’daki volkanik patlama, nükleer santraller açısından endişe yaratıyor

Japonya’da kapalı bulunan 48 nükleer santralden Kawauchi Nükleer santralinin volkanik patlamaların yaşandığı süreçte tekrar faaliyete geçirilmesinin değerlendirilmesi,  bölgede yaşayanların  psikolojisini  bozuyor.

Nagano’nun Gifu eyaletinde Ontake yanardağının patlamasından sonra çok sayıda kişinin ölümüne yol açan bu tür patlamaların gelecekte yaratacağı problemler de teknik ve güvenlik açılarından değerlendirilmeye başladı.

 Sakurajima Volkanı
Sakurajima Volkanı

Kyushu Elektrik Şirketi tarafından işletilen Kagoshima Eyaleti/Satsuma Sendai ’daki Kawauchi nükleer santrali bölgesindeki Sakurajima’da sık sık patlama emareleri gösterirken volkanik bölge olan Kagoshima’da yaşayanlar kendilerini risk altında hissediyor.

Ontake yanardağının patlamasının ardından aylardır tekrar açılması planlanmakta olan Kawauchi nukleer santrali incelemeye alınarak benzer bir patlamanın nükleer santral üzerine etkisi değerlendirildiyse de Şinzo Abe Hükümeti patlamanın ölçeği ve zamanı açısından farklılıklar olacağı  gerekçesi ile iki konuyu bağdaştırmanın mümkün olmadığını vurguladı.

Yetkililer “Santrali tekrar çalıştırmanın olumsuz bir etkisi olmayacak” derken santralin açılmasına karşı olanların edişeleri artıyor.

Ontake yanardağının patlamasıyla sıkışmış olan magma yüksek miktarda kül püskürttü ve kül tabakası 100 km kadar aktı . “Kaldera patlamaları” nın ne sıklıkta görüldüğüne veya yaratacağı hasara dair bir standart yoktur. Japonya Meteoroloji Ajansı verilerine göre Ontake yanardağında Mart 2007’de küçük patlamalar meydana gelmiş. Öte yandan volkan bilimcilere göre büyük  bir kaldera tipi patlama tüm Japonyada 10 bin yılda bir defa olabilen bir olay olarak  açıklanıyor.

Japonya’da en son büyük yanardağı patlaması yaklaşık 7000 yıl önce Kagoshimaoki’de meydana gelmiş . Güney Kyuushu bölgesinde; Kagoshima Körfezi kuzeyinin güney ucundaki Sakurajima ’da kaldera tipi birkaç patlama olmuş. Büyük bir kaldera patlaması oldugu zaman güney Kyushu’nun bütününe yayılan lavların sonucunda büyük hasar olduğuna dair rivayet var.

Baş Kabine Sekreteri Yoshihide Suga 29 Eylül’de yaptığı basın açıklamasında Ontake yanardağının patlamasının Kawauchi nükleer santralinin tekrar çalıştırılmasına etkisi olup olmayacağı sorulduğunda Suga “Patlama için yüksek ısı ile oluşan buhar patlamasının öngörülmesi zordur ”diyor ve bu olayın hükümetin nukleer santrallerin tekrar çalıştırılması konusundaki kararına etki edeceğini düşünmediğini belirtti.

Öte yandan bölgede nükleer karşıtlarının sesi yukseliyor. 2012 yılında Kagoshima valisi adayı olan fakat seçimi kazanamayan Sachi Takashi Mukaibara(yayınevi sahibi)patlamadan sonra Yoshihide Suga’nın 29 Eylül’ de Reuters’a yaptığı açıklamalarını, bu patlamanın  buhar patlaması olduğu için hükümetin nükleer santralleri tekrar çalışıtırma kararına etki etmeyeceğini söylemesini eleştirdi.

Mukaihara, patlamanın ertesi günü 28 Eylül’de Kagoshima eyaletinde 10 bini aşkın insanın bir araya gelerek eylem yaptığını söyleyen, kendisi de Nükleer karşıtı eylemler düzenleyen Mukaihara “Dün de ondan önceki gün de Sakurajima yüksek miktarda lav püskürttü. Mitingde anladım ki Ontake dağındaki patlamanın öngörülememiş olması herkesi çok  hayal kırıklığına uğrattı ,endişeye sevk etti”dedi.

Aynı eyalette Ekim ayında Kawauchi nükleer santralinin açılmasını değerlendirmek için Satsumasendai şehrinde 5 farklı lokasyonda bu nükleer santral üzerine gerçekleştirilen incelemelerin sonuçlarının değerlendirilmesi planlanıyor.

Volkan bilimcilerden, patlamaya dair tahmin yok

Nükleer Düzenleme Komisyonunun hazırladığı yeni regulasyona göre denetimlerden geçen Kawauchi nükleer santralinin güvenliği için Kaldera tipli bir patlamanın olma olasılığının önceden emarelerle anlaşılıp anlaşılmayacağı değerlendirildi .

Sonuç olarak Kawauchi Nukleer santrali merkezli olmak üzere çapı 320 km olan alandaki birkaç tane kaldera aynı nukleer santral faaliyetteyken patlama olasılığı çok küçüktür ve önceden izlemeyle patlama olasılığına dair tespit yapılabilecektir şeklinde bir karar çıktı.

Ancak Kawauchi nükleer santralinin inceleme sonuçları görüldüğü zaman   birçok volkanbilimci tarafından yapılan tavsiye ve öneriler soruldu. Volkanik Patlamalar komitesi başkanı Tokyo Universitesi Profesörlerinden Toshitsugu Fuji, Mayıs sonunda reutersa bir röportaj vererek Kawauchi Nükleer Santalinin çalışması esnasında patlama yaşanır mı diye sorulduğunda “olur ya da olmaz diyemem” diye cevaplamıştı.

Tokyo Deprem Araştırma Merkezi ’nden Profesor Setsuya Nakata ise 25 Agustosta  Nükleer Düzenleme Komisyonu ’nun açtığı “Nükleer santrallerde volkanik faaliyetlerin izlenmesi amaçlı oluşturulan araştırma grubu toplantısında ,büyük patlamanın zamanı ya da ölçeğini tahmin etmek bugünkü volkanik araştırmalar çerçevesinde çok zor” demişti.

Profesör Nakata kaldera tipi patlamanın önceden izlenmesinin mümkün olduğunu inkar etmiyorsa da aynı Profesör Mayıs sonunda Reuters’a verdiği röportajda “birkaç ay önceden、ama en iyisi birkaç hafta önceden anormalliğin olup olmadığının anlaşılabileceğini”söylemişti. Profesör ,özellikle büyük bir patlamanın emarelerinin daha da belirgin olacağını ifade ederken birkaç yıl önceden bir tahmin yapabilmenin ise hiç mümkün olmadığını söylüyor.

Nükleer santral tesisine aşırı sıcak Piroklastik bir patlama halinde ise yakıt çubuklarının nükleer santralden çıkarıp lavların ulaşamayacağı bir yere nakledilmesi gerekir ki Profesöre göre bu en az birkaç ayda tamamlanamayacak bir proses.

Düzenleme Komisyonu Başkanı Shunichi Tanaka ise nükleer yakıt çubuklarını nükleer santralden çıkarıp transfer edileceği tankere yerleştirilmesine kadarki süre için “normal taşıma süresinin 5 yıl kadar soğutma yapıldıktan sonra (Kawauchi nükleer santrali gibi basınçlı su tipi santralde yakıt çubuklarının muhafaza kabında ve yakıt çukurunda soğutulduktan sonra) taşınması mümkündür” şeklinde açıklıyor.

 

Japoncadan çeviren: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete, Asahi Shinbun, Reuters)

 

 

İETT sunar: Botobüs

İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğü (İETT), “botobüs” adını verdiği yeni otobüsü hizmete sokacağını açıkladı. “Daha fazla yeşil alan” fikri ile yola çıktığını söyleyen İETT’nin botobüsün tavanında yeşillikler bulunuyor.

İETT’nin “botanik otobüsü” botobüs, 87 Edirnekapı-Taksim hattında hizmet verecek.

4 botobüs...

İETT’nin konuya ilişkin açıklaması şu şekilde:

“Botobüs, bitkileri ile fotosentez yaparak karbon emisyonunu azaltıyor. Aynı zamanda otobüs çatısını güneş ışınlarına direkt maruz bırakmadığı için enerjiden tasarruf sağlıyor ve klima performansını artırıyor. Boşa akan klima suyu da değerlendirilerek ekolojik çatıdaki bitkiler sulanmış oluyor.

“Bitkiler ise yaz-kış canlı kalabilen bitkilerden seçildi. Böylece İstanbullular gezici bir bahçe ile hem estetik hem de çevreci bir yolculuk yapma keyfini yaşayacaklar.”

Ebola ABD’ye sıçradı

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), ABD’de ilk Ebola vakasının görüldüğünü teyit etti

Teksas eyalatinin Dallas kentinde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan bir hastada virüse rastlandı. Bu gelişme, Başkan Barack Obama dahil yetkilileri alarma geçirdi.

ebola-spreading-wide-and-fast

CDC’den yapılan açıklanmada, Teksas eyaletinin Dallas kentinde tedavi altına alınan Amerikalı’da Ebolo virüsüne rastlandığını bildirdi.

Dallas Sağlık Presbyterian Hastanesi yetkilileri, yapılan testlerdeki ilk sonuçların alındığı salı gününe kadar hastanın izole bir ortamda tutulduğunu bildirdi.

CDC yetkilileri, 27 Temmuz beri 12 kişide yapılan testlerde ise Ebola virüsüne rastlanmadığını kaydetti.

Öte yandan, virüs tespit edilen kişinin Liberya’dan gelen bir uçakla 20 Eylül’de Dallas’a indiğini bildirildi. Ayrıca, hastanın uçuş bilgileri ve kimliği açıklanmazken, hastaneden, ”Hastalığı ABD’de durduracağımıza ilişkin hiçbir şüphemiz yok” açıklaması geldi.

ABD alarmda

Korkutan gelişme sonrası, Beyaz Saray başta olmak üzere Amerikalı yetkililer alarma geçti.

Başkan Barack Obama, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Direktörü Dr. Tom Frieden’le acil bir görüşme gerçekleştirirken, ülke çapında hastaneler ve sağlık birimleri, Ebola virüsüyle mücadele konusunda hazırlık yapmaya başladı.

Beyaz Saray’dan konuyla ilgili yapılan açıklamada, Başkan Obama’nın, CDC Direktörü Dr. Tom Frieden’le “tedavi altındaki Ebola virüsü taşıyan hastanın iletişim kurduğu kişilerin takibi ve virüsün yayılma riskinin azaltılması” gibi birtakım tecrit kurallarını görüştüğü belirtildi.

Açıklamada ayrıca, Dr. Frieden’in CDC’nin ABD’de Ebola salgını için hazır olduğunu ve Ebola virüsüne karşı güvenli ve etkili yanıt vermek için gerekli altyapıya sahip bulunduklarını bildirdiği kaydedildi.

3 binden fazla ölüm

İlk defa 6 ay önce Gine’de tespit edilen Ebolo virüsü, Batı Afrika’da bugüne kadar 3 binden fazla kişinin ölümüne neden oldu.

CDC’nin Ebola virüsüyle ilgili geçen hafta yaptığı açıklamada ise Batı Afrika’da Ocak 2015’e kadar, 550 bin ila 1 milyon 400 bin kişinin Ebola virüsünün bulaşmış olabileceği belirtilmişti.

(T24)

“Ankara’daki su meselesiyle ilgili yasal işlem yapılsın”

Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı’nın, Ankara’da içme suyundan kaynaklanan sorunların giderilmediğini belirterek, “yapılan uyarılara rağmen görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını” istediği ortaya çıktı.

fft81_mf2461674

Ankara’da içme-kullanma sularından kaynaklanan hastalıkların giderek daha çok görüldüğü iddialarına karşın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek kameralar karşısına geçerek şebeke suyundan içmiş ve Ankara’da musluklardan akan suyun hiçbir risk taşımadığını söylemişti. Ancak, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı’nın, Ankara’daki içme ve kullanma suyundan kaynaklanan sorunların giderilemediği ve bu konuda “yapılan uyarılara rağmen görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını” istediği ortaya çıktı.

Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’ün haberine göre, Türkiye Halk sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan imzasıyla 19 Eylül 2014 tarihinde Ankara Valiliği’ne gönderilen ve Valilik’teki evrak bürosuna 22 Eylül’de giren yazıda Ankara’da kullanılan sudan kaynaklanan hastalıkların arttığına dikkat çekiliyor.

Prof. Dr. Seçil Özkan, yazısında Temel Sağlık İstatistikleri Modülünden alınan verilere göre Ankara’da sudan kaynaklanan ani olarak ortaya çıkan ishal ve karın ağrısı (Akut Gastroenterit) vakalarında ortalamanın çok üzerinde artış olduğunun saptandığını belirterek şöyle devam ediyor:

“Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından yapılan içme- kullanma suyu kalitesi izleme çalışmaları kapsamında 2014 yılında alınan su numunelerinde Akyurt, Ayaş, Bala, Beypazarı, Çamlıdere, Çubuk, Elmadağ, Evren, Gölbaşı, Güdül, Haymana, Kalecik, Kazan, Kızılcahamam, Nallıhan, Polatlı, Sincan ve Şereflikoçhisar ilçelerine ait içme- kullanma sularında demir, nitrat, alüminyum, arsenik, c. perfringens, enterokok, eschcrichia coli ve koliform bakteri parametreleri yönünden İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelikte belirtilen sınır değerlere göre uygunsuzluk bulunduğu, serbest klor düzeylerinin ise yetersiz olduğu tespit edilmiştir.”

Prof. Dr. Özkan, İl Özel İdaresi ve ilgili belediye başkanlıklarının “uygunsuzluk” bulunan içme-kullanma sularının İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun hale getirilmesi yönünde defalarca uyarılmasına rağmen her hangi bir iyileştirmenin yapılmadığı saptandığını belirtti ve şöyle devam etti:

“Kurumumuzun 2014/ 25 sayılı genelgesiyle yapılan uyarılara rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması durumda başkanlığımızca ilgililer hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulacak ve suda tespit edilen uygunsuzluk durumları kamuoyu ile paylaşılabilecektir.

Halka sağlıklı ve güvenli su sağlanması için suyun kaynağında, depoda ve şebekede her türlü kirliliğe karşı korunması son derece önemlidir. Sularda c.perfringens, enterokok, eschcrichia coli ve Koliform bakteri varlığı, yetersiz klorlamanın da etkisiyle insan sağlığı üzerinde potansiyel tehlike oluşturmaktadır.”

Sorumlulara uyarı

Ankara’da sağlıkla ilgili sivil toplum kuruluşlarının sudan kaynaklanan rahatsızlıklarla ilgili uyarılarının dikkate almayan Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgili diğer kişilerle ilgili Kurum Başkanı Seçil Özkan şu uyarıda bulundu:

“Bu itibarla; halk sağlığının korunması ve muhtemel sağlık risklerinin önlenmesi, içme kullanma suyundaki bahse konu uygunsuzluk ve yetersizliklerin acilen giderilmesi için kirletici odakların belirlenerek kontaminasyonun (kirlilik) önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin alınması, dezenfeksiyon işlemlerinin yapılarak serbest klor düzeyinin yeterli seviyede tutulması ve sürekliliğin sağlanması, yapılan uyarılara rağmen görev ve sorumluluğunu yerine getirmeyenler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması hususunda; bilgilerini ve gereğini rica ederim.”

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka da Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, bir örneğini gazetecilere dağıttığı bu yazıyı okudu ve şunları söyledi:

“Melih Gökçek beni ideolojik olmakla suçlamıştı. Sağlık Bakanlığı da mı ideolojik? Bugün Ankaralılara ‘kim yalan konuşuyor?’ diye sorsanız; koro halinde ‘Gökçek’ diye yanıt verirler.” dedi. Bir Roma atasözünde ‘Kurt kulaklarından yakalanır’ denildiğini belirten Nazlıaka, “Melih Gökçek kulaklarından yakalanmıştır.”

(Radikal)

Hong Kong: Protestolar devam, havai fişek yasak

Hong Kong Ulusal Gününün en renkli bölümü olan havai fişek gösterileri  protestolar gerekçe gösterilerek iptal edildi.

1 Ekim Çin halk Cumhuriyetinin kuruluşunun gerçekleştiği 1 Ekim günü 1949’tan beri tüm Çin’de kutlanıyordu. Hong Kong’un Çin Halk Cumhuriyetine tekrar katıldığı 1997’den itibaren Hong Kong’ta da kutlanan Ulusal Gün  için yapılan havai fişek gösterileri büyük ilgi çekiyordu.

9 hong kong occupy central

Ulusal Gün törenlerinde havai fişek gösterilerinin iptal edilmesine rağmen Hong Kong’da göstericiler, Çin Ulusal Günü’nde de sokaklardaydı.

Protestocuların sayısının gün içinde artması bekleniyor.

On binlerce demokrasi yanlısı Hong Kong sokaklarında eylemlerini günlerdir sürdürüyor.

Göstericiler, Pekin’in Hong Kong’da 2017’de yapılacak başkanlık seçiminde aday tercihlerine müdahale etmemesini ve seçimlere kısıtlama getirmemesini istiyor.

Hong Kong Yönetimi Başkanı CY Leung, göstericilere ‘evlerine gitmeleri’ çağrısı yaptı.

Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ise Pekin’in Hong Kong’daki etkinliğini vurguladı ve Komünist Parti liderlerine yönelik konuşmasında ‘hükümetinin Hong Kong ve Makao’nun uzun dönemde refahını ve istikrarını muhafaza etmek için kararlı davranacağını’ söyledi.

Hong Kong lideri Leung, göstericilerin ‘istifa’ çağrılarını reddetti.
Leung, Çarşamba’ya denk gelen ve tatil ilan edilen Çin Ulusal Günü kutlamaları için düzenlenen törene katıldı.

Komünist Çin’in 1949’daki kuruluşunun kutlandığı etkinlikler barışçıl gerçekleşti.

‘İstifa edene kadar gitmeyeceğiz’
Yetkililer, günün ilerleyen saatlerinde düzenlenmesi planlanan havai fişek gösterisini iptal etti ve başka bir gün düzenleneceği belirtildi.
Diğer yandan ABD de protestolarla ilgili duruşunu tekrarları ve seçimlerde adayların hakkıyla seçilmelerinin, Hong Kong liderinin de meşruiyetini güçlendireceğini kaydetti.

Geçen hafta sonu başlayan gösterilere polis göz yaşartıcı gaz ve biber gazıyla müdahale etmişti. Polisin Pazartesi günü meydanlardan çekilmesiyle olaylar da yatıştı.
Salı günü sokaklar nispeten daha sakin olsa da gece yarısı göstericiler gösterinin düzenlendiği ve çadırların kurulduğu kampa akın etti.

Polisin sert müdahalesine tepki gösteren öğrenciler ve Merkezi İşgal Et hareketi destekçileri, Çarşamba günü protestoların artabileceğini söyledi.

Öğrenci lideri Lester Shum da kalabalığa “Polisten korkmuyoruz… Leung Chun-ying istifa edene kadar gitmeyeceğiz” diye seslendi.

Hong Kong’un nüfusu 7.2 milyon. Sokaklarda on binlerce gösterici olsa da, protestoculara ne kadar destek verildiği kesin olarak bilinmiyor.

Bazı Hong Konglular, gösterilerin Pekin’le ilişkilere ve ekonomiye zarar vereceği endişesi taşıyor.

Hong Kong’da gerilimin tırmanışı:
1987: Çin ve Birleşik Krallık hükümetleri 1997’de Hong Kong’da yönetimin el değiştireceği 1997 tarihinden itibaren ‘güçlü, özerk bir yapı’ oluşturulması konusunda uzlaşıya vardı. Hong Kong bu anlaşmayla sadece savunma ve dışişleri politikalarında Pekin’e bağlandı.
2004: Çin, 1987 anlaşmasının kendisine Hong Kong’daki seçim sistemini değiştirme hakkı tanıdığını iddia etti.
2008: Çin 2017’den itibaren Hong Kong’da doğrudan seçimlere izin verilebileceğini söyledi.
Haziran-Temmuz 2014: Demokrasi yanlıları resmi olmayan bir ‘reform referandumu’ ve büyük bir sokak gösterisi düzenledi. Çin yanlıları ise yanıt olarak kendi mitinglerini yaptı.
Ağustos 2014: Çin 2017’de ‘serbest’ seçimlerin düzenleneceğini açıkladı ancak sadece Pekin tarafından onaylanmış adayların seçimlere katılabileceğini söyledi. Hong Kong sokaklarında protestolar başladı.
22 Eylül 2014: Hong Kong’taki öğrenciler bir hafta boyunca okula gitmeyeceklerini ve sistemi boykot ettiklerini duyurdu.

(BBC Türkçe, Yeşil Gazete)

Baliğ – Özge Kuru

Döl verebilme ve döl tutabilme.  Kaliteli hayvancılık kriterlerinden filan bahsetmiyorum. İleri demokrasiyle yönetilen bir ülkenin eğitimle ilgili kararlarını alırken baz aldığı ölçütlerden biri mevzu bahis burada. Döl verebilecek duruma gelme yani ergen, yani baliğ olma. İki vücut sıvısıyla ispatlanabilen durum. Kız çocuğunda adet kanı, erkek çocuğunda meni. Fizyolojinin doğallıktan çıkıp toplumsal baskı unsuru haline geldiği nokta aynı zamanda. Mükellefiyetin “akıl ve baliğ” ikilisiyle başlama durumu. Onu sonra anlatırım fakat Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı israfa ne demeli?

İKİ KELİMELİK DEĞİŞİKLİK

Ortasında cayır cayır bir meşalenin yandığı bir kitapla zihinlerimizdeki görsel şemalarda yerini alan MEB –ki bana hep o ateşte yakılacakmış gibi gelir o kitap, kolektif bilinçaltı işte- bir iş yaptı bu hafta. Öğrencilerin kılık kıyafetini belirleyen yönetmelikten iki kelimeyi çıkardı. Başı açık. Hayır, niye bu kadar cimrisin MEB? Hem bu kadar cimri hem bu kadar müsrifsin? Çıkarmışken elini korkak alıştırmayacaktın. Ne var ne yok silip atacaktın 4.madde de. Yaptığın masrafa, harcadığın enerjiye yazık. Yönetmelik değişecek, ülkedeki bilmem ne kadar ortaokula ve liseye tebliğler tebellüğler…. Ne bileyim  aşıverseydin bendleri maddelere sığmayıp taşsaydın. “(Öğrenciler) Yırtık veya delikli kıyafetler ile şeffaf kıyafetler giyemez,  vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetler ile diz üstü etek, derin yırtmaçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek giyemez, siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz ve giysileri giyemez”den niye esirgedin başı açık ifadesine verdiğin azad ünvanını?

Başı açık olmak zorunda değil diyorlar, oldukça geniş bir özgürlük aslında. Mesela ben şapkayla, bereyle, kızıl bir yemeniyle (hop, siyasi sembol mü içerir?) ya da bu yazıları süzdüğüm hunimi kafama takıp girebilirim derslere. Ama yine de bak demedi deme, dost var düşman var. Böyle yaptığında tek tip bir eğitim anlayışını/yaşam tarzını/cinsiyet önceliğini filan dayatmakla suçlayacaklar diye korkuyorum seni.

Benimki demokrattan çok demokratlık işte. Yoksa Sayın Arınç zaten bu düzenlemenin “orta öğretim kurumlarında başörtülü olarak eğitime devam etmek isteyen kız öğrenciler için bir zaruret” olduğunu söyledi. Bu açıklamayı da bizzat -kariyerine kahkaha ve dekolte dedektörlüğünü de ekleyen- Sayın Arınç’tan dinlemenin hangi değirmene su taşıdığını da hepimiz çok iyi biliyoruz elbette. Manidar zamanlar efendim.

BALİĞ AMA AKIL DEĞİL

Döle ve akabinde baliğ olmaya dönelim sayın okur. Eğitimde yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, bilişsel dönemler ya da öğrencinin kişilik özellikleri göz önüne alınarak kararlar alınması akıl işidir. Programları, içeriği yani hamurun kabını buna göre belirlersin. Tek başına, sağlam bir torpille yalnızca “başı açık” ibaresine verilen bu desturda Yılmaz Özdil’in enter tuşunu ödünç alıp sorayım. Peki…

Öğrencinin “cinsel olarak aktif” olma potansiyeli üzerinden engellemeye yönelik karar alınması?
Cinsel aktifliği, psikolojik hazırlılık durumunu hiçe sayarak yalnızca adetin başlangıcı olarak kabul ederek?Evrensel yasalarda 18 yaş altındaki tüm bireyler çocuk olarak tanımlanırken 10 yaşlarında kız öğrencileri kadın olarak görerek?
Liseli genç kadınlar daha kendilerini keşfedememişken cinselliklerinin üstünü örterek?
Serbesiteyi yalnızca kadını cinsiyetinden tarif eden ve cinselliğe ket vurmak için kullanılan bir kıyafete tanıyarak?
Ve yine serbesiteyi tek bir inanışın mensuplarına vererek?
Tüm bunlar baliğdir belki ama bilim, laiklik, demokrasi denince akıl işi midir?

BEN MALIMI TANIRIM

Aman diyeyim statükoya tutunduğumu filan sanmayasın sayın okur? “İlla başın açık derse gireceksin” diyenle aynı yerde olmadığımızı dünya aleme ispat etmek zorunluluğu bile meseleyi çok gerilerden tartışmak olur.
Okullarda özgürlüklerin ayrımsız herkes için olduğunu ezber ettirilirken kişiler, kimlikler filan değil en başka kıyafetler arasında ayrım yapılıyorsa, Tv’de dekolte, parkta şort, okulda diz üstü etek edepsizleştirilip –kumaşa atfedilen öneme bakın sayın okur, Milano moda haftasında yok bu önem- baş örtüsü özgürleştiriliyorsa senin o anlattığın demokrasi filan havada bulut. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz. Zira zorunlu din dersini kaldırıyoruz dediniz üç tane daha din dersi resmi seçmeli-fiili zorunlu oldu. Liseleri dönüştürdünüz, artık hepsinde imam hatip kanunları geçerli.”İbadet zorunlu mu canım” diyerek  kulüp odalarını, reviri filan geçtim soyunma odalarının olmadığı okullarda mescitleri şart koştunuz. Biz malımızı tanırız. Serbest bıraktıklarınız kısıtlayacaklarınızın garantisi oluyor da ondan bu feryadımız.
O değil de okullarda başörtüyü serbest bırakılıp, mini etek, yırtmaç filan yasaklanıyor ya. Birileri kalkıp “benim başörtülü öğrencimmmm” demesin sonra. Ya da resmi elle onaylanan başörtünün karşısında yasaklanan miniler, dar pantolonlar okullarda da tacizin tecavüzün gerekçesi edilmesin. Bak o zaman külahları fena halde değişiriz.

 

Özge Kuru – Evrensel