Ana Sayfa Blog Sayfa 2885

[Oğuz Gidiyor] Keşmir, Hindistan – Oğuz Tan

Kargil, İndus Nehri’nin kollarından biri olan Suru Nehri’nin yanı başında yer alan, 2.700 metre yükseklikte kurulu Müslüman bir şehir. Aynı zamanda Kargil, Ladakh’ın, Leh’ten sonra ikinci en büyük yerleşim yeri.

Önünde Suru Nehri, hemen arkasında yüksek dağlar yer alıyor. 14. veya 15. yüzyılda Müslüman misyonerler tarafından bölgede İslamiyet yayılana dek, Kargil’deki inanç sistemi Tibet Budizmi’ydi. Günümüzde ise nüfusun %77’si Şii. Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilimin belki de en sıcak noktası olan Kargil’de, son olarak 1999’da iki ülke arasında savaş yaşandı.

Kargil’de, yaz aylarında gündüzleri sıcak, geceleri serin oluyor. Kış ayları ise oldukça uzun sürüyor ve sıcaklık -40 oC’nin altına düşebiliyor.

Bölge ikliminin en uç değerleri ise, rotam üzerindeki Drass kasabasında görülüyor. Burası, yeryüzünde Sibirya’dan sonra, kış aylarının en soğuk geçtiği ikinci yerleşim bölgesiydi. Ocak ve Şubat aylarında, ortalama -23 oC olan gece sıcaklığı zaman zaman -45 oC’yi görebiliyor. Drass’ta kaydedilen en düşük sıcaklık ise, 1995 kışında görülen -60 oC olmuş. Bahar mevsimlerinin bir aydan az sürdüğü Drass’ta, mevsimler kış ve yaz mevsimleri olarak yaşanıyor. Ekim-Mayıs ayları arası 8 ay kış ve Haziran-Eylül arası 4 ay yaz.

Saatler sonra, bir diğer dağ geçişi olan Zoji La’dan önce yollar epey bozuldu. Geçişe vardığımda trafik tamamen kilitlendi. Buldozerlerin yol çalışması nedeniyle her gün, 11.00-14.00 saatleri arasında yol kapatılıyormuş. Bölgenin ve trafiğin güvenliğini ikili gruplar halinde devriye gezen, tüfekli ve toz nedeniyle yüzleri örtülü askerler sağlıyordu.

Anlatılanlara göre; sert geçen kış, dağın toprak yapısı ve baharda eriyen metrelerce kar nedeniyle ciddi kaymalar meydana geliyor, inşaa edilen hiçbir karayolu dört mevsim boyunca ayakta kalamıyordu.

Birkaç saat sonra yol açıldı. Karşı yönden yüzlerce Tata kamyonun geldiğini tahmin edemedim. Çift yönde akan, toz toprak içindeki yolda görüş mesafesi 3-4 metreye kadar düştü. Güçlükle soluduğum, kaotik bir parkurdu. Yolun bir tarafı dağ, diğer tarafı bariyersiz uçurumdu. Bu nedenle çift yönde akan trafiğin tam ortasında ilerlemeyi tercih ettim. Böylelikle şoförler beni daha rahat görebilecek, görememeleri halinde ise uçurumdan uçmak yerine daha sıradan (!) bir kaza geçirecektim.

Geçişin en kalabalık bölümünü geride bırakmış, yola tüm vücudumu ve bisikletimi kaplayan kalın bir toz tabakası ve ağzımdaki çamur tadıyla devam ediyordum. Zemin o kadar taşlık ve engebeliydi ki, bu sefer titreşim problemi yaşıyordum. Fren sıkarak yavaş yavaş yokuş aşağıya indim.

Birkaç saat içinde tüm zorlukları geride bırakmış ve doğa cenneti bir vadiyi karşıma almış, hızlı ve keyifli bir iniş yapıyordum. Yeşilin farklı tonlarını barındıran ormanlık vadiye, dağların ve bulutların arasından akşam güneşi düşmüş, ilginç ve güzel bir görüntü yaratmıştı.

Dağları ve ormanlarıyla yemyeşil bir köy olan Sonamarg’da, terk edilmiş bir milli parkın içinde, Thajiwas Buzulu’nu karşısında iki gece kamp yaptım. 2.800 metrede yer alan kamp noktası oldukça keyifliydi. Geceleri oldukça rüzgârlı ve soğuktu…

 

Oğuz Tan

Bisiklet Gezgini

Instagram @oguzgidiyor

 

[Gözlem] Hızlanan hayat, dijitalleşen insan ve 45’lik plaklar – Selim Altınok

Zaman ne de çabuk geçiyor, sabah kalkıyoruz nasıl akşam oldu anlamıyoruz. Yaz geliyor diye seviniyoruz, bir de bakıyoruz ki, Eylül olmuş, yaprak dökümü! Soğuk, yağmur, kar, çamur derken pek de hoşlanmadığımız kış bile ne zaman geldi ne zaman gitti farkına varamıyoruz. Yalnız mevsimler değil, her şey, hepimiz çok hızlıyız artık.

Yıllar önce bir kitap okumuştum, Amerika’yı anlatıyordu. Orada insanlar işe koşarak gidermiş, herkes hızlı konuşurmuş. Yazar gözlemini paylaşıyordu ve biraz da övüyordu galiba bu durumu. Diğer batı toplumlarında da böyle mi diye düşünmüştüm. Doğuda hayat biraz daha yavaş mı akıyordu acaba? Kitabı okuduğum zamanlarda böyleydi sanırım.

Okuldan eve yürüyerek gelirdik. Sokaklar çocuklar için oldukça güvenli ve sakindi. Trafik yine vardı elbette ama şimdiki kadar hızlı akmazdı.

Televizyonumuz da tek kanaldı, üzülürdük. Zamanımız o kadar çoktu ki, Avrupa gibi özel yayınlar olsun, bir dolu film izleyelim, birçok yarışma, maç seyredelim isterdik.

Çocuktuk, altı ya da yedi yaşında, küçük bir pikap alınmıştı eve. Yanında tek bir 45’lik plak getirmişti babam. Bir ön yüzünü, bir arka yüzünü dinlerdik. Çevir çevir aynı şarkılar, ama hiç sıkılmazdık. Yavaş yavaş sayısı artan plaklarımıza nasıl da can kulağıyla bağlanırdık, doya doya ve özümseyerek. Üç dakikalık bir şarkı için, platoya bir plak yerleştirir, pikabın kolunu kaldırır, özenle plağın üzerine koyardık. Şarkı bitince tekrar kolu dikkatle geri almamız, plağı değiştirmemiz gerekirdi.

Masal plaklarımız vardı: Kırmızı Başlıklı Kız, Çizmeli Kedi, Parmak Çocuk, Alaaddin’in Lambası. Kardeşim ile birlikte pikabın başına oturur, masal dinlerdik. Oturmaktan sıkılınca kalkar el ele tutuşur, pikabın etrafında dönmeye başlardık. Plak döndükçe biz de dönerdik. Ta ki masal bitinceye kadar. Plak durunca biz de otururduk. Başımız dönerdi hala ama masalı da ezberlemiş olurduk. Plaklar 33, 45 veya 78 devirliydi. Onlar ne hızla dönerse dönsün, bizim hızımız hep aynıydı, her şeyi hazmetmeye yetecek kadar, daha fazla değil.

Biraz palazlanmış,  ortaokul çağına gelmiştik ki Almanya’ya giden teyzemiz, elinde bir kasetçalarla geldi. Bizdeki heyecanı düşünün! Teybi en güzel sehpamızın üzerine yerleştirdik. Yanında da dört tane boş kaset! En sevdiğimiz şarkıları radyodan banta çekip defalarca dinliyoruz. O kadar çok tekrar ediyoruz ki, artık kaset dayanamayıp sarıyor. Tamir ettiriyoruz, çünkü o gün için tüm arşivimiz o dört kasetten ibaret. Ara kablo alıp radyo ile kasetçaları birbirine bağladığımızda çok mutlu olmuştuk, artık radyodan şarkı çekerken sokaktan geçen satıcının ya da arabanın sesi kayda girmeyecekti.

1990’lar… Evimize ilk CD hediye geldi. “Brahms – Keman ve viyolonsel için ikili konçerto” Bunu dinleyebilmemiz için birkaç yıl daha geçmesini, eve CD çalarlı müzik seti alınmasını beklememiz gerekecekti.

Aynı yıllarda özel kanalların mantar gibi bitmesiyle, önce radyolarımızın “FM” bandı doldu, ardından televizyonlarımızın kanalları. Bir yandan CD alıyor, müzik arşivimizi hızla genişletiyorduk. Diğer yandan o radyo senin bu radyo benim, Televizyonda hangi kanalda iyi film varsa onu izlerken kulağımızda radyo.

İlk masum kazalar yaşanmaya başlamıştı, bisiklet sürenler kulaklığı takınca Walkman’den gelen sesin coşkusuna kapılıp o hızla bir yerlere bindiriveriyorlardı.

Bilgisayarlar ve cep telefonları hayatımıza giriyor

1990’ların ortaları kişisel bilgisayarların evlerimize girdiği yıllar. Hemen ardından telefonlar da ceplerimize giriverdi. Bunu internet takip etti. Küresel hızlanma sürüyor, evlerimize aldığımız internetin hızı da gitgide artıyordu. 3G derken 4G ve üzerini ister olduk. Bilgisayar elbette hayatımızı kolaylaştırdı. İnternet bilgiye ulaşma yolunda büyük mesafe kat ettirdi bizlere. Ama her nimetin bir külfeti var. Artık baba oğluyla, büyük anne torunuyla, kardeş kardeşle, arkadaş arkadaş ile konuşmuyor. Herkes elinde telefon, sosyal medyada. Oradaki mesaja cevap vermek, anneannesiyle sohbet etmekten daha önemli. Doğum günleri Facebook üzerinden kutlanıyor. Sanal çiçekler, pastalar gönderiliyor. Teknoloji var ya. Tatilde akrabaları ziyarete filan gerek yok, Telefonun yanında, çıkarsın seyahate, gidersin deniz kenarına. Güneşlenirken atarsın toplu bir mesaj olur biter. “Bizimkilerin gidip ellerini öpemedik. Telefonla arasak mı bari?  Yahu şimdi bir dolu muhabbete ne gerek var, zamanım yok, denize girip çıkmalı, hızlıca bir duş, fast food, akşam diskoya yetişmeli”.  

Çocuğunuzu bilgisayarın başından kaldırıp yemeğe getirmek bir sorun. “Ne yapıyorsun evladım?” “Ödev hazırlıyorum” Boşuna Google hazretleri dememişler, edebiyat, biyoloji, ne isterseniz oradan kopyalıyorsunuz. Jet hızıyla hazır ödeviniz.

Eskiden bir evde bir televizyon olurdu. Çocukların odasında ya da mutfakta varsa lüks sayılırdı. “Her odada televizyon olur mu bu ne israf” diye büyüklerimiz söylenirdi. Şimdi her odada bir televizyon değil her cepte bir telefon. Çoluk çocuk aile boyu GSM operatörlerine çalışıyoruz.

Her mahallede ancak bir telefonun olduğu günleri unutmadık daha. Şehirlerarası telefon etmek için santrali arayıp isim yazdırılır, sıraya girilirdi. Komşu komşunun telefonuna muhtaçtı o zamanlar. Özellikle şehir dışında yakını olan kimse mutlaka mahallenin telefonlu evine konuk olurdu. Önce santral aranır, numara yazdırılırdı. Saatlerce oturulurdu. Kahveler içilir, muhabbet edilirdi. Şehirlerarası telefon sırası gelince, evin başköşesindeki telefon çalardı. Santral “Adana hazır, buyurun görüşün” dediği an ev sahibi ahizeyi komşusuna uzatır, konuşmaya mecburen kulak misafiri olmamak için yavaşça mutfağın yolunu tutardı. Görüşme bitip teşekkür faslı da tamamlanınca komşu müsaade ister, çoğu zaman nazikçe şehirlerarası görüşmenin epey bir yekûn tutan ücretini sezdirmeden bir köşeye bırakıp ayrılırdı.

Yeni nesil şehirlerarası telefon kavramına yabancı. Artık evlerimizin başköşesine yerleşen sabit telefonların eski fiyakasından eser yok, antika sayılıyorlar, nesilleri tükenmek üzere, yakında koruma altına alınırlarsa şaşmayın.

Şimdi binlerce dakikalık, on binlerce mesajlık, internetli tarifeler, paketler kullanıyoruz. Kendimize, yakınlarımıza ayırabileceğimiz kıymetli zamanımızı medyaya veriyoruz. Acaba hayatımızdan boşa giden dakikalar için de ek paket alabilecek miyiz bakalım?

Eskiden bir mektup için ayda yılda bir gelecek postacının yolunu gözlerken, şimdi E-mail ile her gün yüzlercesiyle baş etmek zorunda kalıyoruz. Hep işimiz var, okunacak e-postalar, cevaplanacak mesajlar. Herkes her zaman çok yoğun. Çocukların bile ajandası var, hafta içi okul, hafta sonu kurs. Acaba bu nedenle mi kış derken bahar, bahar derken yaz geçiyor.

Her şeyin çok olması, hayatın çeşitlenmesi hatta hızlanması elbette kötü değil. Burada önemli olan, doğru seçimi yapabilmek. Zamanı yerinde kullanabilmek.

Dijitalleşen İnsan

Sonunda hızlanan hayata ayak uydurmak için çareyi bulduk. Kendimizi programlayıp bilgisayar gibi birçok işi bir arada yapmaya başladık. Makine aynı anda hem internetten dosya indirip hem müzik çalabiliyorsa, biz de hem araç kullanıp hem arkadaşımıza mesaj atabiliriz. Hem telefondan film izler, hem sohbet ederiz. İş yerinde çalışır, aynı zamanda çaktırmadan bilgisayar oyununa takılırız. Sokakta yürürken kulaklığımızla telefon konuşabiliriz, olur biter. Evet, hızlanmanın yolunu bulduk, aynı anda birden çok iş yapmak. Ancak bu insan doğasına aykırı. Bilgisayar bile aşırı yüklendiğinde yavaşlıyor. Onun hiç olmazsa fanı var, ısınmaya başlayınca kendini soğutabiliyor. Biz ne yapalım? Bir fanımız bile yok ki bizi soğutsun, ancak uflayıp puflayarak gönlümüzü ferahlatmaya çalışabiliyoruz. Müzik dinlerken telefon konuştuğumuzda ne dinlediğimiz müzik oluyor, ne konuştuğumuz sohbet.

Erich From “Olmak ya da sahip olmak” adlı eserinde bunu güzel anlatıyor. Her şeye sahip olacağım derken hiçbir şeyin gerçek sahibi olamıyoruz, her şeyi yapayım derken hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyoruz. Her şeyden zevk alayım derken, gerçek can sıkıntısına düşüveriyoruz.

Bakıyorum da, en güzel eğlencelerim, müzik dinlemelerim pikaba 45’lik koyduğum, zamanın daha yavaş ve telaşsız aktığı çocukluk yıllarıma, o kadim zamanlara ait sanki. Şimdi hepimizin bilgisayarında binlerce parça var. Telefonlarımız internete bağlı, tıklayabileceğimiz müziğin haddi, sınırı yok, ama daha birini çalmaya başlamışken aynı anda ondan sıkılmaya da başlıyoruz. Ne dinlesem acaba?

İnanın, yapay zekânın dünyayı ele geçirmesi filan korkutmuyor beni artık. Makinelerin insanı esir alması değil mesele. Gerçek sorun insanın makineleşmesi. Ne olur insan olalım, insan kalalım.

 

Selim Altınok

[Hermit] Kötü komşu ev sahibi kötü sistem tiyatrocu yapar – Ayşegül Sağlam

Geçen hafta Postmodernizm’e yenik düşen Çalıkuşu yazımda Çalıkuşu okumayan nesli nasıl yarattığımızdan bahsetmiştim. Bu hafta da onun neticelerinden bahsedeyim dedim. Belki biz; değerlerine, geçmişine sahip çıkan; değişen toplumun dinamiklerine şahit olabilen bir nesil yetiştirseydik ben hala öğretmendim.

Bu cümleden artık öğretmen olmadığım anlaşılıyor. Evet 10 yıllık mesleğimden, öğrencilerime artık ulaşamadığım gerekçesiyle ayrıldım. Öğretmenlik mesleğimi özel okullarda sürdürdüğüm için; emeklilik şartları, yeşil pasaport ihtimali vs. gibi özlük haklarından feragat etmeye de gerek yok. “Ben gidiyorum” diyorum “Tamam, git” diyorlar ve ilişiğiniz kesiliyor. Ne yapayım, yaptığım işin hayrını göremiyordum artık. Ben de ticari bir karar aldım. Maaşımla asla satın alamayacağım bir şeyi satın aldım. Hem de bunu maaşımdan vazgeçerek aldım: Özgürlüğümü. Düşündüm ki insanın ruhu çalışkansa, bakmakla yükümlü olduğu bir çocuğu falan da yoksa temel ihtiyaçlarını karşılayacak parayı her şekilde kazanır. İş ki beklentileri düşük tutmayı becerelim. Mesela, araba kredisine çalışan, sonra o kredi bitince arabayı sıfırlayıp yeni kredi için çalışmaya devam arkadaşım oldu benim. E ben Akbil kullandığıma göre kafadan o kadar çalışmama gerek kalmıyordu mesela.

Bir de öğretmenliği bırakmamın en önemli sebebi, öğrencilere ulaşamama durumumdu… Sadece 10 yıl yaptım bu işi. İnsanların değişimini gözlemlemek adına çok kısa bir dönem. Ama şahit olduğum değişime inanamazsınız. Ben öğretmenliğe başladığımda, yani 2008 yılında, kullanılan cep telefonu modellerine bakarsanız, öğrencilerdeki değişimin de aynı oranda olduğunu görebilirsiniz. Ama teknolojik gelişimin aksine, bu değişim onlarda menfi yönde oldu. Yani şiirler, öyküler okuyarak heyecanlanan; aşktan, tiyatrodan bahsedince gözleri parlayan kitle hızla değişti. Heyecanlandığı kavramlar, yeni çıkacak telefon modellerine dönüştü. Çünkü hiçbir şiir, bir ‘Candy Crash’ aksiyonuna sahip değildi. Şiiri anlamak için ihtiyaç duyduğu düşünce becerisine de ihtiyaç duymuyorlardı. Hipnotize olmuş bir halde, mutlulukla izliyorlardı patlattığı şekerleri.

Tabii gelişen teknoloji sadece ‘Candy Crash’ le sınırlı kalmıyordu. Onlarca uygulama vardı hayatlarını kolaylaştıran. Sonra hayatları ve ihtiyaçları o kadar kolaylaştı ki hiçbir şey için çaba sarf edemez oldular. Hazırladıkları ödevler, okudukları kitaplar hatta inanmayacaksınız ama aşkları bile o kadar basitleşti ki… Ben şiirden aşktan bahsettikçe onlar ‘Hocam LYS’de bu şekilde çıkmıyormuş, siz bize çalışma kâğıdı hazırlasanız biz daha kolay ezberleriz.’ dediklerinde anlamıştım artık öğretmenlik yapamayacağımı. Bunu diyen öğrencinin de üniversite sınavına daha 2 senesi olması başka bir sıkıntı tabi.

‘15 yaşında ergene kızıp iş mi bırakılır?’ diyeceksiniz. Yanılıyorsunuz. O çocuğumun hiçbir suçu yok. Biz öyle bir hızla bu sistemin canına okuduk ki o gariplerim sadece adapte olmaya; onlar adam olmasın diye var gücüyle çalışan sistemin içinde adam olmaya çalışıyorlardı. Ben de bu sistemin 10 yıllık neferi olarak hiçbir şey yapamıyordum. Eee nasıl bakacaktım şimdi çocuklarımın yüzüne? O yüzden bıraktım işte.

Öğretmenlik de bittiğine göre kime ne anlatacaktım şimdi? Halbuki o kadar doluydum ki… Derdimi bir şekilde insanlarla paylaşamazsam çatlayacaktım. Sonra düşündüm ki beni edebiyat öğretmenliği kadar heyecanlandıran başka bir şey daha vardı: Tiyatro. Derdimi onunla anlatabilirdim. Yıllardır uğraştığım, kafa yorduğum, yazdığım, oynadığım, oynattığım tiyatro. Ama kim bana tiyatro yaptıracak; 30’una gelmiş, iş işten geçmiş; eğsen eğilmez büksen bükülmez. Ses, zaten öğretmen faranjiti… ‘Olsun’ dedim. ‘Ben derdimi anlatayım da konuya komşuya oynarım. Onlar da bana mercimek getirir, patates getirir; geçinir giderim’ dedim. Ve ‘Hermit’ i yazdım. Hermit, yukarıda okuduğunuz kadının hikayesi. Ama konu zaten sıkıntılı olduğu için yazarken komik yanlarını almaya çalıştım. Yıllardır benim içim bayılıyor, bari izleyenin içi bayılmasın diye komik hikayelerle, şarkılarla, türkülerle, bezedim. Ağzıma layık bir oyun oldu. Ben hem derdimi anlatıyor hem de eğleniyorum. Siz de eğlenirken bu derde ortak olmak isterseniz beklerim efendim.

Sevgiler…

 

 

Ayşegül Sağlam

@hermitaysegul

 

Saros Körfezi için sevindirici haber: Kalker ocağına “ÇED gereklidir” kararı

Keşan’a bağlı Mecidiye köyünün Saros Körfezi kıyısındaki ormanlık alan, 2006’da Kütür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘Turizm Koruma ve Geliştirme Bölgesi’, 2010 yılında ise ‘Saros Körfezi Özel Koruma Bölgesi’ ilan edildi.

Türkiye ve dünyadan dalış yapmak için grupların da akın ettiği körfezde, tüm bunlara rağmen denize yaklaşık 500 metre uzaklıkta bulunan ormanlık alanlarda taş ve kalker ocakları art arda açılmaya başlandı.

Saros’un yeşil kıyıları ve ormanlık alanları tahrip edilirken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Mart 2017’de bölgedeki kalker ocakları için ‘ÇED raporu gerekli değildir’ kararı verdi.

Karar üzerine Saros Körfezi Mecidiye Turizm ve Çevre Kültür Varlıklarını Koruma Derneği, avukat Bülent Kaçar aracılığıyla Edirne İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma talebiyle başvurdu.

Mahkeme, ‘ÇED raporu gerektiği’ yönünde karar verdi.

Kaçar, kararın ardından bölgedeki ocakların faaliyetlerini durdurmak için valiliğe başvurdu.

“Rehabilite edilen ocak yok”

DHA’dan Ali Can Zeray’a konuşan Kaçar, gerek Saros’da gerekse Istranca ve Trakya’nın diğer yerlerinde bugüne kadar terk edildikten sonra rehabilite edilen taş ocağına rastlamadığını söyledi.

“Çevre ve maden mevzuatına göre taş ve kalker ocakları veya herhangi bir maden ocağı, kömür ocağı işletmesi sona erdikten sonra tahrip edilen alanların eski haline döndürülmesi, gerekli ağaçlandırılıp rehabilitesi yapılması gerekiyor. Ancak bugüne kadar Türkiye’de dahil bunun olumlu örneklerini görmüş değiliz” diyen avukat, taş ve maden ocaklarını terk edilip gidildiğini, bölgede tozlaşma ve su birikintisi olduğunu kaydetti.

“Çevreye etkisi değerlendirilmeli” 

Tozların ve ağır metallerin çevredeki tarım alanlarına yayılarak sağlığa ve bölgeye zarar vermeye devam ettiğini ifade eden Kaçar, valiliğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ve diğer bakanlıkların etkin denetimler yapmasını beklediklerini dile getirdi.

Avukat Kaçar, mahkeme kararına ilişkin şunları söyledi:

“Biz Saros’ta, Istrancalar’da, Trakya’da kalker ve taş ocakları zulmünün ve işkencenin bitmesini istiyoruz. Trakya çok özel ekolojik değerlere sahip. Trakya’ya baktığımızda üç tarafı denizlerle ve ormanlarla  kaplı. Üç ayrı dağı ve inanılmaz verimli tarım alanlarına sahip bir bölge. Bu çerçevede baktığımızda yerin üstü, yerin altından çok daha değerlidir. Çünkü bu yerin altındakilere, biz Istranca, Koru Dağları’nı, Ganos’u, Soros’u, Uçmakdere’yi, Dubnisa Mağarası’nı İğneada’yı değişemeyiz, değiştiremeyiz. Biz burada yüzyıllarca oluşmuş toprak varlığından bahsediyoruz. Toprak ve su hayatın olmazsa olmazları ama maden öyle değil. Şu an her madencilik faaliyeti ağır metallerin yeryüzüne o verimli alanlara, içme sularına, tarıma doğaya saçılması demektir. Eğer siz bu madenciliği Türkiye’de, adamakıllı mevzuata, çevre korumacılığa, canlı sağlığa uygun yapamıyorsanız yapmak zorunda değilsiniz. Çünkü bu beraberinde kanseri ve ölümü getiriyor. Dolayısıyla sağlık etki değerlendirmesi yapmadan, çevresel etki değerlendirmesi yapmadan, hiçbir politika hiçbir karar verilmemelidir. Bugün gelinen noktada doğayı korumak, yaşamı korumaktır. Bugünkü yapılan her yıkıcı faaliyet içme sularımızı, tarım alanlarımız, ormanlarımızı yani hayatımızı köreltmekte yok etmektedir. Biz bu çerçevede Trakya Platformu olarak  bugüne kadar bilimsel hukuksal itirazlarımızı Trakya’da yaşamak adına yaptık. Ve bu çerçevede de her türlü yıkıcı, ekolojik yıkım getiren, politika karar proje işletmenin takipçisi olacağız.”

 

(Diken)

TBMM’de stajyer bir kadını taciz eden erkeğin işine son verildi

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) sözleşmeli memur olan 52 yaşındaki F.K. isimli erkeğin, 18 yaşındaki stajyer kadını taciz etmesine ilişkin başlatılan soruşturma tamamlandı.

Bülent Sarıoğlu’nun Hürriyet’te çıkan haberine göre kadını 4 ay boyunca sistematik olarak cinsel tacize maruz bırakan erkeğin işine son verildi.

4-C statüsünde 24 yıldır Meclis’te çalışan F.K. ‘yüz kızartıcı suç’ nedeniyle “bir daha devlete atanmamak üzere” memurluktan çıkarıldı.

Soruşturmacıya ifade veren diğer stajyerler, öğrencinin aynı memurun tacizlerinden rahatsız olduğunu daha önce kendilerine ilettiğini söyledi.

Kadın ise korktuğu için durumu amirlerine söyleyemediğini anlattı.

Meclis’teki taciz tek değil

Geçtiğimiz günlerde Meclis’te yine bir taciz yaşanmıştı.

TBMM Halkla İlişkiler binasındaki Destek Hizmetleri Başkanlığı’nda hizmetli kadrosunda görev yapan 55 yaşındaki A.E. isimli erkek, Meclis’te sözleşmeli personel olarak çalışan bir kadını cinsel tacize maruz bıraktığı ortaya çıkmıştı.

A.E. isimli erkeğin sadece görev yeri değiştirilmişti.

 

(Gazete Karınca, Hürriyet)

Cihangir Roma Parkı’ndaki İBB projesine yürütmeyi durdurma kararı

Cihangir Roma Parkı bitişiğine inşa edilen İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne ait “sosyal tesis”in inşaat ruhsatının ve mimari projesinin yürütmesinin durdurulmasına karar verildi.

Semt sakinleri, sosyal tesisin mühürlenerek faaliyetinin durdurulmasını ve tesis alanının park olarak düzenlemesini istedi.

İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Cihangir Roma Parkı bitişiğinde inşa edilen “sosyal tesis”in inşaat ruhsatının ve mimari projesinin hukuka aykırı olduğu ve inşaatın devamı halinde telafisi güç zararlara yol açacağını gerekçe gösterdi.

Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda, İstanbul 10’uncu İdare Mahkemesi’nin sosyal tesis inşaatını da kapsayan alanda  “Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planları”nın iptali yönünde verdiği karara atıf yapıldı.

Mahalle sakinleri 2017 yılı Şubat ayında  sosyal tesis inşaatına karşı, kamu yararı bulunmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulması istemli ruhsat, proje ve plan iptal davası açmıştı.

Yürütmenin durdurulması istemi İstanbul 7. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiş, bunun üzerine semt sakinleri bu karara itiraz etmişti. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi bu itirazı kabul etti ve sosyal tesisin yapı ruhsatı ve mimari projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.

“Tesis mühürlensin”

Davayı açan semt sakinleri adına yapılan açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Roma Parkı bitişiğinde semt sakinlerinin itirazı ve devam eden hukuki sürece rağmen inşaatı tamamlanan İBB’ye ait sosyal tesisin inşaat ruhsatının ve mimari projesinin yürütmesini durdurdu. Bu karar, geç de olsa haklılığımızı gösteriyor. Roma Parkı’nda bulunan İBB sosyal tesisi hukuka aykırı bir şekilde inşa edilmiştir. Yapı ruhsatının hukuka aykırı olduğu Mahkeme kararı ile tespit edilen bir tesise işletme ruhsatı verilmesi düşünülemez. Bu nedenle verilen karar ışığında tesisin mühürlenmesini ve faaliyetinin durdurulmasını, tesis alanının park olarak düzenlenmesini, tesisin çevresinde çitlerle  kapatılan alanın tekrar halkın kullanımına açılmasını, parkın bakımının yapılmasını ve bu şekilde Mahkeme kararının gereklerinin yerine getirilmesini talep ediyoruz.

Tarihi Roma Bahçesi semtimizin denize açılan penceresidir. Hem bir seyir terası, hem düzenlenmesi ve işlevsel olarak kullanılmasının sağlanması gereken arkeolojik park alanıdır. İstanbul’da beklenen olası bir depremde kullanılabilecek bir toplanma alanı niteliğindedir. Kentsel sit alanı olan bölgenin ihtiyacı olan sosyal tesis değil, açık ve yeşil alanlardır.

Parklar, yeşil alanlar hepimizindir, parklardaki kullanım alanlarımız işgal edilemez.

Semtimize, İstanbul’umuza, ülkemize ve yeşil alanlarımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz.”

 

(T24)

İklim değişikliğiyle mücadelede 23 projeye 1 milyar dolarlık finansman desteği

Paris Anlaşması ile beraber iklim finansmanında en kritik organ haline gelen Yeşil İklim Fonu (GCF) 19. Yönetim Kurulu toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıda, bütçesi toplamda 1 milyar doları aşan 23 yeni projeye finansman kararı onaylanırken, finanse edilecek projelerde aranacak çevresel-sosyal kriterler ve yerli halklara ilişkin politika prensipleri de kabul edildi.

Yeni kabul edilen projelerle beraber Yeşil İklim Fonu proje portfolyosu toplam bütçesi 3.7 milyar dolar olan 76 projeye genişledi.

Yeşil İklim Fonu Yönetim Kurulu 2018 yılı için Eş-sekreterlik pozisyonlarına gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri temsilen İsveçli Diplomat ve Elçi Lennart Båge ve Paris Anlaşması’nı tepkilere rağmen çok geç imzalayan ancak anlaşmaya hızla taraf olan Nikaragua’dan iklim müzakerecisi Dr. Paul Oquist’i seçti.

Yeşil İklim Fonu’nun operasyonlarını güçlendirecek bir takım politika kararlarının (Yerli Halklar Politikası, Çevresel ve Sosyal Politika) alındığı 19. kurul toplantısında Yeşil İklim Fonu’na hazırlık programı kapsamında gelişmekte olan ülkeler için 60 milyon dolar ek kaynak da onaylanmış oldu.

Paul Oquist ve Lennart Båge

Yeni Eş-sekreter Dr. Paul Oquist’in deyişine göre oldukça olumlu geçen toplantıda toplamda 1 milyar dolarlık bütçeye sahip 23 yeni projenin finanse edilmesi kararlaştırıldı.

Kurulda aynı zamanda Basitleştirilmiş Onay Süreci adı verilen, gelişmekte olan ülkelerin daha az bürokrasi ile daha küçük ölçekli başvurular yapabilmesine olanak tanıyacak yeni bir başvuru çerçevesi kabul görmüş oldu.

Kurul, Toplumsal Cinsiyet ve Sosyal İçermeye ilişkin kararları almayı ise ertelemeyi seçti. Yeşil İklim Fonu’nda azalan kaynakların gelişmiş ülkelerce yenilenmesi (replenishment) kararı da ABD’nin güçlü itirazları nedeni ile sonraya bırakıldı.

Hangi projeler kabul edildi?

Yeşil İklim Fonu 19. Yönetim Kurulu Toplantısında finanse edilmesi kararlaştırılan projeler ve finanse edilecek bütçeleri şu şekilde:

  1. Grenada’da İklime Dayanıklı Su Sektörü, 42.16 milyon dolar
  2. Barbados’ta Sürdürülebilirlik için Su Sektörü ve İklim Değişikliğine Dayanıklılık Bağı, 27.61 milyon dolar
  3. Doğu Karayipler Küçük Ada Devletlerinde Entegre Fiziksel Adaptasyon ve Toplum Dayanıklılığı için Kamu, Özel ve Sivil Toplumda İyileştirilmiş Doğrudan Erişim Pilot Projesi, 20 milyon dolar
  4. Paraguay’da Yoksulluk, Yeniden Ormanlaştırma, Enerji ve İklim Değişikliği, 25.06 milyon dolar
  5. Paraguay’da Özel Sektör Sanayide Enerji Verimliliği Yatırımlarını Teşvik Etmek, 23 milyon dolar
  6. Arjantin’de Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Yatırımları için Finansman ve Risk Azaltım Enstrümanlarının Desteklenmesi, 103 milyon dolar
  7. Brezilya’da Enerji Verimli Şehirler için Finansal Enstrümanlar, 195 milyon dolar
  8. Marşal Adaları, Pasifik’te İklim Değişikliğine Dayanıklılık Projesi 2. Fazı, 25 milyon dolar
  9. Tacikistan’ın Dağlık Coğrafyalarındaki Hassas ve Gıda Güvencesiz Toplulukların Kapasite Geliştirme ve Geçim Biçimlerinin Çeşitlendirilmesiyle İklim Değişikliğine Dayanıklılıklarının Arttırılması, 9.27 milyon dolar
  10. Gürcistan’da İklim Bilgisinin Kullanılması ve Çoklu Tehlike Erken Uyarı Sisteminin Ölçeklendirilmesi, 27.05 milyon dolar
  11. Bangladeş’te Başta Kadınlar Olmak Üzere Kıyı Kesimlerinde Yaşayan Toplulukların İklim Değişikliği Kaynaklı Toprak Tuzlanmasıyla Başa Çıkılabilmesi Amacıyla Uyum Kapasitesinin Güçlendirilmesi, 24.98 milyon dolar
  12. Bangladeş Küresel Temiz Pişirme Programı, 20 milyon dolar
  13. Vietnam’da Sanayi Teşebbüslerinde Enerji Verimliliğini Ölçeklendirmek, 86.30 milyon dolar
  14. Zambiya’da Tarımdan Geçimini Sağlayan Agroekoloji Bölgelerinde İklim Değişikliğine Dayanıklılığı Arttırmak (1 ve 2. faz), 32 milyon dolar
  15. Kuzey Rwanda’da Kırsal toplulukların İklim Değişikliğine Dayanıklılığını Arttırmak, 32.79 milyon dolar
  16. Afrika Hidrometeoroloji Programı – Sahra Altı Afrika’da İklim Değişikliğine Dayanıklılığı Arttırmak: Burkina Faso Ülke Projesi, 22.5 milyon dolar
  17. Tacikistan Devlet Hidrometeoroloji Ajansı’nın Kurumsal Gelişimi, 5 milyon dolar
  18. Kamboçya’da İklim-dostu Tarım Sektörü Değer Zincirleri Projesi, 40 milyon dolar
  19. Moğolistan Yeşil, Düşük Bütçeli, İklim Değişikliğine Dayanıklı Konut ve Kentsel Yenilenme Projesi, 145 milyon dolar
  20. Gana, Nijerya ve Uganda Acumen İklim Değişikliğine Dayanıklı Tarım Fonu (ARAF), 26 milyon dolar
  21. Zambiya Yenilenebilir Enerji Finansman Çerçevesi, 52.5 milyon dolar
  22. Hindistan’da Ticari, Sanayi ve Konut Sektörlerinde Çatı Tipi Güneş Enerjisi için Kredi, 100 milyon dolar
  23. Namibya’da Küçük Çiftlik Sahiplerinin Ekosistem ve Mera Yönetim Pratiklerini İyileştirmek, 9.3 milyon dolar

 

(İklim Haber)

İzmir’e Sahip Çık Platformu Körfez Geçişi Projesi’ne “Hayır” dedi

İzmir Körfezi’nin otoyol ve raylı sistemle geçişini öngören Körfez Geçişi Projesi’nin ÇED olumlu kararına karşı açılan davada bugün bilirkişi keşfi yapıldı.

Bilirkişi incelemesine vatandaşlar ve basın mensupları alınmadı.

“Proje İstanbul’dan İzmir’e gelenler için yapılıyor”

İzmir’e Sahip Çık Platformu, Karşıyaka ilçesindeki Mavişehir Balıkçı Barınağı yakınlarında yaptığı açıklamada projenin İzmir Körfezi’ne vereceği zararları anlattı.

Açıklamada İzmir’in bu projeye ihtiyacı olmadığı, kuzeyde Kuş Cenneti’nden (Gediz Deltası), güneyde İnciraltı bölgesine dek geri dönüşü olmayan tahribata yol açacağı vurgulandı.

TMMOB İzmir İKK Sözcüsü Melih Yalçın, bu projenin sadece yarımadaya (Urla, Seferihisar, Çeşme, Karaburun, Alaçatı)  İstanbul’dan gelenler için yapıldığını, İzmir’in İstanbul olmayacağını söyledi. Açıklamanın tam metni şu şekilde:

“Gediz Deltası’nın ekolojik ve habitat bütünlüğü zarar görecek”

“Körfez Geçiş Projesi, kuzeyde yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cenneti’nin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır. Proje, İzmir’i rant çevrelerinin talan ve yağmasına açmanın, daha fazla betonlaşmaya boğmanın araçlarından biridir.

Bu projenin, kentimizin doğal ortamına zarar vereceği açıktır. Proje alanında flamingo, kılıçgaga ve tepeli pelikan gibi türlerin dünya nüfusunun önemli bir kısmının yaşadığı bilinmektedir. Söz konusu proje gerçekleştiği takdirde, köprü ayağı, geniş çaplı yüzey yapılaşması vb. faaliyetlerden bu türlerin nüfusları olumsuz etkilenecek ve farklı statülerle korunan Gediz Deltası’nın ekolojik ve habitat bütünlüğü zarar görecektir. Proje, ülkemizin önemli su ürünleri istihsal sahalarından biri olan İzmir Körfezi’nin bentik bölgesinde yapılması planlanan inşaat faaliyetleri, körfez ve İzmir balıkçılığına önemli darbe vuracaktır.

“Zeytinliklerin, sit alanların, kıyıların yapılaşmaya açılması için yönetmeliği değiştiriyorlar”

Ama her şeyden önemlisi, İstanbul ve Ankara’ya ihanet edenler şimdi gözlerini Ege kıyılarına ve İzmir’e dikmişlerdir.

Bu nedenledir ki zeytinliklerin, kıyıların, sit alanlarının yapılaşmaya açılması için sürekli kanun, yönetmelik vb. ne varsa değiştirilmeye çalışılıyor.

Bir yandan kent içinde ayrıcalıklı plan değişiklikleri ile, diğer yandan tarım alanları, doğal yaşam alanları, kıyılar sit dereceleri düşürülerek rantçı sermaye İzmir’e davet ediliyor, önü açılıyor. İşte bu proje de tüm bu rant odaklı politikaların ortasında duruyor. Yarımada’da ikinci bir İzmir yaratılmaya çalışılıyor. Bu proje de şehir dışından gelenlerin Yarımada’ya ulaşımını kolaylaştırmak için yapılıyor.

Ancak hepimiz biliyoruz:

İzmir üzerinde planlanan rant politikalarının en önemli aracı imar planlarıdır. Kentimizi sermayenin şekillendirdiği yağmacı bir anlayışa teslim etmek istemiyorsak; imar planlarında şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarından uzaklaşmamak ve kamu yararını öncelemek gerekmektedir. Merkezi yönetimin ranta dayalı planlama anlayışının karşında duracak en büyük gücün yerel yönetimler olması gerekir.

“Karşı çıkmazsak yarın çok geç olacak”

Söylendiği gibi “İzmir’in İstanbul olması” istenmiyorsa buradan başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm İzmir halkına sesleniyoruz. Sözünü ettiğimiz talan projelerine bugün karşı çıkmazsak yarın çok geç olacak. Güzel İzmir’imizin tarihi, kültürel, doğal bütün değerleri gözümüzün önünde bir bir yok olup gidecektir. İzmir’e dayatılan bu rant ve talan politikalarına hukuki, siyasi tüm yolları kullanarak karşı çıkmamız gerekmektedir. Ayrıca Körfez Geçiş Projesi vasıtasıyla yapılaşmanın, betonlaşmanın önünün açılacağı alanlarda kimlerin şimdiden yatırım yaptığı merak konusudur.

İzmir’e Sahip Çık Platformu olarak bugünkü keşfin bilimsel değerler esas alınarak yapılacağına inanıyor ve bunu umuyor; tüm yurttaşları doğa, kültür ve tarih talanına karşı kentimizin geleceği için mücadele vermeye davet ediyoruz.”

İzmir’e Sahip Çık Platformu’na Bayraklı Kent Konseyi, İzmir Düşünce Topluluğu, Bornova Halk Forumu, İzmir Kent Konseyi, Buca Kent Konseyi, Karabağlar Kent Konseyi, Çeşme Kent Konseyi, Karaburun Kent Konseyi, DİSK Ege Bölge Temsilciliği, Karşıyaka Kent Konseyi, Doğa Derneği, KESK İzmir Şubeler Platformu, EGEÇEP, Konak Kent Konseyi, Emek Partisi, Menemen Kent Konseyi, Flamingoma Dokunma, Narlıdere Kent Konseyi, Foça Çevre Platformu, Praksis Müzik Kolektifi, Foça Kent Konseyi, Seferihisar Kent Konseyi, Gaziemir Kent Konseyi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Güzelbahçe Kent Konseyi, Türkiye Komünist Partisi, İzmir Kent Komitesi, Halkevleri, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Haziran Ekoloji Meclisi, Urla Çevre Platformu, Halkların Demokratik Kongresi Ekoloji Komisyonu, Yeni Foça Halk Forumu, Halkların Demokratik Partisi, Yeşil Sol Parti ve İZÇEP destek veriyor.

İzmir Körfez Geçişi Projesi’ne karşı açılan davada bugün bilirkişi keşfi yapılacak

Kentin rant alanlarına dönüşmemesi için “İzmir’e Sahip Çık Platformu” kuruldu

Bakanlık İzmir Geçiş Projesi’ni savundu: Deniz suyu temizlenecek, ekosisteme kalıcı zararı yok

“Mega proje” Gediz Deltası’ndaki 189 farklı kuş türünün yaşam alanını tehdit ediyor

 

(Yeşil Gazete)

Barınaklarda yaşanan hayvan hakları ihlalleri ve gönüllülük esası tartışıldı

Hayvan hakları aktivisti ve Yeşil Gazete hayvan hakları editörü Tolga Öztorun’un düzenlediği  “Gönüllülük Esaslı Vicdan, Etik ve Barınak Gerçeği Atölyesi” dün (28 Şubat) Yeşil Düşünce Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleşti.

Atölyede Türkiye genelindeki barınaklarının genel durumu hakkında bilgi verildi, hayvan hakları ihlalleri konuşuldu.

Katılımcılar 30 cm2 alanda yaşamaya mecbur bırakılan hayvanlarla empati kurdu.

Barınak gönüllüsü olarak neler yapılabileceği dinleyicilerin de katılımıyla tartışıldı.

“Bir barınakta her 10 yavru köpekten 1’i hayatta kalıyor”

Barınaklarda bakılan hayvanların barınak çalışanlarının vicdanına bırakıldığını anlatan Öztorun, İstanbul’daki bir barınaktan verdiği örnekte karma aşısı yapılamadığı için her 10 yavru köpekten 1’inin hayatta kalabildiğini söyledi.

Hayvanların yaşadıkları en büyük eziyetlerden birini de tecavüz vakaları oluşturuyor.

Geceleri bazı barınak görevlilerin tarafından hayvanların para karşılığı “kiralandığını” belirten Öztorun, “Geçtiğimiz yıl bu konuyla ilgili 63 tecavüz vakası savcılığa bildirildi. Sonuç alınabilmesi için her vakanın adli makamlara taşınması ve farkındalık yaratılması gerekiyor” dedi.

“2017’de 63 hayvan tecavüzü vakası savcılığa bildirildi”

Engelli hayvanların karşılaştığı hayati tehditlerden bir diğeri ise protez.

Bu alanda uzmanlaşmamış veterinerlerin hayvanlara uyguladıkları yanlış protez köpeklerin ömürleri boyunca yürüyememelerine yol açıyor.

Öztorun, bu konuyla ilgili bireylerin konunun uzmanına ulaşmaları gerektiği uyarısında bulundu.

Atölyedeki can alıcı başlıklardan biri de hayvanlara yuva açmak isteyen kişilerin ırk tercih etmeleriydi.

Bireylerin ırk ısrarları sebebiyle hayvanların barınaklarda ya da petshoplarda zorla çiftleştirilip yüksek fiyatlara satıldıkları ifade edildi.

Hayvan hakları ihlallerine karşı medyanın sorumluluğunun hatırlatıldığı etkinlikte, televizyon şovlarının, haber programlarının ya da medyatik isimlerin popülerleşen cins hayvanlara yönelik talebi artırdığı ancak bu hayvanların bakımları karşılanamayınca sokağa ya da barınağa terk edildikleri bilgisi paylaşıldı.

Hayvanların ormanlara terk edilmesiyle oradaki yaşam koşullarından dolayı hastalandıkları, günlerce ve haftalarca aç kaldıkları için yerleşim birimlerine inerek çocuklara ya da yetişkinlere saldırdıklarını anlatan Öztorun, bu hayvanların kuduz şüphesi taşımaları halinde belediyeler tarafından yakalanarak uyutulduklarını belirtti.

Sokak hayvanları için ne yapabiliriz?

Öztorun, sokak hayvanları için uzun vadede yapılabilecek yardımlardan biri olarak oturduğunuz mahalledeki hayvanların ihtiyaçlarını karşılayabilir ya da yaşadığınız bölgedeki en yakın barınağa giderek ne tür ihtiyaçlar olduğunu tespit edip imkanlarınız dahilinde destek olabilirsiniz tavsiyesinde bulundu.

Atölye soru-cevap kısmıyla sona erdi.

 

Merve Damcı – Yeşil Gazete

Anaokulu öğrencilerine iklim değişikliği anlatılarak farkındalık kazandırılacak

Kadıköy Belediyesi, çocuklara erken yaşta iklim değişikliği konusunda farkındalık kazandırmak için anaokulu öğretmenlerine eğitim vermeye başladı.

Kadıköy Belediyesi ve Türkiye Avrupa Vakfı’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği, Avrupa Birliği’nin de destek verdiği Kadıköy Belediyesi Bütüncül ve Katılımcı İklim Eylemi Projesi kapsamında, Kadıköy’deki anaokullarında eğitim gören 3 ile 6 yaş arası 4 bin çocuğa, iklim değişikliği konusunda farkındalık kazandırmak için anaokulu öğretmenlerine eğitim verildi.

Verilen eğitimde, küresel iklim değişikliği ve iklim değişiminin etkileri, atık, su, hava, tohum topu yapımı, yağmur suyu hasadı, kompost alanı oluşturma, kompost alanına neler atılır ve atılmaz gibi konular hakkında ayrıntılı bilgiler verildi.

 

(Yeşilist)