Ana Sayfa Blog Sayfa 3401

Af Örgütü’nden Türkiye’ye işkence suçlaması

Af Örgütü, Türkiye’de darbe girişiminin ardından gözaltına alınan kişilerin işkence ve kötü muamale gördüğüne dikkat çekti. Örgüt tecavüzün de söz konusu olduğunu açıklarken, Adalet Bakanlığı iddiaları geri çevirdi.

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’de darbe girişiminde bulunmak suçlamasıyla gözaltına alınan kişilerin işkence ve kötü muamele gördüğüne dair “güvenilir kanıtların” bulunduğunu açıkladı. Örgüt, işkence ve kötü muameleden darbe ile bağlantılı olarak gözaltına alınan 10 binden fazla kişinin etkilendiğine işaret etti.

70

Resmi ya da gayrı resmi gözaltı merkezlerinde şüphelilerin “acı verici pozisyonlarda 48 saate kadar tutulduğuna” işaret eden Af Örgütü Avrupa Direktörü John Dalhuisen, bu merkezlerde tutulan kişilerin dayak, işkence ve tecavüze maruz kaldığına dikkat çekti.

Türk makamlarına “bu çirkin uygulamalara son vermeleri” çağrısında bulunduklarını vurgulayan Dalhuisen, Türk hükümetinin bağımsız gözlemcilerin tüm kurumlara girişine izin vermesini de istedi.

Adalet Bakanlığı: İddialar mesnetsiz

Türkiye Adalet Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yayınlanan açıklamada darbe zanlılarına yönelik işkence iddialarının ‘mesnetsiz ve gerçek dışı’ olduğu belirtildi. Açıklamada, “Gözaltına alınanlara yönelik işkence iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olup, olağanüstü hal koşullarında dahi yakalama ve gözaltı işlemleri öncelikle insan haklarına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde yerine getirilmektedir” ifadeleri yer aldı.

15 Temmuz’daki darbe girişiminden bu yana 13 binden fazla kişi gözaltına alındı. Bunlardan 8 bin 800’ünün ordu mensubu, bin 500’ünün polis, 2 bin 100’ünün de hâkim ve savcı olduğu belirtiliyor. OHAL sonrası çıkarılan kararname ile gözaltı süreleri de 30 güne kadar çıkarılmıştı.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Türkiye’den Hollanda’ya ‘Gülen’ talebi

Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Sadık Arslan, Fethullah Gülen Cemaati’nin yurtdışındaki örgütlenmesi ile de mücadele edeceklerini belirterek, bu konuda Hollanda hükümetinden yardım isteyeceklerini söyledi.

Hollanda Televizyonu’na (NOS) konuşan Büyükelçi Arslan, Türkiye’nin Fethullah Gülen Cemaatini “terör örgütleri listesine aldığını” anımsattı. Arslan, Avrupalı müttefiklerin, IŞİD konusunda olduğu gibi, Gülen Cemaati ile mücadelede de işbirliği yapması çağrısında bulundu.

69

Türk Büyükelçi, Hollanda’daki cemaate ait okulların, eğitim fonu tarafından desteklendiğine işaret etti ve bu okulların, “karanlık planlara” sahip bir harekete bağlı olduğunu belirtti.

Sadık Arslan, bazı Hollandalı yorumcuların dile getirdiği, “darbe girişimi Erdoğan’ın senaryosu” görüşünü ise “incitici” olarak değerlendirdi. Büyükelçi, “Tabii ki bu doğru değil. Çoğunluğu sivil 250 ölü ve 1.500 yaralıdan söz ediyoruz” dedi.

Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Arslan’a göre, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin Fethullah Gülen Cemaatince gerçekleştirildiği “gün gibi ortada.” Arslan, bu konuda yüzlerce ifade ve belge bulunduğunu vurguladı.

‘Hollanda ve Avrupa, teröristlere sempati duymamalı’

Arslan, Hollanda’dan, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen saldırı sonrasındaki gibi etkileyici bir destek beklediklerini söyledi.

Türk Büyükelçi, F-16 uçakları ile TBMM’nin bombalandığını anımsattı. “Hollanda ve Avrupa, teröristlere sempati duymamalı, onlara kucak açmamalı” diye konuştu.

Sadık Arslan, Hollanda’da Fethullah Gülen taraftarlarına yönelik saldırılar konusunda ise “Bu polisin işi, saldırganlar cezalandırılmalı” yorumunu yaptı.

Ancak Arslan, Türkiye’de yaşanan gerilimin Hollanda’ya yansımasının da anlaşılır olduğunu söyledi.

Arslan, Türkiyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Rotterdam’da, Belediye Başkanı Ahmet Abutalip’in, Gülen Cemaati ile Türk örgütlerinin “masaya oturması” çağrısını da “abes” olarak değerlendirdi.

 

(BBC Türkçe)

Gazeteci Nazlı Ilıcak Bodrum’da gözaltına alındı!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nun talebi üzerine, Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğince darbe soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkartılan Nazlı Ilıcak Muğla’da gözaltına alındı.

Ilıcak’la birlikte dün 42 gazeteci hakkında darbe soruşturması kapsamında yakalama kararı verilmişti. Ilıcak’ın İstanbul’daki evinde bulunamadığı belirtilmişti. Ilıcak’ın Bodrum’da olabileceğini değerlendiren İstanbul polisi, Muğla polisi ile temasa geçmiş ve Ilıcak, Bodrum’daki evinde de bulunamamıştı.

68

Alınan bilgiye göre, Muğla’nın Bodrum ilçesindeki Torba Mahallesi girişinde denetim yapan polis ekipleri, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında yakalama kararı çıkarılan Nazlı Ilıcak’ın bulunduğu aracı durdurdu.

Polis tarafından gözaltına alınarak Bodrum Emniyet Müdürlüğüne getirilen Ilıcak, yoğun güvenlik önlemleri eşliğinde Bodrum Devlet Hastanesinde sağlık kontrolünden geçirildi. Bu sırada, gazetecilerin sorularını yanıtlamaya çalışan Ilıcak’a polis ekipleri izin vermedi.

Ilıcak, sağlık kontrolünün ardından yeniden emniyete götürüldü.

Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın, İstanbul’a sevk edileceği öğrenildi.

 

(T24)

Güneş enerjisi ile devr-i alem: Solar Impulse 2

Sizler bu yazıyı okurken Solar Impulse 2, Abu Dabi’ye inmiş ve güneş enerjisi ile gerçekleştirilmiş ilk devr-i alemi tamamlamış olacak. Dünya çevresinde her gün binlerce uçak uçarken neden bu önemli diye sorabilirsiniz. Çünkü bu uçak havada kalmak için ne fosil yakıtlara bağımlılık duyuyor, ne de egzoz gazları salıyor.

Resme aldanmayın, dev gibi bir uçak bu.
Resme aldanmayın, dev gibi bir uçak bu.

Biraz hatırlamakta fayda var. Nereden nereye gelindi acaba.

Bertrand Piccard ve André Borschberg’in pilotajını yaptığı Solar Impulse 2’nin hikayesi tabii ki dün başlamış değil. Burada size güneş enerjili uçuşların tarihini anlatarak canınızı sıkmak istemem ancak ilk güneş enerjili uçuşun 1975’te gerçekleştiğini not düşelim.

Solar Impulse fikrinin ilk ortaya çıktığı zaman 2003 yılı. İlk uçuş ise 2009 yılında gerçekleşmiş durumda. Süre yanıltmasın, havacılık açısından bu zamanlar son derece makul. Hele bir kimsenin daha önce yapmadığı bir şey deniyorsanız. Ardından 2011 – 2012 arasında Avrupa ve Afrika’ya test uçuşları gerçekleştiren ekip 2013’te ABD’yi boydan boya geçmeyi başardı. Fakat güneş enerjisi ile çalışan bir hava taşıtının iddiası bundan büyük olmalıdır. Sonuçta gezegendeki neredeyse tüm enerjinin kaynağı olan güneşi yakıt olarak kullanan bir taşıttan bahsediyoruz. Sonuç gezenin henüz bu yolla terk edemediğimiz için onun çevresinde dolaşmak oluyor.

Devr-i alemine 9 Mart’ta başlayan Solar Impulse 2 ekibi 17 ayakta gerçekleştirdikleri uçuşlarında yaklaşık 42,000 km yol kat ettiler. Tüm yolculuk boyunca havada kalınan süre ise 560 saatten çok. Tabii ki azami sürati 140 km/saat olan bir hava taşıtıyla öyle tek seferde bu yolculuğu gerçekleştirmek hayal ancak bu girişim sistemin farklı hava koşullarında gece ve gündüz güvenilir olduğunu kanıtladığı için çok önemli. Havacılıkta güvenilebilirlik önemlidir. Tabii ki bu yolculuk boyunca birçok rekor kırıldığını ve türlü talihsizliklerin de çıktığını belirtmeye gerek yok sanırım.

solar-impulse-route

Bu uçuş gezegende gerçekleştirilen ilk örneği olmasının yanı sıra, hava taşının güvertesinde yer alan akıllı enerji sistemleri, enerji verimli elektrik motorlar, ultra hafif malzemeler, enerji yoğun bataryalar gibi birçok çevre dostu teknolojiyi de barındırması açısından da önemli. Bu yönleriyle uçan bir laboratuvar olarak da nitelendirilebilecek Solar Impulse 2, karbon canavarı mevcut havacılık için umut vadetmekte.

https://youtu.be/VHwy2ABbo6Q

Ekibin internet sitesini paylaşmazsam ayıp etmiş olurum. http://www.solarimpulse.com/

 

Haber: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil Gazete)

 

 

Dünyaca tanınan tarihçi Halil İnalcık hayatını kaybetti

Dünyaca ünlü tarihçi Halil İnalcık, 100 yaşında hayatını kaybetti. Tarihçi-yazar Prof. Dr. Halil İnalcık, Ankara’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

Güven Hastanesi yetkilileri, 100 yaşındaki Prof. Dr. İnalcık’ın saat 19.10’da yaşamını yitirdiğini bildirdi.

66

Bilkent Üniversitesinden yapılan açıklamada, Üniversitenin Tarih Bölümünün kurucusu, Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. İnalcık’ın bugün vefat ettiği kaydedildi. Açıklamada, “Ulusumuza, tüm sevenlerine, Bilkent camiasına ve ailesine başsağlığı diliyoruz.” ifadesi kullanıldı.

HALİL İNALCIK KİMDİR?

Dünyaca ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, 26 Mayıs 1916’da İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluğu hep savaş yıllarında geçen İnalcık, 1924 yılında, ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti ve ilkokulu burada, Gazi İlkokulu’nda bitirdi. Babası Seyit bey ailesini bırakıp Mısır’a yerleştiği için Halil İnalcık’ı annesi büyüttü.

Ortaokulda yatılı olarak Sivas Öğretmen Okulu’na verilen İnalcık, 1932 yılında ise Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’na nakledildi. Burada, fizik dalında Nusret Kürkçüoğlu, edebiyat dalında ise edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı gibi ünlü hocalardan ders aldı.

1935’de, öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, Atatürk’ün tarih tezini bilimsel temellere dayandırmak için kurduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne başladı. İnalcık, üniversite eğitimi sırasında da dönemin önemli isimlerinden der aldı. Bunlar arasında Fuad Köprülü, Şemsettin Günaltay, Muzaffer Göker, Yusuf Hikmet Bayur gibi isimleri sayabiliriz.

Ortaçağ tarihi derslerini aldığı Köprülü, İnalcık üzerinde büyük bir etki bıraktı ve meslek yaşamı boyunca kendisine örnek oldu. İnalcık, 1940 yılında mezun olduktan sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde kaldı ve Yakınçağ Tarihi Bölümü’nde asistan oldu. Bu arada Şevkiye Hanımla evlendi ve 1948 yılında Günhan adlı çocukları dünyaya geldi.

 

(Hürriyet)

Genç Piyanist Başak Merev, Açık Radyo’da ‘Yeni’ programında

Başak Merev, 26 Temmuz Salı günü 14.30’ da öğretmeni Prof. Metin Ülkü ile Açık Radyo’da Hande Akkan’ın hazırlayıp sunduğu “YENİ” programına konuk olarak katılacak.

Almanya’ da sürdüreceği piyano eğitimi için acil burs desteğine ihtiyacı olan Merev’ in müzik çalışmalarından bahsedeceği ve konserlerinden kayıtların da dinletileceği programı fm 94.9 frekansından veya  www.acikradyo.com.tr/stream üzerinden dinleyebilirsiniz.

65

Başak Merev Ruhi Su’nun müzik eğitiminden geçmiş bir müzisyen. 2000’li yılların başında, daha henüz 2-3 yaşındayken anne ve babasıyla Ruhi Su Dostlar Korosu’nun çalışmalarına gelmeye başladı.

Sonraki yıllarda Ruhi Su Dostlar Korosu’nun bazı konserlerinde de sesiyle de yer alan küçük Başak, bugün 17 yaşında ve usta bir piyanist olma yolunda ilerliyor.  

Ailesinin de özendirmesiyle 2004-2009 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda yarı zamanlı piyano eğitimi alan Başak Merev, 2009-2016 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Metin Ülkü’den tam zamanlı piyano eğitimi aldı.

BAŞAK MEREV: AHMET ADNAN SAYGUN, AKSAK TARTILAR ÜZERİNE ETÜD OP. 38 NO.1

Lise eğitimi boyunca, İdil Biret, Nikolai Demidenko, Jean Bernard- Pommier,  Arnulf von Arnim,  Jerzy  Sterczynski, Peter Katin,  Andreas  Weber,  İlya İtin,  Misha Dacic,  Julian  Gorus,  Gülsin  Onay, İbrahim Yazıcı,  Milena  Mollova,  Alicja Paleta-Bugay, Hilary Demske ile çeşitli festival ve ustalık sınıflarında çalışan Merev, liseyi eğitimini geçtiğimiz Haziran ayında sınıfının en yüksek notunu alarak tamamladı.

“Verda Erman’ı Anma Konseri” ve “Kamuran Gündemir Anısına Genç Yıldızlar Konseri ”nin de aralarında olduğu birçok oda müziği konseri ve solo resital verdi.

Başak Merev, 2004’ de başlayan kısa müzik yaşamında çeşitli ödüller aldı. Uluslararası 9. Pera Piyano Festivali Yarışması’nda “3. lük Ödülü”, Ulusal 1. Vedat Kosal Piyano Yarışması’nda “Verda Erman Özel Ödülü ”ne değer görüldü. 2015-2016 sezonunda Milli Reasürans’ta Parlayan Yıldızlar Serisinde finalist olarak sahneye çıkarak “Meriç Soylu Parlayan Yıldızlar Mansiyon Ödülü” ne layık görüldü.

Almanya’da devam edecek eğitim için desteğe ihtiyaç var

64

Lisans eğitimi için Almanya’da başvurduğu Münster ve Frankfurt Müzik Yüksekokulları ve Essen’ deki Folkwang Sanat Üniversitesi Müzik Yüksek Okulu Piyano Bölümü sınavlarına giren Başak Merev her üç sınavı da kazandı ve tercihini Essen’deki okuldan yana kullandı ve Folkwang Sanat Üniversitesi Müzik Yüksek Okulu Piyano Bölümü’ne kaydını yaptırdı.

2016 yaz döneminde İdil Biret ve Dimitri Bashkirov ile ustalık sınıfı çalışmalarına katılacak olan Başak Merev, eğitimine Essen Folkwang Üniversitesi’nde Prof. Hisako Kawamura ile devam edecek.

Başak Merev’ in söz konusu eğitimini tamamlayabilmesi için desteklerimize ihtiyacı var. Öğrenci vizesi başvurusu öncesinde teminat olarak 8.640 EUR banka hesabına yatırması ve sonrasında da Almanya’daki eğitimini sürdürebilmesi için burs alması gerekiyor.

Başak Merev’ e destek olmak için [email protected] adresinden iletişim kurabilirsiniz.

 

Haber ve Multimedya: Ercüment Gürçay

(Yeşil Gazete)

Yeni Foça’da Donatkent Plajını halk insiyatifi donattı

Yaz ayları gelip de serinlemek için plajlara akın ettiğimiz günlerde sıklıkla karşımıza çıkan problemdir ücretli hale getirilmiş plajlar; şezlong, duş, bahanesiyle kar ve rant kapısına dönüşen tesisler. Yeni Foça’daki Donatkent Plajı da 6 yıl önce benzer bir akıbete uğradı ve sahil yerel halkın serbest kullanımına kapatıldı. Hemen akabinde de yüksek fiyatla hizmete sokuldu.

58

Foçalılar’ın ağırlıklı olarak son üç aydır yürüttükleri tartışmaların neticesinde 24 Temmuz Pazar günü Türkiye’de ilk kez bir plaj halkın girişimiyle kullanıma açıldı. Açılış yerel halkın da desteğini alan Foça Forum ve Yeni Foça Forum katılımcılarının gönüllülük esasına dayanarak yaptıkları temizlik ve hazırlıklardan sonra bir basın açıklamasıyla gerçekleştirildi. “Plajlar halkındır” yazan dev pankart plajın girişine asılırken 100 kadar katılımcı da hep bir ağızdan bu sloganı tekrarladı.

Basın açıklamasında “Anayasa uyarınca halkın kullanımına açık olması gereken plajın hukuk dışı bir biçimde işletilmesi için şirkete kiralanmış, işletme ruhsatı verilen alanın 25 katı işgal edilerek işletmenin insafına bırakılmış, plaj ücreti ödemeyen herkese kapatılmıştır. Şikayet üzerine 2010 Nisan ayında burada bir tesise yasadışı verilen ruhsat encümen kararıyla iptal edilmiş olmasına rağmen 6 yıl boyunca plaj kullanıma hazır hale getirilmemiştir. Son olarak Danıştay 14. Dairesi bu alanın halkın kullanımına açık bir kumsal olduğu kararını vermiştir” ifadeleri yer aldı .

Hüseyin Damcıdağ
Hüseyin Damcıdağ

Basın açıklamasında da belirtildiği gibi aslında Donatkent Plajı için  tam bir hukuk mücadelesi veriliyor zira, Yeni Foça Forum üyelerinden Hüseyin Damcıdağ , halkın kullanımına açık olan plajın her sene el değiştiren tesisler tarafından işgal edilerek sürecin plaj için giriş ücreti talep edilmesine varan uygulamalara tabi olması neticesinde dava açtıklarını, yaptıkları araştırmalara bağlı olarak plajdaki tesis yapımının imar planlarında bile yer almadığını öğrendiklerini ifade ediyor.

Kendisi de inşaat mühendisi olduğu için süreci takibe alan Damcıdağ’a göre burada açılan tesislerin halkla karşı karşıya kalması neticesinde Yeni Foça Belediyesi burayı tel örgülerle çevirerek kaçak tesislere ruhsat vermeye başlamış. Halkın ısrarla ücretsiz kullanım hakkını korumaya çalıştığı plaj ise en son Belediye tarafından mühürlenmiş.

60

Tartışmalı sürecin 14.Danıştayda açılan davayla ve plaj için tesise verilen ruhsatın iptali kararıyla halkın lehine neticelenmesine rağmen bu mahkeme kararı 3 yıldır uygulanmıyor. Mahkeme kararının uygulanması için insiyatifi ele alan halk açısından ise hiçbir hukuki altyapı eksikliği yok. Nitekim 3621 sayılı Kıyı Kanunu Madde 2’de de açıkça belirtildiği üzere “Deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu lehine yararlanma olanağı ve şartları yer almaktadır. Genel esaslar madde 5 de kıyıların herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğundan , kıyı ve sahil şeridinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetildiğinden bahseder. Yine madde 6’da “kıyıların herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup buralarda yapı, tesis yapılamaz” yazmaktadır.

 Özgür Küçüktülü
Özgür Küçüktülü

Anlaşılmaktadır ki Türkiye’de hukukun ve yargı kararlarının uygulanması için mağdur olanların bir araya gelerek ısrarcı olması şarttır, halk bastırmadıkça hukuki süreçler işletilmemektedir. Bu görüşü Yeni Foça Forum üyelerinden Özgür Küçüktülü de halkın yerel yönetimlerin onayını alarak ilerlemek istemesine rağmen yetkililerin mahkeme kararlarını uygulamaya koymadığı için kendi insiyatifleri doğrultusunda plajı kendilerinin açmak zorunda zorunda söyleyerek savunuyor.

Küçüktülü’ye göre Donatkent plajı ancak komünel yaşam kurulup halkın plajı olmayı başarabilirse tesislere karşı bir direniş uzun soluklu hale gelebilecek.

 

Haber: Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

AB Komisyonu Başkanı Juncker: Türkiye’nin şu anda AB’de geleceği yok

AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Türkiye’nin şu anda AB üyeliği geleceğine sahip bir ülke konumunda olmadığını söyledi. Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise AB’nin tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını belirtti.

Jean-Claude Juncker
AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker

Fransız televizyonu France 2’ye konuşan Jean-Claude Juncker, Türkiye’de darbe girişimi sonrası yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. İdam cezasının geri getirilmesi durumunda Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin derhal durdurulacağını söyledi.

Juncker, “Türkiye’de şu andaki mevcut haliyle yakında AB üyesi olabilecek bir durumda değil ve uzun vade de böyle görünüyor” diye konuştu. Juncker, idam cezasının AB’de yeri olmadığını vurguladı.

Çavuşoğlu: AB’nin tehditlerine pabuç bırakmayacağız

Juncker’in açıklamalarına yanıt veren Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “İdam cezası konusunda görüş bildirebilirler, ama tehditvari açıklama yaparlarsa bu ters teper” diye konuştu. Habertürk televizyonuna konuşan Çavuşoğlu, “AB yetkililerinin böyle tehditvari konuşamayacağını, AB’nin tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını” ifade etti. Çavuşoğlu, “Juncker kusura bakmasın. Türkiye’ye tepeden bakarak konuşamaz. Bunu kabul etmeyiz” dedi.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz’dan açıklama

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz

Bir açıklama da Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’dan geldi. Bild gazetesine bir demeç veren Schulz Türkiye’nin bu haliyle Avrupa’ya ait olup olmadığı sorusuna “Hayır, kesinlikle değil” cevabını verdi. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik standartlarını yerine getirmesi gerektiğini vurgulayan Schulz “Geçen aylardaki baskıcı tedbirler ve mevcut gelişmelerle, Türkiye üyelik perspektifini kendisi mahvetti” diye konuştu.

2005 yılında başlayan Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin sona erdirilmesinin gerekmediğini vurgulayan Schulz idam cezasının tekrar yürürlüğe girmesi halinde bunun olacağını kaydetti. Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz Avrupa Birliği’nin Türkiye’de reformlar için yardımlarını sürdüreceğini ve ülkedeki demokratik güçleri desteklemeye devam edeceğini i

OHAL uyarısı

Türkiye’de OHAL kararı alınmasının ardından ortak bir açıklama yapan AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Frederica Mogherini ve AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, Türk hükümetine çağrıda bulunmuştu. Ankara’dan hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı duymasını talep eden AB yetkilileri, darbe girişimi sonrası yaşanan gelişmelerin ‘kaygı verici’ olduğuna dikkat çekilmişti.

BM de idam cezasının geri getirilmesi konusunda Türkiye’ye uyarıda bulunmuştu. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri El Hüseyin, aksi takdirde Türkiye’nin uluslararası hukuku ihlal edeceğini ifade etmişti.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

 

 

İzmir Valiliği’nden 9 proje için ‘ÇED gerekli değildir’ kararı

İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, aynı gün içinde 9 ilçede toplam 9 proje için ‘ÇED Raporu gerekli değildir’ kararı verdi. İzmir Valiliği’nin yetkisinde gerçekleşecek projeler için sadece bir tanıtım dosyası yeterli olacak.

Avukat Arif Ali Cangı, ‘İzmir Valiliği’nin ÇED gerekli değildir kararları OHAL’i fırsata çevirme görüntüsü veriyor’ dedi.

55

Türkiye, 15 Temmuz gecesi gerçekleşen darbe girişiminin önlenmesinin ardından gerçekleşen kritik MGK ve Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan kararla OHAL sürecine girdi.

Haberexpress.com’dan Ali Budak’ın haberine göre OHAL kapsamında devlet yatırımlarının da aksamaması için özel önlemlerin alındığı bir döneme girildi. Bu kapsamda Çevre Etki Değerlendirmesi süreçlerinde verilen jet onaylar dikkat çekiyor. İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, aynı gün içinde 9 ilçede toplam 9 proje için ‘ÇED Raporu gerekli değildir’ kararı verdi. Valiliğin yetkisinde gerçekleşecek projeler için sadece bir tanıtım dosyası yeterli olacak.

ÇED süreçlerinde verilen jet onaylar sonrası akıllara Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin açıklamaları geldi. ÇED sürecini hantal bulduğunu belirten Çevre Bakanı Özhaseki, sektör temsilcileriyle yaptığı toplantının ardından, ‘Yatırımcılar için en önemli unsurun zaman olduğunu biliyoruz. Bu anlamda yatırımların önünün açılması için ÇED sürecini hızlandıracağız’ şeklinde konuştu. Çevreciler yapılan açıklamayı ‘ÇED’e OHAL ayarı’ olarak görürken, eleştirilerini de getiriyor.

Hükümetin aldığı bu jet kararlar doğa korumacılarda OHAL talana mı yol açacak endişesini maydana getirdi.Artık bunlardan pek bir hayırlı iş beklemediğini söyleyen CHP Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi, ekolojist avukat Şehrazat Mercan, ‘Bu dönemde bu tür kararlar çoğalacak. Yanlış yapıldığını düşündüğümüzde bizim engel olduğumuz şeylerin yeni kararlarla aşılacağını düşünüyorum. Bir talan süreci yaşanacak. Endişem çok fazla… Bilimden, hukuktan uzaklaşacağız’ ifadelerini kullandı.

Cangı, ‘OHAL’de çevre hakkı ihlal edilemez’

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki‘nin ‘Yatırımcılar için en önemli unsurun zaman olduğunu biliyoruz. Bu anlamda yatırımların önünün açılması için ÇED sürecini hızlandıracağız’ dediği günlerde İzmir Valiliği’nin arka arkaya ÇED gerekli değildir kararları yayınladığına dikkat çeken Avukat Arif Ali Cangı, ‘Pek çok sorunu olsa da ÇED sürecinin özensiz işletilmesi, işletilmemesi, ÇED sürecinin hızlandırılması, ÇED muaifeyesi getirilmesi, çevre ve doğanın yıkımının hızlanması sonucunu doğurur. İzmir Valiliği’nin ÇED gerekli değildir kararları OHAL’i fırsata çevirme görüntüsü veriyor. Bastırılan darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL fırsat olarak görülüp, çevre korumaya ilişkin düzenlemeler ve uygulamalar daha fazla aşındırılmamalı. Ekoloji mücadelesinin demokrasi mücadelesinden ayrılması mümkün değildir. Bu kapsamda toplumda darbeleri önleyecek en önemli unsurlardan birisi de ekoloji hareketleri ve yaşam savunucularıdır. OHAL’i bahane edip çevre hukukuna ve ekoloji hareketlerine yönelik hukuka aykırı müdahalede bulunulmamalıdır. Böylesi bir müdahalenin, yaşama müdahale olduğunu ve en az darbeler kadar tehlikeli olacağını akıldan çıkarmamak gerekir’ diye konuştu.

ÇED vizesi alan projeler ise şu şekilde:

-Torbalı’da Yılmaz Kolburan tarafından yapılması planlanan Kalker ocağı,
-Kemalpaşa’da Neşe Süt Ürünleri San. Tic. Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan Neşe Süt ve Süt Ürünleri İşleme Tesisi,
-Aliağa’da Anadolu Döküm Sanayi A.Ş. tarafından yapılması planlanan Tehlikesiz atık geri kazanımı ve çelik döküm parça imalat tesisi projesi,
-Bergama’da Haydar Dilbaz tarafından yapılması planlanan etlik piliç yetiştirme tesisi,
-Balçova, Narlıdere İlçesi Fahrettin Altay-Narlıdere Kaymakamlık arası mevkiindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması planlanan İzmir Hafif Raylı Sistemi 4’üncü Aşama Güzergah ve Yapım Yöntemi Revizyonu projesi,
-Torbalı’da Lion Atık Değerlendirme Geri Dönüşüm Otomotiv Gayrimenkul Danışmanlığı Nakliye İth. İhr. San. ve Tic. A.Ş. tarafından yapılması planlanan tehlikeli atık ara depolama ve tehlikesiz atık toplama ayırma tesisi projesi,
-Bergama’da Türkiye Elektrik İletim A.Ş. tarafından yapılması planlanan 154 kV (Alosbi TM-Yuntdağ RES TM) Brş. N.-Bergres TM EEİH (5,3 km Uzunluğunda) projesi,
-Ödemiş’te Mete Doğaltaş ve Mermer San. Ve Tic. Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan mermer ocağı kapasite artışı projesi,
-Kınık’ta Hisar Salça Konserve Tar. Pet. Ürün. Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan salça ve konserve üretim tesisi

 

(Haberexpress)

The only way ahead for Turkey is returning to the EU and peace process

0

You may find this article too optimistic. I have no doubt that you think it is a bit untimely, too do-gooder, and even naive. But I believe that we have no other choice. We need a road map through the dark tunnel on which we find ourselves, and hope for that. Also, I was so scared at the night of July 15th that the perpetrators of the attempted coup would be successful, thereby Turkey’s drift to a civil war by moving away from democracy forever would become unavoidable, my sigh of relief that let me go to sleep in the morning of July 16th after I understood that the coup was squashed, may still be fresh. So, please excuse for my optimism. On the other hand, I also acknowledge the rightful unease because of the declaration of the state of emergency and the possibility that the exclusions and arrests could include the dissidents that have nothing to do with the perpetrators of the attempted coup. But if you want me to tell the truth, I’m not buying the apolitical nihilism of the ones who analyze the situation with the cliché of “we got over the military coup, but the civil coup is worse.” Of course, the situation can worsen. We already have a weak democracy, and we thank that it was saved. And yes, we are in the beginning of everything; the state of emergency was declared, the civil and political life is restricted, the days that one needs to defend the basic rights and freedoms more than ever has just been started. So, the possibility of trimming of even our tiny democracy should worry all of us. But now saying “thankfully the coup was not successful, but now everything will be worse” is not politics. Or you can say that this is politics only if believing the most horrifying military coup attempt that Turkish history faced was just a mise en scene, and saying it was a “fake attempt” from the first night, were talented political analysis and having foresight.

That is why we need to express a hope when we reflect upon how we get over this situation and how we rescue our democracy. If you ask me about my feelings, I am not in an optimistic mood either, but having optimism for our political proposals is a must. (Or you may say “the pessimism because of intelligence, but optimism because of will…”)

Consequently, I believe that we need a two-item simple plan in order for Turkey to never experience a vicious cycle of coups and to stabilize a minimum level of democracy, and also I believe that all the political parties and movements, firstly the government, as well as civil society and opinion builders will need to discuss this framework sooner or later. Also President Erdoğan and the government should have been tested enough and aware of that it is not that easy to save their power without democracy, and by only chasing the dissidents starting with the ones whoever seem to be most powerful at the time, as well as concentrating the political power and collecting it to a single man.

The two-item plan that one needs to implement consists of returning to the EU process (and rapidly clearing the way of the solution in Cyprus for this aim) and returning to the peace process by stopping the war. All the other things that are to be done may be seen as the elements of this two-item plan.

Item one: Returning to the EU

Remember why we want it, when Turkey was starting the membership negotiations with European Union. It was not because the EU is the most perfect union and not because it is heaven on earth. We wanted it, because we think that EU would be an anchor to protect Turkey’s democratic regime with its rules and institutions. During the process, and because of the mistakes of the both sides, this anchor was displaced before we could hold on and Turkey started to lose its democracy. I don’t think that the mistakes of the EU and the European politicians were less than Turkish politicians on this setback. In the early years, even in 2004, the EU and the European politicians who cause the rejection of the Annan plan which was the best ever opportunity to solve the Cyprus issue and Turkey’s participation to EU, by 75% no vote in the Southern part of the Cyprus and accepting Cyprus into the EU unilaterally just one week after this fiasco and to erect the Cyprus issue as an impassable barrier in front of the Turkey’s membership to the European Union, must name themselves among the ones in charge of Turkey’s drift to this period of attempted coups and even the refugee crisis that also unsettle Europe. Now I wonder what they say: Cypriot politicians who block the opening of the negotiation chapters with pleasure, and Mr. Sarkozy, for instance. This fiasco could be placed into the background of Erdoğan’s renunciation of the EU membership that he once thought that it would be a protective choice against the military coups that he has been trying to get rid of since the earliest days of his rule. And this might be starting point of his strategy to neutralize his dissidents in all the levels of power (and one can see now how big mistakes they did for the sake of this) instead of an EU protection that he decided that it will never be realized, and that he continued to build a one man regime lately. Of course, nothing can be an excuse to destroy democracy, but this is one side of the truth. Turkey has started to lose its democracy, once it has lost the EU anchor, and finally it has faced with a bloody coup attempt.

Now, what is to be done is to turn back swiftly to the EU process. The most important opportunity for this is that the official negotiations are still going on and we have not lost the candidacy privileges. Although the government seems like it does not care what happens with the EU at all, if it decides to do so, it can smoothly fasten the process and clear the way without any concern as it does a political twist. (Only last month a new chapter was opened by the way.) And government will no need to explain this policy change to its electorate. (They were started to get warmer again lately, because of the discussions on visa liberation. And the government can stop the debate on capital punishment in a minute.) One of the most important things for this sake is to clear the way of the solution in Cyprus in which the negotiations are going on better than before thanks to Mustafa Akıncı, new president of Northern Cyprus. This can be done by all kinds of relevant gestures including drawing some of Turkey’s military presence from the island. Then, Cyprus can be reunited as a federal state, Turkey can recognize this united Cyprus, and the most important barrier in front of Turkey’s EU membership could thus be removed. Resuscitation of the EU process needs convincing the politicians in EU countries and the European public in which the populism and xenophobia has peaked. Brexit may make the situation even harder. But if Turkey takes the first step and shows its determination, many things can change. In this regard, European citizens of Turkish origin and everyone, including members of the civil society organizations and people who have good relations with Europe need to play their part. I, myself, would consider it no waste of time if I was to dedicate my next couple of years for this sake.

Item two: Turning back to peace process

The second step one needs to take is to finalize the military’s role in Turkish politics. We know that the AKP government tried to make it. They tried to crack down the army more than anybody else before, partly in the framework of EU laws, and partly in the name of interrogation of the previous coup allegations. But they did not do this with proper principles, and what they did was not enough. And finally they faced a reckless and bloody coup attempt that was unprecedented, and it was perpetrated by a minority (but not a small minority, as we now know) in the army whom they for a long time thought saved the government from the military’s tutorship. Therefore, what was done to reduce the influence of the army on politics was not accurate and enough. Therefore, sending army to a war again, and increasing their authority to commit a war even in the cities was the last thing for a government really trying to prevent a coup against itself was to do. Yet, if you provided impunity to an army for all kinds of violation of rights and unlawful acts they do, they could even perpetrate an unexpected coup against you.

Now, what is to be done is to turn back swiftly to the times before the general elections of June 7th, and even to 28th of February, 2015, that is to say, to the Dolmabahçe consensus. I don’t even say solving the Kurdish question. I say we need to stop the war, to silence the arms, to restart the peace negotiations which was called the “solution process”, to empower civil politics, to acknowledge that the decision on removing parliamentary impunity was wrong and therefore to strengthen the democratic Kurdish politicians, and HDP at first, therefore to minimize the effect and intervention of the military on politics, and consequently sending the army back to its barracks.

Of course, these should be followed by the precautions such as reducing the size of the army, and gradually revoking the compulsory military service. Look at the European countries where the military cannot get involved with the politics; you will see what is to be done. Only this way can you give the army a shape that they will never again attempt a coup. But not by putting caterpillars in front of the gates of military headquarters.

As a conclusion, I don’t see any other solution other than to turn our face back to the EU and the peace process in order to get over the coup atmosphere, not to allow coup attempts in the future, and to guarantee a minimal democratic stability. It is no time to despair by talking only about the worst case scenarios, to defend fundamental changes for everything, and to compete for radicalism. Instead it is time to be moderate, to defend normalization, and to invite everybody to commonsense. This is not the right time to question the legitimacy of the AKP government. As all the democratic forces, we need to normalize the situation, to remind the AKP of the steps it took when it made the EU candidacy and peace process possible in the past, and to invite to try it once more altogether.

ümitMaybe this time, with a little help of the lessons of the many mistakes of the past, we can overcome.

Ümit Şahin – Yeşil Gazete