Quartz’da Akshat Rathiimzasıyla yayınlanan haberiYeşil Gazete yazarlarından Ali Serdar Gültekin imzasıyla paylaşıyoruz.
***
Yeteri kadar yakın mı? // Reuters/Lou Dematteis
Perşembe günü (4 Ocak) Trump Amerika Birleşik Devletleri’nin kıyılarının hemen hemen tamamında, denizde petrol aramasına izin verilmesini önerdi. Eğer teklif geçerse daha önceden çevresel sebepleler ile korunmakta olan 1 milyar kilometrekare alan petrol arama faaliyetleri için açılmış olacak.
New York Times’ın özetlediği üzere, petrol endüstrisi duyuruya sevinerek bunu “çok geç kalmış” bir karar olarak değerlendirirken çevreciler bunu, petrol endüstrisine “utanç dolu bir peşkeş” olarak isimlendirdiler.
Tüm bu yaygara içinde bir haber hak ettiği dikkati toplamayı başaramadı. 29 Aralık’ta Belize hükümeti, Belize’nin tüm sularında yeni petrol sahalarının araştırılması hakkında süresiz olarak bir moratoryum oyladı.
Belize, Amerika Birleşik Devletlerinin Meksika Körfezinde her gün ürettiği 1,5 milyon varil petrolün yayında çok küçük sayılabilecek bir miktar olan günde 3,000 varil petrol üretimine sahip. Ve buna rağmen Belize’nin duyurusu diğerinkinden daha önemli.
Birçok gelişmekte olan ülke gibi Belize de doğal kaynaklarına bel bağlamakta. Petrol ihracatının çeyreğinden fazlasını oluşturuyor. Ve buna rağmen, tabandan gelen kampanyacıların sayesinde Belizeliler mercan resiflerinin korunmasının uzun vadede ekonomik olarak daha önemli olduğuna ikna oldular.
Çevreci gruplar, Belize hükümetine 2006 yılından beri kıyıdan açıkta petrol sondaj faaliyetlerini yasaklaması konusunda lobi faaliyeti yürütüyorlardı. 2006 yılında devlet petrol şirketi yeni petrol rezervleri keşfetmişti. Belize, Batı Yarımküredeki en uzun mercan resifine sahip ve sondaj faaliyetleri bu mercan resiflerinin desteledikleri tüm çeşitliliği tehdit ediyor.
Turizm Belize’ye 200 milyon Amerikan Dolarından çok getiriyor. Bu miktar tüm yerli imalatın yüzde 10’undan daha fazla ve resif ülkenin en önemli turistik cazibesi. Mercan resifi, 370,000 nüfuslu ülkede 190,000’den fazla kişinin geçimini sağlıyor.
“Belize, çevreyi en öne koymak için büyük söz veren küçük bir ülke,” diyor mercan resiflerinin korunması için kampanya yan sivil toplum kuruluşlarından birisi olan Doğal Hayatı Koruma Vakfı’ndan (WWF) mercan bilimci Nadia Bood. WWF, dünya genelinde insanların 450,000’den fazla insanın Belize hükümetine konu hakkında elektronik posta atmasını sağladı.
WWF’den kampanyacı Chris Gee, “Petrol faaliyetlerini bitirmek diğer ülkelerin de bu yolu izlemelerine ve gezegenimizin okyanuslarını korumak için acil önlem almaları için cesaret verecektir,” diyor. “Belize mercan resifi gibi Dünya Mirası doğal alanların neredeyse yarısı endüstriyel baskıyla tehdit altında.”
Belize’nin petrole karşı resifleri seçme kararı, eğer resifleri gerçekten korumak istiyorsak dünyanın daha çok yapması gereken bir şey. Geçen haftalarda yayınlanan yeni bir çalışma mercan resiflerinin 1980’lerde çoğunlukla yaptığından 4 kat daha hızlı beyazlaştıklarını ortaya koyuyor. Temel sebep, okyanusları daha sıcak ve daha asidik hale getiren insan kaynaklı iklim değişikliğidir. Mercanlar, bu iki etkiye de karşı hassastırlar.
Ne kadar fosil yakıt kazar ve yakarsak atmosfere o kadar çok karbondioksit ekler ve iklim değişikliğini o kadar kötüleştiririz.
Hükümetin enerji politikaları son olarak Eskişehir’i hedefine almıştı.
Eskişehir’in Alpu ilçesinde yapılması planlanan kömürlü termik santral projesine karşı Eskişehir halkı, sivil toplum kuruluşları ve doğa hakları savunucuları mücadelelerini sürdürüyor.
Alpu Ovası
Santralin yapımıyla ilgili gelişme yaşandı.
Eskişehir’e yapılması planlanan santralle ilgili Eskişehir İl Toprak Koruma Kurul Kararı oylaması yapıldı.
Bölgenin tarım alanı özelliğinden çıkarılması ile ilgili yapılan oylamada 6 evet oyuna karşın 4 hayır oyu çıkmıştı.
Buna göre 3’te 2 çoğunluk sağlanamadığı için karar netlik kazanmamıştı.
Artık 7 oy yerine 6 oy yeterli olacak
Ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından dün Resmi Gazete’de yayınlanan yeni yönetmelikte çoğunlukla ilgili değişiklik yapıldı.
Yönetmelikte, tarım arazilerinin korunması, kullanılması ve planlanmasına dair yönetmeliğin 6. Maddesinin 1. Fıkrasının c bendi değiştirildi.
Yönetmelikte yapılan bu değişiklikte şu bilgiler yer aldı: “Kurulun üye tam sayısı ile toplanması esastır. Ancak zorunluluk halinde en az 6 üye ile toplanabilir. Kurul, kararları en az 5’te 3 çoğunlukla ve en az 6 üyenin aynı yönde oy kullanılması şartıyla alınır. Ancak kamuya ait enerji ve ulaşım yatırım projelerinde kurul, kararları toplantıya katılan üyelerin çoğunluğu ile de alabilir.
Eskişehir Barosu bu yönetmeliğe karşı yürütmeyi durdurma talepli dava açmaya hazırlanıyor.
Eskişehir’e 35 km uzaklıkta bulunan Alpu Ovası’na kömürlü termik santral kurulmasının verimli toprakları yok etmesinden ve bölgede yaşayan tüm canlıların yaşamını tehlikeye sokacağından endişe ediliyor.
Gediz Ovası’nın ortasındaki Çaldağı’da yapılmak istenen nikel madenciliğin hukuki süreci devam ediyor.
Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunun iptal ettiği kararı Danıştay bozmuş, yeni bilirkişi incelemesi yapılmasını karar vermişti.
19 Şubat 2018 tarihinde bölgede yeniden keşif yapılacak.
Yeni bilirkişi heyetinde yer alan isimler şöyle:
*Sefa Öztürk (Maden Mühendisliği alanında uzman)
*Nadi Gültekin (Jeoloji Mühendisliği alanında uzman)
*Mustafa Bulut (Orman Mühendisliği alanında uzman)
*Ali Uçan (Arkeoloji alanında uzman)
*Ramiz Çoban (Ziraat Mühendisliği alanında uzman)
*Murat Pakel (Kimya Mühendisliği alanında uzman)
*Servet Uzak (Hidrojeoloji Mühendisliği alanında uzman)
*Sadık Okutucu (Çevre Mühendisliği alanında uzman)
*Melek Meltem Sandıraz (Çevre Mühendisliği alanında uzman)
Mahkemenin bilirkişi raporundaki talepleri ne?
Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin kararına göre,
1-) Projede belirlenen alandan veya yakın çevresindeki yerlerden yeterli sayıda numune alınarak deney yaptırılıp sonuçları değerlendirilecek.
2-) Proje alanının niteliği, tarım alanları, su kaynakları ve duyarlı yörelere etkisi belirlenecek ve gerekçeli olarak raporda yer alacak.
3-) Bilirkişi raporunda ÇED olumlu kararı verilen proje sahasındaki somut durum ile raporda belirtilen hususlar arasında uyuşmazlık bulunup bulunmadığına bakılacak.
4-) Toprak yapısı, arazi durumu, bitki örtüsü, arkeolojik varlıklar, yerleşim yerine etkisi gibi konuların rapordaki haliyle örtüşüp örtüşmediği belirlenecek.
5-) Nikel, kobalt ve demir madenciliğinin nasıl bir işletme faaliyeti öngördüğü belirlenecek. Bunun çevresel etkilerinin neler olabileceği, bu konuların ÇED raporunda gerektiği şekilde değerlendirilip değerlendirilmediği ortaya koyulacak.
Kadının sesinin edebiyat dünyasında yer bulmasını sağlayan İngiliz feminist yazar, romancı ve eleştirmen Virginia Woolf’un 136’ncı yaş gününü ardından bıraktığı ilham veren sözleriyle anıyoruz.
Dışa Yolculuk | 1915
“Koca evrene küçük bir kelime ya da küçük bir iş bırakan herkes onu değiştirir; evet, ciddi bir düşüncedir bu, onu değiştirir iyi ya da kötü yönde, bir an için değil, tek bir yerde de değil, ama bütün insanlığın içinde ve sonsuza kadar.”
Gece ve Gündüz | 1919
“Önemli olan şey hayat, başka hiçbir şey değil hayat -keşfetme süreci- sonu gelmez ve aralıksız süreç, keşfin kendisi asla değil.”
Pazartesi ya da Salı | 1921
“Ah insanların şu hırsları, yaygaraları ne acınası şeylerdi.”
Mrs. Dalloway | 1925
“Sanki sadece o görsün diye güzel bir gül açmıştı.”
Deniz Feneri | 1927
“İşte hep kendini sonunda, istesin istemesin, böyle denizin yavaş yavaş kemirdiği bir toprak parçası üzerinde bulur ve orada bırakılmış bir deniz kuşu gibi tek başına dururdu; bu onun yazgısı, ona özgü bir şeydi; işte onun asıl gücü, asıl üstünlüğü buradaydı; tüm fazlalıkları birden silkip atmak, özleşmek, küçülmek, bedence bile daha hafiflemek, daha yalın görünmek ve yine de kafa gücünden hiçbir şey yitirmemek; kendi küçük toprağı üzerinde durup, insanların içinde bulunduğu bilgisizliğin, aymazlığın karanlığına meydan okumak, bizim bir şeyden haberimiz yok ama deniz, üzerinde durduğumuz kara parçasını alttan alta durmadan kemirmektedir, diye düşünmek – işte bu onun yazgısı, onun yeteneği idi.”
Orlando | 1928
“İnsanoğlunun bağrında hiç bir tutku başkalarını kendi inandıklarına inandırma arzusundan daha güçlü değildir. Hiç bir şey kendisinin yüce saydığı bir şeyi başkasının küçümsediğini sezmen kadar insanın mutluluğunu kökünden sarsıp içini öfkeyle doldurmaz. Semti semte kırdıran, mahalleyi mahallenin mahvolmasını istemeye iten hak sevgisi değil, üstün gelme isteğidir.”
Kendine Ait Bir Oda | 1929
“İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de bir sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.”
Dalgalar |1931
“Renkler her zaman sayfada leke bırakır; bulutlarsa üstünden geçip gider ve şiir, bence yalnızca senin konuşan sesindir.”
Benlik Üzerine Denemeler | 1967
“Şimdi tek yapman gereken pencerenin kenarına geçip ritmik algını açmak ve kapamak, açmak ve kapamak, cesurca ve özgürce, ta ki bir şeyler başka bir şeylerin içinde eriyene dek, taksiler nergislerle dans etmeye başlayana dek, tüm bu parçalardan bir bütün ortaya çıkana dek… Demek istediğim, tüm cesaretini topla, tüm dikkatini ver, doğanın bahşetmesi tasarlanmış tüm yetenekleri davet et. Sonra bırak ritmik duygun adamların, kadınların, otobüslerin, serçelerin –caddede gelip geçen ne varsa her şeyin– arasına karışsın, girsin, çıksın, ta ki hepsini birbirine bağlayıp tek bir ahenkli bütün oluşturana kadar.”
Varolma Anları | 1972
“Yapraklarını iyice yaymış bir bitkiye bakıyordum; çiçeğin bir toprağın parçası olduğunu açıkça gördüm; çiçeğin çevresinde bir halka vardı; gerçek çiçek oydu; yarı toprak; yarı çiçek.”
Google’ın Woolf anısına paylaştığı doodle
Virginia Woolf kimdir?
Virginia Woolf 25 Ocak 1882’de Londra’da doğdu. Roman türüne yaptığı özgün katkılarla edebiyat tarihine adını yazdırdı.
Aynı zamanda döneminin en önemli eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilir. 1925’te yayımlanan Mrs. Dalloway ünlü yazarın adıyla birlikte anılacak “bilinç akışı” tekniğinin en başarılı örneğidir.
Virginia Woolf, 28 Mart 1941’de içine düştüğü ruhsal bir bunalım sonrasında evlerinin yakınlarındaki bir nehre atlayarak intihar etti.
Yazarın eserleri 20. yüzyılın en iyi romanları arasında yer alıyor. Bazı eserleri: Dışa Yolculuk (1915), Gece ve Gündüz (roman) (1919), Jacob’un Odası (1922), Mrs Dalloway (1925), Deniz Feneri (roman) (1927), Orlando: Bir Yaşamöyküsü (1928), Dalgalar (roman) (1931), Yıllar (1937), Kendine Ait Bir Oda (1929), Londra Manzaraları (1931), Flush, Bir Köpeğin Romanı (1933), Üç Gine (1938), Perde Arası (1941), Virginia Woolf: Bir Yazarın Günlüğü (1953), Pazartesi ya da Salı (1921), Benlik Üzerine Denemeler (1967), Varolma Anları (1972)
İnsan kaynaklı küresel iklim değişikliğinin yarattığı etkiler gün geçtikçe artıyor. Özellikle Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki canlıların, gelecek yıllarda ciddi kuraklık problemleriyle karşılaşacağı pek çok raporda dile getirildi. Ekosistemi derinden sarsacak kuraklık problemi, sosyal ve siyasal tartışmaları da beraberinde getirecek gibi gözüküyor. Bunun yanı sıra, öngörülemeyen şiddetli iklim olaylarındaki artış, aşırı hava kirliliği, orman yangınları, (kötü şehirleşme modellerinin de etkisiyle oluşan) seller vb. durumlarda da ciddi bir yükseliş bekleniyor.
Nasıl Etkiliyor?
Yapılan araştırmalar ve bu araştırmaların sonuçları doğrultusunda oluşan beklentilerin yanı sıra, dünya aslında uzunca bir süredir iklim değişikliğinin etkilerini hissediyor. Özellikle dünyanın farklı bölgelerinde, coğrafi konum gereği ve kırılgan yapıdaki birtakım ülkeler ve topluluklar, adaletsiz karbon salımının kurbanı olarak iklim değişikliğinin etkilerini daha derinden hissedecek. Önümüzdeki yüzyıl içerisinde artacağı belirtilen iklim mültecileri daha şimdiden yollara düşmüş durumda. Böyle bir atmosfer içerisinde ben de yaşadığım şehir Mersin ve civarı bağlamında kısa bir etki değerlendirmesi yapmak istedim. Aslında bu değerlendirme geleceğe dönük bir prova niteliği taşıyacak. Neden mi? Çünkü birazdan bahsedeceğim olayları, ilerleyen yıllarda sistematik olarak daha fazla gözlemleyeceğiz. Şimdi birkaç örnek üzerinden bu provaya bir göz atalım.
Hepimizin bildiği üzere 2016 ve 2017 yılları, atmosferdeki sıcaklık ortalaması ölçeğinde rekor yıllar oldu. Biz de bu durumu bire bir yaşadık aslında. İçinde bulunduğumuz kış ayı, sıcaklık ortalamalarının üzerinde seyretmeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda yerel basında gündeme oturan olay ise Silifke’de erik ağaçlarının meyve vermesiydi.
Sadece bununla kalmadı. Şehrin farklı bölgelerinden gözlemlerini aktaran dostlarım, limon ve badem gibi ağaçların hiç alışılmadık bir şekilde çiçek açmasından bahsediyordu. Yine aynı hafta; uzun zamandır yağmayan yağmur (ki bu da bir işaret), iki günde resmen Mersin ve civarına boşalıverdi.
Tarsus’un çeşitli mahallelerinde yer alan sebze-meyve seralarındaki görüntü, bir süre sonra arazide balıkçılığın başlayacağını gösterir nitelikteydi. Zira, çiftçiler mahsüllerine kayıklarla ulaştılar. Tabii, burada tek etken aşırı yağışlar olmadı. Aşırı yağışlarla birlikte bölgedeki altyapı yetersizlikleri de önemli bir paya sahipti. Etkiye adaptasyon ve etkiyi hafifletme anlamında ise altyapının uygun hale getirilmesi çok mühim bir konu. Nitekim Mersin şehir merkezinde de, şehrin yeterli olmayan altyapısı, dere yataklarındaki yapılaşmalar ve aşırı betonlaşmadan kaynaklı seller daha önce yaşandı ve yaşanmaya devam edecek.
Çözüm Önerileri
Bu noktada, geniş resme belki kısa vadede etki etmeyecek ama uzun vadede yaşam pratiklerimizi değiştirecek birtakım önlemler alabiliriz. Bu önlemleri alırken unutulmaması gereken en önemli şeylerden bir tanesi, yerelde ve küresel çapta tüm aktörlerin sürece aktif katılımı olacaktır. Tüm aktörlerin katılabildiği bir mekanizmada herkesin sesinin duyulması, bizlere yeni dünyaların kapılarını açacak ve kapsamlı çözümler üretmemizi sağlayacaktır. Aksi halde, sesi duyulmayan ve duyulmak istenmeyen bireyler veya topluluklar iklim değişikliğinde en çok etkilenen grupta yer almaya devam edeceklerdir. Özellikle karbon salımını bir an önce azaltması gereken ve endüstriyel çalışmalarda başı çeken ülkelerin acilen yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyor.
Konuya biraz daha yerelden yaklaşırsak, daha önceki yıllarda yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilen hatalar zinciri, yeni hataları da bünyesine katma gibi bir lükse sahip değil. Zaten var olan etkiyi azaltmak için hatadan ziyade olumlu adımlar atarak, etkiyi hafifletme ve yeni koşullara adaptasyon mekanizmasını iyi çalıştırmak gerekiyor. Aynı şekilde, bireylerin ve toplulukların da tüketim alışkanlarını sorgulaması ve “karbon salımı en az olacak şekilde” yaşam pratiklerini şekillendirmesi çok önemli. Bunun en basit reçetesi ise; fazla lükse eğilim göstermeden, hayatı daha sade yaşamak olabilir. Karbon salımı yüksek evlerde oturmadığımızda, trafikteki araba sayısını arttırmadığımızda veya AVM yerine daha lokal yerlere gittiğimizde inanın değişimin ilk adımını atmış oluyoruz.
NPR’de Ruth Sherlockimzasıyla yayınlanan haberiYeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Mehtap Akdağ’ın çevirisiyle paylaşıyoruz.
***
2017 yılında Beyrut’un kuzeyinde çöpler denize yakın bir çöplükten kıyıya yığılıyor. Beyrut ve ilçeleri her gün yaklaşık 3,000 ton çöp üretiyorlar. // Joseph Eid/AFP/Getty Images
Aydınlık, güzel bir Ekim günü, Lübnanlı balıkçı Emilio Eid Akdeniz’deki teknesinde. Lübnan’ın, uzaktaki doğal dağ sıraları kolaylıkla görülebiliyor.
Fakat onun etrafındaki su, kahverengi ve pislik içindeki plastik parçaları ile çevrili. Şişeleri, diş fırçalarını, kullanılmış bir prezervatifi fark ediyor. Keskin bir koku gözlerini ve boğazını yakıyor.
“Çöp çöp çöp,”diyor Eid ve dönüp kıyıya bakıyor.
Orada, sudan büyük bir tümsek yükseliyor. Sürekli bir kamyon akışı gerçekleşiyor, sıkıştırılmış çöp ve kirin üzerine döktükleri atık Akdeniz’e doğru yüzlerce metre uzanıyor.
Bu, bir tür arazi ıslahı – kıyı şeridini doldurma süreci. Bu iş için binlerce ton çöpü doğrudan denize döküyorlar.
Lübnan kendi çöpünde boğuluyor! Hükümet rakamlarına göre Beyrut ve banliyölerinde günde 3.000 tondan fazla çöp üretiliyor. Yolsuzluk, kötü altyapı ve zayıf hükümet, atık bertarafı konusunda her şeyin işlevsiz kalmasına sebep oldu. 2015 yılında kriz o kadar şiddetlendi ki şehir sokaklarında çöpler aylarca çürümeye bırakıldı. Bu, hükümete karşı kitlesel protestolara yol açtı.
Geçen yıl , geçici depolama alanları şiştiğinde protestolar yine patlak verecek diye endişelendiler. Bu sebeple arazi ıslah projesine yöneldiler, bir çeşit ara çözüme.
Yüklenici Khoury Taahhüt Şirketi tarafından yapılan planlar, yolsuzlukla mücadele eden uluslararası şeffaflık örgütü Lübnan şubesi Lübnan Şeffaflık Örgütü tarafından elde edildi. Örgüt, NPR’ye belgeleri gösterdi.
Proje, yakındaki çöplük alanından alınan çöpleri yeni dolgu alanlar oluşturmak için malzeme olarak kullanıyor.
Lübnan sahilindeki deniz dolgusu projesi çöplükteki malzemeler kullanılarak oluşturuluyor. // Ruth Sherlock/NPR
Lübnan Daily Star Gazetesi’nin Temmuz ayında bildirdiği üzere “çöp depolama alanlarının tamamlanmasıyla denize yüzlere metre uzanacak ve toplamda 600.000 metrekarelik bir alana sahip olacak.”
Çöp depolama alanının inşası, bu durumun Akdeniz’i kötü şekilde kirleteceği konusunda uyarlarda bulunan Avrupa’daki çevresel uzmanları kızdırdı. Yunanistan, İtalya, İspanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinin deniz boyunca kıyıları var.
“Temelde burada yapmakta oldukları şey, istenmeyen çöp alanlarını alarak daha az tercih edilen ve en nihayetinde büyük bir deniz kirliliği kaynağı olacak bir çöp depolama sitesi haline getirmek,‘’diyor Paul Johnston.
Atıkların bulunduğu yerdeki depolama alanı 30 yıldan uzun bir süre öncesine, Lübnan iç savaşı günlerine kadar uzanıyor. Uzmanlar endüstriyel atıkların yer aldığı gibi evsel atıkların da bu sahalarda olduklarını belirtiyorlar.
Yüklenici firmanın planları, atığın büyük bir kısmını ‘inert’ yani zamanla etkisiz hale gelmiş olarak tanımlıyor. Sızıntı suyunun – düzenli depolama sahalarından sızan kirletici bir sıvı – zaten tükendiğini söylüyorlar.
Çevre uzmanları, organik atıkların bozulmasına ve sıvıların atılmasına rağmen hala çöplerin deniz yaşamı için tehlikeli maddeleri içerdiğini söylüyorlar.
Greenpeace’ten Johnston, “Bence burada zehirleyici ağır metallerden ev kimyasallarına kadar geniş bir kapsamdaki zehirli kirleticiler bu operasyonla birlikte deniz yaşam alanına karışacaklar,” diyor. “Ve tabii Akdeniz’in hali hazırda zaten çok yüksek olan plastik yüküne katkı sağlayacak.”
Yüklenici firmanın, orijinal planında kirliliği sınırlama önlemleri bulunmaktadır. Deniz dolgusu projesinin temelini oluşturacak su altında kalan kısımlarında kullanılacak atığın, vasfını yitirmiş atık – çözülmüş ve artık zarar vermeyen organik atık – kullanılarak ayıklanması gerekiyor.
Projeyi bilen fakat medyaya konuşma izni olmayan ve adını vermek istemeyen bir hükümet yetkilisi, kullanılan atıkların pek de ayıklanmış olmadığını NPR’ye doğruladı. Lübnan’daki çevreciler aynı iddialarda bulundu.
NPR, Ekim ayında tekne ile bölgeye yaklaştı. Dolgu malzemelerinde binlerce plastik şişe, lastik ve diğer çöp parçalarını görmekte zorlanmadı.
Lübnan’da çöp nakleden bir kamyon. // Ruth Sherlock/NPR
Çöpün denizde yüzüp uzaklara gitmesini önlemek için bir bariyer yapılması gerekiyordu. Ama İnşaat denizaltı boru hatlarına etkisi olacağını söyleyen yakınlardaki bir petrol şirketi ile anlaşmazlığa düştüğü için ertelendi.
Bilgilendirilmiş yetkilinin NPR’ye verdiği demeçte, yüklenici firmanın daha az etkili bir bariyer kurduğunu, yüzerek uzaklaşacak çöpü tutmak için bazı bölgelerde bir ağ kullandığını ifede etti.
Hükümet bu tür atık imha projelerinin devamı için genelde çevresel bir etki değerlendirmesi yapılmasını ister. Ancak bu durumda projeyi hızlandırmak isteyen yüklenici firmaya çalışma bitmeden projeye başlama izni verdi.
Çevre Bakanlığı’ndan medyayla konuşma izni olmayan ve ismini vermeyen bir kaynak NPR’ye, bakanlık personelin projenin değerlendirmeden önce biteceği konusunda alaylı şakalar yaptıklarını anlattı.
Lübnan balıkçıları projenin balık sularını kirlettiğini bilmek için çevre değerlendirilmesinin bitmesini beklemeye gerek olmadığını söylüyorlar.
Balıkçı Emilio önceki yıllara göre daha küçük avlarla geri döndüğünü söylüyor.
“Bu bölgede balıkların hepsi kirlilik nedeniyle öldü,” diyor. “Ya da bu alanda ayrıldılar ve daha derin suya girdiler.”
Lübnan sahilinin bu tarafındaki su uzun süredir kirletilmiş durumda. Yakınlarda çok daha büyük bir liman var ve birkaç fabrika kendi atığı için çıkış olarak kullanıyor. Ancak Eid, deniz dolgu projeleri başladığından beri balık stoklarının son bir yılda dramatik bir şekilde düştüğünü belirtiyor. Durum öyle kötü hale geldi ki o ve diğer balıkçılar yüklenici firmaya, yaşam alanlarını yok ettikleri için dava açtılar.
Eid, neredeyse tüm hayatı boyunca projenin yakınında küçük bir balıkçı limanında çalışmış. Balık ağları rıhtıma yığılmış ve Lübnan bayrakları küçük ahşap teknelerden suya nazikçe vuruyor.
Balık tutmaya çıktığında çoğu kez, ağlarına dolaşmış binlerce plastik parça çekiyor ve neredeyse hiç balık tutamıyor.
Projenin kısmen kıyı şeridinde bulunduğu Beyrut’un Jdeideh İlçesi Belediye Başkanı Antoine Gebara, uygulamada sorunlar olduğunu kabul ediyor.
“Biliyorum – dürüst olmak gerekirse – sahada yapılan işlerde yanlışlık var,’’ diyor. “Ancak onları durdurmaya kalkarsam çöp yığınlarının sokaklara yığılma riskini almış olurum.’’
Çevre aktivistleri bunun aynı zamanda yüklenici firma sahiplerine ve onları destekleyen politikacılara günün birinde büyük rantlar sağlayacak yeni alanlar oluşturduğuna inanıyorlar.
Gebara buna itiraz etmedi. Bunun çöpten çok parayla ilgili olup olmadığını sorduğumuzda, “tabii ki” diye cevap verdi.
Lübnan’daki diğer arazi ıslah projeleri – çöp kullanılmayanları – büyük finansal sermaye üretti diye açıklıyor. Bir gün, atıklardan yapılmakta olan bu alan, pahalı gayrimenkul için kullanılabilir diye açıklıyor.
Kendi hükümetine öfkeli olan Lübnanlı çevreciler, projeyi durdurmada diğer ülkelerden yardım istiyorlar. Bunun Uluslararası bir sorun olduğunu söylüyorlar. Çünkü Lübnan’la aynı denizi paylaşan ülkeler bu kirlilikten etkilenecekler.
Çevreci grup olan Terre Liban’ın kurucusu Paul Abi Rached ‘’ Gerçekten Akdeniz’e zarar veriyor,’’ diyor. Deniz hayatında yıkım yarattığını ve neden daha fazla ilgi görmediğini anlayamadığını açıklıyor.
“Bu en önemli sorudur” diyor. “Neden bütün Akdeniz ülkeleri bu insanlık suçuna, doğaya karşı işlenen bu suça tanık oluyor ve hareket etmiyorlar.”
Bunun bir nedeni deniz kirliliğine karşı etkin uluslararası yasal tedbirlerin bulunmaması olabilir.
Lübnan, Akdeniz ülkelerinin denizlerini koruma sözleşmesi Barcelona Sözleşmesinin bir parçasıdır. Fakat sözleşme henüz etkin zorlayıcı mekanizmaları yer almamaktadır. Çoğu durumda, diğer ülkeler yalnızca bir hükümet yardım isteyince müdahale eder. Lübnan, kendi hükümeti projeye destek verdiği için bu konuda yardım istemedi.
Siyaset başka bir faktördür. Hassas bir konu tartışıyormuş gibi tanımlanmak istemeyen bazı diplomatlar, Lübnan’ın mülteci krizinin diğer ülkelerin Lübnan’daki çöp krizini çözmeye yardım etmede isteksizliğe sebep olabileceğini söylüyorlar.
Lübnan Suriye’den 1 milyondan fazla mülteci barındırıyor. Birçok Avrupa hükümeti, Lübnan hükümetinin Lübnan’da kalmalarına izin vermemesi durumunda daha fazla mültecinin Avrupa’ya girmeye çalışabileceğinden korkuyor.
Diplomatlar, çöp yönetimi gibi ilgisiz görünen konularda bile, hükümetlerin Lübnanlıları üzebilecek herhangi bir şey yapmamaya özen gösterdiklerini söylüyorlar.
Bu arada çevreci Rached, asıl acı çekecek olanın Akdeniz olduğunu söylüyor.
The Guardian’da Miles Brignall imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Sinem Ercan Güleç’ın çevirisi ile paylaşıyoruz.
***
Endüstriyel sebzeler komposta uygun ambalajında sunulurken, organik mantarları geri dönüşüme uygun olmayan ambalajlar içinde satın alıyoruz.
Çevresel konulara duyarlı olan eşim Clare, geri dönüşüm konusunda çok hassas. Benim çöpe atmaya yeltendiğim süt şişesi kapaklarını bile toplar ve geri dönüşüm için ayırır. Ancak organik gıdalar söz konusu olduğunda kendisi oldukça sinirlenir. Neden? Çünkü geri dönüşüme uygun olmayan plastik ve polywrap(?) ambalajlarla paketlenen organik gıdaların neredeyse hepsini bu konuda suçlu buluyor. Ve şunu soruyor: “Doğayı tahrip etmeden üretilen gıdalarda bile ambalajlama ve geri dönüşümün bu kadar kötü olması sonucuna nasıl ulaştık?”
Organik havuç, elma veya avokado -yani yerel süpermarketimizdeki organik meyve veya sebzelerden oluşan bir paket– satın aldığımızda, bu tür gıdalar plastik ambalajlar içinde gelir. Bu ambalajlar gereksiz olduğu kadar birçoğu geri dönüşüme uygun değildir.
Geri dönüşüme uygun olmayan plastik ambalaj içinde sunulan organik mantarlar ya da komposta uygun ambalajında satılan organik olmayan endüstriyel mantarlar? Seçim sizin. Fotoğraf: Graeme Robertson / The Guardian
Paketlenmesine gerek olmayan organik elma ve havuçların neredeyse hepsi geri dönüştürülemeyen plastik ambalajlara konuluyor.
Gerçeği söylemek gerekirse, maddi gücümüzün yetmediği birçok organik gıdayı süpermarketlerden satın almıyoruz, ancak satın aldığımız bu organik gıdalardan da vazgeçmemiz gerekip gerekmediğini ciddi olarak düşünüyoruz, çünkü organik gıdaların doğaya olan faydaları ambalajlarının gölgesi altında kalıyor.
Örneğin bizim tercih ettiğimiz Morrisons adlı süpermarketi ele alalım. Endüstriyel marullar geri dönüşüm için ayırdığımız plastik ambalajında geliyor. Ancak organik marullar, çöp kutusuna atılan kıvrımlı bir ambalajda sunuluyor ve bu ambalaj tipinin kullanımı organik sektörde çoğalıyor.
Bu marul organik ancak ambalajı doğrudan çöpe atılıyor. Fotoğraf: Graeme Robertson / The Guardian
Soil Association kurumu sözcüsü, süpermarketlerde satılan organik ürünlerin organik olmayan ürünlerle karıştırılmasını önlemek için paketlenmesinin gerektiğini iddia etti.
“Organik ürünler söz konusu olduğunda paketleme alanında yapılacak çok fazla şey olduğunu söylemek doğru olmakla birlikte, tüketicilere organik ürün satın almayı vazgeçmemelerini öneririm. Sağlıklı toprak, vahşi yaşam ve arıların korunması gibi doğaya sağlanan faydalar çok önemlidir. Daha iyi ambalaj çözümleri bulmak için sektör uzmanlarından oluşan çalışma grubunu bir araya getirdik, ancak bu görüşme diğer Avrupalı sertifika kuruluşlarıyla da yapılmalıdır “diyor.
Eşim Clare son olarak şunu söylüyor: “Ben organik ürünlerin açık veya minimal, çevreye daha uyumlu ambalajlar içinde satılamayacağı düşüncesine katılmıyorum. Bu çok basit. Geri dönüşüme uygun olmayan, gereksiz ambalajlanan ürünler organik statülerini kaybetmelidir. Bu tehditle karşı karşıya kalacak olan tedarikçiler, ambalaj konusunda çevreye daha uyumlu yeşil alternatifleri hızla bulacaktır.”
The New York Times’da Ana Swanson ve Brad Plumer imzasıyla yayınlanan haberiYeşil Gazete yazarlarından Ali Serdar Gültekin’in çevirisiyle yayınlıyoruz.
***
Kuzey Carolina Asheboro’da bir güneş enerjisi tarlası. Kuzey Carolina Kaliforniya’dan sonra en büyük ikinci güneş enerjisi üreticisidir. // The New York Times
Durham’ın hemen dışındaki yüz yıllık bu çiftlikte parlayan güneş paneli sıraları, Tommy Vinson ve ailesinin yetiştire geldiği soya fasulyesi ve tütünün yerini aldı. Bu çiftlik, uzun süre küresel offshore işiyle lekelenmiş Kuzey Carolina’yı Kaliforniya’nın arkasından ülkedeki ikinci en büyük güneş enerjisi üreticisi haline getiren, Kuzey Carolina’da türemekte olan güneş enerjisi tarlalarından biri.
“Hâlâ çok iyi hasat kaldırıyor,” diyor Tommy ile evli olan April Vinson. “Sadece geleneksel bir hasat değil bu.”
Kuzey Carolina boyunca tekstil fabrikaları ve tütün çiftlikleri ortadan kalktıkça güneş panellerine yer açılıyor.
Kuzey Carolina Zebulon’da Vinson’un çiftliğine güneş panelleri döşenmek için hazırlanıyor. Bu çiftlik, Kuzey Carolina’yı Kaliforniya’nın arkasından ülkedeki ikinci en büyük güneş enerjisi üreticisi haline getiren, Kuzey Carolina’da türeyen güneş enerjisi tarlalarından biri. // The New York Times
Fakat Bay Vinson gibi güneş enerjisi çiftçiliğine atılanlar için bu canlı endüstrinin geleceği belirisiz. Trump yönetimi, Pazartesi günü ithal güneş panellerine uygulanan gümrük vergilerinin fahiş hale getirileceğini duyurdu. Bu karar, güneş enerjisinin maliyetini yıllar boyunca arttırabilir, bu teknolojiye geçişi yavaşlatabilir ve birçok kişinin işine mâl olabilir.
Bay Trump, uzun süredir Amerika Birleşik Devletleri’nin imalatçılarını yabancı rakiplerine karşı koruyacak ticaret bariyerlerinin savunuculuğunu yapıyor. Pazartesi günü aynı zamanda ithal bulaşık makinelerine de fahiş gümrük vergileri uygulanacağını araya sıkıştırdı. Danışmanlarının söylediği üzere çelik, alüminyum ve diğer ürünlere de önlemler yakın.
Salı günü Bay Trump Oval Ofis’te “bizim bugünkü eylemlerimiz Amerika’da Amerikalılar içim istihdam yaratılmasına yardımcı olacak,” dedi.
İki güneş paneli şirketi gümrük vergisi talep ediyordu. Suniva ve SolarWorld Americas. Onların iddiasına göre düşük ithalat maliyetleri Amerikan güneş gözesi ve modüllerinin imalatını kırıp geçirmişti. Günümüzde Amerika Birleşik Devletlerinde kullanılmakta olan panellerin yüzde 95’i Malezya ya da Güney Kore gibi ülkelerden ithal edilmiş durumda ve bu firmaların iddialarına göre geriye kalan Amerikan güneş paneli fabrikalarını korumak için gümrük vergilerinin uygulanması gerekiyor.
Asheboro’da bir güneş enerjisi tarlasında elektrikçi. Gümrük vergileri yerli imalatçılara yarayabilir fakat vergilerin endüstriye, Amerikan şirketlerine ve çalışanlarına nihai olarak zarar vermesi bekleniyor. // The New York Times
Suniva Pazartesi günü, “Başkanın bugün gönderdiği mesajla Amerikan icatlarını ve imalatını, savaşını vermeden yok edemeyeceklerini göstermiştir,” dedi
Gümrük vergileri yerli imalatçılara yarayabilir fakat vergilerin endüstriye, Amerikan şirketlerine ve çalışanlarına nihai olarak zarar vermesi bekleniyor. Enerji uzmanlarının ifade ettikleri üzere gümrük vergileri az sayıda Amerikan için güneş paneli imalatı işi yaratırken ücretlerin düşük olduğu ülkeler rekabete devam edecekler.
Güneş enerjisi endüstrisi etrafında gelişen mesleklerden çok küçük bir bölümü güneş paneli imalatı oluşturuyor. Solar Energy Industries Association’a (ÇN – Güneş Enerjisi Endüstrileri Vakfı) göre sektörde çalışan 260,000’den fazla Amerikalının 2,000’den azı Amerika Birleşik Devletleri güneş gözesi ve modülü imalatında çalışıyor.
Çok daha fazla işçi, mesela güneş panellerini güneşe doğru yönlendiren çelik askıların imalatı gibi güneş enerjisi teknolojisine destek olan alanlarda çalışıyor. Ve güneş enerjisi endüstrisindeki işçilerin büyük bir kısmı kurulum ve bakım projeleri gibi otomasyonu çok zor ve daha çok emek yoğun yapılan işlerde çalışıyorlar.
Zebulon’da Vinson ailesinin arasındaki Wakefield güneş sahası. Güneş enerjisi endüstrisindeki işçilerin büyük bir kısmı kurulum ve bakım projeleri gibi otomasyonu çok zor ve daha çok emek yoğun yapılan işlerde çalışıyorlar. // The New York Times
Başkanın duyurduğu gümrük vergileri gelecek yıl yüzde 30’dan başlıyor ve nihai olarak 4. yılın sonunda yüzde 15’e düşecek. Bu dört yılın her birinin başında ilk 2,5 gigavatlık ithal güneş gözesi gümrük vergilerinden bulacak.
Fakat en önemli bileşenin maliyetini arttırarak güneş enerjisinin rüzgar ve gaz gibi diğer enerji kaynakları karşısında daha az rekabetçi hale getiriliyor. Bu da daha az projenin inşa edilmesi anlamına geliyor. Salı günü Solar Energy Industries Association’ın ifade ettiği üzere başkanın kararı, kabaca güneş enerjisi endüstrisinde 23,000 kişinin işini kaybetmesine ve milyarlarca Amerikan Dolarlık projenin gecikmesine ya da iptaline sebep olacak.
Vinson’un ailesinin 5 megavatlık Wakefield güneş enerjisi tarlasındaki güneş gözeleri ithal. Çin’de ve Malezya’da güneş gözesi ve paneli üreten Çinli şirket JA Solar tarafından imal edilmişler.
Fakat panellerin üzerlerinde durdukları çelik askılar Amerikan. Cincinnati’deki RBI Solar tarafından imal edilmişler. RBI Solar’ın bu askıları yapmak için kullandığı çelik de Amerikan. Ohio’daki Worthington Industries ve Mississippi’deki Attala Steel’den satın alınmışlar.
Horne Brothers Construction’ın başkan yardımcısı Tom Kosto, gümrük vergilerinin şirketinin büyüme planlarını engelleyeceğini söylüyor. // The New York Times
Proje, Durham’da mühendisleri, elektrikçileri ve insansız hava aracı pilotlarını yeni cam ve tuğla bir binada istihdam etmekte ve büyümekte olan Cypress Creek Renewables tarafından geliştirilmiş ve şimdi işletiliyor. Bina Horne Brothers Construction tarafından inşa edilmiş ve projenin en yoğun olduğu zamanda güneş panellerini getirmek ve kurulumu yaptırmak için 50 kişi istihdam edilmiş.
Ve işte burada çiftçi aile Vinsonlar. Tommy’nin annesi Martha, arazilerinin kiraya verilmesiyle rahat bir emeklilik için düzenli bir gelire kavuşmuş.
Bu ay sert bir günde, eriyen karların çamur birikintilerinden kaçınarak güneş panelleri sıraları arasında yürüdüler. Fakat güneş hâlâ parlıyordu ve güneş panellerinin üzerindeki hava ısıdan pırıl pırıl parlıyordu. 120 dönüm arazi üzerine inşa edilmiş proje artık 1,000 konuta yetecek kadar güç üretiyor. Bu 1,000 konu içinde, muhtemelen, 1,5 km ötede yaşan Vinsonlarınki de var.
Kuzey Carolina’da eyalet yasalarının ve vergi teşviklerinin güneş enerjisi projelerinin doğrudan şebekeye elektrik satması lehinde olmaları, endüstriyi, şu an olduğu noktaya genişletmiş, 400,000 konuta elektrik ve yaklaşık 7,000 kişiye istihdam sağlamıştır.
Horne Brothers Construction’ın başkan yardımcısı Tom Kosto, “Modüller hariç burada gördüğünüz her şey Amerika’da yapıldı,” diyor.
Kosto’nun şirketi geçen üç yılda, 30’dan 350 tam zamanlı çalışana kadar büyümüş. Söylediği üzere bu yıl 100 kişiyi daha işe almayı planlıyor. Çalışanlarına ortalama olarak 17,31 Amerikan Doları ödüyor. Fakat bu yeni gümrük vergilerinin onun genişleme planını sekteye uğrattığını söylüyor.
“Biz karlı bir şirketiz ama tek bir kalem hareketiyle bunu geri alabilirler,” diyor Bay Kosto. “Tek yaptığınız geri gelmeyecek binlerce işi riske atmak.”
Bu hamlenin, bilhassa elektriğini güç şirketlerine satmakta güçlük çeken bunun gibi büyük ölçekli güneş enerjisi yatırımlarını vurması bekleniyor. Konut ve işyeri sahipleri fiyatlar bir nebze yüksek de olsa güneş paneli almaya devam etmeyi tercih edebilirler. Fakat güneş projeleri, diğer enerji kaynaklarıyla rekabet eden büyük ölçekli güneş enerjisi firmalarına satıldığında her kuruşun önemi oluyor.
Bir finans danışmanlığı firması olan Lazard’a göre geçen sekiz yıl boyunca ucuza ithal edilmiş panellerin akımı güneş enerjisi projelerinin maliyetlerini yüzde 85 azalttı. Bunun bir sonucu olarak kurulu güneş enerjisi geçen yıl, 2010’daki 1 gigavattan düşük seviyelerden 12 gigavata kadar yükseldi.
Gümrük vergileri Amerika Birleşik Devletlerinde güneş enerjisine geçişi yavaşlatsa endüstriyi tamamen durduramazlar. GTM Research’ün bir analizle ortaya çıkardığına göre, kurulumu yapılacak panellerin yüzde 11 azalacak olmalarına rağmen kurulu güneş enerjisi kapasitesi 2018’den 2022’ye artmayı sürdürecek.
Susturucu etkilerden birinin sebebi: Güneş gözleri ve modüllerinin, güneş enerjisi sistemlerinin tüm maliyetin yaklaşık üçte biri ya da azına denk olmaları ve endüstrinin diğer tüm bileşenlerin maliyetlerini durmaksızın aşağıya çekiyor olması. Lafın kısası, gümrük vergileri büyük ölçekli güneş enerjisi projelerinin maliyetlerini yüzde 10, konutlarda ise yüzde 3 kadar arttıracak ve maliyetleri yaklaşık olarak 2 yıl önceki seviyelere getirecek.
Fakat maliyetlerdeki küçük değişiklikler bile, güneş enerjisinin hali hazırda ucuz doğal gaz ile azılı rekabete girdiği Florida, Georgia, Güney Carolina ve Teksas gibi eyaletlerde endüstrinin büyümesini yavaşlatabilir. “Özellikle Güneydoğu’da güneş enerjisinin doğal gaz ile kafa kafaya rekabet ettiğini görüyoruz,” diyor GTM Research’den bir güneş enerjisi analizcisi MJ Shiao.
Zebulon’daki Wakefield güneş enerjisi tarlası. 120 dönüm üzerine inşa edilmiş proje 1,000 konuta güç sağlayabilecek kapasitede. // The New York Times.
Kuzey Carolina’da büyük bir güneş enerjisi şirketi olan Duke Energy’nin Salı günü söylediğine göre yeni gümrük vergileri, güneş enerjisi projelerinin ekonomilerini tek tek değerlendirmelerine sebep olabilir. Şirketin hali hazırda kurulu 800 megavat kapasitesi var ve gelecek 5 yıl içinde 3,000 megavat daha satın almayı ve kurmayı planlıyor.
Birçok analizci, vergilerin amacının Amerika Birleşik Devletlerinde güneş paneli imalatını diriltmek ise başarısız olacağını söylüyor. En azından bir firmanın 1,000 çalışanlı bir modül imalat fabrikasını Florida Jacjsonville’de kurmakla ilgilendiğini açıklamasına rağmen bu girişim çok endere olacağa benziyor.
Dış İlişkiler Konseyinde uzman olan Varun Sivaram göre: “Bu gümrük vergileri modüllerin fiyatlarını sadece 2015 ya da 2016 yılındaki seviyelere geri getirecek. Üretici firmalar o yıllarda da rekabet edemiyorlardı.”
Bu sırada Vinsonların arazisindeki güneş panellerinin kurulumuna dahil olan; proje tasarımcısı Cypress Creek, askı sistemlerini yapan RBI Solar ve inşaat işini tamamlayan Horne Brothers Construction’ın bu karardan etkilenmesi bekleniyor.
Cypress Creek Renewables’in genel müdürü Matthw McGovern’in söylediğine göre, “Her bir puanlık gümrük vergisi, artık ekonomik olarak uygulanabilir olmaktan çıkaracağı için projelerin yapılmayacağı anlamına geliyor.”
Dışkı deyip geçmeyin… Geri dönüşüme katkı sağlamanın birçok yolu var.
Bunlardan birini de Uganda’nın batısındaki Rubirizi halkı uyguluyor.
Köylüler fil dışkısını kağıdın hammaddesi olarak kullanıyor.
Sterilizasyon sürecinde dışkı yıkandıktan sonra dev kazanlara konulup kaynatılıyor.
Köylülerin gelir kaynağı
Dışkı daha sonra posa haline getiriliyor ve kurutuluyor.
Geri dönüşüm sayesinde köylüler yakındaki ulusal parktan gelen fillerin gezerken tarlalarına zarar vermesinden şikayet etmek yerine ekonomiye de katkı sağlıyor.
Dışkıdan üretilen kağıtlar çanta, kartpostal ve defter yapımında kullanılıyor.
Turistler kokudan arınmış tertemiz defterleri 5 ila 15 Euro arasında değişen fiyatlar üzerine satın alıyor.
Köylüler bu ekoloji dostu geri dönüşüm projesiyle hem kendi gelirlerini sağlıyorlar hem de kazanılan paranın bir kısmı da filleri kendi yaşam alanlarında korumak için değerlendiriyorlar.
Uganda’da fil avcılığı yaygın.
Filler dişleri ve etleri için öldürüyorlar.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) 2016 raporuna göre fildişi avcılığı nedeniyle Afrika’daki fil nüfusu son 10 yıl içinde 111 bin civarında bir düşüş yaşayarak 415 bine geriledi.
Uluslararası çevre örgütleri ve sivil toplum kuruluşları Avrupa Birliği Komisyonu’ndan fildişi ticaretinin yasaklanmasına yönelik adımları desteklemesini istiyor.