Ana Sayfa Blog Sayfa 2703

Haiti polisi yolsuzluk protestosunda gerçek mermi kullandı

0

Haiti’de binlerce kişi, petrol anlaşmalarında yolsuzluk yapıldığı gerekçesiyle protesto gösterileri yapıyor. Polisin silahsız eylemcilere gerçek mermi ile müdahale ettiği olaylarda iki protestocu ve bir polis yaralandı.

Başkenti Port-au-Prince’de düzenlenen protestolarda eylemciler, Haiti ve diğer Karayip ülkelerinin Venezuela ile 3.8 milyar Amerikan Doları karşılığında imzaladığı petrol anlaşmasının şeffaf bir şekilde soruşturulmasını talep etti.

Polis, barikat kuran ve taş atan bir kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullandı. Bir polis memuru üzerine isabet eden taşla yaralandı. Çıkan çatışmalarda iki de eylemci yaralanırken, polisin gerçek mermi ile ateş ettiği görüldü.

euronews’in haberinde, Haiti Senatosu tarafından yapılan bir soruşturmanın, eski cumhurbaşkanı Michel Martelly yönetiminde en az 14 eski hükümet yetkilisinin petrol anlaşmasında yolsuzluk yaptığını ortaya koyduğunu belirtiliyor.

Danıştay, Öğrenci Andı’nı kaldıran değişikliği iptal etti

Danıştay, Öğrenci Andı’nın kaldırılmasına yönelik düzenlemeyi iptal etti. Davayı açan Türk Eğitim-Sen’in genel başkanı Talip Geylan, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) bu kararı uygulaması ve okullarda yeniden Öğrenci Andı’nı okutması gerekmektedir” dedi.

Türk Eğitim-Sen, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğrenci Andı” maddesinin yürürlükten kaldırılmasına karşı, 2013’te dava açtı. Danıştay 8’inci Dairesi, bugün verdiği kararla düzenlemeyi iptal etti. 2 üye ise karara şerh düştü.

GEYLAN: BAKANLIK ANDI YENİDEN OKUTMALI

Kararla ilgili açıklama yapan Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Talip Geylan, 8 Ekim 2013 tarihinde kaldırılan Öğrenci Andı’nın yeniden okullarda okutulabileceğini söyledi.

Geylan, “Danıştay 8’inci Dairesi Türk Eğitim-Sen’in Öğrenci Andı ile ilgili açtığı davayı görüştü ve Öğrenci Andı’nı kaldıran işlemi hukuka aykırı buldu. Buna göre Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu kararı uygulaması ve okullarda yeniden Öğrenci Andı’nı okutması gerekmektedir” dedi.

ŞENTOP: DANIŞTAY İDEOLOJİK KORUMACILIK GÜNLERİNE GERİ Mİ DÖNÜYOR?

AKP’li TBMM Başkanvekili Mustafa Şentop ise kararı eleştirdi. Şentop, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda “Danıştay eski ‘ideolojik’ korumacılık günlerine mi dönüyor? Karar kadar gerekçesini de çok ilginç buldum” ifadelerini kullandı.

Anayasa Komisyon Başkanı AKP MKYK Üyesi Bekir Bozdağ da Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Öğrenci Andı kararı ile Danıştay 8. Dairesi; hukuka uygunluk denetiminin sınırlarını aşmış, kendisini yürütmenin yerine koymuş, yürütmenin takdir hakkını yok saymış, dahası yürütmenin takdir yetkisini bizzat kullanmıştır. Kısaca; anayasa ve yasayı alenen çiğnemiştir” ifadelerini kullandı.

(Gazete Duvar)

İçeride tiranlık, dışarıda Vahşi Batı – Ümit Kıvanç

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde yaşayan bir beyaz yakalı, “Hayatımızı sürdürebilmek için bu tirana itaat etmekten başka çaremiz yok,” demiş; herkesi sindiren yeni otokrat adayı Prens Muhammed bin Selman’ı işaret ederek. The Independent’in Kaşıkçı cinayeti sonrası Suudi Arabistan’daki haleti ruhiyeyi araştırıp yaptığı haberde yer alıyor bu (Duvar kısmen aktardı, şurada). Söz konusu olan, elbette bugünün koşullarında bile olağandışı, sarsıcı bir olay. Ancak insanî, siyasî, diplomatik, hangi tarafından tutarsanız tutun, soğukkanlılıkla ve müthiş rahatlıkla sergilenen pervâsızlık ve vahşetin olağandışı ve sarsıcı kıldığı bu olay, yakın zamanın başka birtakım haberleriyle bir araya konduğunda -ne yazık ki- sarsıcılığını da olağandışılığını da epeyce yitiriyor.

Peki nedir “bugünün koşulları”? Şu: Ciddeli beyaz yakalının sözünü dünyanın birçok yerinde birçok insan tekrar edebilir. Hattâ bazılarımız edemez, çünkü kimi yerde bu sözü alenî şekilde tekrar edememek bile “bugünün koşulları”ndan sayılır. Birçok ülkede rejimler hızla kuralsız, sınır tanımaz, denetlenemez tiranlıklara dönüşüyor. Öyle ki, bir nevi yüzsüzlük, -adalet kavramı şöyle dursun- en basitinden hukuk kavramı ve kurumuna hayat hakkı bırakmayan otokrasilerin alâmeti fârikası haline geliyor.

1980’lerde dünyayı sarmaya başlayan, bir yaşama ilkesi ve teşkilatlı ideoloji olarak benmerkezcilik, dünyanın “ben”in etrafında döndüğü ve başkalarını umursamamayı becerebildiğimiz oranda mutlu olabileceğimize dair çarpık ideolojik çekirdek; siyaset ve yönetme, hükümetler, devletler, ordular düzeyinde buna eşlik eden, ancak “başkalarının hakları” üzerinde tepinebilenin kendini hakkıyla güç sahibi addedebileceğine ilişkin sapıkça “doktrin”, karşılarına ne çıktıysa ezip geçerek bugünlere geldiler. Gelinen noktada, bu sapkınlık âleminin bazı temel kavramları toplumsal düzeyde, uluslararası ilişkiler düzeyinde kurumlaşıyor.

ANITLAR VE KAİDELERİ

Bunlardan biri, Ciddeli beyaz yakalı ve muadillerinin, çeşitli ülkelerde, ancak tiranlığa boyun eğerek yaşama şansı bulabileceklerini düşünmelerine yol açan, astığı astık, kestiği kestik iktidarların zulüm anıtlarına kaide vazifesi gören kuralsızlık. Bunun iki boyutu var: Ülkeler içinde hukuk ve kurumları yok edilirken, uluslararası âlem de kimin neye gücü yeterse kendini hiçbir kısıtlamaya tâbi hissetmeden yapabildiği bir nevi Vahşi Batı’ya dönüşüyor.

Bizdeki vaziyet mâlûm: Ortada yönetim erkini dizginleyebilecek herhangi bir güç kalmadı. Cumhurbaşkanı, son olarak, “dördüncü kuvvet falan, neymiş o öyle!” havasında, tasarladığı rejimde bağımsız basına dahi yer olmadığını açıkça söyledi. Macaristan’da, Polonya’da yeni otokratlar, başa gelir gelmez anayasa mahkemeleri gibi kurumlara ve kendi kişiliği, yerleşik itibarı, gücü olan basın kuruluşlarına saldırdılar. “Havuz sistemi” muhtemelen Türkiye’nin bu işe katkısı olarak tarihte yerini alacaktır; metrobüs gibi: Yapıyorsun, ama kendi rengini, tadını katarak. Çin’de, sorgusuz sualsiz insan “kaybetme”, olağan bir iktidar pratiği. Pekin’e sorun çıkaran Uygurların bölgesi Sincan’da yürütülen gözetim-denetim uygulamaları, Urumçi’yi parçalara bölüp, şehir sakinlerinin birinden öbürüne giderken kontrolden geçirilmesine, devlet görevlilerinin insanların evlerinde vakit geçirip her yeri didiklemelerine varmış durumda. Yaklaşık bir milyon kişi “yeniden eğitim” kamplarında. İktidar, sürekli kayıt tutma-gözetleme-denetleme sistemlerinin biri eskimeden öbürünü yürürlüğe sokuyor, ödül mekanizmaları ekliyor, kimsenin dışına çıkamayacağı bir “uyumlu” yaşama alanı ve tarzı yaratıyor. Batı’da, şimdilik birtakım hukuk teamülleri, kurumları ve toplumların önemli kısmının mutlak itaat düzenine elverişli olmayışı nedeniyle, gözle görünür, muazzam tek tipleşme, otoriterleşme adımları atılamıyorsa da, Trump ABD’si bu alanda başı çekiyor, Batı dünyasını bir yerlere sürüklemeye çalışıyor. Beyaz ABD yurttaşları değilse de siyahlar ve özellikle Güney-Orta Amerikalı göçmenler, itirazı, direnmeyi affetmeyen, insafsızca ayrımcılığa ve faşizan uygulamalara maruz kalıyorlar. Siyahlar sokaklarda kolayca öldürülüyor, ufacık göçmen çocukları kafeslere konuyor. ABD’nin birçok eyaletinde polis, silah, teçhizat ve en önemlisi davranış bakımından aşırı ölçüde askerîleştirilmiş durumda.

Uluslararası düzlemde de, başta ABD, birileri, eline kuvvet geçirenin başkalarının toprağına göz dikmesini olabildiğince önlemek üzere kurulmuş veya dünyanın yardıma muhtaç yörelerine imkânları daha bol yerlerden destek ve yardım aktarılabilmesi için çalışan, toplumları yakınlaştırmayı, devletleri işbirliğine yöneltmeyi amaçlayan mekanizmaları etkisizleştirmek, yok etmek için uğraşıyor. Hukuk, kavram ve kurum olarak, yok edilmeye çalışılıyor.

Aydın Selcen’in dün Duvar’da ele aldığı, “kutupsuz dünyanın kuralsızlığı”ndan söz ediyoruz. Selcen’in hatırlattığı “global hayat” örneklerine (Interpol’ün Çinli direktörünün ülkesine gittiğinde ortadan kaybedilmesi, Putin’in eski ajanı ile kızını, askerî istihbarat ajanlarını gönderip Britanya topraklarında zehirlettirmesi) bir-iki ek yapayım: 2006’da yine Putin’in, yine Britanya’da eski subay, sonra muhalif Alexander Litvinenko’yu çayına radyoaktif polonyum-210 attırarak öldürtmesi, geçen yıl Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un’un üvey kardeşini Malezya’da havalimanında VX sinir gazıyla öldürtmesi. İsrail’in dünyanın çeşitli yerlerinde giriştiği “av”ları ve yakın zamanda Türkiye’nin çeşitli ülkelerden -meselâ Kosova- “FETÖ’cü” kaçırmasını bunların yanına katmalıyız. Belki hepsinden önce, ABD’nin, çeşitli ülkelerden, bir şekilde şüpheli saydığı insanları uçaklara koyup oradan oraya dolaştırması, ya bizzat uçaklarda ya bazı havalimanlarında ya da anlaştığı ülkelerin işkencehanelerinde sorgulaması hatırlanmalı. Tam bir uluslararası hukuksuzluk gösterisiydi. Suudi Arabistan’ın fiilî kudret sahibi Muhammed bin Selman’ın İstanbul’da sergilediği marifetten sonra kabaca şöyle diyebiliriz belki: Kimin eli nereye uzanır, gücü neye yeterse yapabildiği, kimseye üzerinde anlaşılmış ortak kurallara dayanarak hesap sorulamayan bir dünyaya doğru mu yol alıyoruz? (Bu konuda AP bir özel haber derledi!)

KAFA YORMAMIZ GEREKİYOR

Oysa insanlığın karşısındaki esas büyük sorunlar, tam tersini, dünya çapında işbirliğini zorunlu kılıyor.

Dünyanın gidişatına dair kafa yormaya çalışan insanların çoğu, başta bizim memlekette, bin türlü fizikî ve manevî baskı altında, kendilerinin ve yakınlarının başına gelenlerle uğraşmak, geleceksizlik ve umutsuzluğun yarattığı karanlıkla boğuşmak zorunda kaldığı için, aslında hiç de uzak bir geleceğe ait olmayan temel sorunlar üzerine konuşamıyoruz. Bugünün maddî kudretinden açgözlülükle lezzet, zulmedebilme imkânından hunharca keyif alma uğruna, çocuklarının geleceğini mahveden muktedirlerin insanları sorgusuz sualsiz öldürebildiği, kaybedebildiği, hapsedebildiği rejimler midir, insanlığın geleceği? Yoksa, bu bencillik ve dargörüşlülükle kullanılacağından bela halini alacak yapay zekânın, birkaç onyıl içerisinde, organ nakilleriyle elitleştirilmiş bir vahşi zengin azınlığın elinde hepimizi insanlığın kısa yoldan mahvına götüreceği bir karanlık mıdır?

Dünyanın bir köşesinde, siyasetçi rolündeki devlet görevlisinin, muhalifleri sindirmesi umulan mafyacıları hapisten çıkarmaya çalışması, emir verdiği mahkemenin bağımsızlığı gibi bir motifi uluslararası pazarlıkta koz yapmaya kalkan hükümdarın memleket çocuklarını nasıl bir dehşet ortamına mahkûm ettiğini umursamayışı, bildiğimiz anlamıyla “insanlık” tarihinin son sayfaları yazılırken, metni şenlendirsin diye araya katılan trajikomik ayrıntı yerine bile geçmeyecek.

Hakkında hiçbir somut iddia olmadığı halde hapiste bir yılını doldurmak üzere olan arkadaşım Osman’ı aklımdan çıkaramadığım için kapıldığım öfkeden, Şırnak’ın sınır köyünden, bombayla parçalanmış kardeşinin acısını sırtlayarak Meclis’e gelen ve karşılığını hapse tıkılarak gören Ferhat’a karşı memleket adına duyduğum utançtan, sıkça geçtiğim bir mahallede lüks döşenmiş bir odada bir insanın pahalı bir masaya yatırılıp kemik testeresiyle doğrandığını öğrenmenin sarsıntısından sıyrılabildiğim ölçüde, dünyaydı, insanlıktı, bazı büyük meselelerden söz etmeye çalışacağım.

(Bu okuduğunuzla birlikte bir yazı daha teslim ediyorum, Duvar’a. Onu da bir gün arayla yayımlamalarını rica edeceğim. İkisi bir arada, daha işlevli olacak.)

Ümit Kıvanç – Gazete Duvar

Saadet Partisi’nden hükümete, “Tüm termik projelerini iptal edin!”

Saadet Partisi (SP) Yatırım ve Kalkınma Başkanı Ahmet Gülen, 5’inci kez ertelenen termik santral ihalesi ile ilgili olarak “Ertelenmesini değil iptal edilmesini ve bu projeden vazgeçilmesini istiyoruz” dedi.

Esra Ünlü’nün Son Haber’de yer verilen haberine göre SP Yatırım ve Kalkınma Başkanı Ahmet Gülen, kentin birçok sorunu olduğunu söyleyerek, Yeşiltepe, Fevzi Çakmak ve Zincirlikuyu gibi pek çok mahallenin imar sorununun devam ettiğini vurguladı.

Alpu Termik Santral ihalesinin ertelenmiş olmasının da sevindirici olduğunu kaydeden Gülen, “Biz SP olarak termik santral ihalesinin ertelenmesini değil iptal edilmesini ve bu projeden vazgeçilmesini istiyoruz. Çünkü termik santrali geleceğimiz için en önemli sorun olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı.

 

(Son Haber)

Altınova, maden karşıtı mücadeleyi Yeşil Gazete’ye anlattı: ÇED’i yaptırmadık, madeni de çıkarttırmayız!

Balıkesir Ayvalık’a bağlı Altınova sahili 1 yıldır DENSAN Madencilik Şirketi’nin deniz kumundan demir madeni çıkarme teşebbüsü tehdidi altında. 28 Eylül’de Altınovalıların ve bölgedeki tatil siteleri sakinlerinin “Madene Hayır” insan zinciri ile kamuoyu nezdinde hareket farkedilir olmuştu.

12 Ekim’de Balıkesir Belediyesi konuyu meclis gündemine aldı ve önümüzdeki günlerde bir karara varacağı belirtiliyor. Ayvalık Belediyesi ise o tarihten birkaç gün önce mecliste konuyu görüşmüş ve Altınova’da madencilik faaliyetine müsaade edilemeyeceğine dair kararını açıklamıştı.

16 Ekim Çarşamba günü ise Altınova’da hareketli saatler yaşandı. DENSAN Madencilik şirketi yetkililerinin ÇED Halkı Bilgilendirme toplantısı yapacağına dair duyum üzerine “Altınova’da Maden Aranmasına Hayır Platformu” üyelerinin çabası ile toplantı gerçekleştirilemedi ve bu durum tutanak ile de belgelendi.

28 Eylül’de Yeşil Gazete’de yer verdiğimiz haber sırasında tanıştığımız ve o tarihten beri de bize konuya dair bilgiler aktaran Ayvalık Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nin başkanı Müge Okur ile Altınova’da neler oluyor konusunu enine boyuna konuştuk. Okur, meselenin ilk farkedildiği günden dün gerçekleşen ve geniş ses getiren eyleme, bundan sonra atılacak adımlara dair tüm detayları bizimle paylaştı.

Sözü kendisine bırakıyoruz

***

‘Şirket, Altınova’dan Badavut sahiline kadar geniş bir alanda ruhsat başvurusunda bulunmuş’

-Merhaba, nasılsınız. Tebrik mi edelim, ne diyelim? ÇED toplantısı sizin ve doğa hakkı savunucularının haklı tepkisi sonucu gerçekleştirilemedi.

Müge Okur: Bu ilk adımdı. Tabi başarı var ama daha önümüzde ÇED anlamında iki maç daha var. Yasa gereği bu toplantı yapılamadığı için 3 ay içinde yeni bir ÇED toplantısı yapılması gerekiyor.

Ayvalık Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneği Başkanı Müge Okur

Müge Okur kimdir diye sorarar başlayalım mı?

Müge Okur: 4 yıl önce Ayvalık’a yerleştim. Aslen Ayvalıklı olsam da İstanbul’da yaşıyordum. İstanbul’da iken de çevre mücadelesi içinde birisi idim. Kuzey Ormanları Savunması olsun, Halkevleri olsun çevre ve ekoloji mücadelesi içinde idim. Ayvalık’a yerleşince de 6-7 ay önce Ayvalık Çevre Koruma ve Güzelleştirme Derneği’ne üye oldum. Son dernek seçimlerinde de , Temmuz ayında başkan olarak seçildim

Altınova’da denizden maden çıkarma konusunu ilk ne zaman gündeme geldi?

Müge Okur: Bir yıl önce farkedildi. O dönem haberler de yapıldı. Çevre dernekleri ilk farkediyor durumu. Gemi tipi platformlar ile Altınova sahiline gelince şirket çalışanları durum farkediliyor. İşte dilekçeler yazılıyor durumu öğrenmek için çeşitli kurum ve kuruluşlara. Şirket yetkilileri ile de görüşmeler yapılıyor ve yetkililer bölge halkını ikna etmek amacıyla Altınova sahiline geliyorlar jeoloji mühendisleri ile birlikte. Sonra bir alet ile kumdan demir çıkarıyor ve bizim amacımız bu şeklinde beyanat veriyorlar.

Ama asıl mevzu bu sene Mayıs ayında aynı şirketin Altınova’dan Badavut sahile kadar bir şerit için maden arama ve çıkarma izni istemesinin, ruhsatlara başvurmasının öğrenilmesi ile başladı.

Bu gelişme üzerine biz de Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi’nden bu bölgenin arkeolojik zenginliğini belgelemek amacı ile arkeolog dalgıçlar istedik. Altınova, aynen Ayvalık gibi çok eski bir yerleşim merkezi. Halkın söylemine göre bölgede Osmanlı kadırgaları da bulunuyor. Arkeologlar da arkeolojik parçalar bulup onu raporladılar. Fakat o rapor çok etkili olmadı. ( Bodrum Uzman Raporu )

Ardından Balıkesir Çevre ve Şehircilik Bakanlık İl Müdürlüğü’ne itiraz dilekçeleri yazıldı Haziran ayında.  Temmuz ayında bir defe daha Balıkesir’e gidildi ve dilekçe verildi bu maden çalışmasının istenmediğine dair. Aksaray ve Ege Üniversitelerinden iki jeoloji mühendisi hocamız Cengiz Karaköse’den de rapor istedik aynı dönemde. Gerçekte bölgede ne bulunduğuna dair bir rapor talep ettik. O raporları da göndereceğim ben size. ( Altınova-demirmadeni-raporu  ) 

Biz bölge halkı olarak bu maden faaliyetinin bölgenin ekolojik habitatına vereceği zararın yanı sıra şirketin asıl niyetinin sadece demir çıkarmak olduğunu da inanmıyoruz.

Peki nedir size göre şirketin asıl amacı?

Müge Okur: Raporlarda bu bölgede uranyumdan volframa kadar bir hayli maden görünüyor. Şimdi size soruyorum, Birisi gelse ve kumsaldan mıknatıs aracılığı ile topladığı demirleri gösterip, “Ben bu madeni çıkarmak için izin aldım” dese siz de bunu soran kişiye, “Sen bunu toz halinde ne yapacaksın?” diye sormaz mısınız. Çocuk mu kandırıyorlar diye düşünüyor insan ister istemez.

Bunun dışında bir beyanı da şu idi şirketin, “Biz demir tozlarını eleyip çıkartacağız. Dolayısı ile bu işlemin doğal yaşama da faydası olacak. Çıkan demiri de satarak ticaretini yapacağız” diyorlardı. Deniz tabanı temizlenince bölgede balıkların yaşam alanı da zenginleşecek diyorları ayrıca. Ben kendim Su Ürünleri mezunuyum ve deniz kumunu elemek başlı başına ekolojik sistemde geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açar. Onların anlattığı kadar basit değil bu işlem.

Müge Hanım ben şimdi sizin Yeşil Gazete’ye ilk attığınız mailden sonra paylaştığımız habere de bakıyorum. 28 Eylül tarihli bir haber bu. O tarih öncesinde bu duruma dair kamuoyu bilgisi nasıldı. O konuya dair bilgi verebilir misiniz?

Müge Okur: Pek bilinmiyordu diyebilirim bu konunun. Biz ama 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde de 28 Eylül tarihli haberinizdekine benzer şekilde sahilde bir insan zinciri de kurmuştuk. O zaman daha konu başvuru aşamasındaydı, ÇED henüz gündemde değildi. FOX Tv de gelmiş haber yapmıştı ama o zamanki haberlerin gündemi, işte, “Altınovalılar maden istemiyor. Temiz deniz temiz sahil”  şeklinde başlıklar ile slogan düzeyinde kalmıştı.

28 Eylül’de de biz haberini yaptık Papaline.com’dan alıntılayarak. Konuya dair ikinci haberi de 12 Ekim tarihli, “Maden konusu Belediye Meclisi gündemine alındı” şeklinde vermişiz.

Müge Okur: O, evet, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Meclisi gündemine alınmasına dair bir haberdi o. Onun bir hafta öncesinde de Ayvalık Belediyesi Meclisi gündemine geldi aynı konu ve oradan da “Hayır” kararı çıktı. Büyükşehir de ise konu Çevre Komisyonu’na iletildi. Henüz bir karar çıkmadı, beklemedeyiz şu anda.

‘Ayvalık’ın başındaki en büyük bela bu maden arama teşebbüsü’

Peki dün neler oldu? ÇED toplantısı yaptırılmadı diye duyduk biz gelişmeleri.

Müge Okur: ÇED Toplantısının yapılacağını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sitesinden haber aldık ve biz hemen harekete geçtik Ayvalık Çevre Derneği olarak. Kent Konseyi ile görüştük ve sağolsunlar hemen ilgi gösterdiler. Belediye Başkanı olsun, diğer çevre stkları olsun dayanışma içerisinde çalıştık. Ayvalık’taki tüm kurumların bir araya geldiği 9 kişilik bir komisyon oluşturduk, yürütme komisyonu şeklinde çalışan. Ortak kararlar alındı, bu kararların altında Altınova civarındaki 280 kadar sahil sitesinin de imzası bulunuyor.

Ardından bu gibi durumlarda ne yapılması gerektiğine dair araştırma yapmaya başladık. ÇED toplantısı esnasında ne yapılıra baktık. İçeri mi girmemiz, katılmamız mı gerekir diye tartıştık. Ardından ÇED toplantısının bu gibi durumlarda yaptırılmaması ve buna dair tutanak tutulması gerektiğini öğrendik.

;

Anladığım kadarı ile buna benzer bir durumla ilk defa karşılaşıyorsunuz. Peki bu gibi durumlara dair ne yapılması gerektiğine dair ekoloji mücadelesi veren diğer kurumlarla görüşme imkanınız oldu mu?

Müge Okur: Biz ne yapabileceğimize detaylı baktık. Şu an için Ayvalık’ın başındaki en büyük bela bu maden arama teşebbüsü. Elbette diğer mücadelelerden insanlarla görüştük, onların deneyimlerinden faydalandık. Hepsi de sağolsunlar ilgi gösterdiler. EGEÇEP, BURÇEP, EDÇEP vsr hepsi ile görüştük. Bunlar hep Edremit, Burhaniye ve çevresinden benzer çalışmaları yürüten çevre platformlarıdır. Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ile de, Kuzey Ormanları Savunması ile de görüştük. Sağolsunlar, onlar da çok yardımcı oldular nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda. Özellikle de yasal anlamda bize yardımcı oldular ve bu destekleri de halen devam ediyor.

Kent Konseyi bünyesinde imza kampanyaları yapılı ÇED sürecine ilişkin 20 günden beri. Burada kurulan Pazar yerlerinde kurduk imza masalarımızı. Hem konuya dair bilgilendirme yapıyor, hem ilgi gösteren vatandaşlara bakanlığa başvuruda bulunun ve bu izin iptal edilsin diyor hem de ÇED toplantısı şu gün gerçekleşecek şeklinde bilgi paylaşımında bulunuyor idik.

Bölge yazlık bir alan olduğu için insanların bu tip durumlarda toplanması anlamında da dezavantajlı bir yer. Fakat ben çok teşekkür ediyorum sahil sitelerinde oturan yazlıkçı tabir ettiğimiz vatandaşlarımızdan. ÇED toplantısına kadar siteleri terk etmeden beklediler. Çünkü hepsi farkındaydı ki, “Eğer biz şimdi gidersek çaktırmadan bu süreci ilerletirler ve önümüzdeki senelerde geldiğimizde çok farklı ve yaşamak istemeyeceğimiz bir alan ile karşılaşabiliriz.”

Beklediler yani insanlar ve sağolsunlar gidenler de geri geldi. Ve en nihayet ÇED toplantısı tarihi, yani 16 Ekim günü geldi çattı.

Altınova’da Maden Aranmasına Hayır’

16 Ekim’de neler yaşandı peki Altınova’da?

Müge Okur: ÇED toplantısı 13:00’de başlayacaktı. Biz ise 12:00’de toplantının yapılacağı Safa Oteli’nin önünde toplanmaya başladık.  Altınova Kazan Sitesi içindeki Safa Otel’de yapılmak istendi ÇED toplantısı.

Biz, bu tehdit üzerine kurduğumuz Altınova’da Maden Aranmasına Hayır Platformu bileşenleri olarak ordaydık. Şehir dışından İzmir’den, Bergama’dan gelenler ordaydı. Burhaniye’den ve diğer yerlerden gelenler olarak pankartlarımız, dövizlerimi ve sloganlarımız ile bir süre bekledik otelin önünde.

Sonra öğrendik ki biz henüz gelmeden otele giriş yapmış ve ÇED toplantısı için içeride bekleyen insanlar bulunuyor şirketin gönderdiği yetkililer ile birlikte. Bu insanların bir kısmı Altınova sahilinde oturanlar ama onlar çok az bir kesim, daha geniş kesim ise Bergama’dan otobüslerle otele getirilen köylüler. Şirket almış onları ve böyle böyle bir şey var diye muhtemelen de bilgi de verip oraya getirmişler. Ancak biliyorsunuz Bergama, Balıkesir’e değilde İzmir’e bağlı bir yerleşim merkezi. ÇED toplantısında ise ilgili işletmeden doğrudan etkilenecek kimselerin bulunması önceliklidir.

Biz de 13:30’a doğru toplantı salonuna çıktık. O sıralarda yeni gelen şirket çalışanları toplantı salonuna giremediler. Şirket çalışanlar ile de bir arbede, sözlü tartışma yaşandı. Yanımızda CHP Balıkesir Milletvekilleri Ensar Aytekin ile Fikret Şahin de vardı. CHP Balıkesir İl Başkanı Serkan Sarı vardı. Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer de oradaydı.

Otelin içinde bekleyen ve Bergama’dan getirilen köylülere bilgilendirmede bulunduk. Maden hakkında bilgi ilettik. Onlar da konuyu bilmiyorlardı. “Geline, dediler, biz de geldik” şeklinde bize beyanda bulundular. İkametiniz burada değilse bu bir suç teşkil ediyor bildiriminde bulununca onlar da salondan ayrıldılar. Onlar ayrıldı ama şirket çalışanları salonu terketmedi. Biz de bunun üzerine hep birlikte salona doğru hareket ettik.

Kaç kişi vardı size göre ÇED toplantısı gerçekleşmesin diye orada bulunan? Ben haberdeki resimlere bakıyorumda hayli kalabalık görünüyor.

Müge Okur: Tabi, tabi. Çok kalabalıktık. Yanlış olmasın ama sanırım 600 hatta 700  kişi, belki daha fazla kişi vardık. Hep beraber salona yönlenince biz, şirket yetkilisi de “tamam” dedi artık.

ÇED için salona gelen şirket yetkilileri ve uzmanlar, Belediye Başkanı ile birlikte daha sakin bir yere geçtiler ve orda da ÇED toplantısının yapılmadığına dair tutanak tutuldu. Onun fotoğrafını da gönderirim size.

Bir de şeyi sorayım size. Bizim, papalina.org’dan aldığımız haberde, “Kıyı Kumulunu Koruma Manifestosu” açıklaması var. O konuda bilgi verebilir misiniz?

Müge Okur: Bizim bir tane jeoloji yüksek mühendisi abimiz Ömer Bey var. Manifestoda şunu söylüyor Ömer Bey. Altınova zaten normalde erozyon bölgesi. Bunlar bu şekilde kumu kepçeler ile karıştırıp demir madeni çıkartmaya kalkar iseler erozyon tehdidi artacak, suyun içinde oyuklar oluşacak, bu durumda tüm ekolojik tahribatı bir yana bırakacak olsak bile boğulma vakalarının artmasına yol açacak.

Müge Hanım çok teşekkür ederim zaman ayırdığınız için. Son sorum. Bundan sonraki planınız nedir Ayvalık Çevre Derneği olarak.

Müge Okur: Bundan sonra itiraz dilekçelerimizi vereceğiz tekrardan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Balıkesir İl Müdürlüğü’ne vereceğiz. ÇED toplantısını da yaptırmadık, biz burada maden faaliyeti istemiyoruz diyeceğiz. Maden istememe gerekçesi olarak ise kumulların erozyon tehdidini arttıracak olması, çevrenin ekolojik anlamda yoğun bir tahribata uğrayacak olması olarak belirteceğiz. Ve aynı zamanda ikinci ÇED toplantısı için de hazırlıklarımıza şimdiden başlayacağız.

Neyse ki ve hala bir şansımız var. ÇED toplantılarını hala Bakanlığın sitesinden paylaşıyorlar da haberimiz oluyor neyse ki.

Alper Bey, ÇED toplantısı için belirlenen Safa Otel’in yerini bir görmenizi isterdim sizin de. O kadar sapa, hiçbir toplu ulaşım aracının gitmediği bir yer ki. Belediye bizim gidebilmemiz için otobüsler kaldırmak zorunda kaldı. Herkes birbirine soruyordu, “Neredeydi bu otel?” diye. Yani o kadar bilinmeyen bir yerdeydi bu Bakanlık tarafından seçilen Safa Otel.

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Engelsiz Filmler Festivali’nin son durağı Ankara’da gösterimler başladı

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da başlayıp yolculuğuna Eskişehir’de devam eden Engelsiz Filmler Festivali, her yaştan sinemaseverin yoğun katılımıyla bu kez Ankara’da başladı.

Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi ve Goethe-Institut Ankara’da gerçekleşen gösterimlere seyircinin yoğun katılımıyla başlayan Festival’in ilk günkü konuğu, yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun üstlendiği “Yol Kenarı“ filminin yapımcısı Vildan Erşen oldu. Yapımcı Vildan Erşen, filmin gösterim sonrası seyircilerin sorularını yanıtladı.

Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gösterim sonrası gerçekleşen söyleşide ilk olarak yönetmen Tayfun Pirselimoğlu ile çalışma süreci hakkındaki soruya Vildan Erşen; “Filmlerinin senaryosunu kendisi yazan bir yönetmen olduğu için, filmi çekerkennasıl bir dünya kuracağını çok iyi biliyor. Detaylara çok hakim olduğu için, çekim süreci de çok kolay geçiyor ve kısa sürede çekimleri tamamlıyoruz.” diye yanıt verdi. Erşen, Tayfun Pirselimoğlu ile “Ben O Değilim” filminden sonra ikinci kez birlikte çalışma fırsatı bulduklarını, izlerken keyif alacağı bir proje içinde yer almak istediği için Pirselimoğlu’nun filminin yapımcısı olma teklifini tereddütsüz kabul ettiğini ifade etti.

Yol Kenarı filminin yönetmenin diğer filmlerinden farklı inşa edildiğini dile getiren Erşen, filmde özellikle mekan ve zamanın belli olmadığının altını çizdi. Sadece Türkiye üzerinden yorumlanacak bir film olmadığından bahseden Erşen, filmin içinde bulunduğumuz, çıldırma halinde olan dünyayı sembolize ettiğinden bahsetti. Filmin siyah-beyaz çekilmesiyle ilgili olarak ise filmdeki kıyamet öncesi halin ve bu kasvetli havanın yaratılmasının başka türlü anlatılamayacağını ifade etti.

Erşen, “Tayfun Pirselimoğlu filmlerinde kendi yarattığı bir dünya var. Filmleri hakkında gelen sorulara; bu doğrudur ya da yanlıştır demeyi tercih etmiyor. Tayfun Pirselimoğlu, seyircilerin filmlerinden kendi anlamlarını çıkartmasından hoşlanan bir yönetmen.” dedi.

Programında yer alan tüm film ve yan etkinlikleri görme ve işitme engelli bireylerin erişimine uygun olarak sunmasının yanı sıra ortopedik engelli bireyler için de erişilebilir mekanlarda gerçekleşen Festival, 21 Ekim tarihine kadar Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi ve Goethe-Institut Ankara’da sinemaseverleri ağırlamaya devam edecek.

m Gösterim ve Etkinlikler Ücretsiz

Her sene olduğu gibi bu sene de tüm gösterimlerini ve yan etkinliklerini ücretsizolarak seyircilere sunan Engelsiz Filmler Festivali, Puruli Kültür Sanat tarafından, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ve Açık Toplum Vakfı ana desteğiyle gerçekleştiriliyor.

Engelsiz Filmler Festivali hakkında ayrıntılı bilgiye www.engelsizfestival.com adresinden ulaşabilir; Festival’in Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarından duyuruları takip edebilirsiniz.

Gösterim takvimi için tıklayınız.

6. Engelsiz Filmler Festivali’nin bugüne kadarki bültenlerine ise bu linkten ulaşabilirsiniz

 

(Yeşil Gazete)

Amazon yağmur ormanlarındaki başarılı koruma çalışmaları komşularına zararı yayıyor

Sciencdaily‘de Michigan State University kaynaklı makaleyi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Cem Sabuncu‘nun çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Brezilya Savanı

Yeni bir araştırmaya göre Amazon yağmur ormanlarında ormansızlaşmaya karşı verilen mücadele, zararın adı daha az duyulmuş komşu bir bölgeye kaymasına yol açabiliyor. Bu durumun yol açtığı istenmeyen sonuçlar önemli.

Amazon havzasındaki tarımsal faaliyetleri dizginlemek için verilen mücadele 2000’lerin başından 2015’e kadar yağmur ormanlarının tahribatında %80’lik bir azalmaya sebep oldu. Ancak Journal of Geographic Sciences dergisinin bu ayki sayısında Michigan Eyalet Üniversitesi’nden (MSU) araştırmacılar, Orta Brezilya’nın Tocantins eyaletindeki Cerrado’da yürütülen tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin, kamuoyunun dikkatini çekmese de doğal bitki örtüsünde 6,6 kat daha fazla bir tahribata sebep olduğunu ortaya koydular.

MSU’nun Sistem Entegrasyonu ve Sürdürülebilirlik Merkezi’nde (CSIS) araştırmacı olan Yue Dou: “Amazon havzasındaki yağmur ormanı tahribatının azaltılması kamuoyunun dikkatini çekmemeli demiyoruz. Ancak önemli bir biyoçeşitliliğe sahip bir başka bölgedeki büyük yıkıma da dikkat edilmeli.”

Cerrado Brezilya’nın zengin savan bitki örtüsüne sahip, ormanlık otlak bir alan olup ülkenin yüz ölçümünün %20’sinden fazlasını kaplamaktadır. Amazon yağmur ormanlarının geniş yapraklı, kadim ağaçları geniş kitlelerin ilgisini çekmekte ve dünya çapında hayranlık uyandırmaktadır. Cerrado, küresel bir biyoçeşililik sıcak noktası olmasına rağmen aynı ölçüde ilgi çekmemektedir. Brezilya’nın her iki bölgesi yoğun tarım faaliyetlerine maruz kalmaktadır. İki farklı tedarik zinciri anlaşmasıyla, Amazon deltasında 2006 yılından sonra üretilmiş soya fasulyesi ile 2009 yılından sonra ormansızlaşmış arazilerde üretilen et ürünlerinin alımının yasaklanmasıyla ormansızlaşma faaliyetleri büyük ölçüde yavaşlatılmıştır. Araştırmacıların hesaplamalarına göre bu politikalar sonucunda Amazon’daki ormansızlaşmış alan 58.964 km2’den 28.524 km2’ye inmiştir.

Lakin soya fasulyesi çiftçileri ve büyükbaş hayvan yetiştiricilerinin yüksek talep gören bu gıda ürünlerini üretmek için yeni araziler aramaları Cerrado’daki tahribatı artırmıştır.

”Spillover effect offsets the conservation effort in the Amazon” (Taşma etkisi Amazon’daki koruma çabalarını dengeliyor) makalesinin yazarları gizli zararların nedenlerinin oldukça karmaşık ve anlaşılması güç olduğunu ve dolayısıyla ülkenin bir tarafında elde edilen başarılı çevre koruma çalışmalarının başka taraflarda ciddi hasarlara yol açtığını ifade ediyor. Kolonizasyon, yol inşaatı, mevcut altyapı ve hukuki yaptırımların geçerliliği gibi etkenler insanların doğal bitki örtüsünü yok ederek tarımsal faaliyetlerde bulunmasını açıklıyor. Cerrado’yu yağmur ormanlarıyla karşılaştırmak da bir hayli zor.

Bu yüzden bilim insanları telecoupling framework adı verilen birçok farklı etkeni bir arada inceleyebilen bir yönteme başvuruyorlar. Telecoupling framework çeşitli bilimsel disiplinleri bir araya getirerek bilim insanlarının ekolojik ve sosyo-ekonomik etkileşimleri bütüncül bir bakış açısıyla uzak mesafelerden anlamalarına imkan veriyor.

CSIS’in başında bulunan ve araştırmanın yazarlarından olan Jianguo “Jack” Liu: “Giderek karmaşıklaşan dünyamızda problemleri, sezgilere aykırı gerçekleri ve incelikleri yansıtabilecek yeni şekillerde ele almamız gerekiyor. Sürdürülebilirlik alanındaki ilerlemeler hakiki olmalıdır. Bir tarafta elde ettiğimiz başarıların diğer tarafta yol açtığı görünmeyen hasarlar pahasına sürdürülmesine izin vermemeliyiz. Telecoupling framework, birçok farklı veriyi bir araya getirerek küresel dünyamızdaki önemli değişimleri tümüyle anlamamıza yardımcı oluyor.”

 

Makalenin İngilizce orijinali

Makale kaynağı: Michigan State University

Yeşil Gazete için çeviren: Cem Sabuncu

 

(Yeşil Gazete, Michigan State University)

Michael kasırgası kurbanları iklim değişikliğini inkâr edenler tarafından temsil ediliyor

TheGuardian‘da John Abraham imzasıyla yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Nilüfer Ağaç‘ın çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Seçimin sonuçları oldu. Bilimi inkâr etmenin de sonuçları vardır. Ve biz ektiğimizi biçiyoruz.

Michael Kasırgasının hırpaladığı bir Amerikan bayrağı 10 Ekim 2018’de Crawfordville, Florida’da Shell Point Plajı’nda günbatımının mor renginde uçmaya devam ediyor. Fotoğraf: Mark Wallheiser/Getty Images.

Floridalılar çok büyük zarara yol açan ve kategori 4 olarak sınıflandırılan çok güçlü bir tayfunun üstesinden gelmeye çalışıyor. Sert rüzgâr, şiddetli yağmur ve fırtına dalgası milyonlarca dolara mal olacak.

İklim değişikliğinin bu fırtınaları daha da güçlendirdiğini biliyoruz. Fırtınalar sıcak okyanus sularından besleniyor ve iklim değişikliği yüzünden   bu sular artık daha sıcak. Bilim hakkında farklı yerlerde daha detaylı  burada ve burada yazdım. Fakat temelde, Michael gerçekten de sıcak suların, insandan kaynaklı ısınma yüzünden daha da sıcak olan suların üzerinden geçtiği için güçlendi.

Michael kasırgasının değişimi sırasında Florida çevresindeki okyanus suyu sıcaklıkları. Görsel: Nasa Eosdis-Lance.

Tahmin edilebileceği gibi; kasırga kıyıya vururken güçlendi. Ben bunu yazarken Michael kıyıya vurmaya devam ediyor ve basınç hala düşüyor (bir kasırgadaki düşük basınçlar daha güçlü bir fırtınaya işaret eder. Michael’ın ABD’yi vuran kasırgalar içinde en düşük üçüncü basınca sahip olabileceği görülüyor.

Michael Kasırgasının kızılötesi görüntüsü. Fotoğraf: NASA-NOAA-UW-SSEC-CIMSS, William Straka

Michael Kasırgası’nın vurduğu Florida gibi bir eyaletin, iklim değişikliğini inkâr eden birilerine oy verecek olması şaşılacak bir şey. Konunun nasıl geliştiğine bakalım. Söylentilere göre Florida Çevre Koruma Departmanı’nın “iklim değişikliği” ve ‘’küresel ısınma ‘’terimlerini kullanması yasaklandı. Bu politikanın, Florida’nın bilimi inkâr eden Rick Scott’u vali olarak seçmesiyle yürürlüğe girdiği bildirildi.

Rick Scott çağdışı bu duruşu yüzünden Florida’daki insanlar tarafından kınandı. Eyalet sakinlerinin sıkıntılarını arttıran onun yaptığı gibi iklim değişikliğinin inkârıdır.

İş arkadaşlarımın Vali Scott’un politikalarının devletini nasıl etkilediğini anlamasına yardımcı olmaya çalıştığı değil. Birkaç yıl önce bilim insanları onunla buluştu ve iklim değişikliğini ciddiye alması için çağırdı. O sessiz kaldı.

Bu, meslektaşlarımın Vali Scott’a politikalarının eyalete nasıl zarar verdiğini göstermek için uğraşmadığı anlamına gelmez. Birkaç yıl önce bilim insanları onunla bir araya gelerek iklim değişimini ciddiye alması için uyardılar. O ise sessiz kaldı.

Yerel medyanın uğraşmadığı anlamına da gelmez. Büyük gazeteler Rick Scott’a iklim değişikliği konusunda harekete geçmesi çağrısında bulundular. Fakat bu da çok işe yaramadı. Belki de Rick Scott iklim değişikliği düzenlemelerine karşı çıkan şirketlere yatırım yaptığı için.

Politik muhaliflerin denemediği anlamına da gelmez. Son dönemde Florida Demokratları iklim değişikliğini kabul etmesi için Rick Scott’a dilekçeyle çağrıda bulundular.

Neyse ki Rick Scott senato için adaylığını koyarken Demokrat Bill Nelson da ona meydan okuyor. Nelson bilimi anlıyor ve gerçeklere inanıyor. Nelson’a göre, ‘’iklim değişikliği gerçektir ve kendimizi korumak için harekete geçmeliyiz. Bilimsel gerçekliğin reddi özellikle Florida’da bir seçenek değildir’’

Rick Scott bilimi ve iklim değişikliğini reddeden Florida Eyaleti’ndeki tek politikacı değildir. Senator Marco Rubio da var.

Florida seçmenleri bu saçmalığa bir son verebilir. Scott’u eyalet valiliğine taşıyacak mevcut yarışta Cumhuriyetçi aday Ron Desantis de bilimi göz ardı ediyor. İklim değişikliğinin eyaletlerin azaltabileceği bir konu olmadığını söylüyor. Ne dedin?

Ron De Santis’in kaybetmesini umut edelim. Rakibi Andrew Gillum’un şu söyledikleri gün gibi aşikâr:

‘’İklim değişikliği gerçektir, Floridalıları doğrudan etkilemektedir ve biz bu konuda sessiz kalmayacağız. Vali olduğumda sadece iklim değişikliğini konuşmayacağız. –Floridalıların eyaletimizin enerji bağımsızlığının artması ve daha dirençli olabilmesi için çalışmasını sağlayacağız ve eyaletimizi Amerika Birleşik Devletleri’nin güneş başkenti yapacağız.’’

Fakat sadece Florida değil; iklim değişikliğini reddedenlerce yönetilen, Michael Kasırgası’nın vuracağı başka eyaletler de var. Örneğin; Michael Kasırgası Georgia eyaletini de vurulacak. Eyalet senatörlerinden David Perdeu, Paris Anlaşması’ndan çekildiğinde Başkan Trump’ı tebrik etmişti. Georgia’nın bir başka senatörü Johnny Isaksan da bilimi reddediyor ve Başkan Trump’ın bu pervasız hareketini destekliyor.

Kongrenin bölge düzeyinde inkârlar devam ediyor. Cumhuriyetçi temsilci Barry Loudermilk de Başkan Trump Paris Anlaşması’ndan çekildiğinde memnun olmuştu. Buna karşın, rakibi Flynn Broady bilime güveniyor ve anlıyor. Kendisinin de ifade ettiği gibi tavrı daha net olamazdı:

‘’Yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirecek ve uygulamaya koyacak, karbon emisyonunu azaltacak ve enerji ihtiyacımızı karbon yakıtından uzaklaştıracak teknoloji ve bilgiye sahibiz. Paris Anlaşması’na ve Kyoto Protokolü’ne dâhil olmayı dünyaya borçluyuz. Önde gelen sanayi ulusu olarak çaba göstermeliyiz.

İklim değişikliğini reddedenler kasırga hakkındaki bu makalenin neşeli olduğunu söylemeye çalışacaklar. Öyle değil. Her şeyden önce, bu kasırga ve diğer kasırgalar ölümlere ve yıkıma neden olabilir. Dilerim ki insanlar uyarıları dikkate almışlardır ve yoldan çekilmişlerdir. İklim değişikliğine ve onun fırtınalar üzerindeki etkisine dair fikirleri ne olursa olsun insanların güvende olmasını umuyorum.

İkinci olarak, seçimlerin bazı sonuçları olacak ve toplum olarak daha iyi bir dünya yaratmak, iklim değişikliğini azaltmak istiyorsak bilimi anlayan ve gerçeklere inanan kişilere oy vermeliyiz. İklim değişikliğini reddedenler iklim değişikliği karşısında harekete geçmeyerek, bu fırtınaları daha da kötüleştiriyor. Kanunları iklim değişikliğini inkâr edenler yaptığı sürece ne olmasını bekleyebiliriz ki?

Üçüncüsü, “iklim için harekete geçmek çok pahalı” diyenler için, geçtiğimiz on yılda dünyadaki iklim eylemsizliği maliyetlerini nasıl toplayacaksınız? Size cevabım, hiçbir şey yapmamak çok maliyetli olacaktır.

Dördüncü olarak, Cumhuriyetçi Partiye ne oldu?  Cumhuriyetçi Parti kendisini evvelce entelektüellerin partisi olarak lanse ederdi. Bilimi reddetmenin bir turnusol testi olduğu bir partiye nasıl dönüştünüz? İklim değişikliğini gerçekten anlayan ve bunu önemseyen Cumhuriyetçiler nerede? Böyle birini bulursanız bana da söyleyin. Belki burada onlar hakkında da yazabilirim.

Son olarak, iklim değişikliği sadece bir başlangıç. Daha da kötüye gitmeye devam edecek. Bu, fırtınaların daha kötü olacağı, kuraklığın artacağı, sellerin daha şiddetli olacağı ve maliyetlerin artacağı anlamına geliyor. Bu sorunu ciddiye almazsak, şu an gördüğümüz ve geçmiş on yılda gördüğümüz, geleceğin bize getireceklerinin yanında çok ufak kalacaktır.

İyi şanslar Florida ve Georgia. Düşüncelerim sizinle. Diğer tarafta görüşürüz.

 

Makalenin İngilizce orijinali

Haber: John Abraham

Yeşil Gazete için çeviren: Nilüfer Ağaç

 

(Yeşil Gazete, The Guardian)

Brexit: Lordlar, ‘’Sanat, dolaşım özgürlüğü olmadan acı çekecek.’’

The Guardian‘da Mark Brown imzasıyla yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Şehnaz Güven‘in çevirisi ile paylaşıyoruz.

***

Lordlar kamarası üyeleri, İngiltere’nin sektörün katkısından çok büyük fayda sağladığına işaret ediyor. Foto: Alamy

Komite, kültür sektörünün dünyanın her bir yanından insanlarla iş birliği içinde geliştiğini söylüyor.

Lordlar kamarası, dolaşım özgürlüğünün Brexit sonrası kısıtlanması durumunda İngiltere’nin gelişen kültürel endüstrilerinin yurt dışındaki yetenekleri ülkeye çekmekte zorlanabileceği konusunda uyardı.

Lordlar kamarasının Avrupa Birliği iç işleri alt komitesinin Brexit raporu ve kültür sektöründeki insan dolaşımı, hükumetten daha fazla ayrıntı ve açıklama gerektiriyor.

Rapor, Avrupa Birliği ve İngiltere arasında karşılıklı düzenlemeler yapılmadığı sürece, İngiltere’nin, ülkeye gelen vasıflı kültür sektörü çalışanı sayısında düşüş yaşayabileceğini belirtip ekliyor: ‘’Böyle bir gelişme, sektörün zararına olacak ve İngiltere’deki Avrupa çapında yetenek görmekten zevk alan kitleler için ciddi bir kayıp teşkil edecek.’’

Komite, hükumeti dolaşım özgürlüğü konusunda esnek bir yaklaşım sergilemeye teşvik etti ve Avrupa Birliği çapında kısa süreli ‘’turne vizesi’’ çağrılarını destekledi.

Rapor, kültür sektörünün İngiltere toplumu ve ekonomisinin yanı sıra uluslararası imaj ve nüfuz açısından da ‘’son derece önemli’’ olduğunu ve her zaman dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla iş birliği içinde çalıştığını belirtiyor.

‘’Avrupa Birliği kültür çalışanlarını, üçüncü ülke vatandaşları için geçerli olan kısıtlamalara tabii tutmak sektöre zarar verebilir çünkü, mevcut vize kuralları çoğu kültürel kuruluşun sunabileceği asgari ücreti aşıyor. Sonuç olarak, İngiltere yeni yetenekleri çekmekte zorlanabilir,’’ diyor.

Avrupa’da kısa sürede dolaşım kabiliyeti, birçok kültürel sektör kuruluşunun iş modelinde tamamlayıcı bir rol oynuyor.

Komite başkanı Lord Michael Jay: ‘’İngiltere’nin kültür sektöründe çalışan bireyler oldukça hareketlidir ve dünyanın her bir yanından insanla iş birliği içindedir. Ülke, kültür sektörünün ekonomiye ve topluma yaptığı katkıdan fazlasıyla yararlanmaktadır ve sektör, İngiltere’nin uluslararası imaj ve nüfuzuna önemli bir katkı sağlamaktadır,’’ dedi.

‘’Eğer hükumet, Brexit sonrası ekonominin ihtiyaçlarını karşılayacak bir göç sistemi kurmak istiyorsa, İngiltere’deki ara bulucuların esnek olması gerekmektedir. Bu, İngiltere’ye çalışma amaçlı giriş yapmak isteyen Avrupa Birliği vatandaşlarının üzerindeki herhangi bir kısıtlamanın, karşılıklı olarak AB’deki İngiliz işçilerine de getirilebileceği anlamına geliyor.’’

 

Makalenin İngilizce orijinali

Haber: Mark Brown

Yeşil Gazete için çeviren: Şehnaz Güven

 

(Yeşil Gazete, The Guardian)

Tutuklanan havalimanı işçilerinden 3’ü serbest bırakıldı

‘İnsanca yaşamak istiyoruz’ talepleriyle eylem yaptıkları için tutuklanan 3. havalimanı işçilerinden 3’ü Gaziosmanpaşa 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tahliye edildi.

İstanbul’daki 3’üncü havalimanı inşaatında kötü çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle 14 Eylül günü yaptıkları iş bırakma eylemi gerekçe gösterilerek 18 Eylül’de tutuklanan 24 işçiden 3’ü tahliye edildi.

Gaziosmanpaşa 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından yapılan tutukluluk incelemesinde Selami Sarıboğa, Birkan ve Bilal Topçu tahliye edildi.