Ana Sayfa Blog Sayfa 2914

“Mega proje” Gediz Deltası’ndaki 189 farklı kuş türünün yaşam alanını tehdit ediyor

İzmir ve Manisa sınırları arasında yer alan Gediz Deltası, akademisyenlerin ve sivil toplum örgütlerinin koruma çalışmalarıyla flamingoların ve diğer farklı canlı türlerinin her mevsim yuvası olmuştu.

Dünya flamingo nüfusunun yüzde 10’una, Avrupa flamingo nüfusunun da yüzde 30’una ev sahipliği yapan Gediz Deltası 189 farklı kuş türünün de evi.

Ancak bölge “mega projenin” tehdidi altında…

Doğa Derneği’nin de aralarında bulunduğu doğa hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşları Delta çevresindeki yapılaşmanın baskısından sonra İzmir Körfezi Geçiş Otobanı projesinin de burada yaşayan kuşlar için büyük bir tehdit oluşturduğunu belirtiyor.

2017’de proje için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu olumlu olarak verilen projenin ÇED raporunun iptali için Doğa Derneği, Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği, Ege Çevre ve Kültür Platformu ve 85 dava açmıştı.

Bilirkişi raporu bugün mahkemeye sunulacak. Ardından mahkeme ÇED raporuyla ilgili bir karar verecek.

“Bu körfez Akdeniz’deki en önemli kuş alanı”

BBC Türkçe’ye konuşan Doğa Derneği Genel Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç, Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Mirası ilan edilerek ‘ebediyen koruma’ altına alınmasını istediklerini belirtirken, “Bu körfez Akdeniz’deki en önemli kuş alanı. Aynı zamanda Ege ve Akdeniz kıyılarındaki en önemli balık beslenme ve üreme alanı” diye konuştu.

Kılıç, deltanın Türkiye’de 158 yıldır bilimsel olarak kayıtları tutulan bir bölge olduğu bilgisini verirken 1998 yılından beri de sulak alanların korunması ve sürdürülebilir kullanımını sağlamayı amaçlayan Ramsar Sözleşmesi kapsamında “Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan” statüsünü taşıdığını vurguladı.

Bölgedeki mevcut yapılaşmaya dikkat çeken Kılıç,”Yolla birlikte Delta’nın güneyinin yapılaşmaya açacak kompleks bir projeden bahsediyoruz” uyarısını yaptı.

Kılıç şöyle devam etti: “Körfez otobanı gibi mega projelerin muhakkak bilimsel veriler ışığında değerlendirilmesi ve karara bağlanması gerekir. Zira İzmir Ulaşım Master Planı’nda otoban projesine yer verilmemesi, bize projeye bilimsel olarak gerek olmadığını anlatmaktadır”

Bakanlık: Proje flamingoları etkilemeyecek

Orman ve Su İşleri Bakanlığı ise yaptığı son açıklamasında projenin flamingoları etkilemesinin söz konusu olmadığını savunuyor.

“Bakanlığımızın gereken hassasiyeti fazlasıyla gösterdiği bu alanın heba edilmesine seyirci kalması asla mümkün değildir” denilen açıklamada, şöyle devam edildi:

“İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin denizden itibaren yaklaşık 1100 metrelik bölümü Gediz Deltası Tampon Bölgesi içinden geçmekte olup, Gediz Deltası Ramsar Alanı sınırına 1500 m mesafede, 20.000 flamingonun yuva yaptığı kuş cennetine ise yaklaşık 10.000 m mesafededir. Projenin meşakkatli bir sürecin sonunda hayata döndürülen flamingoları etkilemesi söz konusu değildir.”

 

(BBC Türkçe)

Kadının kendi de yok: 4 ayda 100 kadınsız toplantı

Cinsiyetler arası eşitliğin sağlanması ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması konusunda farkındalık ve sosyal duyarlılık sağlama amacıyla Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi öğretim üyesi ve Yeşil Gazete yazarlarından Barış Gençer Baykan’ın başlattığı “Kadınsız Toplantılar” kampanyası 4 ayı geride bıraktı.

Türkiye’de bu girişimi ilk kez başlatan Baykan, enerji, finans ve siyaset konuları başta olmak üzere şimdiye kadar gerçekleşen 100 kadınsız toplantıyı bloğunda ifşa etti.

Baykan, sosyal medyada duyurusu yapılan etkinliklerin katılımcılarının tamamının erkek olması halinde etkinliği organize edenlere yönelttiği “neden” sorusuna aldığı cevapları 20 maddede sıraladı.

1-) Programı başka bir kurum yaptı.

2-) Haksızlık ediyorsunuz, eski etkinliklerimize bakın.

3-) Konuşmacıların çoğu zaten katılamadı, taktığınız konu bu olsun.

4-) Güzel soru.

5-) Çok haklısınız! Denge sağlamaya çalıştık ancak listemizdeki kadın konuşmacılar uygun değildi.

6-) Güzel soru, teşekkürler. Genelde dikkat ederiz. Bu kez davet ettiğimiz kadın konuşmacılar -2 kişi- seyahatteler maalesef.

7-) Kadın panelist vardı fakat ani bir gelişme sonucu katılamadı.

8-) Bilmem, bir önceki etkinliğimizde vardı, kadın uzman öneriniz varsa davet edebiliriz.

9-) Tepkiniz için teşekkürler. Bu bir konferans serisi olacak. Bundan sonraki konuşmacı seçimi sürecinde bu husus özenle dikkate alınacaktır.

10-) Bu organizasyonun düzenleyicisi değiliz. Fakat bu eleştirinizi ilgili kişilere ileteceğiz.

11-) Panelimizin moderatörü kadın.

12-) Öyle bir algı yaratmanız doğru değil. Bizde yapılan işi daha nasıl iyiye eviririzin yerine hep neresinden bir açık bulsam da vursam mantığı var. Yani iyileştirici değil yıkıcı yönümüz var. Yapılanın nedenini bilmeden yargılamak…

13-) Ne alaka. Önceki haftalarda da Sedef Kabaş, Selin Sayek Böke, Aylin Nazlıaka gibi birçok bayan katılımcı oldu. Çok saçma bir soru.

14-) Davetlilerimiz, yurt dışında oldukları için katılım gösteremediler.

15-) 21 Ekim’de düzenlediğimiz etkinliğe çok sayıda kadın şair katılmıştı ama bu tarih kadın şairler için uygun değildi ne yazık ki!

16-) Onlar daha çok söz alıp soru sorup panelistleri sıkıştırdılar, iyi ki varlar, çok cesurlar, daha çok olmalılar.

17-) Bu sefer böyleydi. Hep birlikteyiz. Salonda kadın katılımcı çoktu.

18-) Ama izleyicilerin çoğu erkek değil! Her şey zamanla. :)

19-) Kadınlar varsa buyursun gelsinler. Ayrıca cinsiyet ayrımı sorunumuz yok. Uzman uzmandır. Biz bilgisine bakarız. Cinsiyetine değil.

20-) Bu eleştiriyi sıkça duyuyoruz. İnanın bizler de çok isterdik aramızda kadın üyelerimizin yer almasını. Bildiğiniz üzere dernek yönetimi gönüllü yapılan bir iş ve ne yazık ki bu noktada görev almak isteyen arkadaşlarımız olmayınca, bizlerin de eli kolu bağlı kalıyor. İnanıyorum ki; kadın üyelerimizi de motive ederek, ilerleyen dönemlerde aktif olarak görev almalarını sağlayacağız.

İklim, çevre, enerji, gıda, spor ve görsel-işitsel medya alanlarındaki temsil eşitsizliğinin değişmesi gerektiğinin hatırlatan Barış Gençer Baykan, “Kadınsız toplantılar kampanyasının değişime yönelik bir etki yarattığını düşünüyorum. İnsanlarda hiç olmazsa bir soru işareti kalıyor. Başka sorgulamaları da beraberinde getirme ihtimali oluyor.” diyor.

Barış Gençer Baykan

Baykan, Finlandiyalı meslektaşı Dr. Saara Särmä’dan ilham alarak kadınların davet edilmediği toplantıları derleyip bloğunda paylaşmaya devam edecek.

Bunun için karşılaştığınız kadınsız etkinlik afişlerinin fotoğrafını [email protected] adresine göndererek siz de kampanyaya destek verebilirsiniz.

 

Merve Damcı – Yeşil Gazete

Patlıcangillerden müteşekkil bir yemek pişirmek – Bülent Şık

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Musakka, karnıyarık, imambayıldı ve dolma gibi en sevilen yemeklerimizin ana malzemesini patlıcan oluşturuyor. Bu yazıda yapılması oldukça basit bir başka patlıcan yemeğini kıyma et, patlıcan, domates ve biber ile yapılan patlıcan kebabını anlatacağım. Ama yemek tarifine geçmeden önce patlıcangiller olarak isimlendirilen bitkilerle ilgili küçük bir bilgi vermek iyi olacak.

Patlıcan, biber, domates, patates ve tütün gibi bitkiler botanikte “Solanaceae” yani “Patlıcangiller” adı verilen bir ailenin üyesi. Bu bitkiler genelde sebze olarak bilinseler de bitki bilimciler çekirdek içeren bitkileri meyve olarak sınıflandırdıkları için birer meyve olarak kabul etmek gerekiyor.

Patlıcanın ilk kez M.Ö 5. yüzyılda Hindistan’da yetiştirildiği ve sırasıyla Afrika’ya, Doğu Akdeniz’e ve 16. yüzyılda da Avrupa’ya getirildiği düşünülüyor.

Domates ve biberin anayurdu ise Güney Amerika ve bu bitkilerin Avrupa’nın çeşitli ülkeleriyle birlikte Osmanlı İmparatorluğuna da getirilerek yetiştirilmeye başlanması Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesinden sonra gerçekleşmiş.

1500’lü yıllara kadar Osmanlı mutfağında patlıcan, domates ve biber gibi yiyeceklerin kullanılmadığı kesin yani. Mutfak kültürümüze bu kadar geç giren yiyeceklerin bu kadar çok yemek çeşidinde kullanılması ise gerçekten şaşırtıcı.

Patlıcan kebabı nasıl yapılır?

Kıyma tuz ve karabiber ile yoğurulduktan sonra küçük köfteler haline getirilir. Ayrı bir kapta biber salçası ve bir miktar sıvı yağ karıştırılır. Halka halka doğranmış patlıcanlar bu yağlı salça ile iyice ovuşturularak salçanın patlıcanların her tarafını kaplaması sağlanır. Bir fırın tepsisine bir patlıcan sonra köfte ve sonra yine patlıcan sıra ile dizilir. Üzerine kabuğu soyulmuş domatesler halka halka doğranır ve birkaç parçaya bölünmüş biberler de eklenerek fırına sürülür. Su eklenmez; tepsinin üzeri varsa kapağı ile kapak yoksa alüminyum folyo ile kapatılarak pişme esnasında yemeğin aşırı kuruması engellenmeli. Piştikten sonra afiyetle yemek kalıyor geriye.

Yukarıdaki fotoğraf pişirildikten sonra fırından çıkarılan yemeğin fotoğrafı. Ama o fotoğrafın yaz döneminde çekilmiş bir fotoğraf olduğunu söylemeliyim. Patlıcan, biber ve domates birer yaz mevsimi bitkisi olduğu için bu yemek de bir yaz mevsimi yemeğiydi eskiden; kış mevsiminde yapılmazdı. Oysa günümüzde pek çok bitkiyi mevsimi dışında yetiştirmek ve yemeğini yapmak mümkün ne yazık ki. Yazık diyorum çünkü bitkiler de bizim gibi birer canlı ve onların da yaşamak için günışığı, besin öğeleri, ısı ve nem gibi çeşitli ihtiyaçları var ve bunlar yeterince karşılanamadığında sorunlar baş gösteriyor. Biraz yakından bakalım bu sorunlara.

Mevsimi dışında yetiştirilen yiyecekler

Patlıcan, biber ve domates sıcak havaları çok seven bitkiler; öyle ki çimlenme döneminde ekildikleri toprağın sıcaklığının bile 27 santigrat derecenin üzerinde olması gerekli; aksi durumda yeterince büyümeleri sağlanamıyor. Her üç bitki de büyüme dönemlerinde her zaman yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyuyor ve bu da bolca güneş ışığı yani yaz mevsimi demektir.

Bir bitkinin yetişmesi, büyümesi için nelere ihtiyacı olduğunu tam olarak bilmiyoruz. İnsan dışındaki canlıların daha basit ya da bütünüyle bilinebilir hayatlara sahip olduklarına inanıyoruz. Ama bu doğru değil ve tam da bu nedenle tarım yapmak bir teknik bilgi olmanın çok ötesinde öğrenmesi uzun yıllara yayılan bir zanaattır.

Her ne yaparsak yapalım mevsim dışı, uygun olmayan şartlarda yetiştirilen bitkiler hastalıklara karşı daha dayanıksız ve savunmasız oluyor. Bu nedenle oluşacak ürün kaybını engellemek için de pestisit adı verilen tarım zehirleri kullanılıyor. Bu zehirli maddeler hasat edilen ürünler üzerinde az veya çok kalıntı bırakıyor ve beslenme yolu ile vücudumuza giren bu kalıntılar da çeşitli hastalıklara yol açıyor.

Patlıcan, biber ve domates kış döneminde seralarda yetiştirilebilen ama yetiştirilme süreçleri esnasında en çok pestisit kullanılan sebzeler. Öyle ki bu üç üründen yapılmış patlıcan musakka ya da bu yazıda anlattığımız patlıcan kebap gibi bir yemek yaptığımızda vücudumuza toplamda 6 ile 20 arasında değişen sayıda pestisit girmesi mümkün. Eğer musakka ya da patlıcan kebap yemeğinin yanında bir de cacık yersek bu sayıya 4-5 adet pestisit daha ekleyebiliriz. Tam bir zehir kokteyli yemiş oluyoruz aslında.

Mevsimi gelmeden, yapay koşullarda üretilmiş gıdaların besin içerikleri de daha zayıf olabiliyor. Bu yiyeceklerden yapılan yemekler kim yapmış olursa olsun lezzet gibi çok özel bir terkibi de pek barındırmıyor. Zorla güzellik olmuyor. Hayatın her alanında öyle değil midir? Dolayısıyla hem besin içeriği daha zengin ve hem de kimyasal zehir kalıntı içeriği daha düşük yiyecekler yemek için gıdaları mevsiminde tüketmek bir gereklilik.

Ne yiyeceğimizi şaşırdık diyenlere

Alternatiflerimiz yok değil; öncelikle kış döneminde pazara çıkan sebzeleri tüketmek en doğrusu. Ama ille de patlıcangillerden müteşekkil yemekleri yemek isteyenlere patlıcan, domates ve biberin kurutulmuşunu bulmanın mümkün olduğunu ve geleneksel mutfak kültürümüzde kuru patlıcan ve biber dolması yemekleri ile kurutulmuş acı biber ve sarımsaklı yoğurtla yapılan mezelerin olduğunu hatırlatmalıyım. Domates salçası ise biliyorsunuz özellikle kış dönemi için yapılırdı eskiden. Eğer bulunabilirse kurutulmuş domatesin pul biber iriliğinde çekilmesi ile elde edilen domates kurusu tozu içine katıldığı her şeye lezzet de katacaktır.

Gıda ve beslenme “bütünüyle” başkalarına bırakılmayacak kadar önemli ve politik bir konu. Hepimiz birer çiftçi olamayız ama çiftçilerin hayatını olumsuz etkileyen politikalara müdahil olabiliriz.

Sağlıklı beslenme için gıda egemenliği, çiftçi sendikaları, slow food, gıda kooperatifleri, gıda toplulukları gibi ekolojik tarımı ve küçük çiftçiliği öne çıkaran hareketler ve inisiyatifler içinde yer almak, yer alınamasa da bu politik oluşumların neyi savunuyor ve ne yapıyor olduklarını anlamaya çabalamak bir başlangıç noktası olabilir. Zeytinlikleri ya da meraları tahrip eden hükümet politikaları ile mevsiminde yetiştirilmeyen yiyeceklerden yapılan patlıcan kebap gibi bir yemeğin içindeki zehirli kimyasal kalıntıları arasında çok güçlü bağlar var çünkü. Ama bu bağların ne olduğunu açıklamak başka yazıları gerekli kılıyor.

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

Bülent Şık

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu: Çatı mevzuatı cepheler için de geçerli

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) internet sayfasından 22 Ocak Pazartesi günü, “10 kW’a Kadar Lisanssız Elektrik Üretim Tesislerine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Bilgilendirme” başlıklı bir açıklama yaparak, geçen hafta Resmi Gazete’de yayınlanan kısaca “Çatı mevzuatı” olarak bilinen düzenlemenin, cephe uygulamaları için de geçerli olduğunu duyurdu.

Açıklamada; tüketim tesisiyle aynı noktada olan ve 10 kW güç ile sınırlanan üretim tesisleri için başvuruları ve başvuru sonrası işlemleri düzenleyen “Elektrik Piyasasında Tüketim Tesisi İle Aynı Ölçüm Noktasından Bağlı ve Güneş Enerjisine Dayalı Üretim Tesisleri İçin Lisanssız Üretim Başvurularına ve İhtiyaç Fazlası Enerjinin Değerlendirilmesine İlişkin Usul ve Esaslar” a ilişkin 18 Ocak 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan düzenlemeye atıf yapıldı.

EPDK açıklamasında, “Enerji teknolojisindeki ve piyasadaki gelişmeler dikkate alınarak 10 kW’a kadar (10 kW dahil) olan cephe uygulamalı üretim tesislerinin de bu mevzuat kapsamına alınması kararlaştırılmıştır. Bu itibarla söz konusu usul ve esaslar, sadece çatı uygulamalarını değil, cephe uygulamalarını da kapsamaktadır” bilgisi verildi.

 

EPDK, bu mevzuatın muhatabının sınırlama olmaksızın ülkemizin her bireyi olması hasebiyle mevzuatın sade ve anlaşılır olması için azami özen gösterildiğini ve başvuruda istenen bilgi ve belgeler de yine aynı amaç doğrultusunda sadeleştiridiğini de açıklamasında vurguladı.

EPDK açıklamasına bu link üzerinden erişim mümkün.

Resmi Gazete yayınladı: Çatıda ürettiğiniz elektriğin fazlasını şebekeye satabileceksiniz

Güneş Gönüllüsü Ebru Özer: Çatılarımızda daha fazla “YES” görmek için sabırsızlanıyoruz

 

(Yeşil Gazete).

170’i aşkın aydın milletvekillerini Afrin Operasyonu’nu durdurmaya çağırdı

Türkiye’nin Afrin’e başlattığı Zeytin Dalı Hârekatı’nın bugün beşinci gününe girilirken, operasyonun son bulması talebiyle aralarında eski bakan, milletvekili, yazar, yönetmen, oyuncu, senarist, gazeteci, sivil toplum örgütü ve kadın kurumları temsilcilerinin bulunduğu 170’i aşkın isim imzaladıkları mektubu e-posta aracılığıyla milletvekillerine gönderildi.

Aralarında Zülfü Livaneli, Rakel Dink ve Necmiye Alpay’ın da aralarında bulunduğu 170 ismin imzasıyla milletvekillerine gönderilen mektup şöyle:

“Sayın Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili,

Biz aşağıda imzası bulunan yurttaşlar, elinizdeki yetki ve taşıdığınız sorumluluk nedeniyle milyonlarca insanımız adına size sesleniyoruz.

Ülkemizde ve bölgemizde savaş değil sulh ve sükûn istiyoruz. Sınırlarımızı korumanın ve beka sorunu yaşamamanın en iyi yolunun karşılıklı dostluk ve iyi komşuluk bağlarını güçlendirmek olduğuna inanıyoruz. Güvenliğimizin milyarlara mâl olan silahlanmayla, gencecik insanların yaşamı pahasına ve on binlerce aileyi yersiz yurtsuz bırakacak bir savaşla değil, karşılıklı müzakere ve işbirlikleri üzerinden sağlanacağını, üstelik bunun mümkün olduğunu, tecrübe ile biliyoruz.

“Kürt yurttaşlar yürekten yaralanacak”

Türkiye’ye bir tehditte bulunmayan, Suriye toprağı olan Afrin’e silahlı müdahalenin bölgemize ve ülkemize barış ve güvenlik değil, daha büyük sorunlar, yıkım ve acı getireceğini, Kürt yurttaşlarımızı da yürekten yaralayacağını biliyoruz.

 “Telafisi olmayacak”

Ortadoğu’yu bir vekalet savaşları cehennemine çevirmiş olan yabancı devletlerin oradaki askerî varlıkları bile uluslararası hukukun ihlaliyken, onların arasına katılmak gibi bir niyet ve bu yönde atılacak adımlar ülkemizi sadece hüsrana uğratacak, on yıllarca telafisi mümkün olmayacak toplumsal, siyasal, ekonomik ve insanî kayıplara yol açacaktır.

Yurttaş kimliğimiz ve sorumluluğumuzla, halkımızın ve tarihin önünde siz yetki sahiplerini uyarıyor, sesimize kulak vererek sağduyulu davranmaya, savaşı derhal durdurmaya ve sorunu diyalogla çözmeye davet ediyoruz.

Saygılarımızla.”

 

Mektuba imza atan isimler ise şöyle:

Abdullah Demirbaş, Fatma Bostan Ünsal, Nimet Tanrıkulu, Abdülbaki Erdoğmuş, Ferhat Tunç, Nimet Yardımcı, Ahmet Aykaç, Fethiye Çetin, Nur Bekata Mardin, Ahmet Faruk Ünsal, Fidan Eroğlu, Nurcan Baysal, Ahmet İnsel, Fikret Ünlü, Nurhan Keeler, Ahmet Özdemir Aktan, Füsun Ertuğ, Nurten Ertuğrul, Ahmet Tonak, Genco Erkal, Olga Hünler, Akın Birdal, Gençay Gürsoy, Onur Hamzaoğlu, Ali Bilge, Gonca Gül Gedikoğlu, Orhan Alkaya, Ali Haydar Konca, Gönül Saray, Orhan Silier, Ali Uçansu, Gülriz Sururi, Oya Baydar, Arzu Başaran, Gülseren Onanç, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Aslıhan Karabacak Calviello, Gülten Kaya, Ömer Laçiner, Aydın Arı, Gürhan Ertür, Ömer Madra, Aydın Selcen, Hacer Ansal, Özgün E. Bulut, Aynur Özuğurlu, Halil Ergün, Özgür Müftüoğlu, Ayşe Erzan, Hasan Cemal, Pınar Kılıçer, Ayşe Hür, Hasip Kaplan, Rakel Dink, Ayşe Nur Doksat, Hıdır Işık, Rıfat Yüzbaşıoğlu, Ayşegül Devecioğlu, Hüda Kaya, Salman Kaya, Ayten Yıldırım, Hürriyet Karadeniz, Savaş Demirci, Bahattin Yücel, Hüsamettin Cindoruk, Sefa Feza Arslan, Baki Tezcan, Hüseyin Ayrılmaz, Sema Kaygusuz, Baskın Oran, Hüsnü Okçuoğlu, Semih Bilgen, Belgin Koç, İhsan Eliaçık, Semih Gümüş, Beyza Üstün, Kıvanç Ersoy, Semra Somersan, Binnaz Toprak, Kumru Toktamış, Serhat Baysan, Burhan Sönmez, Kuvvet Lordoğlu, Servet Demir, Bülent Utku, Lale Mansur, Simten Coşar, Celal Korkut Yıldırım, Lati Akyüz, Suavi, Celalettin Can, Levent Tüzel, Suna Uluçınar Aygün, Cem Mansur, Mebuse Tekay, Süleyman Çelebi, Cem Özatalay, Mehmet Rasgelener, Şahika Yüksel, Cengiz Arın, Mehmet Rauf Sandalcı, Şanar Yurdatapan, Ceren Şengül, Melehat Kutun, Şebnem Korur Fincancı, Cihangir İslam, Melek Taylan, Tahsin Yeşildere, Defne Asal, Meral Camcı, Taner Akçam, Deniz Türkali, Meryem Koray, Tarhan Erdem, Deniz Yonucu, Mete Çetik, Tarık Ziya Ekinci, Dilek Gökçin, Mine Gencel Bek, Tatyos Bebek, Ece Temelkuran, Muammer Keskin, Tebesssüm Yılmaz, Ekrem Baran, Muhammed Salar, Tilbe Saran, Elif Sandal Önal, Murat Belge, Tuna Altınel, Emine Uşaklıgil, Murat Çeyişakar, Tümay İmre, Engin Sustam, Murat Morova, Ufuk Uras, Erdal Kalkan, Mustafa Altıntop, Ümit Kıvanç, Erdoğan Aydın, Mustafa Paçal, Ümit Özgümüş, Erol Katırcıoğlu, Muzaffer Kaya, Viki Çiprut, Ersin Salman, Nadire Mater, Yakın Ertürk, Ertuğrul Günay, Nalan Erbil, Yasemin Bektaş, Ertuğrul Mavioğlu, Nazan Aksoy, Zehra Kabasakal Arat, Ertuğrul Yalçınbayır, Nazar Büyüm, Zelal Ekinci, Esra Arsan, Necmiye Alpay, Zeynep Oral, Esra Mungan, Nesrin Nas, Zeynep Tanbay, Eşref Erdem, Nesteren Davutoğlu, Zişan Kürüm, Fadıl Öztürk, Neşe Erdilek, Ziya Halis, Fadime Gök, Neşe Yaşin, Zülfü Livaneli, Fahrettin Dağlı, Nil Mutluer.

Türkiye’ye itidal çağrısı

Öte yandan dün Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Fransa’nın talebi üzerine acil olarak  toplanarak Zeytin Dalı Hârekatı’nı ve Suriye’de kötüye giden insani krizi değerlendirdi.

Toplantının ardından gazetecilere konuşan Fransa’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi François Delattre, oturumda Afrin operasyonunun gündeme geldiğini söyledi. Delattre, “Oturumdaki tartışmada itidal çağrımızın paylaşıldığına inanıyorum” dedi ve Fransa’nın “Türkiye’nin güvenliğine, topraklarına ve sınırlarına karşı dikkatli olduğunu” belirtti.

“Bir numaralı sorumlu Esad”

Delattre, “Müttefikler arasındaki birliği en öncelikli konu, yani özellikle terörle ve DAEŞ’le mücadele bağlamında devam ettirmek hayati önem taşıyor” diyerek, Suriye’deki insani krizin “bir numaralı sorumlusunun Esad rejimi” olduğunu belirtti.

3 asker yaşamını yitirdi, AA: Gözaltına alınan 150 kişiden 11’i tutuklandı

Öte yandan, Zeytin Dalı Harekatı’na yönelik sosyal medya paylaşımlarının gerekçe gösterildiği gözaltılar sürüyor. AA’nın haberine göre, Afrin harekatına ilişkin sosyal medya paylaşımlarıyla “PYD/PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle”, şu ana dek gözaltına alınan 150 kişiden 11’i tutuklandı. Suriye’nin Afrin bölgesinde yürütülen Zeytin Dalı operasyonunda bugüne kadar 3 asker yaşamını yitirdi.

 

(Sputnik News)

Ünlü kadın hakları afişinin ilham kaynağı Naomi Parker Fraley hayatını kaybetti

2. Dünya Savaşı döneminde sanayi işçisi olan ve kadın hakları afişine ilham veren Naomi Parker Fraley Washinton eyelatindeki Longview şehrinde kaldığı bakımevinde hayatını kaybetti.

96 yaşındaki Flaley’in ölüm haberini gelini Marnie Blankenship duyurdu. Blankenship, Fraley’in cumartesi günü vefat ettiğini paylaştı.

Frayler’in 2015’e kadar ünlü 2. Dünya Savaşı dönemi posterine ilham kaynağı olduğu bilinmiyordu.

Alameda Donanma İstasyonu’nda fabrika işçisi olarak çalışan Fraley ABD’de 2. Dünya Savaşı sırasında savaşa gidenlerin boşluğunu dolduran milyonlarca kadından biriydi.  Fabrikada çalıştığı sırada foto muhabiri tarafından fotoğrafı çekilmişti. 60 yıl sonra savaş sırasında çalışan kadınlar için düzenlenen bir toplantıya katılan Fraley, “Yapabiliriz” posterindeki Rivetör Rosie’yi görünce kendisinin simgeye ilham kaynağı olduğunu fark etmişti.

Naomi Parker Fraley’in gelini Marnie Blankenship ve oğlu Joe Blankenship

Bu gerçeğin kanıtlanmasının ardında 2016 yılında People dergisine konuşan Fraley, “Şöhret veya servet istemedim, sadece kendi kimliğimi istedim” demişti.

Rivetör Rosie kimdir?

2. Dünya Savaşı sırasında fabrikalarda ve tersanelerde çalışan Amerikalı kadınları temsil eden kültürel bir ABD simgesidir.

 

(New York Times, CNN, Yeşil Gazete)

2017’de 312 doğa hakları savunucusu öldürüldü

Ekonomik çıkarlar için kaynakların sömürüldüğü, ormanların ve toprakların “özelleştirildiği” günümüzde tehdit altında olan sadece doğa değil, aynı zamanda doğa hakları savunucuları… Üstelik bu ölümlerin cezasız bırakılması ‘herkesin yaşam savunucuları öldürebileceği algısının’ tanınırlık kazanmasına yol açıyor.

2017 yılında en az 312 doğa hakları savunucusunun öldürüldüğünün belirtildiği yeni bir raporda, cinayetlerden dolayı yaşam savunucularına yönelik tehditleri görmezden gelen devletler ve polis sorumlu tutuldu. Ayrıca yaşam savunucularına engel olmak için en çok kullanılan stratejinin “kriminalize etmek” olduğu vurgulandı.

Doğa hakları savunucularının yüzde sekseni Brezilya, Kolombiya, Meksika ve Filipinler’de öldürüldü

İrlanda merkezli, risk altındaki insan hakları savunucularının korunması üzerine çalışan uluslararası insan hakları kuruluşu Front Line Defenders’ın yayınladığı raporda söz konusu doğa hakları savunucularının yüzde sekseninin Brezilya, Kolombiya, Meksika ve Filipinler’de öldürüldüğü belirtildi.

Sadece Brezilya ve Kolombiya’da 156 doğa hakları savunucusunun öldürüldüğünün aktarıldığı raporda, Venezuela, Brezilya, Guatemala, Paraguay, Honduras ve Arjantin gibi ekonomik ve siyasi sıkıntıların baş gösterdiği bölgelerde şiddetin artışına dikkat çekildi.

Ayrıca Devlet Başkanı Michel Temer yönetimi altındaki Brezilya’da yaşanan bir olay, “Mayıs ayında, Amazon Bölgesinde yer alan Para’da barışçıl olan 10 toprak hakları savunucusu polis tarafından vurularak öldürüldü. Altı hafta sonra ise katliama tanık olan ve saklanmakta olan bir kişi de öldürüldü” ifadeleriyle aktarıldı.

Kolombiya’da ise Devlet Başkanı Juan Manuel Santos ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasındaki barış anlaşması gereğince silahların teslim edilmesine rağmen “Suç ve paramiliter çetelerin sosyal liderleri infaz ettiği ve onlara suikast düzenlediği” belirtildi.

Öte yandan dünya genelinde yaşamını kaybeden doğa hakları savunucularının çoğunun toprağı, çevreyi ve yerli halkların haklarını savunduğu aktarıldı.

Ayrıca Arjantin’de yerli Mapuche halkının düzenlediği gösteri sırasında yaşam savunucusu Santiago Maldonado’nun öldürülmesinin ardından ülke genelinde protestoların bastırıldığı anımsatıldı.

Front Line Defenders yetkili müdürü Andrew Anderson, bu olayı “Dünyanın her tarafından savunucular, aktivistlere yönelik ölüm tehditlerinin ardından koruma taleplerinin polis ve devlet yetkililerince reddedildiğini söylemeye devam ediyor” sözleriyle yorumladı.

Front Line Defenders yetkili müdürü Andrew Anderson ekibiyle beraber 22 Ocak’ta Dublin’de düzenlenen basın toplantısında

Homofobik ve transfobik saldırılar da endişe verici bir şekilde arttı

Raporda ayrıca Brezilya, Kolombiya, Ekvador, El Salvador, Hondursas ve Peru’da homofobik ve transfobik saldırıların endişe verici bir şekilde arttığına dikkat çekildi.

Aysin Büyüknohutçu ve Ali Ulvi Büyüknohutçu

Türkiye’de iki yaşam savunucusu öldürüldü

Raporda Türkiye’de geçtiğimiz Mayıs ayında öldürülen Ali Ulvi Büyüknohutçu ve eşi Aysin Büyüknohutçu’ya da yer verildi.

Toroslar ve Akdeniz Kıyıları Çevre Derneği Taş Ocaklarıyla Mücadele Platformu Sözcüsü Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Aysin Büyüknohutçu çifti Finike’de taş ve mermer ocaklarına karşı bölge halkının da desteğiyle yaklaşık 5 yıldır hukuki mücadele veriyordu.

16 yıl önce Antalya, Kumluca’daki Alakır Vadisi’ne yerleşen Tuğba Pınar Günal ve Birhan Erkutlu çiftinin yaşam alanı, Hidroelektrik Enerji Santrali (HES) firmaları tarafından hala tehdit altında.

Rapora buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz

 

(Gazete Karınca, Yeşil Gazete)

Petrol sızıntısı kötüleşiyor: Çinli robotlar batan İran gemisinde bir delik tespit etti

Russia Today’in haberine göre deniz yaşantısı için yüksek derece zehirleyici bir milyon varil petrol taşırken batan tankerde denizaltı robotları bir delik tespit ettiler. Kaza Yangtze Nehri’nin 160 deniz mili doğusunda Panama bandıralı petrol tankeri ‘Sanchi’ ile Hong Kong bandıralı kargo gemisi ‘CF Crystal’ in 6 Ocak’ta çarpışmaları sonucu yaşanmıştı.

Toplam yüzey alanı 332 kilometrekareye varan üç petrol sızıntısı yetkiler tarafından geçtiğimiz Pazar günü incelendi. Çin Devlet Okyanus İdaresi’nin geçen hafta Çarşamba günkü raporuna göre sızıntı 101 kilometrekare civarındaydı.

Ulaştırma Bakanlığı’na göre batığa gönderilen robotların tespit ettikleri delik 35 metre genişliğinde bir üçgen şeklinde.

274 metre uzunluğunda tanker bir İran şirketi tarafından, Güney Kore’ye ham petrolün daha yanıcı bir formu olan yoğuşuk halde 136,000 ton (ya da başka deyişle bir milyon varil) petrol taşımak için kiralanmıştı. Sanchi’nin güvertesindeki petrolün sadece yüzde 20’si denize sızarsa 1989 tarihli Exxon Valdez kazasından daha büyük bir çevre felaketine sebep olacak.

Kaza sırasında 32 kişilik mürettebatın 3’ünün bedenlerine ulaşılabilmiş, geriye kalan tüm mürettebatın öldüğünün düşünüldüğü bildirilmişti.

Doğu Çin Denizi’nde çevre alarmı: Petrol tankeri ile kargo gemisi çarpıştı!

(Yeşil Gazete)

Su kaynakları buharlaştıkça Cape Town kıyamet gününe yaklaşıyor

Financial Times’da Joseph Cotterill imzasıyla yayınlanan haberi Yeşil Gazete yazarlarından Ali Serdar Gültekin’in çevirisiyle paylaşıyoruz.

***

Kuraklığın vurduğu Güney Afrika şehri, su kaynaklarını tamamen kaybeden ilk metropol olma riskini taşıyor.

Cape Town sakinleri su sırasında. Zengin uydu kentlerdeki uçsuz bucaksız çimlik alanlar ve yüzme havuzları kuraklıkla mücadele eden bölgenin kaynaklarını koruma çabalarını olumsuz etkiliyor. // EPA

Cape Town’da Devil’s Peak eteklerinde her gün hali vakti yerinde şehir sakinleri konserve kutularını fokurdayan kaynaktan doldurmaya çalışıyorlar. O kadar da havalı değil. Dağ suyunun her zaman özel güçleri olduğuna inanılır fakat bu durum Güney Afrika’nın ikinci en büyük şehrinin derinleşen krizinin bir yansıması.

Cape Town üç ay içinde, bir turist cenneti ve şarap endüstrisi merkezinden yıllardır süren kuraklık sonucunda dünyada suyu ilk biten metropolüne dönüşme riski taşıyor.

Uyarıda bulunan Cape Town belediye başkanı Patricia de Lille “dönüşün olmadığı noktaya vardık,” diyor. Sesindeki bir öfkeyle ekliyor: “İnsanların büyük kısmının bunu umursamıyor olması inanılacak gibi değil.”

Daha da kötüye gidecek gibi. Koruma önlemlerindeki esaslı iyileşme bir kenara bu yıl Nisan ayında bir yerlerde – son tahminlere göre 21 Nisan ya da o civarda – Cape Town tuvaletlerin ve muslukların kuruduğu ‘Sıfır Gününe’ uyanacak.

İş dünyasının söylediğine göre eğer bu yaşanırsa işletmeler bir gecede kapanabilir ya da iş başı yapan çalışan sayısında hatırı sayılır bir kesinti yapmak zorunda kalırlar. İkisi de zaten durgun olan ekonomi üzerindeki baskıyı artırır. Silahlı muhafızların korumasında yerel yönetimlerin kontrolünde suya dağıtım noktaları binlerce şehir sakini için suya erişim için tek yol olabilir – kişi başı her gün 25 litre sınırıyla.

Hali hazırda borulara alınmış su, hastanelere olduğu gibi bir halk sağlığı felaketini önlemek için fakir mahallelerdeki yangın musluklarına önceliklendirilebilir. Batı Cape başbakanı (Cape Town etrafındaki bölge) Helen Zille dört milyonluk bir şehirde insan kuyruklarını idare etmenin ‘lojistik bir kâbus’ olduğunu kabul ediyor.

Şehir sakinleri çoktan öfkelenmeye başladılar. Kadın hakları aktivisti 47 yaşındaki Vivienne Mentor-Lalu Devil’s Peak kuyusundaki kuyruğa bir süredir giriyor ama bekleyiş iki saati geçtiğinde durup tekrar düşünüyor.

“Kamuoyunun yeterli bilgisinin olmamasını rahatsız edici buluyorum,” diyor. “Kesinlikle Sıfır Gününün pratik olarak nasıl işleyeceğinden kimse emin değil.”

Bu krizin ansızın gerçekleşen sebebi iki yıldır süregelen olağandışı düşük gerçekleşen yağışlar. 2014 yılında Cape Town havalimanında ölçülen yıllık 500 mm yağmur 2017 yılında 153,5 mm olarak gerçekleşmiş durumda.

İklim bilimciler bir yıl daha kuraklık olma ihtimalini göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyorlar. Ayrıca, Cape Town’un şiddetli eşitsizliğinin krizi daha da körüklediğini ekliyorlar. Birçok beyaz uydu kentindeki uçsuz bucaksız çimlik alanlar ve yüzme havuzları kaynakları koruma çabalarını silip süpürüyor diyorlar.

Şehre danışmanlık yapan, Cape Town Üniversitesinden Doçent Gina Ziervogel “bu doğal bir felaket değil,” diyor. “Bu tamamıyla insan kaynaklı.”

Theewareskloof barajı Cape Town’a 100 km uzaklıkta. Şehir sakinleri, kuraklık ve aşırı tüketim katı tayınlamaya sebep olurken, 21 Nisan’dan itibaren musluk suyunu kaybedecekler. // AFP

Bayan Lille’in özellikle dile getirdiği üzere şehir egnelinde 450 milyon litre hedefini tutturmaları için şehir sakinlerinin gelecek aydan itibaren günde sadece 50 litre su kullanmaları gerekiyor. Bu miktar mevcut evsel tüketiminin 150 milyon litre altında.

Bir önceki limit olan 87 litreye ve araba yıkama, havuz doldurma ve bahçe sulama kısıtlamalarına rağmen yetkililer kaybedilmekte olan bir savaş veriyorlar. Nüfusu 900 bin civarında olan ilçelerde su kıtlığı hayatın bir parçası.

Bazı işletmeler kendi üzerlerine düşeni yapmaya çalıştı. Bir güzellik merkezi zinciri olan Sorbet saçlarını yıkamış olarak gelen müşterilerine indirim sundu. Buna rağmen, işletmenin aktardığı üzere, birçok müşteri su tüketimini azaltmak yerine tüketimi sınırına kadar zorluyor.

Sorbet pazarlama müdürü Jade Kirkel “iki grup insan var – biri bunlara sahip olmanın hakları olduğunu söylerken diğeri mümkün mertebede tasarruf yapmaya çalışıyor,” diyor.

Şehrin önlemlerinin eleştirenler tüm çabanın, ulusal yönetimdeki Afrika Ulusal Kongresi ile onun muhalefeti, yerel yönetimde yer alan Demokratik Birlik arasındaki süre gelmiş çatışma ve ağır güvensizliğe saplanıp kaldığını söylüyorlar.

Bayan de Lille “bu krizin siyasileştirilmemesi gerektiğini” söylüyor. Fakat belediye başkanının partisi Demokratik Birlik, onu, yolsuzluk iddialarıyla görevinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Demokratik Birlik’in eski liderlerinden Bayan Zille, su kıtlığına cevap vermede öncülüğü bu hafta belediye başkanından devraldı.

Afrika Ulusal Kongresi’nin idare ettiği su bakanlığı krizi izlediğini ancak henüz nasıl müdahil olmaları gerektiğini bilemediklerini ifade ediyor. Afrika Ulusal Kongresi yavaş büyüme yılları boyunca iktidardaydı ve özellikle de Başkan Jacob Zuma 2009’da iktidara geldikten sonra önemli kurumları idare etmekte yetersiz kaldıkları konusunda eleştiriliyorlar.

Su krizi, iki partinin de 2019 yılındaki seçime odaklandığı bir zamanda, Demokratik Birlik’in Batı Cape’deki seçme gücünü üstün yönetim iddialarının vitrini olarak kullanmak istediği bir yerde geldi.

Bayan Ziervogel “politik çekişmeye rağmen göreceli olarak iyi yönetilen bir şehrimiz var,” diyor. Fakat uzun vadede hükümetin tüm katmanlarının yeni normale alışmaları gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor: “Suyu kıymetli bir kaynak olarak görmüyoruz.”

 

Haberin İngilizce Orijinali

Muhabir: Joseph Cotterill

Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin

 

(Yeşil Gazete, The Financial Times)

Ardında ölümsüz bir dünya bırakan Ursula K. Le Guin’i kaybettik

Yeni yılın ilk ayında edebiyat dünyasını sarsan ölümlere bir yenisi daha eklendi. “Karanlığın Sol Eli”, “Yer Deniz Üçlemesi”, “Mülksüzler” ve birçok kült romanın yazarı olan Ursula K. Le Guin, 88 yaşında vefat etti.

Oğlu Theo Downes-Le Guin, ölüm haberini doğrularken bir sebep belirtmedi ancak birkaç ay boyunca sağlığının iyi olmadığını açıkladı.

Feminist ve ekolojist yazar Ursula K. Le Guin, fantastik bilim kurgu tarzındaki kitaplarında  cinsiyetler ve ırkları ters yüz ederek, bunlara bakış açılarını sorgulatan biriydi.

ABD’li Ursula Kroeber Le Guin 21 Ekim 1929’da Kaliforniya’da doğdu. İsmini doğum tarihi olan Azize Ursula Günü’nden aldı. Ebeveynleri tarafından üç erkek kardeşi ile beraber kültürel çeşitlilik fikrinin hakim olduğu bir ev ortamında yetiştirildi. Massachusetts-Radcliffe College’da lisans eğitimini tamamladıktan sonra Columbia Üniversitesi’ni bitirdi ve yüksek lisansını “Fransa ve İtalya’da Orta Çağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı” üzerine yaptı. 1951’de tarihçi Charles A. Le Guin ile evlendi.

Bilim kurgu ve fantezi edebiyatının en önemli yazarlarından kabul edilen Le Guin, bu alanlardaki eserlerinin yanı sıra şiir, tiyatro, çocuk ve genç edebiyatı alanlarında da yazar ve çevirmen olarak katkıda bulunmuştu.

İlk romanı 1966 yılında yayımlanan Le Guin’in eserlerinde ağırlıklı olarak Jung’un, taoizimin, varoluşçuluğun ve Yunan mitolojisinin etkileri görüldü. Yazar, başta Hugo ve Nebula olmak üzere pek çok ödülün sahibiydi.

Üç çocuk ve dört torun sahibi olan Ursula K. Le Guin’in kitapları 40 dile çevrildi ve dünya çapında milyonlarca sattı.

Guin, 20’den fazla romanına ek olarak bir düzine şiir kitabı, 100’den fazla kısa öykü, yedi adet koleksiyon, 13 kitap ve 5 ciltlik çevirinin de yazarıydı.

Eserleri:

Roman:

Lavinia, 2008

Powers, 2007

Voices, 2006

Gifts, 2004

Earthsea 5: The Other Wind, 2001

The Telling, 2000

Always Coming Home, 1985

Earthsea 4: Tehanu, 1990

The Eye of the Heron, 1983

The Beginning Place, 1980

Malafrena, 1979

Very Far Away from Anywhere Else, 1976

The Word for World is Forest, 1976

The Dispossessed, An Ambiguous Utopia, 1974

Earthsea 3: The Farthest Shore, 1972

The Lathe of Heaven, 1971

Earthsea 2: The Tombs of Atuan, 1970

The Left Hand of Darkness, 1969

Earthsea 1: A Wizard of Earthsea, 1968

City of Illusion, 1967

Planet of Exile, 1966

Rocannon’s World, 1966

Öykü:

Changing Planes, 2003

The Birthday of the World, 2002

Tales from Earthsea, 2001

Unlocking the Air, 1996

Four Ways to Forgiveness, 1995

A Fisherman of the Inland Sea, 1994

Searoad, 1991

Buffalo Gals, and Other Animal Presences, 1987

The Compass Rose, 1982

Orsinian Tales, 1976

The Wind’s Twelve Quarters, 1975

Makale:

The Wave in the Mind, 2004

Steering the Craft, 1998

Dancing at the Edge of the World, 1992

The Language of the Night, 1989

Şiir:

Sixty Odd, 1999

Going Out with Peacocks, 1994

Blue Moon Over Thurman Street (Roger Dorband’la birlikte), 1994

Wild Oats and Fireweed, 1988

Hard Words, 1981

Wild Angels, 1974

 

(T24)