Yaşı belli olgunluğa ermişlerimiz bu kelimeleri yan yana gördüklerinde ilk ne düşünür, ne hisseder acaba? Benim için “Arkası Yarın” çocukluğum demektir. Huzurlu bir sabah, hatta bir değil yüzlerce, binlerce sabah saat tam 09.40’ta radyonun başında olmak demektir.Hatırlıyorum, eski lambalı bir radyomuz vardı. FM kanalı bile bulunmayan, orta dalgadan yayılan parazitli ve boğuk sesiyle salonumuzun başköşesinde, kütüphanenin üzerinde duran eski bir radyo. Hemen yanındaki koltukta oturan babam, kütüphanenin önündeki divana kurulmuş ben ve kardeşim. İçeriden annemin sesi “Başladı mı? Geliyorum…” Ailecek dinleyeceğiz elbette, birimiz eksik olursa olmaz.
Bazı sabahlar, özellikle geç kalktığımız hafta sonları, Arkası Yarın’ı mutfağımızda kahvaltı eşliğinde pilli bir radyodan dinlerdik. Televizyonun evlerimize yeni yeni girdiği yıllardı. Tek kanallı TRT vardı, o da haftanın birkaç günü yayın yapıyordu, üstelik tüm günde değil, belirli saatlerde. Herkesin sadece kulağı değil, gözü de radyonun üzerindeydi o zamanlar. Televizyondaki pembe dizilere daha çok vardı…
Sabahları en büyük eğlencemiz yirmi dakika süren “Arkası Yarın” keyfiydi. Bir gün önce yayınlanan bölümün özetiyle başlayan, ardından hepsini çok iyi bildiğimiz, bugün bile seslerini duysak anında tanıdığımız sanatçılar tarafından sunulan bir drama. Sema Aybars, Aykut Sözeri, Çetin Tekindor, Işık Yenersu, Haluk Kurdoğlu, Kerim Afşar, Yıldırım Önal, Baykal Saran, Oytun Şanal, Suna Pekuysal, Şener Şen, Tijen Par, Sönmez Atasoy, Elif Türkan Çölok, Çetin Köroğlu, Erol Amaç ve daha niceleri. Onlar radyo stüdyosunda bir masanın başında, ellerinde tekst, önlerinde mikrofon. Sesleriyle bizi nerelere götürüyorlardı bir bilseniz… Bazen bir deniz kenarına, bazen Antarktika’nın buzullarına, bazen yüzyıllar öncesindeki Osmanlı Sarayı ya da bir Fransız Şatosuna.
Bu mekânlara hayali yolculuklar yapmamızı sağlayan önemli biri daha vardı: Efektör Korkmaz Çakar. Elbette tek o değildi ama isminin orijinalliğinden midir bilemiyorum, efektör olarak bugün ilk aklıma gelen hep Korkmaz Çakar oluyor. O yıllarda birçok oyuna imzasını çakmıştı! Masa başında oturan kahramanlarımızı otomobile bindiren de oydu, indiren de; denizde yüzdüren de oydu; ata binip dörtnala koşturan da; gıcırtılı bir kapı açıldıktan sonra eve sokan da oydu.
Önceleri Arkası Yarın’lar altı ya da on ikişer bölüm olarak hazırlanıyordu. Bir oyun pazartesi günü başlar, cumartesi günü biterdi. Pazar sabahı program yoktu. Tiryakileri de bir gün ara vermiş olurdu. On iki bölümlük oyunlar iki hafta sürerdi. Meraklısı bilirdi ki, her pazartesi ya yeni bir oyun başlar ya da bir önceki hafta başlayan oyunun yedinci bölümü vardır.
Sonraki yıllarda bu gelenek bozuldu. Oyunlar beş, sekiz, on bölüm ya da ihtiyaca göre daha uzun yazılmaya başlandı. Artık pazar sabahları da arkası yarın yayınlanıyordu. Bugün uygulama bu biçimde sürüyor. Üçyüzaltmışbeş gün arkası yarın dinliyoruz. Bilmem hangisi daha iyi? Biz eski usule alışmışız bir kere, biraz tuhaf geliyor. Arkası yarın severlerin de haftada bir gün tatili olsaydı fena mı olurdu?
Bir de Radyo Tiyatrosu kuşağı vardı. Radyoda haftada bir yayınlanan tek bölümlük tiyatro oyunlarını çocukluğumuzdan bugüne dinlemeyi sürdürüyoruz. Çarşamba akşamları 21.00’de aileleri radyo başına bağlayan bir programdı. TRT bu geleneği bugün de koruyor hala.
Radyodan tiyatro dinlemek hayal gücünüzü harekete geçiriyor. Görsellik olmadan, sadece seslerle bir gösterimi dinlemek televizyonda ya da gerçek bir sahnede tiyatro veya sinema izlemekten farklı. Bir şeyi görerek izlediğinizde, hayal etme şansınız ortadan kalkıyor, neyse o! Esas kızla esas oğlan karşınızda, kıyafetler, olayın geçtiği mekân vs. her şey ortada.
Radyo tiyatrosunda ise öyle mi? Âşıkların el ele tutuşmalarını, bakışıp sarılmalarını zihninizde canlandırıyorsunuz. En güzel sevgiliyi siz hayal ediyorsunuz. Akan derenin şırıltısını duyuyorsunuz ama manzaranın tasviri size ait. Bir bakıma daha özgürsünüz. Bir romanı okumakla, aynı romandan çekilmiş filmi izlemek arasında da böyle bir fark var. Romanda her şey sözle ifade ediliyor. Tasvirler, duygular. Bunun adı edebiyat! Yazar ne kadar ustaysa o denli lezzet katıyor okumanıza. Elbette sinema sanatının yeri ayrı ama çoğu romanı, film olduğunda izlemek, okumanın tadını vermiyor.
Arkası yarın ve radyo tiyatrosuna dönecek olursak: TRT radyolarının yarım yüzyıllık bu güzel program formatı yeni kanallar açıldıktan sonra özel radyolar tarafından da denendi. TGRT ve NTV başta olmak üzere birçok radyo arkası yarın ve tek bölümlük radyo tiyatroları hazırladı. Ancak hiçbirinin sanatçı kadrosu yıllar öncesinin TRT kalitesine ulaşamadı ne yazık ki. Aslında bugün TRT’nin yeni kaydettiği tiyatrolarda da eski özeni görmek pek mümkün değil. Dinlediğinizde konu ve içerik olarak güncellemeler var. Eskinin naif kurgularının yerini kavgalı dövüşlü oyunlar aldı. Yıllar öncesinin oyunlarında cep telefonu yoktu, teknoloji yoktu. Bugün dinlediğiniz arkası yarınlarda hepsi var ama terörist de var, güvenlik kuvvetleri de. Zamanla hayatımıza giren kavram ve unsurların tiyatroya yansıması doğal ama kulaklarımız yine o eski sesleri arıyor. Birbirine benzeyen, ayırt edemediğimiz birçok yeni sesten radyo tiyatrosu dinlemek pek de keyifli olmuyor. İsterseniz fazla eskiye bağlılık deyin, 1970’lerin, 80’lerin yapımları aranıyor. Yetkililer de aynı fikirde olmalı ki, sabah radyoyu açtığınızda güncel yapımlardan çok, eski kayıtlara yer veriliyor.
Değerli okurum, bu yazı gönlünüzde yer ettiyse sabah ilk işiniz 09.40’da radyonuzu açmak olsun. Keyifli dinlemeler.
Selim Altınok