Ana Sayfa Blog Sayfa 2696

Yeni Şafak’ta çarpıcı iklim yazısı

AKP Hükümetine yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Ulusoy, bugünkü yazısını küresel iklim eyleminin önemine ayırdı. Fosil yakıtların küresel ısınmaya sebep olduğunu vurgulayan Ulusoy, önlem alınmazsa gezegenimizin iklim yapısının kalıcı olarak değişikliğe uğrayacağını belirtti.

İklim değişikliğinin ekonomik etkilerine de dikkat çeken Ulusoy “Yaşanan süreçte, fosil yakıt (kömür, petrol v.s.) kullanımı sonucu ortaya çıkan ve sera gazı olarak adlandırılan karbondioksit (CO2) gazının atmosferdeki yoğunluğu giderek artmıştır” dedi.

“İklim değişikliği ekonomisi ve Nordhaus” başlığı taşıyan köşe yazısında, iklim ekonomisi alanının öncülerinden olan ve bu sebeple Nobel Ekonomi ödülünü alan Willam Nordhaus’a da önemli yer ayrıldı.

Nobel ekonomi ödülünün bu sene, “uzun süreli sürdürülebilir ekonomik büyümenin oluşturulması konusunda en temel ve acil sorunlarına hitap eden yöntemler” geliştirenlere verildi.

“William Nordhaus iklim değişikliği tehdidine karşı ekonominin nasıl şekillendirilmesi gerektiğini çalışan makro iktisatçıların başında geliyor. Otuz yılı aşkın bir süredir iklim değişikliği ekonomisi alanında çalışmalar yayınlıyor. Sera gazlarının azaltılması için karbon vergilerini ilk ortaya koyanlardan biri.

Kendisine Nobel Ekonomi Ödülü’nü getiren, kurguladığı Dynamic Integrated Climate- Economy Model (DICE), iklim değişikliği etkilerini ve maliyetlerini entegre bir şekilde değerlendiren modeldir.

DICE kısaca; ekonomiye, karbon döngüsüne, iklim etkilerine, sera gazı salınımını azaltmanın fayda ve maliyetlerini ölçmeye izin veren bir modeldir.

Model ülkelerin emisyon azaltarak kısa dönemde katlanacakları maliyetlerin, uzun dönemde küresel ölçekte kaçınılmaz olarak görülen iklim zararlarının azaltılması neticesinde elde edilecek faydalarla dengelenmesi için tasarlanmıştır.

CO2’nin salınımı küresel ısınmaya sebep olması dolayısıyla ekonomik çıktı (ekonomik büyüme) üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Ekonomik çıktının bir kısmının emisyon salınımını azaltmak için kullanılması durumunda, mevcut tüketimi kısıcı etkiler söz konusu olacak olsa da, gelecekteki sıcaklık artışları ve iklimde meydana gelen zararlar önlenebilecektir.”

Her ne kadar yazar temel iklim kavramlarını karıstırıyor olsa da Paris iklim anlaşmasına mesafeli duran AKP hükümetine yakın muhafazar yazarların da artık bu konuyu gündeme alıyor olmasını iklim aktivistleri sevindirici bir haber olarak değerlendirdi.

Ahmet Ulusoy’un Yeni Şafak’taki yazısının tamamına linkten erişebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

Avrupa Parlamentosu tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması tasarısını onayladı

Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu Strazburg’da bir araya gelerek, plastik kirliliğinin önlenmesi için tek kullanımlık plastiklere yönelik geniş bir yasağı 53’e karşı 571 oyla onayladı.

Yeni düzenleme tek kullanımlık plastik çatal-bıçak setleri, tabaklar, pipetler, içecek karıştırıcılar ve kulak pamuklarının 2021 yılından itibaren piyasadan kalkmasını öngörüyor.

Tavsiye niteliğinde olan ve hukuki bağlayıcılığı olmayan Avrupa Parlamentosu’nda alınan karar kapsamında, şirketlerin plastik atıklardaki sorumluluğunun arttırılmasına yönelik bir plan da hazırlandı.

Mayıs ayının başlarında önerilen yasal düzenlemenin yürürlüğe girmesi için AB Konseyi, AB Komisyonu ve AP arasında müzakereler yapılacak.

Tarafların bir metin üzerinde uzlaşması halinde tüm kurumların onayının ardından, AB üyesi ülkelerin gerekli düzenlemeleri uygulamaları gerekecek.

Plastik parçacıkları Kuzey Buz Denizi’ndeki buzullardan tarım arazilerine uygulanan gübrelere kadar, her yere sızmış durumda.

Geçtiğimiz günlerde Ayşe Bereket’in Yeşil Gazete özel haberiÇukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Temel Bilimleri Bölümü’nden Doç. Dr. Sedat Gündoğdu tarafından Mart 2018’de Food Additives and Contaminants‘da yayımlanan araştırmaya yer vermiş ve Türkiye’de satılan 16 farklı markanın sofra tuzu örnekleri incelendiğini ve örneklerin tamamında mikroplastiğe (5 mm’den küçük plastik parçacığı) rastlandığını duyurmuştu.

Avrupa Parlamentosu düzenlemesi kapsamında 2025 yılı itibarıyla plastik şişe geri dönüşüm oranı yüzde 90’a çıkarılacak ve üreticiler artık atık yönetimi maliyetlerinin belirli bir kısmını karşılayacak.

Break Free From Plastic küresel hareketi plastik kirliliği saha çalışmalarında tespit ettiği başlıca şirketleri geçtiğimiz ay yayınlanan raporunda açıklamıştı. Break Free From Plastic’in 2018 çalışmaları sırasında 42 ülkede 1.279 örgütün gönüllüleri tarafından toplanan plastik atıkların yüzde 14’ünün liste başındaki ilk üç şirkete ait olduğu belirtilmişti: Coca-Cola, Pepsico ve Nestlé.

Birçok Avrupa ülkesi şimdiden tek kullanımlık plastik malzemelerin azaltılması için ulusal önlemler önerdi. Pazartesi günü İngiltere hükümeti plastik kirlilikle mücadele kapsamınında plastik kulak pamuklarını, plastik pipetleri ve içecek karıştırıcıları yasaklamayı planladığını duyurdu.

WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından plastik atıklar konusunda hazırlanan “Plastik Kapanından Çıkış: Akdeniz’i Plastik Kirliliğinden Kurtarmak” başlıklı rapora göre günde 144 ton atık ile Akdeniz’i en çok plastiğe boğan ülke Türkiye.

Türkiye’de incelenen sofra tuzlarının tamamında mikroplastiğe rastlandı

Plastik atıklarda ilk üç şirket: Coca-Cola, Pepsi ve Nestle – Break Free From Plastic saha calışaması raporu 

Plastik atıkların üzerinde oluşan canlı tabakanın kokusu deniz canlılarının onları tüketmesine yol açıyor

Greenpeace’ten şirketlere, ‘Tek kullanımlık plastiklerden vazgeçin’ çağrısı

Uluslararası kahve zinciri Starbucks’tan plastik pipetleri yasaklama kararı

Okyanuslardaki plastik kirliliği balina, köpek balığı ve vatozların sağlığını da etkiliyor

 

(Independent, Yeşil Gazete)

6. Engelsiz Filmler Festivali İstanbul, Eskişehir ve Ankara gösterimlerinin ardından sona erdi

Her yıl Türkiye ve dünya sinemasının en iyi örneklerini ve yan etkinliklerini, görme ve işitme engelli sinemaseverlerin erişimine uygun olarak sunan Engelsiz Filmler Festivali, İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da yoğun ilgiyle gerçekleşti.

Film gösterimleri ve yan etkinliklerini ortopedik engelli sinemaseverlere uygun, erişilebilir mekanlarda gerçekleştiren Engelsiz Filmler Festivali bu yıl, 9 bölümden oluşan programında uzun, kısa ve belgesel toplam 38 filmi sinemaseverlerle buluşturdu. 3 farklı şehirde gerçekleşen gösterimlerde film ekiplerinin katılımıyla söyleşiler düzenlenirken, sinemaseverler gösterim salonu fuayelerinde sanal gerçeklik deneyimleriyle engelli bireylerin hayatlarını deneyimlediler.

Engelsiz Yarışma Ödülleri Sahiplerini Buldu

Festival’in Engelsiz Yarışma bölümünde yer alan filmler, Ankara’da gerçekleşen Ödül Töreni’nde sahiplerini buldu.

2017 yılının ses getiren yerli yapımlarından derlenen Engelsiz Yarışma’da bu yıl, Emre Erdoğdu’nun yönettiği Karfilmi;En İyi Film” ödülüne layık görülürken, Yol Kenarı filmiyle Tayfun Pirselimoğlu“En iyi Yönetmen”; Ümit Ünal’ın yazıp yönettiği Sofra Sırları filmi ise En İyi Senaryo”ödüllerine sahip oldular. Braille alfabesi ile de basılan pusulalarla seyirciler tarafından oylanarak belirlenen “Seyirci Özel Ödülü” ise Pelin Esmer’in yönettiği İşe Yarar Bir Şeyfilminin oldu.

Kültürel Hayata Eşit Katılım Paneli

Engelsiz Filmler Festivali’nde bu yıl; Türkiye, İngiltere ve Almanya’daki film festivallerinde erişimin nasıl tanımlandığı üzerinden kültürel hayata katılım konusunun tartışıldığı bir panel de gerçekleşti. İki erişebilir festival; Klappe Auf! Kısa Film Festivali ve Oska Bright Film Festivali’nden konukların katılımıyla düzenlenen panelde, erişilebilir festivallere olan ihtiyaç, mevcut uygulama ve eksikler ve birlikte yapılabilecekler konuşuldu. Panel öncesinde, her iki festivalin temsilcilerinin oluşturduğu “Zebra” adlı kısa film seçkisinin gösterimi yapıldı.

3 Şehirde Otizm Dostu Gösterimler Yapıldı

Otizm spektrum bozukluğu yaşayan çocuk ve gençlerin rahat bir şekilde film izleyebilmelerine imkan sağlayan Otizm Dostu Gösterim, 3 şehirde de Festival’in en ilgi çeken bölümleri arasında yer aldı. Orman Çetesi adlı filmin loş bir salonda, ses seviyesi düşük tutularak gerçekleştiği seanslarda seyirciler salonda diledikleri gibi hareket edebildiler.

Canlan Kıpırdan Animasyon Film Atölyesi Eskişehir’deydi!

Canlandırma sanatçısı Işık Dikmen tarafından Eskişehir’de gerçekleşen atölyeye bu yıl 9-12 yaş arasında 12 işitme engelli minik sinemasever katıldı. Çocukların ilk olarak kendilerine verilen malzemelerle hayallerindeki karakterleri ve öykülerini yarattığı atölyede, yarattıkları karakterleri tek tek fotoğraflayıp hareketlendiren çocuklar, stop motion tekniği ile bir araya getirdikleri animasyon filmlerini 3 saatlik atölyenin sonunda birlikte izlediler. Atölye sonunda ortaya çıkan 7 animasyon film ise Festival programında yer alan “Otizm Dostu Gösterim” öncesi sinemaseverlerle buluştu.

Gösterim Sonrası Söyleşilerde Film Ekipleri Seyircilerle Buluştu

Engelsiz Filmler Festivali, programında yer alan filmlerin ekiplerini İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da seyircilerle buluşturdu. İşaret dili çevirmeni eşliğinde gerçekleşen söyleşilerde, seyirciler film ekiplerine merak ettikleri soruları sordular, erişilebilirlik uygulamaları üzerine düşüncelerini paylaştılar. İşe Yarar Bir Şey filminin yönetmeniPelin Esmer, Kelebekler filminin yönetmeni Tolga Karaçelikve oyuncusu Tuğçe Altuğ, Sofra Sırları filminin yapımcısı Sinan Yabgu Ünal, Yol Kenarı filminin yapımcısı Vildan Erşenve oyuncusu Tansu Biçer,Kar filminin yönetmeni Emre Erdoğduve oyuncuları Ozan Uygunile Doğaç Yıldız, Hayvan filminin yönetmeni Atasay Koç, Kamyon filminin yönetmeni Canbert Yerguz, Kaset filminin yönetmeni Serkan Fakılı veToprak filminin yönetmeni Alican Durbaş Festival boyunca gerçekleşen söyleşilerde seyircilerin sorularını yanıtladılar.

Her sene olduğu gibi bu sene de tüm gösterimlerini ve yan etkinliklerini ücretsizolarak seyircilere sunan Engelsiz Filmler Festivali altıncı yılında; 8-10 Ekim tarihleri arasındaBoğaziçi Üniversitesi Sinema Salonu’nda (İstanbul), 12 – 14 Ekimtarihleri arasında Taşbaşı Kültür ve Sanat Merkezi’nde (Eskişehir), 17 – 21 Ekimtarihleri arasında ise Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi ve Goethe-Institut Ankara’da sinemaseverleri ağırladı.

Engelsiz Sinemaya Destek Veren Tüm Kurumlara Teşekkürler

Puruli Kültür Sanat tarafından TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali’nin ana destekçisi Açık Toplum Vakfı oldu. Festival’in diğer destekçileri arasında ise Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, ABD Büyükelçiliği, Avusturya Büyükelçiliği, Avusturya Kültür Ofisi, British Council, Fransız Kültür Merkezi Ankara, Goethe-Institut Ankara, İngiltere Büyükelçiliği ve İrlanda Büyükelçiliği yer aldı.

Festival’in engelsiz mekanlarını BoğaziçÜniversitesi, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Çankaya Belediyesi ve Goethe-Institut Ankara sağladı.

Outbox, Portline ve Üniversite Medya Festival’in tanıtım sponsorluğunu yaptılar.

26-45 Yapım, Fil Bilişim, GETEM (Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı), Moiré Graphics-Video-Sound, Notte Otel, Sesli Betimleme Derneği ve SineBU Festival sponsorları arasında yer aldı.

Kültür sanat etkinliklerine katılımın önündeki engelleri kaldırmayı hedefleyen Engelsiz Filmler Festivali’nin medya sponsorluğunu, Agos, Birgün, Cumhuriyet, Evrensel, Milliyet, Vatan, Altyazı, Ankara Life, Arkapencere, Kültür Sanat Haritası, Milliyet Sanat, Raillife, Ab-ilan.comArtfulliving.com.trBeyazperde.comBianet.orgFilmhafizasi.com, GaiaDergi.com, Lavarla.com,Sadibey.comSinemalar.comSinematurk.comYesilgazete.org, Joy FM, Joy Türk ve Radyovizyon üstlendi.

Fige Restoran, Kalender Zebra, Soul Pub ve Varuna Gezgin Festival’e mekan sponsoru olarak destek verdiler.

Partner festivallerKlappe Auf! Kısa Film Festivalive Oska Bright Film Festivali oldular.

 

(Yeşil Gazete)

ABD borsalarında sert düşüş: 2018’in kazançları eridi, Asya borsalarına yansıdı

ABD borsaları Çarşamba gününü de sert bir düşüşle kapattı ve ülkedeki üç ana endeksten ikisi 2018 başındaki seviyelerin altına düştü.

Dow Jones Endüstri endeksi yüzde 2,4 düşüşle 24 bin 285 puana gerilerken S&P 500 de günü yüzde 3.1 düşüşle 2 bin 656 puandan kapattı.

Satış trendi Perşembe sabahı Asya piyasalarına da yansıdı, Japonya’nın Nikkei 225 endeksi yüzde 3 geriledi.

Perşembe sabahı Tokyo’da en kötü performansı teknoloji hisseleri gösterdi. Çarşamba günü ABD’deki teknoloji odaklı Nasdaq endeksi de yüzde 4,4 değer kaybetmişti.

2011’den beri en sert düşüşünü yaşayan endeks, Eylül’deki değerinden yüzde 10 geride.

Bu yıl piyasalardaki yükselişin motorlarından biri olan teknoloji şirketlerinden Amazon yüzde 5,9, Facebook 5,4, Google’ın sahibi Alphabet yüzde 4,8 ve Netflix de yüzde 9,4 değer kaybetti.

Dow Jones endeksi de Mayıs 2010’dan bu yana en fazla kaybın yaşandığı ay rekorunu bu ay kırmak üzere.

Yatırımcılar Çarşamba günü açıklanan yeni ev satış verilerinin beklenenden düşük gelmesinden endişelenmişti. Veriler son iki yılın en düşük satışına işaret ediyordu.

Yatırımcıları endişelendiren diğer konular arasında Çin’deki büyümenin düşüşü, şirketlerin giderlerinin emek maliyeti ve gümrük vergileri nedeniyle artması gibi nedenler vardı.

(BBC)

CHP 105 adayı belirledi

CHP yerel seçim için 105 belde ve ilçenin belediye başkan adaylarını belirledi.

Edinilen bilgilere göre 35’in üzerinde belediye başkanı yeniden aday olacak. Bu 105 adayın ağırlıklı olarak İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinden, tek adayın öne çıktığı illerde ve örgütün üzerinde uzlaştığı isimler olduğu öğrenildi.

Kılıçdaroğlu’nun aday belirlemek için yetki istemediği belirtilirken genel başkanın önerisinin Parti Meclisi’nde oylanacağı belirtildi. Ön seçim yapılmayacağı da gelen bilgiler arasında.

(Birgün)

Akar: Bedelliye 672 bin 306 kişi başvurdu

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bedelli askerlikte başvuru sayısının 672 bin 306 olduğunu açıkladı. Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan ile yaşanan gerilimlerle ilgili de konuşan Akar, “Komşumuzun her türlü provokasyondan uzak durmasını bekliyoruz” dedi.

Akar’ın AA’ya yaptığı açıklamadaki başlıklar şöyle:

BARBAROS HAYREDDİN GEMİSİ: Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yer almadığı hiçbir projenin bu bölgede başarılı olmasının, yaşamasının imkan ve ihtimali yok. Uluslararası hukuka uygun şekilde bir çalışma yapacaktı gemimiz ve bunu bildirdik. Ancak komşumuzun savaş gemisi tarafından taciz edildi ve biz gerekli tedbirleri aldık. Gemimiz çalışmalarını sürdürmektedir. Savaş gemilerimizle orada tacize izin vermeyeceğiz. Kaynakların adilane şekilde paylaşımından yanayız. Bir husus daha var. 2001’de Sevilla Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışma var ve komşumuz bu akademik çalışmayı siyasi bir metne dönüştürmek istiyor. Sadece kırmızı bölümlerin Türkiye’nin kullanımına yeşil bölümlerin de kendilerine ait olduğu iddiasının peşindeler. Bunu kabul etmemiz mümkün değil ve bunu muhataplarımıza ifade ettik.

BEDELLİ ASKERLİK: Şu ana kadar 672 bin 306 gencimiz internet üzerinden, elektronik postayla müracaatlarını gerçekleştirdi.

İDLİB’DEKİ SÜREÇ: Cumartesi günü Rusya Savunma Bakanı Şoygu ile bu ve diğer konuları daha teferruatlı görüşme imkanı bulacağız ve dolayısıyla buradaki çalışmalarımızın daha başarılı şekilde sürmesini bekliyoruz. Cumartesi günü Rusya Savunma Bakanı Şoygu ile bu ve diğer konuları daha teferruatlı görüşme imkanı bulacağız ve dolayısıyla buradaki çalışmalarımızın daha başarılı şekilde sürmesini bekliyoruz. İdlib’de 15-20 kilometrelik koridorda, ağır silahlar ve radikal unsurların büyük bölümü çekildi. Ateşkes ihlalleri yüzde 90 oranında azaldı. Fırat Kalkanı Harekatı’nda 2 bin kilometreye varan alanı teröristlerden temizledik, 3 bin radikal DEAŞ teröristi orada etkisiz hale getirildi.

ABD İLE ORTAK DEVRİYE BAŞLAYACAK: Münbiç için eğitim sürecinin tamamlanmasını müteakip birkaç günlük hazırlıktan sonra müşterek birleşik devriyenin başlayacağını söyleyebilirim. Türk-Amerikan askeri unsurlarının birlikte yapacakları birleşik devriye faaliyetinin başlaması söz konusu. Bunun için ön hazırlık gerekiyor, eğitim süreci gerekiyor. Bu eğitim de 9 Ekim’de başladı. Bu süreç şu anda Gaziantep’te devam etmekte.

(Gazete Duvar)

ABD’de silahlı saldırı

ABD’nin Kentucky eyaletinde silahlı saldırı sonucu 2 kişi hayatını kaybetti.

Jeffersontown Polis Şefi Sam Rogers, yaptığı açıklamada, bölgede bir markette silahlı saldırı olayının yaşandığını belirtti.

Rogers, saldırganın marketin içindeki bir kişiye doğru ateş ettiğini, ardından dışarı çıkarken karşısına çıkan bir kadını ve park alanındaki bir erkeği vurduğunu ifade etti.

Marketin içindeki kişinin olaydan yara almadan kurtulduğunu aktaran Rogers, diğer iki kişinin ise yaşamını yitirdiği bilgisini paylaştı.

Rogers, saldırganın gözaltına alındığı olayla ilgili soruşturmanın sürdüğünü duyurdu.

 

(Artı Gerçek, Hürriyet)

Energy Policy son sayısında Türkiye’nin iklim değişikliği taahhütlerini masaya yatırdı

Dünyaca ünlü akademik dergi Energy Policy’nin son sayısında, Türkiye’nin 2015 Paris Anlaşması taahhütlerinin ekonomik etkilerini inceleyen bir modelleme çalışması yayımlandı. Bora Kat, Sergey Paltsev ve Mein Yuan Türkiye ekonomisinin analiz eden bir modelleme (TR-EDGE) çalışması yaparak, Türkiye’nin 2015 Paris İklim Anlaşması çerçevesinde verdiği ulusal katkı niyet beyanının (INDC) ekonomik etkilerini inceliyor. Türkiye, 2030 yılında mevcut politikalar senaryosundan en az %21 emisyon azaltımı taahhüt ediyor.

Türkiye’nin 2015 Paris Anlaşması taahhütlerinin ekonomik etkilerini inceleyen modelleme çalışması Enerji Politikaları (Energy Policy) adlı akademik dergide yayımlandı. Çalışmada Bora Kat ve arkadaşları, Türkiye’nin enerji yoğun sektörlerinden biri olan elektrik sektörünü detaylı inceleyerek, 4 temel senaryo üzerinden bir analiz gerçekleştirdiler. TR-Edge modeli ile, mevcut politikalar senaryosu (nükleer dahil), nükleersiz senaryo ve bu iki senaryonun, iklim eylemine geçildiği ve ulusal emisyon ticareti kurulduğu versiyonlarında, %21 hedefini gerçekleştirmenin ekonomik maliyetleri hesaplanıyor.

Türkiye, Paris Anlaşması çerçevesinde verdiği INDC’de mevcut politikalar senaryosundan en az %21 azaltım hedefi veriyor ve emisyonlarının 1.175 Mt CO2 eşdeğerden 929 Mt CO2 eşdeğere ineceğini taahhüt ediyor. TR-EDGE modelinde ise, her hangi bir iklim politikası uygulanmadığı durumdaki verileri yansıtan mevcut politikalar senaryosu, Türkiye’nin 2030 yılı emisyonlarının, Paris Anlaşması çerçevesinde sunulan INDC’de hedeflenen değerden %30 daha düşük gerçekleşeceğini öngörüyor. Bu sonuç, benzer akademik/sektörel çalışmalarda da işaret edildiği üzere mevcut ekonomik eğilimler dikkate alındığında %21’lik emisyon azaltımı hedefine her halükârda ulaşılacağını gösteriyor.

TR-EDGE, Türkiye’nin 2030 emisyonunun mevcut politikalar senaryosunda 836 Mt CO2 (INDC’deki hedeften %30 daha az) olarak gerçekleşeceğini hesaplıyor. Bu yüzden çalışma, mevcut politikalar senaryosu olarak 836 Mt CO2’yi baz alarak hesaplama yapıyor.

Modelde, mevcut politikalar senaryosu ve diğer senaryolar üzerinden yapılan ekonomik maliyet analizi ise, Paris Anlaşması çerçevesinde verilen en az %21 azaltım hedefinin, ekonomik olarak rahatlıkla ulaşılabilir ve Türkiye’de azaltımın maliyetinin düşük olduğunu ortaya koyuyor. Sonuçlar, bu hedefin ekonomiye maliyetinin mütevazi düzeyde, 2030 yılı itibariyle GSYİH’nin %0,8 ile 1,1’i arasında olacağını gösteriyor. Ayrıca, ulusal emisyon ticareti kurulduğu durumda, emisyon fiyatının 2030 yılı için baz senaryoda 50$/tCO2, nükleersiz senaryoda ise 70$/tCO2 civarında olacağı öngörülüyor. Bununla beraber, iklim eyleminin ve fosil yakıt kullanımındaki azalmanın getireceği yan faydaların ve nükleer enerjiden kaynaklanabilecek risklerin mevcut çalışmada yeterince dikkate alınamadığı; gelecek çalışmalarda, modelleme yaklaşımındaki iyileştirmelerle birlikte bu hususların da TR-EDGE modeline yansıtılmasının planlandığı ifade ediliyor.

Çalışmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

 

(İklim Haber)

Satın alıp da okumadığımız kitapların üzerimizdeki etkisi – Cemal Tunçdemir

Bu yazı t24.com.tr sitesinden alındı

“Okuması mümkün olmadığında bile, edinilmiş kitapların varlığının, bir kişiye okuyabileceğinden çok fazla kitap aldıran bir keyif üretmesi, ruhun sonsuzluk arayışından başka bir şey değil. Kitapları okumasak bile el üstünde tutarız. Çünkü sadece varlıkları bile konfor verir, içlerindekine erişim kolaylığı bir tatmin yaşatır.’’  – A. Edward Newton –

 

Kitap okumak bir yönüyle, aslında, bağlama çalmak, resim yapmak gibi bir sanattır. İyi bir kitap okuru olmak iyi bir bağlama ustası olmak gibidir ve tıpkı diğer sanatlar gibi emek ister. Yani kişi kitap okuma isteği telkin edilerek iyi bir kitap okuru olmaz. Önce istek gelmez, önce emek gelir. Kitap okumaya zaman ayırdıkça ve okudukça bu isteği gelişir ve rafine hale gelir. Bu da ancak kitabı bol ortamlarda mümkün olur.

Bununla beraber satın alıp da henüz okumadığı kitapların her geçen gün artarak birikmesi de, neredeyse her iyi okurun günün birinde yüzleşeceği bir sorundur. Çok sayıda okunmamış kitap, birçok iyi kitap okurunun ortak psikolojik yüküdür. Üstelik, ceplerinde biraz parayla bir kitapçıya her girdiklerinde veya kartlarında parayla bir online kitap sitesine her girdiklerinde bu yükü daha da artıracak yeni kitaplar almaktan da kendilerini alamazlar.

Kütüphanemizde henüz okumadığınız kitap sayısının okuduklarımızdan fazla olması, dahası, henüz okunmamış kitaplarımız varken yeni kitaplar satın almak, yakın zamana kadar suçluluk hissi veren olumsuz bir davranış gibi geliyordu.

Bu yaygın kanı, Lübnan kökenli Amerikalı yazar ve ekonomist Nassim Nicholas Taleb’in 2007’de yayınlandıktan sonra ABD’de kısa sürede en çok satanlar arasına giren ‘‘Siyah Kuğu; Hiç Akla Gelmeyenin Etkisi’(The Black Swan)’ kitabının yol açtığı tartışmayla bir ölçüde değişti.

Taleb kitabında, insanların bildikleri şeylere, bilmedikleri veya farkında olmadıkları şeylerden çok daha fazla değer atfetseler de günün sonunda gelişmeleri şekillendirenin ikinciler olduğunu savunuyor. Gerek ekonomi, gerek toplumsal yaşam, gerekse de kişisel gelişimimiz üzerinde, aklımıza pek gelmeyen, hiç olasılık vermediğimiz veya öngörmediğimiz bir çok faktörün de, dikkate aldığımız, farkında olduğumuz, planladığımız faktörler kadar ve çoğu zaman onlardan da fazla etkili olduğuna dikkatimizi çekiyor.

Taleb’in ‘Siyah Kuğu’sunda, ‘çok kitap sahibi’ olmanın üzerimizde fark etmediğimiz etkisine dikkat çektiği bölümü, önce blogger Maria Popova’nın 2015 yılındaki bir blog paylaşımı ile ve sonra da Jessica Stillman’ın 2017 sonunda Inc.com’da söz konusu blogdan hareket eden yazısı ile bu tartışmanın merkezine yerleşti.

Taleb, kütüphanemizde, masamızda, yatağımızın başucunda durup da okumadığımız kitapların da neredeyse okuduğumuz kitaplar kadar üzerimizde etkisi olduğunu savunuyor.

Okunmamış kitaplar, bilmediğimiz bilgilerin ve bazı konularda yanlış düşündüğümüzü bir gün gösterecek bilgilerin güçlü bir hatırlatıcısı olarak egomuzun balonlaşmasını engeller.

Bu anlamda, kişisel kütüphanemiz, zihinsel dünyamızın da sembolik bir göstergesi aslında. Kütüphanesini genişletmeyi bırakan kişi de öğrenmesi gereken her şeyi öğrendiği yanılgısına kolayca düşeceği bir noktaya ulaşır. Bilmedikleri şeylerin de artık onda bir eksikliğe neden olmayacağını düşünür. Entelektüel gelişme hevesini yitirir. Egosunun ‘her şeyi biliyorum’ çukuruna düşmesi artık işten bile değildir.

Buna karşılık kütüphanesini sürekli genişleten kişi ise, daha öğreneceği çok şey olduğu duygusunu güçlü şekilde yaşamaya devam eder. Merakının yanı sıra yeni sesler ve yeni fikirlere açıklığını yitirmez. Evinde sayısı her geçen gün artan okunmamış kitaplar sürekli egosunu taciz etmeye devam edecektir.

Taleb, satın alıp da henüz okunmamış kitaplara, ‘antilibrary(anti-kütüphane)’ diyor.

Geçtiğimiz günlerde New York Times gazetesinde bunu gündeme getiren Sacramentolu kitapçı Kevin Mims ise, bu ‘antilibrary’ isimlendirmesine bir şerh düşüyor. Mims, ‘kütüphane’nin zaten, uzun süredir okunmadan o rafları işgal eden kitapları da içerdiğini kaydediyor. Ona göre bu konudaki en iyi isimlendirme Japonların, internet ve sosyal medya sayesinde artık küresel bir terime dönüşmüş ‘tsundoku’ sözcüğü… Japonların, satın alıp da okumadıkları kitapların oluşturduğu kitap yığınına taktıkları isim bu. ‘Doku’, okuma fiilinden geliyor. ‘tsun’ ise bir şeyin birikmesi anlamına gelen ‘tsumo’dan geliyor. Bu anlamda ilk kez Mori Senzo’nun 1879 yılındaki bir yazısında, sürekli kitap alıp hiçbirini okumayan bir öğretmeni hicvederken ‘tsundoku sensei’ nitelemesini kullanmasıyla literatüre girmiş.

Taleb’i bu konuda ezber bozan düşünceye iten şey ise usta İtalyan yazar Umberto Eco’nun 30 bin kitaplık muhteşem kişisel kütüphanesi olmuş. Eco’nun, bu kitapların hepsini okumuş olması olası mıydı?

Elbette ki hayır.

Ama bu kadar çok okunmamış kitap ona sürekli bilmediği ne çok şey olduğunu hatırlatarak, Eco’nun entelektüel açlığını ve merakını hep zinde tuttular. Taleb’e göre kütüphanemizdeki okunmamış kitapların bizim üzerimizde de benzeri bir etkiye sahip olması çok mümkün. Tabii ki eğer kişisel kütüphanemizi, egomuzu şişiren bir vitrin değil de bir öğrenme araştırma merkezi olarak görüyorsak…

Kitap ve sanat eseri olan bir ortamda bulunmak bile, insandaki merakı, öğrenme isteğini ve yaratıcı yeteneği kamçılar. Örneğin, Ray Brudbery, ABD’de, kitapların yasaklandığı ve itfaiyecilerin kitapları yaktığı bir kara ütopyayı tasvir ettiği 1953 tarihli Fahrenheit 451romanını, California Üniversitesi kütüphanesinin bodrum katında kiraladığı masada 9 günde yazar. 2006 yılında bir okuruna verdiği yanıtta, ‘’25 bin sözcükten oluşan bir romanı bu kadar çabuk nasıl yazabildim? Kütüphanede yazmam sayesinde… Bütün arkadaşlarım, bütün sevdiklerim, daha yaratıcı olmam için bana raflardan haykırıyor, bağırıyor, feryat ediyorlardı. Yüzlerce kitabın gözleri önünde, kitap yakmaktan bahseden bir kitabı yazmanın nasıl heyecan verici bir iş olduğunu tahmin edersiniz diye düşünüyorum…’’ diye anlatacaktı etrafındaki kitapların etkisini…

Kişisel kütüphane açık ki, sadece okunmuş kitaplardan oluştuğunda gücünün önemli bir kısmını yitiriyor. Kütüphanemiz, okunmuşların yarı sıra, hiç okunmamışlar, yarı okunmuşlar ve henüz satın alınmamış kitapların konulacağı boş raflarıyla bir bütündür.

‘’Yani okuyamayacağınız kadar çok fazla kitap aldığınız veya üç ömür süresinde bile bitiremeyeceğiniz bir okuma listesine sahip olduğunuz için kendinizi hırpalamayı bırakın’’ diyor Stillman yazısında ve ekliyor:

‘’Evinizdeki okunmamış bütün kitaplar hiç şüphesiz cahili olduğunuz şeylerin somut bir göstergesi. Ancak ne kadar cahil olduğunuzu bilmeniz bile, sizi insanlığın çok büyük çoğunluğunun önüne geçirmeye yeter…’’

Cemal Tunçdemir – T24.com.tr

Anlat İstanbul filminin yönetmeni Ümit Ünal: Küresel ısınma hepimizin hayatını aynı şekilde etkileyecek

“9” filmi ile hayatımıza giren Ümit Ünal, ilk senaryosunu yazdığı “Teyzem”, “Ara”, “Anlat İstanbul”, “Gölgesizler”, “Nar” ve “Sofra Sırları” gibi filmler ile sıradan insanların günlük yaşamlarında yaşadığı haksızlığa, korkuya, adaletsizliğe, iki yüzlülüğe, kutuplaşmaya dair hikâyeleri anlattı, paylaştı.

Sadece yönetmenlik yönüyle değil, senaristliği, yapımcılığı, yazarlığı ve ressamlığıyla hem sinema, hem edebiyat hem de resim sanatında hikâye anlatıcılığına devam ediyor.

Bu yıl beşincisi düzenlenen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) kapsamında festivalin jüri üyelerinden olan Ünal ile Rengigül Konukevi’nde buluştuk. Biraz çevre meselelerini, biraz belgesel sinemayı biraz da sinema sektörünün güncel durumunu konuştuk. Gelecek baharda da üçüncü kişisel sergisini açmayı planladığı müjdesini aldık. :)

***

Bozcaada’ya ilk gelişiniz mi?

Daha önce Bozcada’ya iki kez tatile gelmiştim. Bu yaz bir arkadaşımız burada evlendi. Ayazma’daydı. Çok tatlı, hoştu. Adaya ilk geldiğimde de çok sevmiştim. O zaman da tatile gelmiştik. Ağustos sonuydu. Bir çiftlikte kalmıştık. Çok güzeldi. Yazın da bambaşka oluyor tabi.

“Sadece küresel ısınma değil, atık meselesi hepimizin bütün hayatını çok derinden etkileyecek”

Ekolojik sorunlar sadece dünyada değil Türkiye’de de son yıllarda gündemde olan bir mesele. İklim değişikliği, su kaynaklarının kaybı, zorunlu göç, gıda güvenliği gibi konuları daha sık konuşur olduk. Çok mu geç kaldık konuşmak için?

Sonuçta aynı dünyanın içinde yaşıyoruz. Hepimizin hayatını etkileyecek konulardan bahsediyoruz. Mesela yarışmadaki filmlerden bir tanesi Kiribati hakkındaydı. Okyanuslar yükseldiği için Kiribati Adaları önümüzdeki 20 yıl içinde yok olacak. Belgesel oradaki insanların tahliye sürecini anlatıyor. Bu hepimizin hayatını aynı şekilde etkileyecek bir şey. Küresel ısınma bu şekilde devam ettiği sürece o sular yükselecek. İstanbul’un bile bir sürü yeri etkilenecek.

Belki 10-20 senede içinde değil ama 40 sene içinde bambaşka bir coğrafya ile karşı karşıya kalabiliriz. Ona işaret etmesi çok mühim. Sonuçta bunlar hepimizi bekleyen ekolojik tehlikeler. Sadece küresel ısınma değil, atık meselesi hepimizin bütün hayatını çok derinden etkileyecek. Bunlar tartışılması lüks meseleler gibi görülüyor oysa hepimizin hayatı buna bağlı. Hiçbirimiz de dışında değiliz. Daha zengin olan, olanakları daha fazla olan birisi bunun dışında değil.

Anote’a Ark (Anote’nin Gemisi), Yönetmen: Matthieu Rytz, Kanada, Yapım yılı: 2018, Süre: 77′

Türkiye’de yurttaşlar çevre sorunlarına yönelik farkındalıkta hangi noktada? 

Eğitimli insanlarda daha yüksek bir farkındalıktan bahsedilebilir belki. Ama genel nüfusa baktığımızda insanlar gündelik hayatta o an, birebir yaşadıkları zorluklarla öncelikle mücadele ediyorlar. Geçim zorlukları söz konusu. Çok fakir birisine “plastik torba kullanma”, “o sebzeyi alma şunu al” dediğiniz zaman, onun üzerinde bir farkındalık yaratmak zor. Marketlerde satılan tüm organik yiyecekler o kadar pahalı ki. Ne kadar organik olduğu da tartışılır. Bir sürü insan ona da güvenmiyor. Ama genel nüfus açısından bir farkındalık yaratılması biraz zor.

“Bu bence devletin de elini atması gereken bir mesele”

Peki derdimizi karşı tarafa en etkili nasıl anlatmak lazım? Çevre meselelerinden uzak yaşayanların hayatlarında nasıl bir dönüşüm yaratabiliriz?

Bu bence devletin de elini atması gereken bir mesele. Bunun uzak bir mesele olmadığını, hepimizin hayatını derinden etkileyeceğini insanlara tanıtım yoluyla aktarabilmek lazım. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki… Büyükada’da yaşıyorum. İnsanlar günübirlik geliyorlar. Bankta oturup yemek yiyorlar, bira içiyorlar. Çöplerini 1 metre uzaklığındaki çöp kutusuna atmak yerine bankın üstünde bırakıp gidiyorlar. İnsanlarda bu bilinci oluşturmak çok zaman alacak bir şey. Sadece belgesellerle olacak bir şey değil. Ciddi bir kampanya yapmak lazım. Çöp meselenin sadece bir tarafı, bir örnek olarak umursama seviyesi böyle olan bir ülkeden bahsediyoruz.

BIFED bu yıl Bozcaada’da beşinci kez düzenlendi. Burada farklı coğrafyalardan gelen birçok izleyici, yönetmen, yapımcıyla buluşma imkânı buldunuz. Festival dair genel değerlendirmenizi merak ediyorum. Size yansıması nasıl oldu?

BIFED çok hoş bir festival. Bir kere ekoloji temalı filmlerin, belgesellerin olması bence çok mühim. Sanırım Türkiye’de tek bu konuda. Dünyada da benzer örneklerden bir tanesi sanıyorum. Adada olması, herkesi bir araya getirmesi, katılanların birbirini görüyor olması, bir yandan ufak bir festival olması çok güzel. Yine çağırırlarsa yine gelirim.

“Belgesel sinemanın gazetecilik tarafı da var”

Belgesel sinema özel bir alan. Türkiye’de çok hak ettiği bir yerde değil. Bütçe, sponsorluk, dağıtım gibi zorluklar var. İzleyicilerle buluşması da kolay değil. Büyük salonlarda vizyon filmlerinin yanında yer bulamıyor. Festivaller sayesinde bu açık belki biraz olsun kapatılabiliyor. Belgesele olan ilgiyi nasıl artırabiliriz? Yeni belgeselcilerin önünü nasıl açabiliriz?

Ben belgeselci değilim, hiç belgesel film de yapmadım bugüne kadar. Belgesel sinema ile seyirci olmak dışında bir ilgim olmadı. Dolayısıyla o üretim süreçlerini hiç bilmiyorum.Fakat burada gördüğüm kadarıyla, en azından yurt dışında çok ciddi kaynaklar ayrılıyor. Bir belgeselcinin filmini yapmak için çok daha güçlü olanakları var. Bizde çok daha zor. Bir belgesel film uzun metraj kadar pahalıya da mal olmuyor. Uzun metraj kurmaca bir film. Oyuncular, dekorlar, kostümler. Herkesi bir araya getirmeniz lâzım.

Halbuki belgesel film iki, üç kişilik ekiple daha uzun zamana yayılarak ve çok daha dijital ekipman kullanıp çok daha basit bir çekim ortamında da yapılabilir. Mühim olan belgeselde bakış açısı. Pek çok belgesel zaten bilinen şeyleri bir kere daha tekrarlamakla yetiniyor bazen. Ama iyi belgeseller belki haberdar olduğumuz ama o güne kadar görmediğimiz bir perspektiften bakabilen belgeseller olabiliyor. Bunu da bir parça sinemanın hikâye anlatımından yararlanarak, bir hikaye haline getirebilen belgeseller bence çok başarılı oluyor. Bizi etkileyen belgeseller de bunlar oldu. Yarışmada, hep jüri içindeki konuşmalarımızda bundan bahsettik. Hikâyesi çok güçlü, anlatımı çok güçlü olanlar. Elbette bahsettiği konu çok mühimdi. Ama o anlatımı ve hikâyesi, sinemasal tarafı neredeyse öne geçiyor.

Belgeseli bir de haber programından ayıran bir tarafı var işte. Kimi belgeseller televizyondaki haber programlarına yakın oluyor. Ama o dil bizim aradığımız sinemasal belgesel dili değil. Bir parça ondan uzaklaşabiliyor olması lazım. Sonuçta bir gazetecilik tarafı da var. Kimsenin görmediği bir şeyi araştırarak, kolay erişilemeyen bilgileri bir araya getirerek sunma işi bu. Arşiv taraması da var. Sadece seyirci olarak baktığımda beni etkileyen belgeseller hikâye anlatabilen ve bunu farklı anlatımla yapabilen belgeseller.

“Jüri kararlarında hep sinematografi, anlatım ve hikâye öne çıktı”

Festival kapsamında izlediğiniz yapımlarda en çok hangisinden etkilendiniz?

Yarışmada 11 film vardı. İki tanesi göçmenler üzerineydi. Çiftçilerin sorunlarını anlatan belgeseller vardı. Gıda endüstrisindeki aslında çevreci olmayan ürünler hakkında uzun bir belgesel vardı. Süt endüstrisi hakkında bir belgesel vardı, ilginçti. Bir de tüm gıda üretiminde, sadece üretimi değil satışı, pazarlaması, bunların hepsinde farklı bir yol tutturmayı başarmış, kendilerine bir ütopya kurmuş insanlar arasında bir belgesel vardı.

Bir tane de internetin gelişiyle beraber hayatımızı bu kadar işgal eden ekranlara bağımlılığımız üzerine bir belgesel vardı.Hepsi de ekolojik sorunların neredeyse tümüne değinen bir skala içindeydi. Hepsini ilgiyle seyrettik. Jüri kararlarını yazarken gerekçe de yazmamız gerekiyordu. Gerekçelerde hep sinematografi, anlatım ve hikâye öne çıktı. Yani bir tanesine daha önce çok işlenmiş bir konu olmasına rağmen sinematografi ve anlatımıyla öne çıktığı için ödül verdik.

“Türkiye’de şu an dağıtım konusunda ciddi bir tekel var”

Kültür ve Sinema Bakanlığı’nın hazırladığı sinema kanun taslağına göre gişede 1 milyonu aşan seyirciye ulaşan film yapımcılarına eğlence vergisinin yüzde 25’i oranında destek verilecekmiş. Siz bu desteği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yasal konuları açıkçası pek bilmiyorum. İşin ticari boyutu konusunda hem bilgim hem de ilgim az. Ama bir filmin bir milyon seyirciyi aşabilmesi için ki bu zor bir iş, zaten büyük bir yatırım bulmuş olması gerekiyor. Bir milyon seyirciye ulaşmak için bulmanız gereken salon sayısı ve kopya sayısı belli. Ve o yatırımı yapabilmeniz için de zaten önceden belli bir finansmanı sağlamış olmanız lazım. Bunu başarabilen film sayısı çok az. Dolayısıyla bunu yapabilmiş filmlerin Bakanlık desteğine ihtiyacı yok.

Asıl güzel filmler olduğu halde o yatırımı yapamayan ve o salonları bulamayan filmlere destek olmaları lazım. Türkiye’de şu an dağıtım konusunda ciddi bir tekel var. Birçok film daha salon bulma aşamasında eleniyor. Benim filmim 70 kopya çıkabildi. 70 kopyanın karşısında 500 kopyayla daha popüler konulu filmler oynuyor. Onlar 500 kopyayla 6 hafta sinemada kalabiliyor. Bizim film 70 kopyayla iki hafta kalabiliyor. Dolayısıyla eşit şanstan söz etmeye imkân yok.

“Bir milyon iş yapmış bir filmi desteklemek sinemaya büyük bir yardım değil”

Son filminiz Sofra Sırları’ndan bahsediyorsunuz değil mi?

Bu sadece benim filmim değil, pek çok film için aynı durum geçerli. Mesela Tolga Karaçelik’in son filmi “Kelebekler” Sundance Film Festivali‘nde “Büyük Jüri Ödülü” aldı. Bence çok önemli bir ödül. Ama o da 100 kopya civarında girdi. O filme daha fazla kopya ve daha uzun bir gösterim şansı verilse iş yapan filmlerin birçoğu kadar iş yapabilir. Çünkü anlatımı popüler, sinemadan çok uzak değil. Sadece film seyirciye ulaşabilecek alan bulamıyor. Öncelikle o alanı bulmak için dağıtım tekelinde bulunan insanları ikna etmek lazım. Çok karışık ve uzun bir iş. Sonuçta bir milyon iş yapmış bir filmi desteklemek sinemaya büyük bir yardım değil. O yapımcıların ellerinde zaten büyük olanaklar var. Oradan gelecek yüzde 25 yardıma ihtiyaç yok. Öncelikle oraya ulaşamayan filmleri desteklemek lazım öncelikle.

Yeni film projesi var mı?

Türkiye’nin ekonomik krizleri bitmiyor. Ekonomik krizin daha -e si telaffuz edilmeye başlandığında en başta eğlence endüstrisini vuruyor. Dolayısıyla yapımcılarla konuştuğum 2 proje vardı. Fakat büyük bütçeli işler ve ticari işlerdi. Onlar şu an askıda. Ben de tamamen kendi olanaklarımla neredeyse bütçesiz bir film yapmaya çalışıyorum şimdi. Yakında onunla uğraşacağım.

“Serra Yılmaz’ı ufak bir rolde hayal ediyorum”

Konusuyla ilgili küçük bir ipucu yok mu? :)

Şimdi vermeyeyim. Ama benim 9, Ara, Nar gibi aykırı bir hikâye diyebilirim.

Bu projede yeniden Serra Yılmaz ile çalışacak mısınız peki?

Daha bilmiyorum. Oyuncularla konuşuyorum. Serra’yı ufak bir rolde hayal ediyorum ama vakti olur mu bilmiyorum. O şimdi İtalya’da tiyatro yapıyor. Bir sinema filminde oynadı. Çok gidip geliyor. Önereceğim.

Ümit Ünal kimdir?

Ümit Ünal (d. 14 Nisan 1965), yönetmen ve senarist. 9 Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünü 1985 yılında bitirdi. Okul sırasında yaptığı kısa filmler çeşitli ödüller aldı. İlk senaryosu “Teyzem”, 1986 Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışması’nda Birincilik Ödülü aldı ve Halit Refiğ tarafından filme çekildi. 198693 yılları arasında sekiz senaryosu filme çekildi. İlk filmi 9’u 2001 yılında yazdı ve yönetti. 9, 2003 yılı Yabancı Film Oscar’ı için Türkiye’nin adayı seçildi ve çeşitli festivallerde ödüller aldı. 2004 yılında senaryosunu yazdığı “Anlat İstanbul” adlı filmi 4 farklı yönetmenle birlikte yönetti. 2008 yılında gösterime giren yazıp yönettiği Ara 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali jüri özel ödülünü ve 15. Altın Koza Film Festivali’nde en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerini aldı. 2008 yılında Hasan Ali Toptaş’ın “Gölgesizler” adlı romanını senaryolaştırdı ve yönetmenliğini üstlendi. 2010 yılında senaryosu Uygar Şirin’e ait olan Ses filmini yönetti. Ünal, 2011 yılında senaryosunu kendisinin yazdığı Nar filminin yönetmenliğini yaptı. 48. Antalya Portakal Film Festivali’nin ardından yarışmada “Nar” filmiyle Jüri Özel Ödülü aldı. Yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendiği son filmi “Sofra Sırları” 2018’de vizyona girdi.

Filmografi:

9 (Dokuz), 2002

Anlat İstanbul, 2004

Ara, 2007

Zaman Hırsızı, 2007

Gölgesizler, 2008

Kaptan Feza, 2009

Ses, 2010

Nar, 2011

Sofra Sırları, 2018

Eser: Ümit Ünal, “Kuşlar, Yüzler ve Diğer Şeyler” sergisinden

Yazdığı kitaplar: 

Bana Göre Kıyamet, 2018

Işık Gölge Oyunları, 2012

Kuyruk, 2001

Aşkın Alfabesi 1996

Amerikan Güzeli, 1993

Kişisel sergi:

“Kuşlar, Yüzler ve Diğer Şeyler”, 2018

“Mahlukat Bahçesi”, 2016

 

Röportaj: Merve Damcı

Fotoğraf: Güneş Dermenci

(Yeşil Gazete)