Ana Sayfa Blog Sayfa 3623

LGBTİ Sokak Hareketi’nden “Lut Kavmi Afişi”ne yanıt: Vardık, Varız, Var olacağız!

LGBTİ Sokak Hareketi, eşcinselleri öldürme çağrısı yapan “Lut kavmi afişlerini”, “Duanla var olmadık ki bedduanla ölelim” afişleriyle kapattı.

16

İstanbul LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısının ardından kurulan LGBTİ Sokak Hareketi, ikinci eylemini gerçekleştirdi.

Yürüyüşe saldırı sırasında kapılarını LGBTİ’lere kapatan homofobik ve transfobik mekanları ifşa eden LGBTİ Sokak Hareketi bu sefer de Ankara sokaklarındaki “Lut kavminin çirkin işini yapanı görürseniz, faili de mef’ulü de öldürünüz!” afişlerine cevap verdi.

Homofobi ve transfobi karşıtları, kendilerini “Genç İslami Müdafaa” olarak adlandıran grubun katliam çağrısına karşı yaptıkları eylemin videosunu da yayınladılar.

Kendilerini ‘Genç İslami Müdafaa‘ diye adlandıran bir grup bir süre önce Ankara sokaklarına “Lut kavminin çirkin işini yapanı görürseniz, faili de mef’ulü de öldürünüz!” ifadelerinin yer aldığı afişler asmaya başlamıştı.

Müslümanların bu konuda sessiz kalmamaları gerektiğini ileri süren grup, katliam çağrısını, internet sayfalarından “İslam’ın bu duruma kesinlikle müsade etmediğini göstermek adına Tirmizi ve Ebu Davud da geçen bu Hadis-i Şerifi “Lut kavminin çirkin işini yapanı görürseniz, faili de mef’ulü de öldürünüz!” halkımız ile paylaştık. Temennimiz İslam’ın bizden istediği tavırı televizyonlarda hakkı haykıramayan hocalar yerine, Kur’an ve Sünnet ışığında öğrenmemizdir” diye savundu.

Kaos GL ve Pembe Hayat Dernekleri de katliam çağrısının ardından Ankara Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı. Genç İslami Müdafaa grubu ve içerik sağlayıcısı hakkında suç duyurusunda bulundu.

 

(Kaos GL, Bianet)

 

Obama’dan kömüre karşı temiz enerji

obamaABD Başkanı Barack Obama iklim değişikliğiyle mücadelede “şimdiye dek attığımız en büyük, en önemli adım” diye tanımladığı yeni enerji planını kamuoyuna açıkladı.

BBC’nin haberine göre yenilenen Temiz Enerji Planı ABD’deki enerji santrallerinin ortaya çıkarttığı karbon gazı salımlarını 15 yıl içinde yaklaşık üçte bir oranında azaltmayı amaçlıyor.

Plan uyarınca rüzgar, güneş enerjisi ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına önem verilecek.

Obama “Gezegenimizin geleceği adına daha büyük bir tehdit oluşturan sorun bulunmadığına ikna olmuş durumdayım. Çok geç kalındı diye bir şey yok” dedi.

Ancak plana karşı çıkan enerji endüstrisi temsilcileri yeni önlemlerle mücadele edeceklerini söylüyor.

“Kömüre karşı savaş iddiası”

Plana karşı çıkanlar Obama’nın “kömüre karşı savaş açtığını” savunuyor. Termik santraller ABD’nin elektrik ihtiyacının üçte birinden fazlasını karşılıyor.

Yenilenen planda enerji sektöründeki karbon salımlarının 2030 itibariyle 2005 seviyelerine göre yüzde 32 azaltılması amaçlanıyor.

ABD Başkanı planı açıklarken yaptığı konuşmada “Biz iklim değişikliğinin etkilerini hisseden ilk kuşağız ve bu konuda bir şeyler yapabilecek son kuşağız.” dedi.

Obama önlemlerin çevreye etkisi anlamında 166 milyon otomobili yollardan almak anlamına geleceğini vurguladı.

Obama planın işsizliğe yol açacak “kömüre savaş” anlamına geldiği iddialarını da reddetti ve ülkenin “kömür üretim bölgelerine” yeni yatırımlar yapılacağını belirtti.

ABD başkanı “korkutma” taktiklerinin planı durduramayacağını vurguladı ve “Bunu biz yapmazsak kimse yapmayacak. Amerika önderlik edecek. Planın amacı bu. Çocuklarımız için doğru bir şeyler yapmanın zamanı bu” diye konuştu.

Muhalefetteki Cumhuriyetçi Parti’nin başkan aday adaylarından Marco Rubio planın “felakete yol açacağını” söylerken, bir diğer başkan aday adayı Florida Valisi Jeb Bush planın “sorumsuzluk” olduğunu savundu.

Kaynak: BBC Türkçe

“Ezidi Soykırımı Tanınsın”

ezidi_mEzidi Kültür Vakfı, IŞİD’in Ezidilerin yaşadığı Irak’taki Şengal bölgesine saldırısının 1. yılında basın toplantısı düzenleyerek başta Türkiye olmak üzere Birleşmiş Milletler’i (BM) ve tüm uluslararası kurumları Ezidi soykırımını tanımaya çağırdı.

Geçtiğimiz yıl 3 Ağustos’ta IŞİD Şengal’e saldırmış birçok Ezidi hayatın kaybetmiş, bir bölümü ise Rojava, Irak ve Türkiye’ye göç etmişti.

Ezidi Kültür Vakfı’nın 3 Ağustos’un yıldönümünde Cezayir Toplantı Salonu’da düzenlediği toplantıya Ezidi Kültür Vakfı İstanbul Koordinasyon üyesi Azad Barış, Türkiye’nin ilk iki Ezidi milletvekilinden biri HDP Batman Milletvekili Ali Atalan, Halklar Meclisi Bileşeni üyesi Altan Açıkdilli, Sabro Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik, Barış Meclisi üyesi Hakan Tahman, JINEPS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yaşar Güven katıldı.

Türkiye’de 10 bin Ezidi var

Altan Açıkdilli, 3 Ağustos 2014’te IŞİD’in saldırısı sonucu Ezidi köylerinin yakılıp yıkıldığını, birçok kişinin öldürüldüğünü, kadınlara tecavüz edildiğini, kadınların para karşılığında pazarlarda satıldığını, IŞİD’in kaçırdığı çocukların ise okullarda Müslümanlaştırılmaya çalıştığını belirtti.

Açıkdilli, hayatta kalmayı başaran Ezidilerden 200 binin Güney Kürdistan, 10 bininin Rojava ve yaklaşık 10 binin ise Türkiye’deki beş ayrı kampta zor koşullarda hayata tutunmaya çalıştığını ifade etti.

Başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere uluslararası kurumların Ezidilere karşı sorumsuz davrandığına dikkat çeken Açıkdilli, Türkiye ve BM’i Ezidi soykırımını tanımaya davet etti.

Türkiye IŞİD ile bağını kessin

HDP Batman milletvekili Ali Atalan ise Türkiye’nin insanlık dışı katliamlar yapan IŞİD ile ilişkisini sadece söylem üzerinde değil bütün olarak koparması ve Ezidi soykırımını tanıması gerektiğini belirtti.

“Bu tavır Orta Doğu’da ve Türkiye’de barışçıl ve demokratik bir yapının temelini oluşturacaktır. Şengal, hala kısmen işgal altındadır. Basın ve kamuoyu, aydınlar ve tüm demokratlar yok olmayla karşı karşıya bırakılan Şengal ile empati kurmalı ve ona sahip çıkmalıdır, bu bir insanlık görevidir.

“Bütün halkların ortak yaşayabilmesi için ortaklaşmak gerekir. Önümüzde bunun için iki seçenek var; ya savaş çığırtkanlığına teslim olarak savaşın bir figürü oluruz, ya da savaşa karşı halkları birbirine düşman edenlere barışa olan bağlılığımızla yeni bir geleceği inşa ederiz. Bizim için ikinci alternatif seçeneksizdir.”

Mezopotamya insanlığından çıkarılıyor

Tuma Çelik ise “Komşum, kardeşim, yoldaşım bir saldırıya maruz kaldığında ben sesimi çıkarmıyorsam, ben insanlığımdan çıkmışımdır. Bugün medeniyetlerin beşiği Mezopotamya’da herkes insanlığından çıkarılmaya çalışılıyor” dedi.

Azad Barış ise “Tek bir çaremiz var, birlikte hareket etmek. Rojava’ya, Şengal’e, HDP’ye sahip çıkarak bütün halkların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir ortam yaratabiliriz. Kardeş olmayalım, kardeşlik Habil ve Kabil’den beri birbirini öldürmektir. Biz komşu olalım” sözleriyle toplantıyı bitirdi.

Kaynak: Bianet

Barış içinde yaşama hakkı – Rıza Türmen

“(…) her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir” 15.12.1978’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oy birliği ile kabul edilen bildiri bunu öngörüyor.

Barış içinde yaşamanın bir insan hakkı olarak kabul edilmesi belirli bir süreç sonunda gerçekleşti. Nuremberg Mahkemesi’nde savaşın barışa karşı işlenmiş bir suç olduğu kabul edildi. Nuremberg Şartı’nda “Savaş bir caniliktir. Barışa karşı bir savaştır” cümlelerini buluruz. Ancak barış içinde yaşamanın bir insan hakkı olarak kabul edilmesi yukarıda değinilen B.M bildirisi ile başlar. 1984 yılında kabul edilen B.M Genel Kurul kararı ile yeni bir ivme kazandı. 12 Kasım 1984 tarihli karar şu ifadeye yer verdi: “(…) gezegenimizde yaşayan tüm insanlar kutsal bir hak olan barış içinde yaşama hakkına sahiptir.”

Barışın bir insan hakkı olarak tanınmasında, dünyanın her yanından gelen STK’ların oluşturduğu Barış İçinde Yaşama Hakkı Uluslararası Kongresi’nin 10.12.2010 tarihinde İspanya’nın Santiago de Compostela kentinde kabul ettiği bildiri bir dönüm noktasıdır. Bu bildiri ile “barış içinde yaşama hakkı”na içerik kazandırılmıştır. Bildiride bireylerin, grupların, halkların vazgeçilmez, adil, sürdürülebilir ve kalıcı barış içinde yaşama hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu hakkın sağlanması ve korunması sorumluluğunun devlete ait olduğunun bildiride önemle altı çizilmektedir. Bu hakkın uygulanmasında soykırıma, ırk ayrımına, yabancı düşmanlığına, saldırıya uğramış bireyler bakımından özel bir dikkat gerektiği ileri sürülmektedir. Bildirinin bazı önemli maddeleri şöyle: Bütün halkların ve bireylerin devlet tarafından “düşman-olarak-görülmeme-hakkı” vardır. Barışa karşı bir tehdit söz konusu olduğunda bireylerin “sivil itaatsizlik hakkı” doğar.

Halen 105 devlet barış kavramına bir hak ya da evrensel bir değer olarak anayasalarında yer vermiş bulunmakta. Bolivya Anayasası’nda, “Bolivya, savaşa karşı bir devlet olarak, barış kültürüne ve barış içinde yaşama hakkına öncelik verir” maddesi yer alır. Kolombiya Anayasası, “Barış, bir hak ve ödevdir. Uyulması zorunludur” der. Japon Anayasası’nın girişinde “Bütün halkların barış içinde yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederiz” ifadesi bulunmakta.

Barış içinde yaşama hakkı, hem tüm insan haklarının bir ön koşulu hem de sonucudur. O nedenle, insan haklarının bütününden ayrı ele alınamaz.

Türkiye’de, insanların barış içinde yaşama hakkı ağır bir biçimde ihlal ediliyor. Müstafi AKP hükümeti bir yandan insanların güvenliğini hukukun sınırları içinde kalarak sağlayamıyor, öte yandan barış sürecini terk ederek ve savaşı yeniden başlatarak, insanların güvenliğini tehlikeye atıyor. Santiago bildirisinde de belirtildiği gibi, barışı sağlamak devletin sorumluluğu. Türkiye’de yaşayan bireylerin devletten bu temel hakkın ihlaline hemen son verilmesini isteme hakkı var. Siyasal iktidar Türkiye’yi içinde bulunduğu bu şiddet sarmalından çıkarmak ve barışı sağlamak yükümlülüğü altında.

Türkiye şiddet ve terrörle mücadele konusunda zengin bir deneyime sahip. 1990’lardan beri meydana gelen olayların öğrettiği bazı temel gerçekler var. Biliyoruz ki, Kandil’i ve kampları bombalamakla bir sonuç elde edilemez. Tersine bunların doğurduğu öfke ile daha çok genç dağa çıkar. Öte yandan PKK da biliyor ki, terrörist eylemlerle hiçbir yere varılamaz. Tersine Türk toplumunda öfkeyi körükler, şiddeti teşvik eder, bir arada yaşamayı tehlikeye sokar.

Bir şey daha biliyoruz. Barışçı bir çözüm bulmak amacı ile müzakere süreci başlayınca, silahlar susar. Çözüm süreci başladığından bu yana gencecik insanlar ölmedi. Türkiye nefes aldı. Gerçi Barış Süreci iyi yürütülmedi. AKP’nin zihninde başından beri nihai çözüm resmi yoktu. Ateşkesi çözüm olarak görmek istedi. Ama bütün yanlışlarına karşın, bir barış umudunun doğması bile şiddetin sona ermesi için yeterli oldu.

Geçmiş deneyimlerden doğru dersleri çıkarmamız aynı yanlışları tekrarlamamak bakımından önemli.

İçinde bulunduğumuz noktada, toplumun yüksek sesle ve bir ağızdan “barış içinde yaşama hakkı”na sahip çıkılması ve devletten ivedilikle bu hakkı sağlama yükümlülüğünü yerine getirmesinin istenmesi gerekiyor. Büyük bir barış çığlığına gereksinim var.

Rıza Türmen – t24.com.tr

Banvit’den GDO itirafı: Hayvan yemlerinde GDO’lu soya %20 oranında

Banvit A. Ş., resmi sosyal medya hesabı üzerinden kendisine yöneltilen soruya verdiği yazılı açıklamada hayvan yemlerinde gdolu soya kullandığını itiraf etti. Şirket’in twitter hesabı üzerinden Banvit logolu bir resim ile yapılan açıklamada yem üretiminde ithalat izni verilen mısır kulllanılmadığı, “Türkiye’deki mısır üretiminin şu anda ihtiyacı karşıladığı” ek bilgisi ile belirtilirken gdolu yemlerle beslenen hayvanların dokularında ve ürünlerinde gdolu dna veya proteine rastlanmadığının ispatlandığı da iddia ediliyor.

Banvit GDO’lu yem kullanıyor mu?

10

Sevgi Mutlu
Sevgi Mutlu

Banvit’in açıklaması,  şirketin banvitesor.com sitesi üzerinden kendisine yöneltilen soru üzerine geldi. Yeşil Düşünce Derneği’nden Sevgi Mutlu‘nun 25 Temmuz tarihli “Banvit GDO’lu yem kullanıyor mu?” twitter mesajına yanıt, şirketin resmi twitter adresinden, “Beyaz etle ilgili merak ettikleriniz için banvitesor.com sitemizi ziyaret edebilir, istediğiniz soruyu sorabilirsiniz” şeklinde geldi.

Sevgi Mutlu’nun bu sorusunun ve Banvit’in yanıtının hemen arkasından Slow Food Uluslararası Konsey üyesi ve Slow Food Fikir Sahibi Damaklar lideri Defne Koryürek de twitter adresinden, “Banvit, üyesi olduğu BESD-BİR’in iznini çıkarttığı GDO’lu soya ve mısırları kullanıyor mu, açıklamalı” talebini yöneltti.

11

Twitter üzerinde 25 Temmuz’da gerçekleşen bu yazışmaya yanıt ise Banvit’in resmi twitter adresi BanvitBurada‘dan 2 Ağustos Pazar akşamı geldi.

12

Konu ile ilgili Yeşil Düşünce Derneği’nden Sevgi Mutlu ile Slow Food Uluslararası Konsey üyesi ve Slow Food Fikir Sahibi Damaklar lideri Defne Koryürek‘in görüşlerini aldık.

BESD-BİR üyesi kuruluşlara tavukları beslerken gdolu yem kullanıyor musunuz sorusu

Defne Koryürek
Defne Koryürek

Banvit’in TV ve sosyal medyada üzerinden yürüttüğü ” “Beyaz etle ilgili merak edilen herşeyi açıklıyoruz” reklam kampanyası ve bu kampanya kapsamında faaliyete geçen banvitesor.com adresi üzerinden “GDO’lu yem kullanıyor musunuz?” sorusunu yönelttiğini ve kendi sorusuna Defne Koryürek’in de destek verdiğini ifade eden Sevgi Mutlu, Banvit’in GDO’lu yem kullandığı itirafının ardından birçok twitter kullanıcısının konu ile ilgili yorum yaptığını söyledi.

Defne Koryürek ise Banvit’in bu itirafının Fikir Sahibi Damaklar olarak 17 Temmuz’da başlattıkları ve Temmuz ayının sonuna kadar Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği’ne (BESD-BİR) üye her işletmeye yönelttikleri “Tavukları beslerken gdo’lu yem mi kullanıyorsun?” sorusunun ardından geldiğini dile getirdi.

9

“Banvit dün gece (2 Ağustos 2015 Pazar) cevap verdi” diyen Koryürek, BESD-BİR’e üye kuruluşlar içinde yazılı ve kurumsal cevap veren tek işletmenin Banvit olduğunu da sözlerine ekleyerek konu ile ilgili şunları söyledi,

“Genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılacak her türlü üretime endişe ile bakan bir toplum, Türkiye. Haklı bir endişe bu. Yalnız da değiliz, tüm dünya endişeli! Hükümet de bunu biliyor, sanayii de.

Yine de, kar uğruna, ekonomik büyüme uğruna ve neredeyse inatla şirketler GDO’lu türlerin ithalatını talep ediyor ve hükümet de onaylıyor. Şimdi, bize düşen, yani sahiden endişe ediyorsak, GDO’nun bizim arzumuz dışında gıdamız aracılığı ile zorlandığını düşünüyorsak, yani çocuklarımız nasıl bir deneyin parçası acaba diye endişeleniyorsak… hükümetin ve şirketlerin bu iktidarını düşürmek..

Nasılı kolay, satın almayacağız!

“Almayacağız” diyelim ve almayalım, zira cebimizden yumurta ve tavuğa çıkan her bir kuruş eğer GDO’yu onaylıyorsa, ki öyle, eğer bu tavukları satın almaya devam ediyorsak, yarın bu iş yemde kalmaz, gıdaya da girer, tohuma da.”

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

 

 

 

 

Alakır Nehri Kardeşliği’ne yönelik silahlı saldırı

Alakır’da doğa mücadelesi sürdüren Alakır Nehri Kardeşliği’nden Birhan Erkutlu sosyal medya üzerinden sabaha karşı 01:00 sıralarında ikamet ettikleri evin önüne yanaşan bir araçtan silahla 7-8 el ateş edildikten sonra uzaklaşıldığını açıkladı.

Birhan Erkutlu
Birhan Erkutlu

Alakır Nehri Kardeşliği’ne ait sosyal medya hesapları kapatılmış, Yeşil Gazete’den de “Alakır’daki dostlardan mesaj var !“başlığı ile yer verdiğimiz açıklamalarında direnişin bireysele dönük devam edeceği vurgulanmıştı.

Yine Yeşil Gazete’de Birhan Erkutlu imzası ile yayınladığımız, “Alakır sanal alemden niye çekildi? Bir hikaye” başlıklı yazıda da konu tüm detayları ile aktarılmıştı.

Alakır’da silahlı saldırı

Sabaha karşı 01:00 sıralarında meydana gelen silahlı saldırı ile ilgili açıklamayı da İnan Mayıs Aru‘nun kendisine ait sosyal medya hesabından ilettiği şekli ile paylaşıyoruz. Açıklamanın altında yazının Alakır’da ikamet eden ve saldırıya maruz kalan Birhan Erkutlu tarafından yapıldığı da belirtiliyor.

Alakır’dan durum güncellemesi:

Dün geceyarısından sonra 01:00 sularında biz uyurken kapımızın önüne gelen bir araçtan silahla 7-8 el ateş edilmiş ve araç hızla uzaklaşmıştır.

Aracı ya da şahısları tesbit edemedik.

Bu olay, Alakır Vadisi’ndeki canlıların yaşamını terörist şirketler ve onların destekçisi olan Antalya Valiliğindeki yetkililerden korumaya çalışan Birhan ve Tuğba’ya yönelik şiddetin boyutunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Bizler iyiyiz.
Hiçbirşey bizi korkutamaz ve yıldıramaz.
Alakır Vadisi’ndeki masum ve savunmasız milyonlarca canlının adına yürüttüğümüz bir yaşam mücadelesi bizimkisi.
Mücadeleye devam.

Birhan Erkutlu

(Yeşil Gazete)

ÇED yeterlik belgeleri kanuna aykırı

ÇED sürecinde son 6 yıl içinde alınan yeterlik belgelerinin kanuna uygun olmadığı ortaya çıktı. 2009’dan itibaren verilen ÇED raporlarının geçersiz olup olmayacağı ise hukuki olarak tartışılıp karara bağlanmadı. Devam eden ve yeni açılacak ÇED davalarında ise bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir.

Avukat Arif Ali Cangı

ÇED sürecinde yaşanan hukuki çatışmayı Yeşil Gazete’ye değerlendiren Çevre Avukatı Arif Ali Cangı, durumun ÇED davalarında iptal kararına neden olabileceğini belirtti. Av. Cangı, ÇED davalarında iptal kararlarına rağmen yürütmenin devam etmesini sağlayan,  mahkeme kararlarını etkisiz hale getiren genelgenin ise halen yürürlükte olduğunu hatırlattı.

ÇED Yönetmeliği kapsamında, ÇED raporlarını hazırlayan firmalar için “Yeterlik Belgesi Tebliği” en son 2009’daki yönetmelikten sonra yayımlandı. ÇED yönetmeliği 2013 ve 2014 yıllarında yeniden yayımlandığı halde değişen ÇED yönetmeliği kapsamında yeni bir yeterlik belgesi tebliği yayımlanmadı. Son yayımlanan ÇED Yönetmeliği’nde ilgili madde şöyle:

Yeterlik belgesi

Madde 26 – (1) ÇED başvuru dosyası, ÇED raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlayacak kurum/kuruluşlar bakanlıktan yeterlik belgesi almakla yükümlüdürler. Yeterlik belgesinin verilmesi, yeterlik belgesi verilen kurum/kuruluşların denetimi ve belgenin iptal edilmesi ile ilgili usul ve esaslar bakanlıkça yayımlanacak bir tebliğ ile düzenlenir.

Devam eden ve yeni açılacak davalarda yeterlik belgesine itiraz edilebileceğini ifade eden Cangı, hukuki olarak bu tarihten itibaren verilen ÇED raporları geçersiz olup olmadığı konusunun mahkemelerde henüz tartışılmadığını da vurguladı. Cangı, “Yeterlilik durumu denetlenmeyen firmalarla ÇED raporu düzenlenmiş olması ÇED sürecin tamamını etkiliyor, önümüzdeki günlerde bu yönde iptal kararları çıkabilir. Devam eden davalarda ve yeni açılacak davalarda yeterlilik belgesi konusu hukuki itiraz olarak ileri sürülmeli ve ÇED raporu düzenleyen firmalar, kişiler daha çok tartışılmalıdır” dedi.

ÇED Süreci

ÇED, çevreye olumsuz etkileri olan yatırımların, çevresel etkilerinin en aza indirilmesi için alınması gereken önlemleri ifade ediyor.  Faaliyetin olası çevresel etkilerini tespit eden, olumsuz etkilerin en aza indirgenmesini sağlayacak önlemleri tarif eden raporlar, halkın bilgilenmesi ve katılımı, ilgili kurumların temsilcilerinin katılacağı komisyon toplantıları sonunda Bakanlığın vereceği ÇED olumlu ya da ÇED olumsuz kararı ile sonuçlanması, ÇED süreci olarak tanımlanıyor.

İstisnalar Üreten Hukuk

Türkiye’nin ilk kez 1993’te ÇED ile tanıştığını söyleyen Av. Arif Ali Cangı, mevzuatta çok sayıda değişiklik yapıldığını ve yedi kez de tamamen değiştirildiğini belirtti.  Cangı, son yıllarda uygulanan ekonomik politikalar sonucu yapılan yasal değişiklikler ve uygulamalarla ÇED’in korumacılığının aşındırıldığını ve bu şekilde korumaya yönelik değil istisnalar üreten yasal bir zemin oluşturulduğunu belirtti. ÇED davalarında mahkemede iptal ya da yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanmamasına yol açan genelge hakkında bilgi veren Av. Cangı, “Açılan davalara rağmen faaliyetin durmaması, yargılamanın uzun sürmesi, yargılamada yürütmeyi durdurma ya da iptal çıkmış olsa bile çevreye olumsuz etkileri olan faaliyetin önemli bir kısmının gerçekleşmesine yol açıyor. Kaldı ki mahkemelerce verilen kararlar da uygulanmıyor, çoğu zaman kararın arkasından dolanılarak yeni yeni izinlerle faaliyet sürdürülüyor” ifadelerine yer verdi.

İptal Kararları Neden Uygulanmıyor?

GENELGE
7 Nolu Genelge

Mahkeme kararlarından sonra da faaliyetlerin devam etmesinin hukuki zeminini 2009’da çıkartılan 7 Nolu genelge oluşturuyor. Bu genelgede firmaların uygulamaya devam etmesi şu şekilde sağlanıyor:

ÇED Raporu’nun bir ya da birkaç bölümüne ilişkin yürütmenin durdurulması/iptali kararı raporun diğer bölümlerini olumsuz yönde etkilemiyor.

Kararın tümünün ele alıp yeniden değerlendirilmesi gerekmiyorsa, bu durumda ÇED Raporu’nun hazırlanmasına ilişkin sürecin tekrarlanması gerekmiyor.

Halen yürürlükte olan genelgenin mahkeme kararlarını etkisiz hale getiren en önemli mevzuat olduğuna dikkat çeken Cangı,  ÇED sürecinin bir bütün olduğunu belirtti. Cangı, ÇED sürecinin bir aşamasındaki hukuka aykırılığın, tümünün hukuka aykırı olduğunun kabulünü gerektirdiğini, diğer türlü ÇED’in çevre sağlığı ve canlı yaşamının korunması için güvence oluşturması mümkün olmayacağını ifade etti.

‘Garantili ÇED… ‘

Bir zamanlar ‘garantili ÇED yapılır’ reklamı yapıldığını hatırlatan Cangı, ÇED raporlarını hazırlayan kişilerin/firmaların bağımsız ve bilimsel çalışmamasının ÇED’in güvence yaratamamasının en önemli nedenlerinden biri olduğuna da dikkat çekti. Cangı, “Proje sahibinin kendisi ÇED raporunu düzenleyenlere para ödüyor. ÇED raporunu hazırlayan firma/bilim insanları ile proje sahibi arasındaki doğrudan mali ilişkinin kesilmesi gerekir. Bu ülkede bir zamanlar “garantili ÇED yapılır” reklamı yapılmaktaydı, şu an açıkça yapılmasa da mevcut durumda proje sahibi ÇED olumlu kararı çıkacak garantili ÇED isteyerek para ödüyor” dedi.

 

Haber: Büşra Akman

(Yeşil Gazete)

 

 

 

 

Yeşil Kamp sizleri bekliyor!

Yeşil Düşünce Derneği tarafından düzenlenen Yeşil Kamp 27-30 Ağustos’ta Ayvacık Çanakkale’de yapılacak. Dernek tarafından yapılan çağrı şöyle:

Yeşil Düşünce Derneği sizleri 27-30 Ağustos’ta Ayvacık Çanakkale’de yapılacak olan Yeşil Kamp’a davet ediyor! Deniz kenarındaki Son Gemi Kamp’ta üç gün boyunca hem tatil, hem yeşil politika yapacağız.

Son başvuru: 12 Ağustos 2015 Çarşamba

Yeşil Kamp’ın amacı,

  • Yeşil düşünceyi pekiştirmek,
  • Türkiye ve dünyadaki güncel politik, sosyal, ekonomik ve ekoloji sorunlarını Yeşil politika çerçevesinde tartışmak,
  • Hayatımızı daha yeşil nasıl yapabiliriz fikir alışverişinde bulunmak,
  • Aktivist, genç, öğrenci, gazeteci, bilim insanı, politikacı, meraklı herkesin bir araya geldiği bir ortam yaratmak,
  • Tanışmak, kaynaşmak, eğlenmek.

Yeşil Kamp’ta:

  • Yeşil politika ne demektir? Öğreneceğiz. Yeşil politikanın dünü, bugünü, yarınını tartışacağız.
  • Türkiye ve dünyadaki güncel gıda politikalarını ve bu politikalara karşı günlük hayatta bizim ne yapabileceğimizi konuşacağız.
  • Paris İklim Zirvesi’ne 4 kala Türkiye’deki İklim Kampanyalarını, bu kampanyaları nasıl büyüteceğimizi tartışacağız.
  • Savaş çanları çalarken barış ve şiddetsizliği savunacağız.
  • Savaş, mülteci haberlerinde popülist dilin karşısına barış haberciliğini ve alternatif medyayı koyacağız.
  • Aktivist, genç, öğrenci, gazeteci, bilim insanı, politikacı, meraklı herkes bir araya gelip tanışıp, kaynaşıp, eğleneceğiz.

Detaylı program ilerleyen haftalarda paylaşılacak.

Katılmak isteyenlerin linkteki online formu doldurmaları gerekmektedir: http://goo.gl/forms/Bd2urKkdDc

Kamp konaklama ücreti (günlük):
Kamp konaklama ve yol masrafları katılımcılar tarafından karşılanacaktır.
Çadırını kendi getirenler için, günlük, çadır başı: 15TL
Kamptaki çadırlarda kalmak isteyenler için, günlük, çadır başı: 30TL
Sabah kahvaltısı: 15TL
Öğle yemeği: 5-10TL
Akşam yemeği : 15 TL (Sadece vejetaryen/vegan yemekler olacaktır)

Son Gemi bilgi: https://www.facebook.com/pages/Son-Gemi-Camping/112712465450125

Sorularınız için: [email protected]

(Yeşil Gazete)

Kolektif emeğin ürünü Pamukova Burcu Evi 1 yaşına basarken…

Size ilk olarak yeryuzu-derneginde-ekokoy-heyecani/  haberimizle muştulamıştık Adapazarı’ndaki Burcu Evi’nin doğuşunu . Önümüzdeki günlerde 1 yaşını dolduracak olan alternatif yaşam alanı kuruluşundaki mantığı gelişiminde de sürdürüyor . Ben de Temmuz ayında açılan ve sizlere de saman-balyasi-ile-ekolojik-mimari-atolyesine-davetlisiniz/ haberimizle duyurduğumuz atölye sürecinde şehirdeki trafikten, gürültüden sıyrılıp yeşile kaçmak için gönüllü ırgatlığa soyunarak Burcu Evi’ni yakından tanıma fırsatı buldum. Bu yazı da bir taraftan doğanın ortasında kolektif emekle neler yapılabileceğini aktörlerden edindiğim bilgileri harmanlayarak sizlere aktarmanın bir aracısı diğer taraftan “ yaşanabilirlik ” kelimesinin anlamını dönüştürerek bunu doğallık kavramıyla birleştiren, artık her biri arkadaşım olan güzel insanlara da teşekkürün bir yolu.

IMG_3727
Burcu Evi gönüllülerinden bir kare , güneş paneli de bu verandanın çatısında

Burcu Evi Pamukova ’dan yaklaşık 7 kilometre mesafede , vardığımızda aracımızla önünden geçip gittiğimiz evler artık küçücük görünüyor. Bahçedeyiz tanışma faslı başlıyor , bir taraftan da akşam yemeği telaşı var , burnumuza nefis kokular geliyor , kulağımıza da şen kahkahalar …

IMG_3761
İzleyen günlerde saman balyalardan duvar ören arkadaşlar (soldan sağa: Fulya, Emrah, Fatoş, Nurdan, Esin, Cüneyt)

1 yıl kadar önce inşaatına başlanıp 3 ayda kaba inşaatı tamamlanan ahşap, saman, kerpiç ve kum karışımıyla yapılan ev, artık gönüllüleri koynuna almış , çatı katı odaları ve eskiden evlerde “hayat” diye adlandırılan bölmesiyle yer esnekliği göstererek 10-15 kişiyi aynı anda barındırabilecek kadar  misafirperver. Tek eksiği var o da tuvalet zaten biz de “hamam” adı altında tuvalet , lavabo bölmesi inşaatı için oradayız , ertesi gün için saman balyaları dışarıda bizi bekliyor.

Biraz soluklanıp ev ve buradaki yaşam hakkında sorular sormaya başlıyorum . “Yapılacak işleri planlarken kararları nasıl alıyorsunuz” ? Cevap “Hepimiz!” oluyor.

kural

“Birbirimizi ikna ederek kararları alıyoruz diyor sizi birazdan tanıştıracağım Arzu . Orada bulunduğum süre içerisinde anlıyorum ki, Pamukova’daki Burcu Evi’ne geliş, sadece şehrin keşmekeşliğinden , trafiğinden gürültüsünden, suni beslenme ve yaşam biçimlerinden kaçmanın değil aynı zamanda mülkiyete ve hiyerarşiye dayalı insan ilişkilerinden kurtulma gayretinin bir neticesi. Atölye süresince 4 günde bir yaşanan sirkülasyona rağmen huzur ortamının temel dayanağı ise basit bir oryantasyonla yeni gelenlerle kalanların yatay ve etkin iletişim arayışı içinde olma becerisi.

Evin kuruluş hikayesinin aktörlerinden Emrah’ın anlattığına göre arazinin alınması ve evin inşaatı için alternatif yaşam peşindeki 17 kişi bir kooperatif kurarak bu süreci başlatmış . Pamukova’yı biraz da İstanbul’a yakın olduğu için tercih etmişler “Neticede herkesi İstanbul’a bağlayan bir iş hayatı var ” diyor bioteknoloji uzmanı Emrah Yelboğa , kendi işini kurduğu için izin almakta zorlanmadığını belirtiyor gülümseyerek. Önce  Ağaççılar köyünde bir ahşap ev kiralanmış bu süreçte de permakültür eğitimi alınmış, ardından Burcu Evi’nin inşasına başlanmış. Evin inşaatının ahşap mı kerpiç mi olması konusunda ortaklaşamayınca saman balyasında karar kılmışlar. Malzemeyi Pamukova’dan sağlayarak geçen seneki atölyede 3 aylık bir süre zarfında bugüne kadar farklı dönemlerde gelen 120 gönüllüyle birlikte inşaatı büyük ölçüde tamamlamışlar . Aslında hedefleri bir ev ile de sınırlı değil bir alternatif yaşam köyü kurmak , zaten buraya gelip çalışan gönüllülerin buradan ayrılması kolay olmuyor her biri kendisi için bir hayali cebine koyarak dönüyor şehre.

Sevil ve Nazan hamam duvarının yapımında kullanılacak saman balyaları için killi toprak ve su karışımından harç yaparken

İstanbul’da metalurji mühendisi olarak çalışan Nazan Çildoğan da buradaki yaşama gönlünü kaptıranlardan “Komşu olmayı düşünüyorum” diyor. Bu esnada köyün diğer sakinleri aklıma geliyor. “Köyde yadırgandı mı buraya yerleşmeniz? “Köylüler, İstanbullular geldi ”şeklinde yaklaşmış mevzuya , merak etmişler” İnsan neden şehir hayatını bırakıp tarlaya , toprağa gelir ki? ” Sonra samimiyeti görüp burada gerçekten bir şey yapmak isteyen insanlar olduğunu görünce yardım etmişler , fikir alışverişleri olmuş aralarında. Beni en çok sevindiren bu vesileyle köylülerin güneş paneliyle tanışması oldu mesela. Fatma Teyze baklava tepsisiyle çıkıp gelmiş bir gün. Bizim orada bulunduğumuz süreç bayrama denk geldiği için torununu kapıp bayram ziyaretine gelenlerin gönüllülerle sohbet ettiklerini de gözlemledim.

Gönüllüler demişken “Her gelen bir şey kattı” diyor Emrah . Gönüllülerle kurdukları ilişkiler onları uluslararası oluşumlarla ve alternatif yaşam deneyimleri olan insanlarla tanıştırmış : sosyal medya ve iletişim ağlarının katkısı yadsınamasa da gerçek bağın alternatif yaşam dostluğundan geçtiği aşikar. Evin artık bizi ağarlayabilen halindeki giderleri ise yok denecek kadar az zira evin enerji ihtiyacını ömrünü tamamlamış 2 adet 30-35 wattlık  araba akülü ikinci el bir güneş paneli karşılıyor ki, bu panel 1 ay önce takıldığı için şanslıyız. 10-15 kişiye ait bilgisayarlar , telefonlar şarj ediliyor , küçük elektrikli aletler çalıştırılıyor, evin aydınlatması sağlanıyor. Hatta bir de evin arkasında bidon varil parçalarından yaptıkları rüzgar gülü var, yakında ondan bile enerji üretecekler. Su deseniz Evin bağlı olduğu Kadıköy de bir HES tehlikesi altında ise de şimdilik doğal kaynağından sebil kullanılıyor, içme suyu ise başka bir su kaynağından temin ediliyor. Tuvalet olarak ise hamam inşaatı tamamlanana kadar dışarıda üzerinde ağaçlandırma yapılacak olan kazılmış çukur alan üzerine kurulmuş , o da doğal.

“Doğa kendini nasıl düzenliyorsa müdahalede bulunmadan ona uyum göstermeye çalışıyoruz” diyor Arzu.

Arzu akşam yemeğini pişiriyor , bu önemli misyonu Arzu İstanbul’a dönünce  bizi fotoğraflarıyla olduğu kadar yemekleriyle de ihya eden Şengül üstlenecek

Hakikaten öyle, bir taraftan yiyecek artıklarından kompost yapıyorlar diğer taraftan Hügelkültürüne * göre su hasatı yaparak sebze yetiştiriyorlar , bu şekilde yükseltilmiş bahçelerde yetiştirdikleri organik ürünlerle beslenmenin önemine inanıyorlar. Pamukova’nın   killi , adı üstünde pamuk gibi toprağı da işlerini pek zorlaştırmıyor . Alternatif yaşamla 1,5 yıl önce tanışan Arzu Tunçok İstanbul’da milyonlarca beyaz yakalıdan biri , Burcu Evi’nde topluluk oluşturma deneyimini önemsediğini anlatıyor. Ona göre  ekoköy oluşturma fikri ile yerel topluluklarda ve yatay oluşumlarda insan daha özgür olabilir ki o da bu sebeple de Burcu Evi’nde çok mutlu olduğunu ifade ediyor.

toprak
Kazma kürek elimizde (soldan sağa: Emre, Fatoş, Pınar)

 

“Peki ekoköyde sen ne yaptın ?”dediğinizi duyar gibi oluyorum. Biz Fatoş ve Emre ile bol bol kazma kürek salladık, saman balyalarının içine atılacağı kil karışım için toprak çıkardık. Bu fotoğraf da cinsiyetçi işbölümü yapılmadığının ispatı olsun.

 

Irgatlar dinlenirken

Kompostun nasıl yapıldığı konusunda artık bir uzman olan Sevil “Karbon azot dengesini saman sağlıyor , toprak da kokuyu da önlüyor” diyerek atıklarını nasıl toprak için verimli hale getirdiklerini anlatıyor. Sevil Çakmak İstanbul’da bir lisede fizik öğretmeni. Ekolojiyle ilgilenmeye başlayınca permakültür projelerinde çalışma yaparken tanışmış Yeryüzü Derneği ve Burcu Evi’ni kuran kooperatif üyeleriyle , ardından ekibe katılmış. “Doğada her şeyi dönüştürebiliriz” diye devam ediyor sözlerine kül suyuyla bulaşıkların yıkandığını , temizliğin sağlandığını anlatıyor “Sigaraları içip külünü mü biriktiriyorsunuz” ? diye soruyorum sarkastik bir gülüşle. Yemekleri yapmak için bahçedeki kuzinede meşe odununu yaktıklarını, meşe odunu potasyum içerdiği için külü suyla karıştırdıklarında potasyum hidroksidin bütün deterjanlarda bulunan ph bazı oluşturduğunu ve bunun, temizlik için yeterli olduğunu açıklıyor Sevil.

sarı kantaron yağı dikenleri çıkarmada ,yanıklarda her ve tavsiye
sarı kantaron yağı dikenleri çıkarmaya , yanıklara bire bir

 

Fukuoka’ nın doğal tarım yöntemleri sadece faydası olan şeyleri tüketmek suretiyle karın doyurmanın bile mümkün olduğunu söyleyerek ballıbaba bitkisi ile mantarı örnek gösteriyor . Şüphesiz bu bitkileri tanımak ve olgunlaştıkları mevsimde onları tüketmek önemli . Daha bir gün önce yediğimiz erikli makarnanın tadı damağımdayken birkaç haftaya menüye civardaki ceviz , erik , elma ve armut katılabilecek.

İstanbul’a döndüğümde “yanıklara iyi gelen sarı kantaron yağı…” dedim kendi kendime… Ruhumuz, canımız yanmıştı Sarı kantaron yağı iyi gelir miydi ? Kanser hastalarına sarı kantaron çiçeğinin suda kaynatılarak içirildiğini acı bir tecrübeyle öğrenmiştim ama, ruh yanığına iyi geleceğinden şüpheliyim. Oysa Pamukova’dan ayrılırken o hafta sonu Atlas Çocuk Evi’nden çocukların geleceğini düşünerek sevinç vardı yüreğimde, doğayla barış içinde kendi kendine yetmenin pratiklerini görecekti çocuklar , umut dolmuştu içim . Fakat o gün 20 Temmuz’du , Suruç’ta 32 canın katledildiği saatlerde İstanbul’a geldim . Karardı yeşil, koyu gri oldu birden. Pamukova’nın kendine yeten beni de sarmalayan pamuksu kolları çok uzaktaydı artık. Anlaşılan doğal ortamlarda yaşam kurma çabasıyla doğal olmayan şekilde ölmelerin arasında bir yerdeydi hayat .

Pamukova’daki ekolojik köy oluşumuna katkıda bulunan tüm aktörlere ve gönüllülere teşekkürlerimle,

 

* Hügelkültürü: Budanmış ağaç dalları ve ağaç kütükleriyle yerden 60-80 cm yüksekliğinde bir tümsek oluşturmak ve bu tümseğin üstünü kompost gibi zengin bir toprakla kaplayarak sebze ve bitki yetiştirmek.

Pamukova Burcu Evi’ne ait daha fazla fotoğraf için tıklayınız

Fotoğraflar: Şengül Çifçi

 

Yazı ve röportajlar: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

Lynn Anderson öldü, “gül bahçesi” sustu

Amerikalı country müzik şarkıcısı Lynn Anderson geçtiğimiz Perşembe günü 67 yaşında hayatını kaybetti. Anderson’un İtalya’ya yaptığı bir seyahat sonrası zatüreeye yakalandığı ve geçen hafta kalp krizi geçirerek Nashville, Tennessee’de öldüğü bildirildi.

Lynn_Anderson_-_Stay_There_Til_I_Get_ThereCountry müziğin ünlü sesleri arasında yer alan Lynn Anderson özellikle listelerde uzun süre birinci sırada kalan Joe South’ın yazdığı Rose Garden (Gül Bahçesi) adlı şarkısıyla tanınıyordu. Şarkının Lynn Anderson tarafından yapılan kaydı tüm zamanların en ünlü ve listelerde en uzun süre kalmış country şarkılarından biri olarak biliniyor.

1947’de Kuzey Dakota’nın Grand Forks kentinde doğan ve Kaliforniya’nın Fair Oaks kentinde büyüyen Lynn Anderson, country müzisyenleri Casey ve Liz Anderson’un kızlarıydı. Çocuk yaşta şarkıcılığa başlayan Anderson, 1966’da ilk kaydı olan For Better or for Worse‘u yayımladı. 1967’de ise ilk hit plağı If I Kiss You (Will You Go Away) country listelerinde 5. sıraya yükseldi. Joe South‘un bestesi (I Never Promised You a) Rose Garden ise 1970 ve 1971’de Billboard country listesinde birinci, Billboard pop listesinde ise üçüncü sıraya kadar yükseldi. Şarkı İngiltere’de de üçüncü sıraya yükselirken, Almanya’da dört hafta birinci sırada kaldı.

Şarkıcının önemli albümleri arasında Rose Garden (1970), You’re My Man (1971) ve I’ve Never Loved Anyone More (1975) sayılabilir. 1971’de Grammy ödülü kazanan ve 1970’lerden sonra popülerliği azalan Lynn Anderson ayrıca çok sayıda şampiyonluğa sahip bir biniciydi. Şarkıcının bu yıl çıkan son kaydı olan Bridges ise bir Gospel albümüydü.

(Yeşil Gazete)