Ana Sayfa Blog Sayfa 2912

Omelas’ı terk edenler – Meltem Gürle

Amerikalı bilimkurgu yazarı Ursula LeGuin hikayelerinden birinin ismini, Salem’den dönerken şehrin tabelasını gördüğünde uydurduğunu söyler. Tabelayı aynada görünce, aklına bu ismi tersten okumak gelmiş ve ondan esinlenerek türettiği Omelas adlı kentin öyküsünü yazmıştır.

“Omelas’ı Terk Edenler” bir kaç sayfalık kısa bir hikayedir. Ursula LeGuin’in en iyi metinlerinden bile değildir belki. Fakat önemlidir, çünkü yazarın temel meselelerinden birini çok sade ve etkileyici bir şekilde anlatır.

Öykü deniz kenarındaki parlak kuleleri masmavi gökyüzünün altında ışıl ışıl parlayan Omelas adlı bu güzel kentte bir yaz şenliğinin tasviri ile başlar. LeGuin, Omelas’ın sakinlerinin basit insanlar olmadığını söyler bize. Mutlu insanlardır bunlar. Refah içinde yaşamaktadırlar. Hayatın kimi nimetlerinden faydalandıkları gibi, bu lüksleri sorumluluk içinde kullanmaktadırlar. Yönetimleri baskıcı ve ceberrut değildir. Hatta merkezi bir idare bile yoktur ülkelerinde.

“Kılıç kullanmıyorlar, kimseyi esir etmiyorlardı. Barbar değildiler. Toplumlarının kurallarını ya da yasalarını bilmiyorum ama muhtemelen çok az sayıdaydılar. Monarşi ve kölelik olmadan yaşadıkları gibi borsaya, reklamlara, gizli polislere ve bombalara ihtiyaç duymadan da gayet rahattılar.”

Yazar böylece kendi ütopyasını kurar. Özgür ve mutlu bir toplumu hayal edebilmemiz için yüreklendirir bizi. Kimi detayları da bizim eklememizi ister. Sonra bu benzersiz ülke ortaya çıktığında, dönüp şunu sorar bize: “İnanıyor musunuz artık? Festivali, şehri, neşeyi kabul ediyor musunuz?”

Bunun üzerine, “Hayır!” cevabı alacağını düşünerek devam eder. Der ki, madem inanmıyorsunuz, o zaman durun size tek bir şey daha açıklayayım.

Sonra hikayesinin en vurucu yerini anlatmaya başlar. Bir rüya şehri gibi görünen Omelas’ın güzel kamu binalarından birinin bodrumunda kilitli bir oda, bu odada da küçük bir çocuk vardır. Bir oğlan ya da kız çocuğudur bu. Altı yaşlarında görünür. Ama neredeyse on yaşındadır. Belki sakat doğmuştur belki korku, yetersiz beslenme ve bakımsızlık yüzünden böyle görünmektedir. Günde sadece yarım kâse lapa verilir ona. Çırılçıplak bir şekilde soğuk ve küflü taşlar üzerinde oturur. Bedeni yaralarla kaplıdır.

Omelas’ın tüm sakinleri onun orada olduğunu bilirler. Hatta belli bir yaşa geldiklerinde gidip görürler bu çocuğu. Ama kimse onu bu odadan çıkarmaya teşebbüs etmez. Hepsi onun orada tutulması gerektiğine inanır. Çünkü bu ayrıcalıklı toplumun sürekliliği ancak o çocuğun bodrumda tutulması ile mümkün olacaktır. Omelaslılar, “mutluluklarının, şehrin güzelliğinin, arkadaşlarının şefkatinin, çocuklarının sağlığının, bilginlerinin zekasının, zanaatkârlarının maharetinin hatta hasadın bolluğunun ve yumuşak havanın bile oradaki çocuğun berbat yaşamına bağlı olduğunun farkındadırlar.”

Belli ki LeGuin dünya üzerindeki birçok refah ülkesinin durumunu bu benzetme üzerinden düşünmeyi tercih etmiştir. Bazılarının rahatı için başkalarının hayatının feda edildiği bir toplumu, sayıları abartarak yeniden kurmayı denemiştir. En ideale yakın toplumlarda bile, eğer çoğunluğun refahı azınlığın acıları üzerinden tarif ediliyorsa, bunun bir ütopya sayılmayacağını söylemek istemiştir.

İçinde yaşadığımız toplumu, ideale yakın bir toplum olarak tarif etmek elbette mümkün değil. Bizim ülkemiz Omelas’tan kim bilir kaç ışık yılı uzaktadır. Ama hükümetimiz kendince ideal bir toplum inşa etmektedir. Sosyal hayatın bütün alanlarına müdahale ederek sistemli bir şekilde toplum mühendisliği yapmaktadır. Bütün bu politikalarını da, ülkenin ekonomik kalkınmasını garanti altına alarak bize yutturmaya çalışmaktadır.

O zaman bizi Omelaslılardan farklı kılan nedir? Ne kadar rahat yaşadığımız mı? Az refah ya da çok refah fark eder mi? LeGuin’in örneğinde mutluluğun ve huzurun yaygın, acıların ve eziyetin ise yok denecek kadar az olduğu bir durumla karşılaşırız. Bizde hal böyle değildir. Ama işleyiş tamamen aynıdır.

Devlet eliyle sunulan refah, her zaman toplumu denetleme biçimlerinden biri olarak kalacaktır. Onun içindir ki, rahat içinde yaşamaya başladığımız andan itibaren, başkalarının yoksullaştırılmasına, yerinden yurdundan edilmesine, ya da zindanlara kapatılmasına göz yummamız istenir.

Aynı Omelaslılar gibi.

Her zaman birilerinin hapislerde çürümesi, birilerinin bombalamalarda canını kaybetmesi, birilerinin yanıp gitmesi gerekir. Bizim de bütün bunlara sırtımızı dönmemiz, ama memleket ekonomik olarak iyiye gidiyor, istatistikler harika, rakamlar mükemmel, dememiz beklenir.

Genellikle de olan budur. Birçokları, bu korkunç adaletsizliği fark ettiğinde onu kabullenmeyi seçer. Hatta kimileri için bodrumdaki çocuğun varlığı sadece ödenmesi gereken bir “maliyet”tir.

Ama bazıları vardır ki, işte onlar bu durumu kabul edemezler. LeGuin bunu çok güzel anlatır:

“Bazen çocuğu görmeye giden genç bir kız veya erkek eve gözyaşları içinde ya da öfkeyle dönmez. Aslında eve hiç dönmez. Kimi zaman da yaşlı bir adam veya kadın birkaç günlüğüne sessizleşir, sonra evini terk eder. Bu insanlar tek başlarına sokağa çıkar ve yürümeye başlarlar. Omelas’ın güzel kapısından dışarı adım atar tarlalardan geçerek yürümeye devam ederler. Hepsi tek başınadır, genç yaşlı, kadın erkek…”

Bu kişilerin sayıları azdır. Ama kendi refahları için başka birinin acı çekmesine dayanamayanlardır. Onlara göre çocukların bodrumlarda ölmeye bırakılmadığı bir yer vardır. Bunu aramak için yola çıkarlar.

“Size orayı anlatabileceğimi bile sanmıyorum,” der LeGuin. Hatta belki de yoktur böyle bir yer. Ama nereye gittiklerini bilir gibi görünür, Omelas’ı terk edenler.”

Bu yazı meltemgurle.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

Meltem Gürle

Son dönemin Yeşil Kitapları

Dünyanın Durumu 2017 Yeryüzü Eğitimi: Değişen Gezegende Eğitimi Yeniden Düşünmek

 

Amerikalı filozof ve eğitim teorisyeni John Dewey, “eğitim yaşama hazırlanmak değil, bizzat yaşamın kendisidir” diyor. Peki, yaşamın kendisinin önemli ölçüde değiştiği İnsan Çağı’nda öğrencilerin hangi bilgi, beceri ve tutumlara ihtiyacı olacak? Önümüzdeki zorluklarla hızla başa çıkabilmek için kullanabileceğimiz eğitim modelleri mevcut mu? Worldwatch Enstitüsünün en meşhur yayını Dünyanın Durumu serisinin son kitabında değişik alanlardan eğitim uzmanları, yeni bir çağda öğretme ve öğrenmeye yenilikçi yaklaşımlar sunuyorlar. Eğitimi dönüştürecek ve tüm öğrencileri ekoloji temelli sosyal değişimin temsilcisi haline getirecek yeryüzü merkezli eğitim uygulamalarının örneklerini inceliyorlar. Kitapta, doğa merkezli öğrenme ve sistematik düşünme gibi çevre eğitiminin geleneksel alanlarının yanı sıra sosyal ve duygusal öğrenme ile erken dönem eğitiminde oyunun önemi gibi konular inceleniyor. Uzmanlar daha önce benzeri  görülmemiş zorluklarla baş etmeye hazır, ekolojik okuryazarlığı olan, derin düşünen, etik değerlere sahip liderler yetiştirmenin, yani yeni bir çevre eğitiminin gerekliliğine odaklanıyor. 

Dünyanın Durumu 2017 Yeryüzü Eğitimi: Değişen Gezegende Eğitimi Yeniden Düşünmek

WorldWatch Enstitüsü

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Çeviren: Duygu Kutluay

2018

*** 

Organik Gerçeği

 

Gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun…” Hipokrat’ın çağlar öncesi dile getirdiği bu söz bu kitabı özetleyecek en doğru ifade olsa gerek.

Çünkü açlığa çare olarak lanse edilen “yeşil devrim”le endüstrileşerek pakete giren gıdalar doğallığını yitirdi. Artık neredeyse her öğünde tarım ilaçları, kimyasal gübreler, katkı maddeleri, hormonlar, antibiyotikler ve GDO ile bulaşık ürünler tüketiyoruz. Soframıza gelen hemen hemen her üründe türlü hilelerle karşılaşıyoruz. Zeytini zehirli tekstil boyasıyla anar olduk, balı mısır şurubuyla. Çilek yerken “hormon”dan korkar hale geldik, bebek maması alırken GDO’dan. Her gün birilerinin daha kansere yakalandığını duyduğumuz bu günlerde herkes ne yiyip ne içtiği konusunda diken üstünde. Peki tehlikenin ne kadar farkındayız?

Hekimler bile artık, doğallığını kaybeden ürünler için kötü kalpli cadının Pamuk Prenses’e verdiği “zehirli elma” benzetmesini yapıyorken, ‘Cadı’nın tuzağına düşmemek için organik dünyanın kapılarını aralayalım dedik…

Organiğe dair tüm soruların yanıtları elinizin altında…

(Tanıtım Bülteninden) 

Organik Gerçeği

Gürkan Akgüneş

Yeni İnsan Yayınevi

2017

***

Yaban Yaşam

Bugün metropollerde yaşayan, evinin, işyerinin ve taşıtların duvarları arasına sıkışmış biz milyonlar, sıkıntılı, duyarsız ve cansız bir hayata mecbur edildiğimizi hissediyoruz. Bu kısıtlı, renksiz varoluşun sınırları içinde bunalıyor, ne var ki, daha canlı, daha enerjili hissettiğimiz bir yaşamı ancak hayallerimizde tasavvur edebiliyoruz.  Çünkü ekoloji ve çevre açısından büyük zarar görmüş, geleceği karanlık bir dünyaya; bereketli doğayla bağlarını tümüyle koparmış ortamlara mahkûm olduğumuzu düşünüyoruz.

Peki ama gerçek bundan mı ibaret, bu tablo her şeyi anlatıyor mu?..

İnsanın kendisi ve çevresiyle ilişkisine radikal bir bakış açısı getiren Yaban Yaşam, ekolojist ve filozof George Monbiot’nun, doğayla yeniden ilişki kurmasının ve yeni yaşam biçimleri tasavvur etme çabasının lirik, çarpıcı hikâyesi.  Monbiot kara ve denizlerimizdeki bozulmuş ekosistemleri yeniden-düzenleyip yabanlaştırmanın hiç de imkânsız olmadığını, halihazırda dünyanın çeşitli yerlerinde bu tip programların olağanüstü neticeler verdiğini gösteriyor.

Bu yolla hayatlarımıza yeniden canlılığı ve varoluş sevincini getirmenin mümkün olduğunu savunan Monbiot, en son bilimsel bulgulardan yola çıkarak, doğanın, insanların desteğiyle kendi yolunu bulduğu yeni, olumlu bir çevreciliğin ve ekoloji anlayışının, daha ötesi yeni bir yaşam felsefesinin temellerini atıyor.

Yaban Yaşam

George Monbiot

Everest

2018

Çeviren: Muammer Pehlivan

 

 

Derleyen: Barış Gençer Baykan

[Oscar’ın Filmleri] Lady Bird – Muhittin Kurban

Bu yıl 90. Akademi (Oscar) Ödülleri töreni 4 Mart günü sahiplerini bulacak. Greta Gerwig’in neredeyse gösterildiği her festivalden ödülle dönen filmi Lady Bird 90.Akademi Ödül Töreninde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Özgün Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu (Saoirse Ronan) ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Laurie Metcalf) kategorilerinde toplamda 5 dalda Oscar’a aday gösterildi.

Oscar’a Aday Gösterilen 5. Kadın Yönetmen

Oyuncu, yönetmen, senarist olarak tanımlayabileceğimiz Greta Gerwig ilk yönetmenlik deneyimini 2008 yılında Joe Swanberg ile beraber imza attıkları Geceler ve Hafta Sonları (Nights, Weekends) filmi ile başladıktan sonra, küçük rollerle ismini Holywood’ta duyurmaya başladı.

2012 yılında senaryosu Noah Baumbech ile birlikte senaryosunu yazdığı Frances Ha filminin başrolünü oynayarak oyunculuk kariyerinden büyük bir ilerleme kaydeden Greta Gerwig, 2015 yılında Noah Baumbech – Greta Gerwig ortak imzası ile bu sefer Mistress America filmiyle sinemaseverlerin karşısına çıktı. Bu film ile Altın Küre ödüllerine aday gösterilen fakat eli boş dönen Greta Gerwig ilk kez tek başına kamera arkasına geçtiği Uğur Böceği (Lady Bird) filmi ile Altın Küre’de En İyi Komedi – Müzikal kategorisinde en iyi film ödülüne layık görüldü.

90.Akademi Ödülleri Oscar adayları açıklandığında Lady Bird, 5 dalda Oscar heykelciğine aday gösterilirken, Greta Gerwig Oscar tarihinde En İyi Yönetmen ödülüne aday gösterilen beşinci kadın yönetmen oldu.

2010 yılında En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ilk kadın yönetmen olan Kathryn Bigelow ödüle Ölümcül Tuzak (Hurt Locker) filmiyle ulaşmıştı. Greta Gerwig’in ikinci kez en iyi yönetmen ödülünü kazanıp kazanamayacağı konusu ise kulislerde şimdiden konuşulan haberler arasında yer alıyor.

Oscar’ın “Uğur Böceği”- Lady Bird

Greta Gerwig’in ilk kez tek başına kamera arkasına geçtiği film Uğur Böceği (Lady Bird) henüz Amerika ve Kanada dışında hiçbir yerde gösterime girmediği halde, katıldığı her festivalden ödüllerle dönmesinin de etkisi ile kısa zamanda sinemaseverlerin en fazla merak ettiği filmlerden biri oldu. Rotten Tomates sitesinde üst üste 170 olumlu yorum alan film Oyuncak Hikayeleri 2 (Toy Story 2) filmine ait rekoru da şimdiden kırmış durumda.

Otobiyografik New York Hayali

Yönetmen Greta Gerwig ilk solo yönetmenlik deneyiminde Kaliforniya gibi hayallerle dolu bir eyaletin taşrası olarak nitelendirilen Sacramento şehrinin küçük bir banliyösünde New York’ta üniversite okumak ve yaşamak hayali kuran Christine nam-ı değer Lady Bird’ün gençlik hikayesini merkeze alıyor. Her şeyi kontrol etme  ve planlama delisi hemşire bir anne (Laurie Metcalf) ile ergenlik çatışması çevresinde gelişen samimi, yer yer mizah yüklü “coming of age” tarzındaki film hayaller arasına sıkışan gençlik hikayelerini tutarlı bir üslupla anlatmayı başarıyor.

Sacramento doğumlu ve hemşire bir annenin kızı olan Greta Gerwig, Uğur Böceği (Lady Bird) filmi ile biraz kendi gençlik yıllarının hikayesini beyazperdeye aktarmış yorumu yapsak çokta yanılmış olmayız. Katolik bir lise eğitimi sonrası New York’ta devam eden eğitim hayatının filme yansıdığını kolaylıkla görebiliyoruz.

Amerikan bağımsız sineması olarak nitelendirilecek bir içeriğe sahip olan Lady Bird, “Amerikan Hayali” konusunda alt metinde sorgulayıcı, eleştirel bir anlatımla izleyicinin karşısına çıkıyor. Taşrada zorunlu bir şekilde dini eğitim almak durumunda kalan gençlerin çıkmazı, üniversite eğitiminin bursa bağlı olması ve işsiz kalan baba ile oğulun aynı işe talip olması gibi sorgulayıcı anlatımlar filmin çerçevesini genişleten etkenler olarak görülebilir.

Bafta ve Altın Küre gibi saygın festivallerden ödülle dönen Uğur Böceği (Lady Bird) filminin Oscar töreninde kaç ödül alacağı şimdiden merak edilen bir soru. Ülkemizde muhtemelen 18 Mayıs tarihinde vizyona girmesi beklenen film, ilk olarak 15 Şubat’ta başlayacak 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin açılış filmi olarak belirlendi.

 

 

Muhittin Kurban

 

[Gözlem] Yarım asırlık gelenek: Arkası Yarın ve Radyo Tiyatrosu – Selim Altınok

Yaşı belli olgunluğa ermişlerimiz bu kelimeleri yan yana gördüklerinde ilk ne düşünür, ne hisseder acaba? Benim için “Arkası Yarın” çocukluğum demektir. Huzurlu bir sabah, hatta bir değil yüzlerce, binlerce sabah saat tam 09.40’ta radyonun başında olmak demektir.Hatırlıyorum, eski lambalı bir radyomuz vardı. FM kanalı bile bulunmayan, orta dalgadan yayılan parazitli ve boğuk sesiyle salonumuzun başköşesinde, kütüphanenin üzerinde duran eski bir radyo. Hemen yanındaki koltukta oturan babam, kütüphanenin önündeki divana kurulmuş ben ve kardeşim. İçeriden annemin sesi “Başladı mı? Geliyorum…” Ailecek dinleyeceğiz elbette, birimiz eksik olursa olmaz.

Bazı sabahlar, özellikle geç kalktığımız hafta sonları, Arkası Yarın’ı mutfağımızda kahvaltı eşliğinde pilli bir radyodan dinlerdik.  Televizyonun evlerimize yeni yeni girdiği yıllardı. Tek kanallı TRT vardı, o da haftanın birkaç günü yayın yapıyordu, üstelik tüm günde değil, belirli saatlerde. Herkesin sadece kulağı değil, gözü de radyonun üzerindeydi o zamanlar. Televizyondaki pembe dizilere daha çok vardı…

Sabahları en büyük eğlencemiz yirmi dakika süren “Arkası Yarın” keyfiydi. Bir gün önce yayınlanan bölümün özetiyle başlayan, ardından hepsini çok iyi bildiğimiz, bugün bile seslerini duysak anında tanıdığımız sanatçılar tarafından sunulan bir drama. Sema Aybars, Aykut Sözeri, Çetin Tekindor, Işık Yenersu, Haluk Kurdoğlu, Kerim Afşar, Yıldırım Önal, Baykal Saran, Oytun Şanal, Suna Pekuysal, Şener Şen, Tijen Par, Sönmez Atasoy, Elif Türkan Çölok, Çetin Köroğlu, Erol Amaç ve daha niceleri. Onlar radyo stüdyosunda bir masanın başında, ellerinde tekst, önlerinde mikrofon. Sesleriyle bizi nerelere götürüyorlardı bir bilseniz… Bazen bir deniz kenarına, bazen Antarktika’nın buzullarına, bazen yüzyıllar öncesindeki Osmanlı Sarayı ya da bir Fransız Şatosuna.

Bu mekânlara hayali yolculuklar yapmamızı sağlayan önemli biri daha vardı: Efektör Korkmaz Çakar. Elbette tek o değildi ama isminin orijinalliğinden midir bilemiyorum, efektör olarak bugün ilk aklıma gelen hep Korkmaz Çakar oluyor. O yıllarda birçok oyuna imzasını çakmıştı! Masa başında oturan kahramanlarımızı otomobile bindiren de oydu, indiren de; denizde yüzdüren de oydu; ata binip dörtnala koşturan da; gıcırtılı bir kapı açıldıktan sonra eve sokan da oydu.

Önceleri Arkası Yarın’lar altı ya da on ikişer bölüm olarak hazırlanıyordu. Bir oyun pazartesi günü başlar, cumartesi günü biterdi. Pazar sabahı program yoktu. Tiryakileri de bir gün ara vermiş olurdu. On iki bölümlük oyunlar iki hafta sürerdi. Meraklısı bilirdi ki, her pazartesi ya yeni bir oyun başlar ya da bir önceki hafta başlayan oyunun yedinci bölümü vardır.

Sonraki yıllarda bu gelenek bozuldu. Oyunlar beş, sekiz, on bölüm ya da ihtiyaca göre daha uzun yazılmaya başlandı. Artık pazar sabahları da arkası yarın yayınlanıyordu. Bugün uygulama bu biçimde sürüyor. Üçyüzaltmışbeş gün arkası yarın dinliyoruz. Bilmem hangisi daha iyi? Biz eski usule alışmışız bir kere, biraz tuhaf geliyor. Arkası yarın severlerin de haftada bir gün tatili olsaydı fena mı olurdu?

Bir de Radyo Tiyatrosu kuşağı vardı. Radyoda haftada bir yayınlanan tek bölümlük tiyatro oyunlarını çocukluğumuzdan bugüne dinlemeyi sürdürüyoruz. Çarşamba akşamları 21.00’de aileleri radyo başına bağlayan bir programdı. TRT bu geleneği bugün de koruyor hala.

Radyodan tiyatro dinlemek hayal gücünüzü harekete geçiriyor. Görsellik olmadan, sadece seslerle bir gösterimi dinlemek televizyonda ya da gerçek bir sahnede tiyatro veya sinema izlemekten farklı. Bir şeyi görerek izlediğinizde, hayal etme şansınız ortadan kalkıyor, neyse o! Esas kızla esas oğlan karşınızda, kıyafetler, olayın geçtiği mekân vs. her şey ortada.

Radyo tiyatrosunda ise öyle mi? Âşıkların el ele tutuşmalarını, bakışıp sarılmalarını zihninizde canlandırıyorsunuz. En güzel sevgiliyi siz hayal ediyorsunuz. Akan derenin şırıltısını duyuyorsunuz ama manzaranın tasviri size ait. Bir bakıma daha özgürsünüz. Bir romanı okumakla, aynı romandan çekilmiş filmi izlemek arasında da böyle bir fark var. Romanda her şey sözle ifade ediliyor. Tasvirler, duygular. Bunun adı edebiyat! Yazar ne kadar ustaysa o denli lezzet katıyor okumanıza. Elbette sinema sanatının yeri ayrı ama çoğu romanı, film olduğunda izlemek, okumanın tadını vermiyor.

Arkası yarın ve radyo tiyatrosuna dönecek olursak: TRT radyolarının yarım yüzyıllık bu güzel program formatı yeni kanallar açıldıktan sonra özel radyolar tarafından da denendi. TGRT ve NTV başta olmak üzere birçok radyo arkası yarın ve tek bölümlük radyo tiyatroları hazırladı. Ancak hiçbirinin sanatçı kadrosu yıllar öncesinin TRT kalitesine ulaşamadı ne yazık ki. Aslında bugün TRT’nin yeni kaydettiği tiyatrolarda da eski özeni görmek pek mümkün değil. Dinlediğinizde konu ve içerik olarak güncellemeler var. Eskinin naif kurgularının yerini kavgalı dövüşlü oyunlar aldı. Yıllar öncesinin oyunlarında cep telefonu yoktu, teknoloji yoktu. Bugün dinlediğiniz arkası yarınlarda hepsi var ama terörist de var, güvenlik kuvvetleri de. Zamanla hayatımıza giren kavram ve unsurların tiyatroya yansıması doğal ama kulaklarımız yine o eski sesleri arıyor. Birbirine benzeyen, ayırt edemediğimiz birçok yeni sesten radyo tiyatrosu dinlemek pek de keyifli olmuyor. İsterseniz fazla eskiye bağlılık deyin, 1970’lerin, 80’lerin yapımları aranıyor. Yetkililer de aynı fikirde olmalı ki, sabah radyoyu açtığınızda güncel yapımlardan çok, eski kayıtlara yer veriliyor.

Değerli okurum, bu yazı gönlünüzde yer ettiyse sabah ilk işiniz 09.40’da radyonuzu açmak olsun. Keyifli dinlemeler.

 

 

Selim Altınok

[Oğuz gidiyor] Tuzluca’nın arıları- Oğuz Tan

Tuzluca’ya vardığımda, canım yumurta istedi. Proteine hasret kalmış olmalıydım ki, bol yağda 6-7 yumurta kırdığımı ve ekmeği bana bana yediğimi hayal etmeye başladım. Bakkaldan yumurta alıp, ocağımda pişirebilirdim. Anayoldan içeride, inin cinin top oynadığı bir mahalleye girdim. Bir evin bahçe kapısının önünde, içtiği sigarayı bitirmek üzere olan biri vardı, bakkalın yerini sordum:

O: Selamın aleyküm. Buralarda bakkal nerde bulurum?

A: Aleyküm selam. Bakkalı ne edecen?

O: Yumurta alacağım.

A: Niye? Karnın mı aç?

O: Evet, karnım aç. Sahanda yumurta pişirip yiyeceğim.

A: İçeri gir. İçerde sana kavurmayla pilav versinler. Bugün rahmetli babamın sene-i devriyesi. Keşke daha erken gelseydin; hayvan kestik, kavurduk. Millet karnını doyurdu, hayvanın güzel yerleri bitmiştir. Artık kısmetine ne kalmışsa onu yiyeceksin.

O: Abi lafı mı olur. Allah rahmet eylesin. Tamam, içeri geçiyorum o zaman.

Kuru üzümlü pilav ve kavurma öğle yemeğim oldu.

Bahçe kapısından girdim ve evin küçük verandasında bana kavurma, pilav ve kola ikram ettiler. Koyun kesmişlerdi. Kısmetime düşen ette, minik kemik parçaları ve kastan çok yağ dokusu vardı. Pirinç pilavını ise kuru üzümle pişirilmişti. Tabii ki, hepsini sildim süpürdüm. Bu sırada Hasan Bey ile tanışmış olduk. Hasan’ın yaşlı bir annesi vardı. Teyzenin elini öptüm, rahmet diledim ve yemek için teşekkür ettim. Hasan’ın, doğulu çoğu ailede olduğu gibi, çok sayıda kardeşi varmış fakat hepsi büyük şehirlerde yaşıyorlarmış. Kız kardeşleri var mıydı bilmiyorum ama Hasan’ın ağabeyi o gün evdeydi ve onunla tanışmış oldum.Hasan, annesi ve ağabeyi ile verandada birlikteyiz.

Evden beraber ayrıldık ve çevrede dolaştık. Yürüyerek yakındaki tuz mağaralarını gittik. Tuzluca, ismini bölgede bulunan tuz yataklarından alıyormuş. Anlattıklarına göre, bölgedeki tuz rezervinin zenginliğine ve tuzun yüksek kalitede olmasına rağmen siyasi nedenlerle bugüne kadar bölgede hiç bir yatırım yapılmamış.

Tuzluca’daki tuz mağaraları

Hasan ve ailesiyle helalleşip Iğdır’a gitmek üzere anayola çıktım. Az ileride, kovanlarıyla uğraşan bir arıcı gördüm. Bisikletimi park edip kovanlara doğru yürüdüm.

Adı Garip’miş. Kovanlardaki güveleri temizliyormuş. ‘Arılar bir şey yaparlar mı bana?’ dedim, ‘yok, vurmazlar’ dedi ve ekledi ‘bunlar Kafkas arısı, çok güzel arı bunlar, hiçbir şey etmezler sana’. Vurmaktan kastı, belli ki arı sokmasıydı.

Arıcı Garip

Garip’in Kafkas ırkı arıları

Video kaydettim biraz sohbet ettik ve o sırada arılar bana saldırdılar. Can havliyle, koşarak kovanlardan uzaklaşmaya çalışırken olan olmuştu, vücudumun altı-yedi yerinden sokmuşlardı. Belimde, sırtımda, ensemde, kafamda, omuzlarımda ve kollarımda şişikler oluştu. Canım çok yanıyordu. Canımın derdinde koşarken, çantamı da kovanların yanında unutmuşum. Arıcı Garip’ten çantamı getirmesini rica ettim.

A: Vurdular mı?

O: Evet, vurdular.

A: Neden vurdular biliyor musun? Hep siyah giymişsin, arılar koyu renk sevmez. Bir de kokun yabancı ya tabii, ondan.

Ne diyeceğimi bilemedim. Gülmeli miydim, ağlamalı mı? ‘Tamam, Garip Ağabey, olan oldu, sana kolay gelsin, arıcılık hayatında başarılar diliyorum’ dedim ve yola çıktım. Çok canım yanıyordu. Pedallara yüklenişim, yükselen nabzım ve bünyeme zerk olan arı zehri arasında bir korelasyon (bağlılaşım) olmalıydı. Bir an için ‘Haberlerde, filmlerde gördüğüm insanlar gibi ölür müyüm acaba?’ diye düşünmüş olsam da, bildiğim kadarıyla arı alerjim yoktu ve ölmeyecektim. Öte yandan, öğlen yemeğinde tükettiğim bol yağlı etin ağırlığı vardı üstümde. Arıların sokmalarıyla enerjim fark edilir düzeyde düşmüştü. İlginçtir, yaklaşık yarım saat sonra metabolizmam hızlanmıştı. Enerji patlaması yaşıyor, bisiklet üstünde adeta bir roket gibi gidiyordum. Bunun nedeni yediklerimi sindirmiş, kan şekerimdeki dalgalanma vs. değildi, başka bir şeydi. Bilimsel bir açıklamasını, arı zehrinin vücutta yarattığı sebep-sonuç ilişkilerini bilmiyor olsam da, yaşadığım durumun tam da bundan kaynaklandığını düşünüyordum. Aslında, başlangıçta canım yanmış olsa da şu anda halimden son derece memnundum. Uzunca bir süre kendimi oldukça enerjik hissettim.

Iğdır’a vardım ve çarşıya doğru sürdüm bisikletimi…

 

 

Oğuz Tan

Bisiklet Gezgini

Yazar Şebnem İşigüzel “Ağaçtaki Kız” ile Books at Berlinale’de!

Berlin Film Festivali’nin dünyanın en büyük telif alışverişinin yapıldığı Frankfurt Kitap Fuarı’yla yıllardan beri sürdürdüğü kitapların uyarlama haklarının tanıtım programı “Books at Berlinale”e üçüncü kez bir Türkçe kitap seçildi.

Programa bu yıl 30’un üstünde 150’den fazla edebi eser başvurdu.

Seçilen 12 eser ise Almanya, Fransa, Gürcüstan, Yunanistan, İtalya, Norveç, İspanya, Türkiye ve İngiltere’den oldu.

Yazar Şebnem İşigüzel’in “Ağaçtaki Kız” romanı da bu eserlerden biri olmaya hak kazandı.

Şebnem İşigüzel’in Gülhane Parkı’nda bir ağaçta yaşamaya başlayan on yedi yaşındaki bir genç kızın hikayesini anlattığı “Ağaçtaki Kız” Berlin Film Festivali’nin Franfurt Kitap Fuarı’yla 2006’dan beri ortak sürdürdüğü Books at Berlinale programına seçilen 12 edebi edebi eserden biri oldu.

Seçilen eserlerin sunumları üç gün sürecek atölye çalışmalarının ardından 19 Şubat’ta gerçekleşecek.

Berlinale Co-Production Market’da yapılacak sunumlarda dünyanın dört bir yanından gelen yapımcılara seçilen kitaplar tanıtılacak.

Türkiye’den Şebnem İşigüzel’in yayın haklarını temsil eden Kalem Ajans da orada bulunacak. Kitabın sunumunu Hazal Baydur yapacak.

Seçilen kitaplar, yeni basılan, en çok satanlara girmiş ve/veya ödül sahibi eserlerden oluşuyor.

2016 yılında “Soraya” ile Meltem Yılmaz ve “Daha” ile 2014’te Hakan Günday, Books at Berlinale’e seçilmişti.

Şebnem İşigüzel

Books at Berlinale’de bu yıl seçilen kitaplar ise şöyle:

“In the Midst of Winter” (Isabel Allende), Agencia Literaria Carmen Balcells, İspanya

“Fake Metal Jacket” (Sven Recker), Agentur Kroll, Almanya

“The Other Amsterdam” (Dato Turashvili), Bakur Sulakauri Publishing, Gürcüstan

“The Million Kroner Kindness Competition” (Arnfinn Kolerud), Cappelen Damm Agency, Norveç

“#egoland” (Michael Nast), Edel Books, Almanya

“Bakhita” (Véronique Olmi), Editions Albin Michel, Fransa

“Magda” (Mazarine Pingeot), Editions Julliard, Fransa

“The Girl in the Tree” (Şebnem İşigüzel), Kalem Agency, Türkiye

“Where the Missing Go” (Emma Rowley), Orion Publishing Group, Birleşik Krallık

“Wenn Martha tanzt” / “Martha’s Dance” (Tom Saller), Ullstein Buchverlage, Almanya

“Hitler’s Feast” (Rosella Postorino), Vicki Satlow Literary Agency, İtalya

“Captain Horror’s Island” (Rodoula Pappa), Volatilium, Yunanistan

 

(Kalem Ajans)

İklim değişikliği zehirli aslan balıklarını Akdeniz’e göç ettirdi

İnsan kaynaklı iklim değişikliği deniz ekosistemini de olumsuz etkiliyor.

İklim değişikliği ve besin ağındaki değişim tropik sularda yaşayan balıkları göçe zorladı.

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk’e göre Akdeniz başta olmak üzere Türkiye denizlerine 450 yabancı deniz canlısı girdi.

Yüzgeçleri zehirli aslan balıkları için ‘aranıyor’ posteri hazırlandı

Yabancı deniz canlılarının birçok bölgede biyolojik sabotaj nedeni olarak adlandırıldığını söyleyen Öztürk, “Bu sayının 60 kadarını yabancı balık türleri oluşturuyor. Başta Süveyş Kanalı yoluyla girenler olmak üzere, gemi balast suları, insan eliyle taşınma ve yapışma (fouling) gibi sebeplerle bunların sayısı her geçen gün artmaktadır.

Yeni ortama giren birçok zehirli balık, denizanası gibi türler turizm, balıkçılık gibi faaliyetleri olumsuz etkiliyor. Ayrıca zehirli balıkların yenilmesi halinde halk sağlığı için yeni sorun alanları oluşturuyor.

Sadece Marmara Denizi’ne gelen 90 kadar yabancı tür bulunmaktadır. Bu denize gemilerin balast sularıyla gelen tür sayısı 50 kadar ve balast değişiminin veya boşaltmanın Marmara Denizi’ne yapılmaması önerilmektedir” diyor.

“Ulusal bir izleme programı başlatılmalı”

TÜDAV Başkanı, yabancı deniz canlılarının birçok bölgede biyolojik sabotaj nedeni olarak adlandırıldığını söyleyerek zararlı türlerle ilgili halkı ve balıkçıları uyarmak amacıyla bir poster hazırladıklarını anlattı.

Bilgilendirme posterinin Türkiye’deki tüm balıkçı kasabalarına ve dalış merkezlerine dağıtımları sürüyor.

Yabancı balık türleri iklim değişikliği ve deniz suyu sıcaklığının artması nedeniyle Akdeniz’de kolayca yaşam alanı bulabiliyor.

Denizlerde iklim değişikliği ve yabancı türlerin yayılması konusunda ulusal bir izleme programı başlatılmasını öneren Prof. Dr. Öztürk, “Özetle Akdeniz’in içinde artık ağırlıkla Kızıldeniz canlılarından oluşan başka bir Akdeniz var ve bu herkesi tehdit ediyor” diyor.

Yıllık zarar 12 milyar Euro

Avrupa Birliği  tarafından yapılan bir araştırmaya göre, denizlerdeki yabancı türler yılda 12 milyar Euroya yakın zarara neden oluyor.

Türkiye’de balon balıklarının ağlara verdiği zararlar ve iş gücü kaybı nedeniyle küçük ölçekli balıkçılara verdiği zararın yılda 10 bin TL olarak tahmin edildiği bu zararla karşılaşanlara devlet desteği verilmesi önerildi.

Bunun yanı sıra Akdeniz’e yabancı zararlı türlerin girişinin azaltılması  için deniz çayırlarının korunması ve daha fazla deniz koruma alanı oluşturulması gerektiği kaydedildi.

İklim değişti Akdeniz oldu: Tropikal suların balığı Mandagöz artık Mersin’de

 

(Hürriyet)

Afrin operasyonunun 1 haftalık bilançosu: 357 ölü

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte Afrin’e yönelik düzenlediği Zeytin Dalı Harekâtı bugün yedinci gününe girdi.

TSK’dan bu sabah yapılan açıklamaya göre operasyon kapsamında bugüne kadar 343 PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ’lı hayatını kaybetti.

Dün gece 13 uçakla 23 hedefin vurulduğu bildirildi.

Bakan: 14 kaybımız var

Sağlık Bakanı Ahmet Demircan ise “14 kaybımız var, 3’ü Türk askeri, 11’i Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensubu” dedi. Durumu ağır olan askerin olmadığını söyleyen Demircan, Türkiye’ye getirilen 130 yaralının 82’sinin taburcu edildiğini belirtti.

Çatışmalarda Astsubay Üstçavuş Musa Özalkan ve Üsteğmen Oğuz Kaan Usta, Uzman Çavuş Mehmet Muratdağı hayatını kaybetmişti.

Bölgede patlayıcıları temizleyen TSK’nın kontrolü sağlanan bölgelerde güvenli noktalar oluşturduğu bildiriliyor.

Afrin’den PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ’ın sivil yerleşim yerlerinde hendekler açıp, barikatlar kurup, sivillerin yaşadığı binalara keskin nişancılar yerleştirdiği, geri çekilirken sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı bilgileri paylaşılıyor.

Bölgede zorlu hava koşullarına rağmen 8 noktada kara ve hava operasyonlarının sürdüğü, Afrin kent merkezinin çembere alınmaya çalışıldığı da gelen bilgiler arasında…

Hatay sınırı özel güvenlik bölgesi ilan edildi

Operasyonun 5’inci gününde Hatay sınırı özel güvenlik bölgesi ilan edilirken; gazeteciler ile yurttaşların da sınıra ulaşması yasaklanmıştı.

ABD’den itidal çağrısı

Beyaz Saray İç Güvenlik Danışmanı Thomas Bossert, Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye karşı başlattığı Afrin operasyonuna ilişkin ülkesinin kaygılarını İsviçre’nin Davos kentinde yapılan 48. Dünya Ekonomik Forumu’nda tekrar etti.

ABD’nin Türkiye’nin Afrin operasyonu sonrası Türk ordusu ile YPG’nin omurgasını oluşturduğu ABD destekli DSG arasında çatışmaların yaşanmasından endişeli olduğunu söyleyen Bossert, “Türkiye, Afrin ve Suriye’de ilerlerken çatışmaların artma olasılığına karşı dikkatli olmalı. Biz, bunun IŞİD’i yenmeleri için güvendiğimiz vekil güçlerle çatışma gibi korkunç bir sonucu olmasını istemeyiz” dedi.

Şimşek: Afrin yabancı yatırımcının gündemi değil

Davos Zirvesi’nde BloombergHT’ye bugün açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Zeytindalı Harekatı’nın ekonomiye etkisinin sınırlı olduğunu söyledi. “Türkiye meşru müdafaa hakkını kullanıyor, Birleşmiş Milletler normlarına göre hareket ediyor. Bizim tek yaptığımız terör örgütüyle mücadele” ifadelerini kullanan Şimşek dün akşama kadar yatırımcılarla toplantılar yaptığını belirterek, “Hiçbirinde Afrin konusu gündeme gelmedi” açıklamasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez 24 Ocak’ta ABD Başkanı Donald Trump ile Afrin operasyonunu görüşmüş ve Trump’a “YPG’ye verdiğiniz silah desteğini kesin” çağrısında bulunmuştu. Beyaz Saray da Trump’ın Afrin’de tırmanan şiddetten kaydı duyduğunu dile getirmişti.

Afrin yönetiminden Suriye devletine çağrı

Türkiye’nin Afrin’e operasyonunun başladığı 20 Ocak’tan bu yana yazılı ve sözlü açıklama yapmakla yetinen Suriye yönetimine seslenen Afrin Kantonu Demokratik Özerk Yönetimi, “Suriye devletinden sorumluluklarını yerine getirmesini, Afrin’i ve kendi sınırlarını Türkiye’den korumasını bekliyoruz” dedi.

 

(Hürriyet, T24)

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevini sona erdirdi

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevlerinden uzaklaştırıldıktan sonra açlık grevi başlatan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, yaklaşık bir yıldır sürdürdükleri açlık grevine son verdi.

324 gündür açlık grevinde olan Gülmen ve Özakça işlerine iade edilmek için OHAL İnceleme Komisyonu’na başvurmuştu.

Aylardır Olağanüstü Hâl (OHAL) Komisyonu’ndan çıkması beklenen karar olumsuz çıktı.

Komisyon Gülmen ve Özakça’nın işe dönüş talebini reddetti.

Gülmen ile Özakça’dan basın açıklaması

Ret kararının ardından Gülmen ile Özakça basın açıklaması yaptı. Açıklamaya, TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı, ATO Genel Başkanı Vedat Bulut, TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, Gülmen ile Özakça’nın hekimleri ile avukatları ve Yüksel direnişçileri katıldı.

Yüksel direnişçilerinin iradesini anarak açıklamasına başlayan Nuriye Gülmen, “OHAL Komisyonu işe iade talebimizi reddetti. Yargı yoluna başvuracağız. Bugün itibariyle açlık grevimizi sonlandırıyoruz. Ama direnişimiz devam ediyor. Hastane süreci bitip sağlığımıza kavuştuktan sonra mücadelemiz devam edecek. Bu mücadele biz bitti demeden bitmeyecek. Mücadele etmekten, direnmekten bizi vazgeçiremediler. Hepinize teşekkür ediyorum” dedi.

“Yargı yoluna gideceğiz”

Gülmen şöyle konuştu:

“Saniyeler içinde gözaltına alınan 10 kişinin duyduğu bir kişinin küçücük direnişini 444 boyunca ilmek ilmek örerek bugüne kadar getirdik. Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk ama korkularımızın üstüne gittik. Bize onurumuzu verdiği için direnişimizi çok seviyoruz. AKP’nin KHK’larını yerle bir etti. İnancımızı halklar boşa çıkarmadı. Yoldaşlığı, vefayı, sevgiyi bu direniş yeniden öğretti. Günde iki kez gözaltına alınan ve 8 aydır her gün oraya çıkan Yüksel direnişçileriyle yeniden tanımladık. Bugün ilk günden çok daha güçlüyüz. Bugün bize kalan bir ” biz” var. Çok kalabalığız.”

OHAL Komisyonu’nun kararını tebliğ aldıklarını ve reddedildiklerini söyleyen Gülmen, “Yargı yoluna gideceğiz. Açlık grevimizi bugün itibaren sonlandırıyoruz ama direnişimiz bitmedi. Hastane sürecimiz bittikten sonra mücadele etmeye devam edeceğiz. Biz bitti demeden bitmeyecek.”

Nuriye Gülmen 324 günlük açlık grevi sürecini şu sözlerle anlattı.

“Bugüne kadar yanımızda olan Kamu Emekçileri Cephesi’ne teşekkür ederiz. Bizim savunmamızı üstlenen ve avukatlığın nasıl yapıldığını bir kez daha gösteren Halkın Hukuk Bürosuna teşekkür ediyoruz. Bizlere destek veren sanatçılara, sesimizi duyurmaya destek veren gazetecilere çok teşekkür ediyoruz.

Bizi bu direniş boyunca mektupları ile yalnız bırakmayan, biz tutsakken bizi hiç mektupsuz bırakmayan sevgili ‘özgür Tutsaklara’ ve ülkenin dört bir yanındaki hapishanlerden mektup yazan tüm siyasi tutsaklara çok teşekkür ediyoruz.

Numune Hastanesi’nin önünde nöbet tutan, duruşma salonlarını boş bırakmayan ve tahliye edildikten sonra bizleri ziyaret eden ve ellerimizi tutan dostlarımıza çok teşekkür ediyoruz.

Direnişimizi her platformda dile getiren sanatçı dostlara teşekkür ediyoruz.

“444 süren bir direnişi adım adım büyüttük”

Acılarımızı dindirmek için çaba gösteren Ankara Tabip Odası’na bağlı hekimlerimize çok teşekkür ediyoruz.

Bu halkın evlatları ve bir parçası olarak bu halka inandık ve direnişe başladık. İnancımız boşa çıkmadı. Biz anlattık, onlar dinlediler. İnancımızı boşa çıkarmadılar. Ellerimizi tuttular, kapılarını bize açtılar. Onlara çok teşekkür ediyoruz.

444 süren bir direnişi adım adım büyüttük. Biz direnişimizi çok seviyoruz. Direnişimiz bize özgürlüğümüzü verdi. Bize dayatılan teslimiyeti reddederek, bize dayatılanı kabul etmeyeceğimizi söyleyerek o alana çıktığımız ilk gün özgürleştik. Her geçen gün daha da özgürleştik. Bizim zincirlerimiz yok. Korktuk mu evet korktuk. Ama geri adım atmadık. Bize özgürlüğümüzü geri kazandırdığı için bu direnişi çok seviyoruz.”

Bugün anlatmaya ve yaşanmaya değer hikayeler yaratma vaktidir. Zulüm varsa direnmek haktır” diyerek bu direnişe başlamıştım. Yüksel Direnişi bu direnişin adıdır. Tarih sahnesini boş bırakmamak için gerekirse bir mum olalım. Geleceğin öğretmenleri bugüne baktıklarınd gördükleri bir boşluk olmasın. Mücadele eden eğitimciler olsun. Bu direniş onurumuzu korumak için başladığımız bir direnişti. Böyle başladı ve bugüne kadar da böyle devam etti.”

“Direnişimiz pek çok değeri bize yeniden öğretti”

“Direnişimiz başka direnişlere örnek oldu. Başka şehirlerde başka direnişler başlattı. OHAL’in karanlığını yardığı için, ‘Hiç bir şey yapılamaz’ dendiği, vekillerin, gazetecilerin tutuklandığı çok çetin bir süreçte başlamış bir direniş. Bugün sokağa çıkmanın fitilini ateşleyen bir direniş oldu Yüksel Direnişi.

KHK’lerin hükmünü yerle yeksan etti bu direniş. Bizim televizyonumuz, kanalımız yok nasıl anlatalım bu direnişi demedik. Bir kişiyse bir kişiye anlatalım diye sokağa çıktık. Önce bir kişiye, sonra iki kişiye anlattık. Sonra milyonlara ulaştı bu direniş.

Direnişimiz pek çok değeri bize yeniden öğretti. Sevgiyi, sadakati, aşkı, bağlılığı. Bunları biz yendien tanımladık. Nazife ile Esra ile yeniden tanımladık. Aylarca her gün oraya iki kez çıkan ve gözaltına alınan Yüksel direnişçileri ile yeniden öğrendik.

AKP iktidarı, iktidarın kullanabileceği tüm araçları kullandı. İçişleri Bakanlığı’nın her türlü imkanları ile saldırdılar. Terörist olduğumuza yönelik açıklamalar varana kadar. Dava devam ederken davayı etkilemeye yönelik açıklamalar yaptılar. Ama bu saldırıların hepsinden güçle çıkmayı bildik. Bu saldırılar bizi yıldırmadı. Mücadeleye başladığımızdan bugüne baktığımızda bugün çok daha güçlüyüz. Bunu direnişimiz sayesinde başardık.

Bugün bize kalan bir biz var 440. günde. Biz bu direnişte kendimizi hiç yalnız hissetmedik. Tarihten aldığımız güçten ve hissettiğimiz bizden dolayı yalnız hissetmedik.

OHAL Komisyonu işe iade talebimizi reddetti. Yargı yoluna başvuracağız. Bugün itibariyle açlık grevimizi sonlandırıyoruz. Ama direnişimiz devam ediyor. Hastane süreci bitip sağlığımıza kavuştuktan sonra mücadelemiz devam edecek. Bu mücadele biz bitti demeden bitmeyecek. Mücadele etmekten, direnmekten bizi vazgeçiremediler. Hepinize teşekkür ediyorum.”

Semih Özakça: Bu direniş umut oldu

1 Aralık 2017’de Acun Karadağ ile beraat ederek mücadelesini dışarıda sürdüren Semih Özakça is şu konuşmayı yaptı:

“Bizce bu direnişi en büyük kazanımı dünya halklarına bir umut olmasıdır. Hem de en kötü ve ağır koşullarda. Bu direniş, irademizi teslim etmezsek bir şeyler başarabileceğimizi gösterdi.”

Bu direniş tarihsel bir direniştir. Bu direniş tarihe bir not düştü. Bu direniş iktidarın ne kadar acımasız ve pervasız aynı zamanda güçsüz ve haksız olduğunu teşhir etti.

Direnmeyen, direnmeyi ısrarla seçmeyen, baskında ve başına geleceklerden korkarak geri duran kurumlar oldu. Bunları teşhir etti aslında. Kaçacak yer yok, saklanacak yer yok. Tweet atan insanlar bile tutuklanıyor. Halkın kaçacağı saklanacağı hiç bir yer yok.

Bizim kişiliklerimizi ezmeye çalışıyorlar. Biz kişiliklerimizi ezdirmediğimiz için hapse atıldık. Terörist olduğumuzu kanıtlamak için kitapçık yayımlandı. Tarihte bir ilk bu.

Bizi ailemizi parçalamak istediler. Ailemizi parçalayıp bizi bölme çabaları boşa düştü. Ailemizle bir olduk ve onlarla birlikte bu mücadeleyi yürüttük. Annem, eşim, kayınvalidem ve eşimin kardeşleri bu süreçte hep yanımda oldu. Bu süreçte daha da bir birimize bağlandık.

Bizim dava sürecimizde dışarıda verilen mücadele sayesinde, gerek benim gerek Nuriye ablanın tahliye olması dışarıdaki direniş sayesinde olmuştur. Bu da direnişin neler başarabileceğini göstermiştir.

“Biz kazandık. Bu kazanılmış bir direniştir”

Sevgili eşim Esra ile birlikte beraber sevdayı da büyüttük. Yozlaşmanın, bencilliğin sevda diye yutturulmaya çalışıldığı bir sistemde, sevdanın ne olması gerektiğini gösterdik.

Sevgili eşim benim açlığıma ortak oldu. Beraber acıları, umutları ve hayatı paylaştık.

Küçük Prens’ten bir not almıştım. ‘Sevgi bir birinin gözünün içine bakabilmek değil, beraber aynı yöne bakabilmektir.’ Biz hem birbirimizin gözünün içine baktık, hem de aynı yöne baktık.

“Halkımızı, vatanımızı seviyoruz. Onun için mücadele ettik”

Biz sevgimizle, halkımıza duyduğumuz sevdayla, biz halkımızı, vatanımızı seviyoruz. Onun için mücadele ettik. Direnişimizi de o sevgiyle büyüttük.

Annem, anneler. Veli Saçılık’ın annesi Kezban Ana. Annem ilk defa hayatında gözaltına alındı. Şu anda birçok davası var. Bir anne çocuğu için ne yapabilirdi. En fazla bunu yapabilirdi. Gerçekten gurur duyuyorum. Çocuğu için büyük bedelleri göze alarak, büyük korkuları göze alarak nasıl bir ana olunması gerektiğini göstermiştir. Bizim bu direnişimizin güzelliklerinden biri de, kazanımlarından biri de ailemiz oldu.

Somut kazanımlardan bahsettik. Bir şeyler yapılması lazım. Komisyonun kararı bir yargı yolunu açtı. Yargı adaletli mi? Hayır. Ama bir kanal açılmış oldu. Bu direnişten önce böyle bir ihtimal dahi yoktu. Komisyonu bir oyalama olarak sürdürmeyi düşünüyorlardı. Aslında direniş bu komisyonun gerçekten çalışmasına da neden oldu. İşe iade veya ret kararı vermesi bile bir kazanım. KHK ile alabilirlerdi bu kararı ama binlerce insanı sürüncemede bırakmak için bu yolu tercih ettiler. Bu süreçte intihar eden, psikolojisi bozulan insanlar olmamızı istediler süreci uzatarak. Hayır biz intiharı seçmiyoruz, psikolojimizi bozmuyoruz. Sonuç olarak biz kazanacağız ve direnişimiz sürecek.

“Şubat’ta çıkan KHK ile sadece eşim ihraç edildi”

Şunu da belirtmek isterim ki, tam olarak teyit etmedim ama bulunduğum ilçede ihraç edilen tek insanım. Daha sonra açıktaki sendikadaki arkadaşlarımız ve eşim geri döndü. Şubat’ta çıkan KHK ile sadece eşim ihraç edildi. Bu da gösteriyor ki, bana destek olduğu için ya da sadece benim eşim olduğu için ihraç edildi. Komisyondan eşimle ilgili de bir karar çıkmadı.

Mücadelemiz devam edecek. Emekçiler sömürülüyorsa, işlerinden atılıyorsa direnmek haktır. Biz sonuna kadar direneceğiz. Herkese teşekkür ederim.”

Özakça’nın kendisi gibi öğretmen olan eşi Esra Özakça, “Teşekkür ederken unuttuklarımız oluyordur. Ama Nuriye ve Semih İçin Dayanışma hiç pes etmedi. Özel dayanışmaya ayrıca teşekkür etmek gerekiyor. Ailelere de teşekkür ediyorum.” dedi.

Acun Karadağ: İktidar Nuriye ve Semih’in elini öpmeli

Örgüt üyeliği suçlamasıyla yargılandığı davadan Özakça ile beraat eden Acun Karadağ herkesi Yüksel’deki direnişe davet etti.

“Aylarca arkadaşlarımıza bir şey olursa korkusuyla direndik. Ama bugün çok mutluyum. En azından arkadaşlarımızı kaybetme korkusunun yerine umudu koyarak direnmeye devam edeceğiz.”

İktidar yönetemeyen bir iktidar. Yönetemediği için OHAL ilan ediyor. Biz yönetemeyen iktidardan daha iyi bir karar beklemiyorduk. Yapabileceklerinin en iyisin yaparak yargı yolunu açmışlardır.

Beş insan bedenleri ile çok büyük bir irade ortaya koymuşlardır. Yüksel Caddesi onlardan, onlar Yüksel Caddesi’nden güç almışlardır. Her gün kazandık aslında, her gün iktidardan bir parça kopardık.

İktidarın yerinde olsam bu insanlar temsilci gönderir ve ellerini öptürürüm. Tarihe katil olarak geçen bir iktidar olmalarını engelledikleri için, bu direnişe teşekkür borçlular.

Veli’nin sözü ile bitirelim. ‘Direniş daima’ diyelim. Nuriye ve Semih arkadaşlarımızı da sağlıklarına kavuştuklarında Yüksel’deki direnişe bekliyoruz.”

 

(Cumhuriyet)

Pembe Hayat Kuirfest’in İstanbul macerası başladı

Pembe Hayat KuirFest bugün (26 Ocak Cuma) İstanbul macerasına başlıyor!

26, 27, 28 Ocak tarihlerinde, IDEA Kadıköy, Tasarım Atölyesi Kadıköy ve Tütün Deposu’nda takipçileriyle buluşacak olan festival, film gösterimleri başta olmak üzere atölye, panel ve söyleşilerden oluşan programıyla, LGBTİ+ hakları mücadelesinde sanat aracılığı ile sözünü söylemek üzere yola çıkıyor. Festival yedinci yılında da, LGBTİ+ bireylerin sanatsal üretimde daha çok yer alarak kendi hikayelerini anlatmalarına özel bir önem veriyor.

KuirFest, Gökkuşağının Altında, Kuir Belgeseller, Kuir Diziler, Ğ , kÜLT gibi seçkileri bu yıl da programında bulundururken, Uluslararası Erivan Altın Kayısı Film Festivali’nde iki LGBTİ+ filminin programdan çıkarılması üzerine ortaya çıkaran sansür tartışmasını başlık edindiği Sansürün Sınırın Ötesinde: Ermenistan LGBTİ Sineması seçkisi ile dünyanın her köşesinden belgesel, animasyon ve kurmaca türü yapımların bulunduğu Alışın Buradayız, Arzular Şelale ve Aşk Olsun kısa seçkilerini ise bu yıl ilk kez arşivine ekliyor.

Festivalde ilk gün programı

KuirFest İstanbul’daki ilk gününü direniş temasını merkezine alan ‘Arzular Şelale’ ve aşk ve varoluş temalarını çatı edinen ‘Aşk Olsun’ kısa seçkileriyle açıyor.

Festivalde gün boyu, ‘Kuir Belgeseller’den Feminista (2017), ‘Gökkuşağının Altında’ bölümünden Sazlıkta Bir An (A Moment in the Reeds, 2017), ‘Sansürün Sınırın Ötesinde’ bölümünden Beni Dinle (Listen to Me, 2016), ‘kÜlt’ bölümünden Cinsiyet Kimlikleri (Gendernauts: A Journey Through Shifting Identities, 1999), ‘Kuir Diziler’den Şugar Çark (Wonders Wander, 2017) ve Kate Millett imzalı Üç Hayat (Three Lives, 1971) izlenebilir.

KADIKÖY İDEA
14.00 Arzular Şelale Seçkisi
15.30 Üç Hayat
18.30 Feminista
20.30 Sazlıkta Bir An

TASARIM ATÖLYESİ KADIKÖY
14.30 Aşk Olsun Kısa Seçkisi
16.00 Beni Dinle
18.00 Şugar Çark
20.00 Cinsiyet Kimlikleri

Program hakkında ayrıntılı bilgi için www.pembehayatkuirfest.org sayfasının ziyaret edebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)