Ana Sayfa Blog Sayfa 2702

Sinek Sekiz Yayınevi’nin kurucusu İrem Çağıl: Sahip olmak beni daha özgür yapmıyor

Yol arkadaşı Kiraz (kızı) ile bir Ege köyünde yaşayan İrem Çağıl ile yollarımız 5. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nde kesişti.

Festival kapsamında “Doğal Ekosistemler” üzerine bir sunum ve söyleşi gerçekleştiren İrem ile köy yaşamını, emek kavramını, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yayıncılık sektörünü de ekonomik darboğaza sokan krizi ve alternatif varoluş çözümlerini konuştuk.

***

İrem, kentten kırsala göçenlerden birisin. Kendine alternatif bir yaşam kurdun. Senin için mülkiyet kavramı ne ifade ediyor?

Kırsala yerleşmek ve mülkiyeti birlikte düşünerek cevaplamamı istiyorsunuz zannediyorum. Artık kalıp şeklinde kullanılan bu ‘kırsala yerleşmek’teki kırsal, ülkemiz bağlamında nereye denk düşüyor daha net ifade etsek daha iyi olacak sanki. Çünkü şehir olmayan her yer ‘kırsal’ bu kırsal da yekpare, homojen bir bütünmüş gibi düşünülüyor. Halbuki değil; her bölge kırsalındaki dinamik bambaşka. Karadeniz’e örneğin, eğer oralı değilseniz yerleşmek, hele toprak mülkiyeti alarak zordur. Ege turizmden dolayı dışarıya daha açıktır, ‘yabancılar’a (oralı olmayanlar ve Türkiyeli olmayanlara) toprak ve mülkiyet satışı vardır.

Ben kendi ailesel kökenime çok da uzak olmayan bir yere, Güney Ege’nin kırsalında bir köye göçtüm. Mülk edinmesi görece kolay, pahaca yüksek bölgeler. Mülk edinmedim, oldukça eski bir evi baştan aşağı onarma karşılığında belirli bir süreliğine ev ve araziyi kullanma hakkı elde ettim. Mülkiyetin benim için ne olduğunu kavramsal olarak tartışmaktan çok, Türkiye’de kimin mülkiyet edinemediği, kimin edindiği, bunun şartları ve koşullarına bakmak, bunu ifade etmek daha önemli geliyor.

“Mülkiyetin ona sahip olanların kim olduğu ve bunu nasıl kullandıklarına göre önem kazandığını söyleyebilirim”

Örneğin benim bulunduğum bölgede, mülkiyet fiyatları orada yaşayan insanlara göre değil, orada yaşamayan, yurt dışından tatile gelip, döviz kurundaki dev farklarla çok kolaylıkla mülk sahibi olabilen insanlara göre belirleniyor. Halihazırda orada yaşayan ve oranın yerlisi insanların mülkiyetinde olan topraklarsa, bu insanların geçim kaynağı olan tarımla ya da küçük işletmelerle ilgili koşullar devlet eliyle bilinçli olarak kötüleştirildiği için satılıyor, el değiştiriyor.

Benim hayatım özelinde ise illa bir şey diyeceksek, mülkiyetin ona sahip olanların kim olduğu ve bunu nasıl kullandıklarına göre önem kazandığını söyleyebilirim. Kendi başına özel bir önemi yok; bir şeye sahip olmak o kadar ilgimi çekmiyor. Güç tanımım farklı; sahip olunca güçlü hissetmiyorum, özgür olduğumda güçlü hissediyorum. Sahip olmak ise beni daha özgür yapmıyor.

“Hükmetmek için güç, güç için çok insana ihtiyaç var”

Hızlı yaşıyor ve hızlı tüketiyoruz. Kısa zamanda da pek çok şeye sahip olmak istiyoruz ama istediğimiz şeylere ulaşmak için ne kadar emek harcadığımız tartışılır. Kentte verdiğimiz emekle kırsaldaki arasındaki farklara dair gözlemlerin ne oldu?

Türkiye özelinde bahsedeceğim, zira dünyadaki her şehir bir değil. Türkiye’deki kentler özelinde bence şu anda en öne çıkan şey, hükmetmenin hayatı aşırı derece belirler hale gelmesi sanırım. Hükmetmek için güç, güç için çok insana ihtiyaç var. Bu yüzden kentler baskının en yoğun hissedildiği yerler. Bunun dışındaki en mühim şey, temel ihtiyaçlardaki bağımlılık hali. Şehirdeki her şey bir yerlerden geliyor.

“Şehirde yaşarken en çok hissedilen ama hiç yokmuşçasına bastırılan 2 duygu korku ve çaresizlik”

İhtiyaçlar doğrudan, ihtiyaç sahipleri tarafından değil de hep başkaları tarafından karşılanıyor. Direksiyon başında ömür tüketerek marketlere yiyecek taşıyan şoförler o kamyonları kullanmasalar örneğin, şehirdeki insanlar aç kalır. Kaç saat aç kalabilirsiniz? Şehir, insanları parayla köleleştiren bir sistemi yegane olasılık olarak sunduğu için bu döngü devam edebiliyor. Bunun ekmeğini yiyen çok küçük bir azınlık dışında, insanların çoğu bir mecburiyet hissiyle bunun içinde türlü şekilde konumlanıyor. Bu yüzden şehirde yaşarken en çok hissedilen ama hiç yokmuşçasına bastırılan 2 duygu korku ve çaresizlik.

“Emek verebilmek için hüküm altından çıkmak, başkasına da hükmetmemek, özgürleşmek gerekiyor”

Bütün boyama bu 2 duygunun üstünü kapatmaya yarıyor. Gerçekte üretken olmayan, bir ekonomi de zaten bunun üzerinden dönüyor. “Özgürlüğünü al, korkut, satın almasını sağla, satın aldığı şey daha da özgürlüğünü alsın, daha çok korksun, çare olarak hep satın alacak bir şey sun ve aynı şeye devam et”. Bence emek verebilmek için, herhangi bir şeyi sevgiyle, adanmışlıkla, sahiplik hissi yaratmadan verebilmek için önce hüküm altından çıkmak, başkasına da hükmetmemek, özgürleşmek gerekiyor.

Hayatında hep bilge kadınların izini sürdüğünü söyledin. Bilgeliği nasıl tanımlıyorsun?

Bilge dediklerim yaşamı var eden güçlerin ne olduğunu iyi bilen insanlar. Bu güçlerle yakın temas halinde olarak, yaşamın kendisinden bilgiyi damıtmak diye bir yol var. Bu yolda olagelmiş ya da olmayı özellikle seçmiş insanlar diyebilirim. Büyüdüğüm ülkede, bunu çoğunlukla kadınlarda buldum, onlardan alabildim. İnsanların yaratıkları, hayal ettikleri kadarından başka, asıl yaşam dediğimiz çok acayip, büyük bir şey var. Doğrudan oraya bakmak bir cüret gerektiriyor, risk almayı da içeriyor. İşte bunu her günkü sıradan eylemlerinin içinde, sanki hiçbir şey yapmıyormuşcasına yapan insanlar benim bilge dediklerim.

Köyde doğal malzemelerden çalı süpürgesi üreten Veli Amca (Kaynak:İrem Çağıl)

“Erkeklerin kendi hayatlarını kendi kendine yeterek sürdürmeyi öğrenmeleri lazım”

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hayatın her noktasında biz kadınların karşısına çıkan ve mücadele gerektiren bir sorun. Senin gözlemlerin ve çözüm önerilerin ne olur, daha iyi bir dünyanın inşası için ne yapmak lazım?

Erkeklerin kendi hayatlarını başkalarını bunun için köle yapmadan, kendi kendine yeterek sürdürmeyi öğrenmeleri lazım. Kadınların erkek çocuklarını büyütürken, yönetmek için korkuyu ve manipülasyonu kullanmayı bırakmaları, yönetmeyi bırakmaları lazım. Hayattaki anlam ve zevk alanının iktidarla ilintili şeylerden başka başka yerlere kayması lazım.

Kiraz ve İrem 

“Borcum yok, bağımlılıklarım yok, az şeyle mutlu olabiliyorum”

10 yıldır kendi yayınevini (Sinek Sekiz) yönetiyorsun. Kırsalda zor olmuyor mu? İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz nedeniyle kağıda yapılan zamlar ve dağıtım kanallarının tekelleşmesi yönündeki baskı yayınevlerini nasıl etkiliyor? Sen kendini bu adil olmayan yapının içinden nasıl sıyırabildin?

Kendimi güvende hissettiğim, beslendiğim, sevdiğim, emek vermemin beni tüketmediği bir yeryüzü parçasındayım. Su var, toprak besin üretiyor, kendime bir barınak ve bostan yapmayı biliyorum, borcum yok, bağımlılıklarım yok, az şeyle mutlu olabiliyorum, bu az şeyi korumak ve onarmak bana iyi geliyor, çok şey öğretiyor.

Küçük bir kızım var, gülüyor, ağaçlara tırmanıyor, ‘bazen uçtuğumu hayal ediyorum’ diyor. Eski insanlardan var yakınımda; çok yaşlı bir ninenin, hiç ölmeyecekmişcesine her gün aynı özenle ve mütevazılıkla yapabildiği kadarını yaptığına şahit oluyorum. Benim dayanaklarım, ruhumun besini, zorluklara acayip bir iyimserlikle yaklaşabilmemin kaynağı bunlar. Ben de işte sevdiğim her şey için elimden geleni yapıyorum.

“Fabrikalar devlet eliyle kapatıldığı için acayip bir ham madde pahalılığı var”

Ekonomik krizle ilgili vaziyetleri zaten ezbere biliyoruz artık, yayıncılık özelinde de kağıt üretmediğimiz, fabrikalar devlet eliyle kapatıldığı için acayip bir ham madde pahalılığı var, bu da üretimi doğrudan etkiliyor tabii. Ama küçük ve bağımsız olan her şeyi ne kadar etkiliyorsa bizi de o kadar. Yaratıcı çözümler, dayanışma ve hayatı basitleştirip, farklı zenginlikler peşinde koşma benim kendimce bulduğum, kullandığım yöntemlerim. Olmuyorsa da olmaz bu arada, yayınevini 2 yıl durdurmuştum, gerekirse yine dururuz. Yaşam her zaman kendine bir yol bulur.

 

 

 

 

Röportaj: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)

Ampute futbolunun kalbi Meksika’da atacak: Dünya şampiyonasına sayılı günler kaldı

Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu, Meksika’da düzenlenecek Ampute Futbol Şampiyonası’nın yapılacağı kentin değiştiğini açıkladı.

 

Federasyondan yapılan açıklamada; Dünya Ampute Futbol Federasyonu tarafından (WAFF) 24 Ekim-5 Kasım günleri arasında düzenlenecek 2018 Ampute Futbol Dünya Kupası’nda, organizasyonun düzenleneceği şehirde değişiklik yapılmış olup Guadalajara şehrinin yerine San Juan de los Lagos kenti belirlenmiştir. ‘denildi.

Ampute Futbol Dünya Kupası’nda A,B,C,D,E ve F olmak üzere 6 grup yer alacak. Gruplar 4’er takımdan oluşacak. Kupada Türkiye, F Grubu’nda ABD, Kenya ve Liberya ile karşılaşacak.

Not: Tabloda yer alan İRAN şampiyonadan çekildi. Yerine Liberya dahil oldu.

 

Haber: Ayhan Aktaş

(Yeşil Gazete)

Türkiye’nin en büyük 11. tatlı su kaynağı Eber Gölü kurudu

Afyonkarahisar il sınırları içerisinde yer alan Eber Gölü, kendisini besleyen su kaynaklarının kesilmesi üzerine tamamen kurudu. Gölden geriye sadece kırık sandallar kaldı. Endemik türleri ve göçmen kuşların yuvalama alanı olmasından dolayı özel bir konumu bulunan göl, Türkiye’nin en büyük 11. tatlı su kaynağı olarak biliniyordu.

Afyonkarahisar’ın Bolvadin ilçesinde bulunan Eber Gölü, Sultan Dağları ve köylerin arasında yer alıyor. Sazlardan ve kamışlardan oluşan gölden geçimini sağlayan civar köy halkı, yaşanan olumsuz durum karşısında ne yapacağını bilmiyor. Zira gölden elde edilen kamışlar yalıtım malzemesi olarak yurt dışına ihraç edilirken, köy halkı balıkçılık yaparak da ekonomisine katkı sağlıyordu. Tamamen kuruyan göl, yeniden eski günlerine dönmeyi bekliyor.

Göle sınır olan Derekarabağ Köyü’nün Muhtarı Yaşar Kandemir, en azından alanın tarıma açılmasını istedi. Köylünün geçinmekte zorlandığını kaydeden Kandemir, “Sultan Dağı ve Afyonkarahisar tarafından sular geliyordu ama önünü kestiler. Gölet ve baraj yaptılar. Gölün bütün kaynaklarını kestiler. Su gelmiyor hiçbir yerden. Sadece yağmur yağarsa geliyor. Balık, balıkçılık bitti, hiçbir şey kalmadı. Sadece saz türü var şu an. Burası tarıma elverişli en azından tarıma açılsın. En az burada 10 bin dekar arazi var. Çöl oldu burası. Tarla sahibi olmayan onlarca kişi var onlara verseler herkes eker kazanır” dedi.

 

(Artı Gerçek)

Nükleersiz.org’dan Pınar Demircan’ın Japonya izlenimleri Açık Radyo’da

1 Mayıs 2018 tarihinden bu yana iki haftada bir Açık Radyo’da yayınlanan Sudan Gelen programın bu haftaki konusu nükleer enerjiydi.

Japonya’da nükleer karşıtı hareket

16 Ekim 2018 tarihinde Akgün İlhan’ın konuğu olan Pınar Demircan, geçen ay gerçekleştirdiği Japonya gezisinin ardından önemli deneyimlerle döndü ve Türkiye için de elzem olan bu deneyimleri bizlerle Sudan Gelen’de paylaştı.

Programın kaydını buradan dinleyebilirsiniz:

11 Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunamiyle birlikte başlayan Fukuşima nükleer reaktörlerindeki patlamaların üzerinden yedi seneyi aşkın bir zaman geçti. Ancak sorunlar bütün hızıyla ve şiddetiyle devam ediyor. Koca Pasifik Okyanusu radyoaktif maddeyle kirlenmiş durumda. Radyoaktivite havaya karışıp dağlardan denize akan nehir sularını ve yer altı sularını da kirletiyor. Tüm bunlar yetmez gibi yedi yıldır aralıksız olarak çekirdek erimesi yaşanan reaktörlerin soğutulmasında kullanılan radyoaktif suyun denize boşaltılması ihtimali de gündemde. İnsanlar radyoaktif kirliliğe bağlı amansız hastalıkların pençesinde…

Yıllardır yaşanan bu yıkımın nükleer felaketin kendisi kadar krizin kötü yönetimi, idari sorunlar ve yolsuzluklar ile de ilişkisi var. Ve ölen insanların yakınları, nükleer kirlenmeye bağlı hastalananlar, evlerini kaybedenler ve daha niceleri ellerinden alınan temiz bir çevrede insan onuruna yakışır bir biçimde yaşama hakkını arıyor. Japonya’da bu sancılı süreçte önemli kitlesel eylemler ve hak arayışları devam ediyor.

Japon hükümeti: Hem suçlu hem güçlü!

Pasifik Okyanusu’ndan dünyanın tüm denizlerine, atmosfere yayılan bu kirliliğin sınır tanımazlığı bize bu sınavın sadece Japonya’nın değil tüm gezegenin olduğunu söylüyor. Bu sonucu yaratan insan ise tüm canlılar adına vebal ödeyecekken hala dünya genelinde nükleer enerji santralleri çalıştırılıyor. Nükleer felaketin müsebbibi Japon hükümeti kapatılmış olan santralleri açmanın peşine düşmüşken bir taraftan da Türkiye gibi ülkelerde yeni santrallerin kurulması planlanıyor. Çok açık ki Dünya bu nükleer beladan topyekûn kurtulmadıkça gün yüzü görmeyeceğiz. Japonya’da yaşanmakta olan felaket, planlanan nükleer enerji santralleri gerçekleştirilirse Türkiye’de de olacakların habercisi.

Akgün İlhan (sağda) ve Pınar Demircan, programın hemen sonrasında Açık Radyo’nun önünde

Yeşil Gazete yazarlarından Akgün İlhan’ın hazırlayıp sunduğu Sudan Gelen’de konuk olan Yeşil Gazete ve artık Yeni Yaşam Gazetesi’nde de yazılarını okuduğumuz nukleersiz.org koordinatörü Pınar Demircan nükleer felaket sonrası toplumsal yaşam üzerine yaptığı araştırma projesi için Eylül ayında Japonya’daydı.

Demircan nükleer karşıtı eylemlere katıldı ve Türkiye’deki nükleer santral projeleriyle ilgili özellikle Japon hükümetinin kurma planları yaptığı başta Sinop nükleer santral projesi olmak üzere nükleer santrallerle ilgili sunumlar yaptı. Sinop Nükleer Karşıtı Platform adına bir basın açıklaması da gerçekleştiren Demircan, Türkiye’nin nükleer enerji meselesini Japonya’nın gündemine de taşıdı.

Fukuşima Nükleer Felaketi’nin dünya için önemli mesajlar taşıdığına inanan Demircan Japonca diline hakim olmasından dolayı sorumluluk hissederek nükleer enerjinin gerçekleri üzerine derinlemesine araştırmaya ve yazmaya da başladığını programda ifade etti.

 

(Yeşil Gazete)

Samsun Çevre Platformu’ndan Kurupelit’deki ekolojik tahribata karşı uyarı!

Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP) sözcüsü Mehmet Özdağ ile platform bileşenlerinden  Samsun Mimarlar Odası Başkanı İshak Memişoğlu, Tabipler Odası Başkanı Dr. Murat Erkan ve Atakum Gönüllüleri Derneği Başkanı Bayram Çelik, Kurupelit Yat Limanında sürdürülen ve ekolojik tahribata yol açan çalışmalara dair incelemelerde bulundu.

SAMÇEP sözcüsü Mehmet Özdağ inceleme sonunda yaptığı açıklamada, “Kurupelit Yat Limanı 2014 yılında inşaatına başlanmış anacak hatalı yer seçimi, yanlış projelendirme ve mühendislik hizmetleri nedeniyle tamamlanmadan kaderine terk edilmiş bir durumdadır. Samsun sahillerinin hızla tahrip olması ve devamında ekolojik yok oluşunun nedeni, sahillere yapılan bilimsel ve teknik görüşlerden uzak yatırımlardan kaynaklanmaktadır.” diye konuştu.

Samsun’un ülkenin batı sahillerinde herkesin şahit olduğu ve ekolojik yıkımla sonuçlanan hatalı yatırımlardan ders çıkartması gerektiğiniz altını çizen Özdağ, “Ayrıca bu hatalı yatırımlarla Samsun’un doğasına onarılmaz yaralar açan, kamu kaynaklarını heba eden yöneticilerin ve sorumluların hukuk önünde hesap vermeleri için SAMÇEP olarak her türlü demokratik hakkımızı kullanacağımızın bilinmesini isteriz” dedi.

SAMÇEP adına Kurupelit Yat Limanı çevresinde gerçekleştirilen inceleme sonuçlarını da bir basın açıklaması ile paylaşan sözcü Mehmet Özdağ sözlerine şöyle devam etti.

“Kurupelit Yat Limanı Hatalı Bir Projedir

Samsun sahillerinin hızla tahrip olması ve devamında yok oluşunun nedeni, sahillere yapılan bilimsel ve teknik görüşlerden uzak yatırımlardan kaynaklanmaktadır.

Ondokuzmayıs İlçesi Dereköy Beldesi kıyısında yapılan balıkçı barınağı, Dereköy ve Taflan Beldelerinde kıyı dengesinin bozulmasını hızlandırmıştır. Bugün sahillerimizde geri döndürülemez kıyı facialarının asıl nedeninin bu ve buna benzer yatırımların olduğu bilimsel ve teknik gözle bakıldığında daha iyi anlaşılabilmektedir. Facianın durdurulması için mahmuzlar yapıldıysa da, sahillerde erozyon doğuya doğru ilerlemesini sürdürmüş ve sahillerin tamamen yok olmasına neden olmuştur…

Kıyı erozyonu; yine de durmamış, yeni mahmuzlar yapıldıkça doğu istikametindeki kilometrelerce sahili yutmuştur.  Dereköy Balıkçı Barınağı, balıkçılığın gelişmesi için yapılmış olsa bile yanlış planlandığından kıyı dengesinin bozulmasına yol açmıştır.

Kurupelit Yat Limanın’daki doğa tahribatını SAMÇEP sözcüsü Mehmet Özdağ, Samsun Mimarlar Odası Bşk. İshak Memişoğlu, Tabipler Odası Bşk. Dr. Murat Erkan ve atakum Gönüllüleri Derneği Bşk. Bayram Çelik yerinde gözlemledi

Benzer hatalı uygulama Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından inşa edilen Kurupelit Yat Limanının bulunduğu sahillerinde tekrarlanmıştır. Bilimsel ve teknik verilerden yoksun projelendirme sonucu inşa edilen Yat limanı, bulunduğu bölgedeki dalga hareketlerini doğu istikametine yönlendirerek, doğusunda bulunan sahillerde tahribat oluşturmaya başlamış ve devam etmektedir. Yine Yat Limanı giriş ağzının yanlış planlanması neticesinde, denizin  oluşturduğu su hareketleri sonucu Yat limanı içi kum toplamış, Liman kullanılabilir olmaktan çıkmış, yosun kaplanmak sureti ile deniz yüzeyinde kirlilik meydana gelmiştir. Yat Limanının Batı sınırında bulunan derenin getirdiği malzeme, 900 metrelik dalgakıranın ve 300.000 m2 liman içini daha şimdiden doldurmuş durumda olduğu görülmektedir.

Kurupelit Yat Limanında Ekolojik Yıkım Yaşanmaktadır

Marina alanında görülen (yosunlaşma vb) çevresel olumsuzlukların ana nedeni su sirkülasyonun yeterince olmamasından kaynaklanmaktadır. Suyun yer değiştirememesi; oksijen miktarında azalmaya, besin artışına (azot, fosfor) bağlı olarak da yüzeyde görülen olumsuzluklar ile ekolojik dengenin olumsuz etkilenmesine sebep olmaktadır.

Deniz suyu sirkülasyonunun yeterince sağlanamamış olması, zamanla liman içi canlı yaşamını tehdit ederek balık ölümlerine, ayrıca turizm potansiyeli olan bu alanın estetik olarak çirkin bir görünmesine ve kötü kokular yaymasına neden olacaktır. Aşırı alg ve plankton artışının önüne geçmek için derhal önlemler alınmalıdır.

Hatalı Yatırımlardan Dersler Çıkarılmamıştır

Bütün bu gelişmelerden ders alınmamış olmalı ki; benzer hatalar Tekkeköy sahillerinde tekrarlanmıştır. Yıllardır getirdikleri alüvyon malzeme ile Tekkeköy’ün sahilinin oluşmasında katkısı olan iki derenin önüne tersane yapılarak, tersane mendireği iki derenin arasına inşa edilmiştir. Doğu istikametindeki derenin getirdiği malzeme, dalgakıranın içini daha şimdiden doldurduğu görülmektedir.

SAMÇEP olarak;

Yapılacak yatırımlarda bilime, ilgili meslek odalarına ve toplumun sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına saygı duyularak hareket edilmesini aksi halde kamu kaynakları kullanılarak büyük beklenti ile inşaa edilen balıkçı barınağı, yat limanı, deniz dolgusu ile sahil yolu ve tersane gibi yatırımların sadece rant kaygısıyla, yanlış yer seçimi ve yanlış planlama ile doğaya zarar veren, kentimizi yaşanmaz hale getiren yapılara dönüştüğünü defalarca söyledik.

Samsun’umuzu doğal ve kültürel zenginlikleri ve mirası ile daha yaşanabilir bir kent olarak gelecek kuşaklara bırakma sözümüz var.  Bu tür hatalı yatırımlara karşı, kent halkımız ile her türlü demokratik ve hukuki mücadelenin içerisinde olacağımızı bir kez daha hatırlatıyoruz.

Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP)

 

(Yeşil Gazete)

Atalet mülkün temelidir!

Dünya genelinde siyasi iktidarlar çevresel ve ekolojik riskleri olan proje ve yatırımların önünü açmakta. Sermaye sahiplerine kolaylık sağlanırken yaşanacak mağduriyetleri önlemek ise toplumsal ve hukuki boyutlardaki direnişi canlı tutmayı gerektiriyor. Zira neoliberal çağda yaşananlar çoğunlukla özelleştirme ve yabancı yatırımı çekme derdiyle hukukun bertaraf edildiğini göstermekte. Oysa bir devletin devlet olabilmesi için hakkaniyetin elden bırakılmaması, hukukun adaletli bir şekilde uygulanması şart. Nitekim “Adalet mülkün temelidir”! “Mülk” kelimesi buradaki devlet anlamına gelen kullanımından ayrı yerine göre sermaye ve gücü de temsil eder. “Atalet” ise son dönemde güçler ayrılığı ilkesinin bel kemiği olan “yargı”nın içine düştüğü hal…

Bugün adaletteki atalet tekrar eden birikimin, sermayeyi büyütmenin temeli! Bununla birlikte Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) davaları, bilirkişi incelemeleri, kirleticilere karşı açılan davalar bir şekilde hep sermaye sahiplerinin lehine sonuçlanırken, çevreciler öldürülüp katilleri serbest gezerken adaletin çoktandır atalete düşmemiş olduğu söylenebilir mi?

Türkiye’de uzun zamandır çevre ve ekoloji hareketi sermayeyi ve gücü elinde tutanların lehine yönlendirilmeye çalışılıyor. Maalesef hukuk sisteminin tarafsızlıktan ve adaletten uzaklaştığının son örneğini de Türkiye Barolar Birliği (TBB) bünyesindeki Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi yirmi dört avukatın tasfiyesi verdi.

2011 yılı itibariyle faaliyette olan Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’nun mevcut yapısının yerini bu senenin başında TBB tarafından oluşturulan yedi kişilik bir kurulun alması ilk soru işaretlerini uyandırmıştı. Bu değişikliği, manevi değerleri baz alınarak düzenlenen Av. Noyan Özkan Çevre Ödül Töreni’nin gerçekleştirilmesi için komisyona bir türlü onay verilmemesi izledi. Böylece bu sene ödül verilmesi öngörülen EGEÇEP ve Antalya’da öldürülen çevreci çift Ali Ulvi ve Ayşin Büyüknohutçu’nun TBB eliyle onurlandırılmasından imtina edilmiş oldu. Tasfiye haberleri sonrasında da Çevre ve Kent Komisyonu üyesi avukatların anlattıklarından çevre mücadelelerin TBB çatısı altında veriliyor olmasının uzun süredir yönetimi rahatsız ettiği öğrenildi. Her ne kadar TBB yönetiminden “Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu yedi kişiyle devam ediyor” açıklamaları yapılsa da iyimser olamayacağımız aşikar.

Komisyondan tasfiye edilmiş olan avukatlar yayınladıkları basın açıklamasıyla çevre ve ekolojiyi ilgilendiren davalarda hukuki izleme sorumluluğunu yerine getireceklerini ve hukuki açıdan halkın yaşama haklarını korumaya devam edeceklerini dile getirdiler. Bizler de HES’lere, kömürlü termik santrallere, maden projelerine, siyanürlü altın arayışlarına, nükleer santral projelerine, ekolojik tahribat yaratan her türlü yapılaşmaya ve projeye karşı direnen, sivil toplumun gerek yanında onunla el ele, gerekse önünde ona yol gösteren şekilde engelleri ve engellemeleri aşarak meseleleri hukuki zeminde tutma gayreti içinde olan avukatlarımızı bu davalara katılarak sırasında adliye önünde bekleyerek desteklemeli, onları yalnız bırakmadığımızı göstermeliyiz. Şühesiz bugün hukukun işlemediği Türkiye’de icra etmenin en zor olduğu mesleklerden biri avukatlıktır.

Çok açık ki ülkemizde görevini hakkıyla mesleki değerlere dayanarak yapmak isteyenlerin çoğunlukla gönüllü çalışması gerekiyor. Barış dilekçesi imzaladıkları için görevlerinden alınan, haklarında dava açılan akademisyen ve öğretim görevlileri açık üniversitelerde ders vermek suretiyle alternatif yollardan öğrencileriyle buluşabiliyorsa avukatlarımız da onlarla dayanışmamızın vereceği güçle mücadeleyi TBB çatısı altında olmadan pekala yürütebilir.

Bu yazı yeniyasamgazetesi.com/ dan alınmıştır

 

 

Pınar Demircan

HDP’de hedef 150 belediye kazanmak

Mart ayında yapılması planlanan yerel seçimler için hazırlıklarını sürdüren HDP, stratejisini ve hedeflerini belirledi. Buna göre, yerel seçimlerde öncelikli hedef, kayyum atanan 94 belediyeyi geri kazanmak olacak. Toplam 150 belediye başkanlığı kazanmak isteyen parti yönetimi, bölgede Kürt kimlikli partilerle batıda ise Cumhur İttifakı’nın karşısında kazanma ihtimali olan partilerle görüşecek.

HDP, bir süredir yetkili organlarıyla yaptığı tartışmaların ardından yarın yerel seçimler için kampanya dönemini başlatacak. Diyarbakır’da yapılacak toplantıya HDP Eş Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli ile birlikte milletvekilleri ve parti yöneticileri de katılacak.

Öncelikli hedefi 2014 yılında kazanılan ancak daha sonra kayyum atanarak el konulan 94 belediyenin yeniden kazanılması olan HDP, bunlara 50 dolayında yeni başkanlığı da eklemeyi amaçlıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “belediyelere yeniden kayyum atanabileceği” şeklindeki ifadeleri kullanılarak, seçmenin sandığa giderek HDP’li adaylara olan desteğinin arttırılması planlanıyor.

Kürt partileri ile ittifak
HDP, bölge illerinde, 24 Haziran’da sağlayamadığı “Kürt ulusal birliği”ni sağlayarak yerel seçimlere gitmeyi planlıyor. Bu kapsamda Kürdistan Sosyalist Partisi, Kürdistan Özgürlük Partisi, Kürdistan Demokrat Partisi-Bakur, Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye, Azadi Hareketi ile Hak ve Özgürlükler Partisi ile görüşmeler yapılacak. BirGün’e daha önce açıklama yapan partilerin liderleri, böyle bir girişime “olumlu” baktıklarını bildirdi.

Bölgede Kürt kimlikli partilerle ittifak yapmaya hazırlanan HDP’nin batıdaki hedefi ise AKP ve MHP ittifakını zayıflatmak olacak. Parti, AKP ve MHP’nin aday göstereceği kentlerde karşılarındaki adayın kazanma ihtimaline göre batıda “duruma özel” ittifaklar yapmayı planlıyor.

Hatipoğlu’na karşılık eski müftü
HDP kulislerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi adaylığı için isimler de dillendirilmeye başlandı. Adayların, AKP’nin adayının açıklanmasının ardından duyurulması fikri ağırlık kazandı. İslamcı yazar Nihat Hatipoğlu’nu aday göstereceği konuşulan AKP’nin bu hamlesine karşılık eski müftü, Diyarbakır Milletvekili Nimetullah Erdoğmuş’un aday gösterilebileceği konuşuluyor.

(Birgün)

Partilerin ne kadar yardım alacağı netleşti

Sözcü gazetesinden Erdoğan Süzer’in haberine göre, TBMM’ye sunulan 2019 bütçesi ile birlikte siyasi partilerin önümüzdeki yıl alacağı devlet yardımı miktarı da netleşti. Bütçeden partilere aktarılacak 772.3 milyon liralık desteğin yaklaşık yarısını oluşturan 335 milyon lirası tek başına AKP’ye gidecek.

Devlet desteğinden AKP, CHP, HDP ve MHP’nin yanı sıra ilk kez 5’inci parti olarak İyi Parti de yararlanacak.

TBMM’ye sunulan bütçe yasası teklifine göre, 2019 yılında devlet büyük bölümü halktan toplanan vergiler olmak üzere toplam 880 milyar 360 milyon lira gelir elde edecek, buna karşılık 960 milyar 976 milyon lira harcama yapacak. Bu nedenle 2019 yılı bütçesi toplamda 80 milyar 616 milyon liralık açık verecek. Bu açık Hazine’nin yapacağı iç ve dış borçlanmalarla karşılanacak.

2019 yılında genel bütçe gelirleri 867 milyar 296 milyon 403 bin lira olacak. Buna göre siyasi partilere 2019 yılı için önce 346 milyon 918 bin 561 lira para aktarılacak ve yerel seçimler nedeniyle de aynı miktarda ikinci bir destek daha verilecek. Böylece toplam devlet yardımı tutarı 693 milyar 836 milyon liraya ulaşacak. Bu parayı en son yapılan genel seçimlerde yüzde 10 barajını geçen  AKP, CHP, HDP ve MHP  alacak. Yasa gereği ayrıca, son seçimde yüzde 3 barajını geçtiği için İYİ Parti de yardım alacak. Bütçeden 5 siyasi partiye aktarılacak toplam destek 772 milyon 356 milyon liraya ulaşacak.

Bütçe tasarısına göre devlet yardımlarından aslan payını yine AKP alacak. 2019 yılında bütçeden AKP’nin kasasına 335 milyon 526 bin lira para aktarılırken CHP 178 milyon 564 bin lira alacak. HDP’ye 92 milyon 238 bin lira, MHP’ye 87 milyon 508 bin lira ödenecek. İYİ Parti’ye de 78 milyon 520 bin lira verilecek.

Kosova ordu kurmak için harekete geçti

Kosova’da meclis, 5 bin kişilik ulusal bir ordu kurulması için ilk adımı attı. Kosova Güvenlik Gücünün orduya dönüştürülmesini de içeren üç tasarı parlamentodan onay aldı. 120 sandalyeli parlamentoda 98 milletvekili tasarıya destek verirken, 11 Sırp kökenli vekil oylamayı boykot etti. Tasarının meclisten geçebilmesi için önümüzdeki günlerde yapılacak ikinci oturumda da onaylanması gerekiyor.

Oylama öncesi yaptığı konuşmada Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj, “Bu üç yasanın tek bir görevi var, Kosova’nın toprak bütünlüğünü ve Kosova’daki tüm halk gruplarından vatandaşları korumak” dedi.

Kosova’nın kendi ordusunu kurması daha önce de gündeme gelmişti. Ancak Sırp milletvekilleri, böyle bir hamlenin anayasal değişiklik gerektireceğini öne sürerek bu adıma karşı çıkmıştı. Yeni tasarı, Kosova Güvenlik Gücünün bir orduya dönüştürülmesi için yetkilerinin artırılmasını öngörüyor. Bu nedenle Kosova hükümeti, anayasal değişikliğe ihtiyaç olmadığını savunuyor.

NATO tarafından eğitilen 2 bin 500 kişilik Kosova Güvenlik Gücü, kriz müdahalesi ve sivillerin korunmasından sorumlu olan hafif silahlı bir güç konumunda. Kosova ordusunun ise 5 bin muvazzaf ve 3 bin yedek askerden oluşması hedefleniyor.

Sırbistan’dan ordu hamlesine tepki

Sırbistan’ın Savunma Bakanı Aleksandar Vulin, Kosova’daki tek silahlı gücün NATO önderliğindeki barış gücü olması gerektiğini söyledi. Bakan Vulin, Kosova’nın ordu sahibi olmasının “Sırbistan’ı ve Sırpları tehdit edeceğini” belirtti.

Kosova’nın ordu hamlesiyle ilgili NATO’dan da değerlendirme yapıldı. NATO, şu an için Kosova’dan ayrılma planı olmadığını duyurdu. Ancak, Kosova Güvenlik Güçlerinin statüsünde yapılacak bir değişikliğin ittifakın bölgedeki askerlerini azaltmasına neden olacağı belirtiliyor.

Konuya ilişkin Reuters’ın sorusunu yanıtlayan NATO’dan bir yetkili, “Kosova Güvenlik Güçlerinin yapısı, yetkisi ve misyonuna yönelik yapılacak değişiklikler Kosovalı yetkililerin kararına kalmış. NATO, şu anki yetkisi çerçevesinde Kosova Güvenlik Güçlerini destekliyor. Bu yetkinin değişmesi durumunda, Kuzey Atlantik Konseyi, Kosova’daki angajmanını gözden geçirmek zorunda kalacaktır” dedi.

2008 yılında bağımsızlığını ilan eden 1,8 milyon nüfuslu Kosova’da hâlâ güvenliği NATO güçleri sağlıyor. NATO, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Sırp güçlerinin Arnavutlara yönelik operasyonlarına son vermek amacıyla Belgrad’a yönelik bombardıman düzenlemişti. ABD önderliğindeki NATO’nun Kosova’da 4 bin askeri bulunuyor.

(DW)

Putin: IŞİD 700 kişiyi rehin aldı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, IŞİD’in Fırat’ın güneyinde 700’e yakın kişiyi rehin aldığını söyledi. Putin, bu kişilerin bazılarının ABD ve Avrupa ülkelerinin  vatandaşı olduğunu belirtti.

‘HER GÜN 10 KİŞİYİ ÖLDÜRME TEHDİDİ’

Rus lider, IŞİD’in bu kişilerden bazılarını öldürdüğünü ve her gün 10 kişiyi öldürme ültimatomu verdiğini söyledi. Ancak IŞİD militanlarının ne talep ettiğine dair ayrıntı vermedi. Putin, “Ültimatomlar verdiler, belirli talepleri oldu ve bu ültimatomlar yerine getirilmezse her gün 10 kişiyi öldüreceklerini söylediler. Bir önceki gün 10 kişiyi öldürdüler” dedi.

Valday Tartışma Kulübü’nde konuşan Rus lider IŞİD’in ‘Suriye’de ABD’nin ve ABD destekli güçlerin kontrolündeki bölgedeki varlığını artırdığını’ da söylerken, Washington veya bölgede operasyon düzenleyen Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bu iddialar hakkında henüz açıklama yapmış değil.

EL BAHRA KAMPINDAN MI REHİN ALINDILAR?

Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, IŞİD’in Deyrül Zor vilayetinin Hajin kasabası yakınlarında SDG kontrolünde bulunan El Bahra sığınmacı kampına cuma günü saldırdığını, çok sayıda kadın ve çocuğun rehin alındığını iddia etmişti. Gözlemevi, rehin alınanların sayısını 250 olarak vermişti.

Rus ajansı TASS ise dün, IŞİD’in 13 Ekim günü Deyrül Zor’daki bir sığınmacı kampına saldırarak 700 kişiyi rehin aldığını duyurmuştu. Ajansın haberinde, militanların yaklaşık 130 aileyi kaçırarak Hajin kentine götürdüğü belirtiliyordu.