Günün ManşetiManşetRöportaj

Anlat İstanbul filminin yönetmeni Ümit Ünal: Küresel ısınma hepimizin hayatını aynı şekilde etkileyecek

0

“9” filmi ile hayatımıza giren Ümit Ünal, ilk senaryosunu yazdığı “Teyzem”, “Ara”, “Anlat İstanbul”, “Gölgesizler”, “Nar” ve “Sofra Sırları” gibi filmler ile sıradan insanların günlük yaşamlarında yaşadığı haksızlığa, korkuya, adaletsizliğe, iki yüzlülüğe, kutuplaşmaya dair hikâyeleri anlattı, paylaştı.

Sadece yönetmenlik yönüyle değil, senaristliği, yapımcılığı, yazarlığı ve ressamlığıyla hem sinema, hem edebiyat hem de resim sanatında hikâye anlatıcılığına devam ediyor.

Bu yıl beşincisi düzenlenen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) kapsamında festivalin jüri üyelerinden olan Ünal ile Rengigül Konukevi’nde buluştuk. Biraz çevre meselelerini, biraz belgesel sinemayı biraz da sinema sektörünün güncel durumunu konuştuk. Gelecek baharda da üçüncü kişisel sergisini açmayı planladığı müjdesini aldık. :)

***

Bozcaada’ya ilk gelişiniz mi?

Daha önce Bozcada’ya iki kez tatile gelmiştim. Bu yaz bir arkadaşımız burada evlendi. Ayazma’daydı. Çok tatlı, hoştu. Adaya ilk geldiğimde de çok sevmiştim. O zaman da tatile gelmiştik. Ağustos sonuydu. Bir çiftlikte kalmıştık. Çok güzeldi. Yazın da bambaşka oluyor tabi.

“Sadece küresel ısınma değil, atık meselesi hepimizin bütün hayatını çok derinden etkileyecek”

Ekolojik sorunlar sadece dünyada değil Türkiye’de de son yıllarda gündemde olan bir mesele. İklim değişikliği, su kaynaklarının kaybı, zorunlu göç, gıda güvenliği gibi konuları daha sık konuşur olduk. Çok mu geç kaldık konuşmak için?

Sonuçta aynı dünyanın içinde yaşıyoruz. Hepimizin hayatını etkileyecek konulardan bahsediyoruz. Mesela yarışmadaki filmlerden bir tanesi Kiribati hakkındaydı. Okyanuslar yükseldiği için Kiribati Adaları önümüzdeki 20 yıl içinde yok olacak. Belgesel oradaki insanların tahliye sürecini anlatıyor. Bu hepimizin hayatını aynı şekilde etkileyecek bir şey. Küresel ısınma bu şekilde devam ettiği sürece o sular yükselecek. İstanbul’un bile bir sürü yeri etkilenecek.

Belki 10-20 senede içinde değil ama 40 sene içinde bambaşka bir coğrafya ile karşı karşıya kalabiliriz. Ona işaret etmesi çok mühim. Sonuçta bunlar hepimizi bekleyen ekolojik tehlikeler. Sadece küresel ısınma değil, atık meselesi hepimizin bütün hayatını çok derinden etkileyecek. Bunlar tartışılması lüks meseleler gibi görülüyor oysa hepimizin hayatı buna bağlı. Hiçbirimiz de dışında değiliz. Daha zengin olan, olanakları daha fazla olan birisi bunun dışında değil.

Anote’a Ark (Anote’nin Gemisi), Yönetmen: Matthieu Rytz, Kanada, Yapım yılı: 2018, Süre: 77′

Türkiye’de yurttaşlar çevre sorunlarına yönelik farkındalıkta hangi noktada? 

Eğitimli insanlarda daha yüksek bir farkındalıktan bahsedilebilir belki. Ama genel nüfusa baktığımızda insanlar gündelik hayatta o an, birebir yaşadıkları zorluklarla öncelikle mücadele ediyorlar. Geçim zorlukları söz konusu. Çok fakir birisine “plastik torba kullanma”, “o sebzeyi alma şunu al” dediğiniz zaman, onun üzerinde bir farkındalık yaratmak zor. Marketlerde satılan tüm organik yiyecekler o kadar pahalı ki. Ne kadar organik olduğu da tartışılır. Bir sürü insan ona da güvenmiyor. Ama genel nüfus açısından bir farkındalık yaratılması biraz zor.

“Bu bence devletin de elini atması gereken bir mesele”

Peki derdimizi karşı tarafa en etkili nasıl anlatmak lazım? Çevre meselelerinden uzak yaşayanların hayatlarında nasıl bir dönüşüm yaratabiliriz?

Bu bence devletin de elini atması gereken bir mesele. Bunun uzak bir mesele olmadığını, hepimizin hayatını derinden etkileyeceğini insanlara tanıtım yoluyla aktarabilmek lazım. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki… Büyükada’da yaşıyorum. İnsanlar günübirlik geliyorlar. Bankta oturup yemek yiyorlar, bira içiyorlar. Çöplerini 1 metre uzaklığındaki çöp kutusuna atmak yerine bankın üstünde bırakıp gidiyorlar. İnsanlarda bu bilinci oluşturmak çok zaman alacak bir şey. Sadece belgesellerle olacak bir şey değil. Ciddi bir kampanya yapmak lazım. Çöp meselenin sadece bir tarafı, bir örnek olarak umursama seviyesi böyle olan bir ülkeden bahsediyoruz.

BIFED bu yıl Bozcaada’da beşinci kez düzenlendi. Burada farklı coğrafyalardan gelen birçok izleyici, yönetmen, yapımcıyla buluşma imkânı buldunuz. Festival dair genel değerlendirmenizi merak ediyorum. Size yansıması nasıl oldu?

BIFED çok hoş bir festival. Bir kere ekoloji temalı filmlerin, belgesellerin olması bence çok mühim. Sanırım Türkiye’de tek bu konuda. Dünyada da benzer örneklerden bir tanesi sanıyorum. Adada olması, herkesi bir araya getirmesi, katılanların birbirini görüyor olması, bir yandan ufak bir festival olması çok güzel. Yine çağırırlarsa yine gelirim.

“Belgesel sinemanın gazetecilik tarafı da var”

Belgesel sinema özel bir alan. Türkiye’de çok hak ettiği bir yerde değil. Bütçe, sponsorluk, dağıtım gibi zorluklar var. İzleyicilerle buluşması da kolay değil. Büyük salonlarda vizyon filmlerinin yanında yer bulamıyor. Festivaller sayesinde bu açık belki biraz olsun kapatılabiliyor. Belgesele olan ilgiyi nasıl artırabiliriz? Yeni belgeselcilerin önünü nasıl açabiliriz?

Ben belgeselci değilim, hiç belgesel film de yapmadım bugüne kadar. Belgesel sinema ile seyirci olmak dışında bir ilgim olmadı. Dolayısıyla o üretim süreçlerini hiç bilmiyorum.Fakat burada gördüğüm kadarıyla, en azından yurt dışında çok ciddi kaynaklar ayrılıyor. Bir belgeselcinin filmini yapmak için çok daha güçlü olanakları var. Bizde çok daha zor. Bir belgesel film uzun metraj kadar pahalıya da mal olmuyor. Uzun metraj kurmaca bir film. Oyuncular, dekorlar, kostümler. Herkesi bir araya getirmeniz lâzım.

Halbuki belgesel film iki, üç kişilik ekiple daha uzun zamana yayılarak ve çok daha dijital ekipman kullanıp çok daha basit bir çekim ortamında da yapılabilir. Mühim olan belgeselde bakış açısı. Pek çok belgesel zaten bilinen şeyleri bir kere daha tekrarlamakla yetiniyor bazen. Ama iyi belgeseller belki haberdar olduğumuz ama o güne kadar görmediğimiz bir perspektiften bakabilen belgeseller olabiliyor. Bunu da bir parça sinemanın hikâye anlatımından yararlanarak, bir hikaye haline getirebilen belgeseller bence çok başarılı oluyor. Bizi etkileyen belgeseller de bunlar oldu. Yarışmada, hep jüri içindeki konuşmalarımızda bundan bahsettik. Hikâyesi çok güçlü, anlatımı çok güçlü olanlar. Elbette bahsettiği konu çok mühimdi. Ama o anlatımı ve hikâyesi, sinemasal tarafı neredeyse öne geçiyor.

Belgeseli bir de haber programından ayıran bir tarafı var işte. Kimi belgeseller televizyondaki haber programlarına yakın oluyor. Ama o dil bizim aradığımız sinemasal belgesel dili değil. Bir parça ondan uzaklaşabiliyor olması lazım. Sonuçta bir gazetecilik tarafı da var. Kimsenin görmediği bir şeyi araştırarak, kolay erişilemeyen bilgileri bir araya getirerek sunma işi bu. Arşiv taraması da var. Sadece seyirci olarak baktığımda beni etkileyen belgeseller hikâye anlatabilen ve bunu farklı anlatımla yapabilen belgeseller.

“Jüri kararlarında hep sinematografi, anlatım ve hikâye öne çıktı”

Festival kapsamında izlediğiniz yapımlarda en çok hangisinden etkilendiniz?

Yarışmada 11 film vardı. İki tanesi göçmenler üzerineydi. Çiftçilerin sorunlarını anlatan belgeseller vardı. Gıda endüstrisindeki aslında çevreci olmayan ürünler hakkında uzun bir belgesel vardı. Süt endüstrisi hakkında bir belgesel vardı, ilginçti. Bir de tüm gıda üretiminde, sadece üretimi değil satışı, pazarlaması, bunların hepsinde farklı bir yol tutturmayı başarmış, kendilerine bir ütopya kurmuş insanlar arasında bir belgesel vardı.

Bir tane de internetin gelişiyle beraber hayatımızı bu kadar işgal eden ekranlara bağımlılığımız üzerine bir belgesel vardı.Hepsi de ekolojik sorunların neredeyse tümüne değinen bir skala içindeydi. Hepsini ilgiyle seyrettik. Jüri kararlarını yazarken gerekçe de yazmamız gerekiyordu. Gerekçelerde hep sinematografi, anlatım ve hikâye öne çıktı. Yani bir tanesine daha önce çok işlenmiş bir konu olmasına rağmen sinematografi ve anlatımıyla öne çıktığı için ödül verdik.

“Türkiye’de şu an dağıtım konusunda ciddi bir tekel var”

Kültür ve Sinema Bakanlığı’nın hazırladığı sinema kanun taslağına göre gişede 1 milyonu aşan seyirciye ulaşan film yapımcılarına eğlence vergisinin yüzde 25’i oranında destek verilecekmiş. Siz bu desteği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yasal konuları açıkçası pek bilmiyorum. İşin ticari boyutu konusunda hem bilgim hem de ilgim az. Ama bir filmin bir milyon seyirciyi aşabilmesi için ki bu zor bir iş, zaten büyük bir yatırım bulmuş olması gerekiyor. Bir milyon seyirciye ulaşmak için bulmanız gereken salon sayısı ve kopya sayısı belli. Ve o yatırımı yapabilmeniz için de zaten önceden belli bir finansmanı sağlamış olmanız lazım. Bunu başarabilen film sayısı çok az. Dolayısıyla bunu yapabilmiş filmlerin Bakanlık desteğine ihtiyacı yok.

Asıl güzel filmler olduğu halde o yatırımı yapamayan ve o salonları bulamayan filmlere destek olmaları lazım. Türkiye’de şu an dağıtım konusunda ciddi bir tekel var. Birçok film daha salon bulma aşamasında eleniyor. Benim filmim 70 kopya çıkabildi. 70 kopyanın karşısında 500 kopyayla daha popüler konulu filmler oynuyor. Onlar 500 kopyayla 6 hafta sinemada kalabiliyor. Bizim film 70 kopyayla iki hafta kalabiliyor. Dolayısıyla eşit şanstan söz etmeye imkân yok.

“Bir milyon iş yapmış bir filmi desteklemek sinemaya büyük bir yardım değil”

Son filminiz Sofra Sırları’ndan bahsediyorsunuz değil mi?

Bu sadece benim filmim değil, pek çok film için aynı durum geçerli. Mesela Tolga Karaçelik’in son filmi “Kelebekler” Sundance Film Festivali‘nde “Büyük Jüri Ödülü” aldı. Bence çok önemli bir ödül. Ama o da 100 kopya civarında girdi. O filme daha fazla kopya ve daha uzun bir gösterim şansı verilse iş yapan filmlerin birçoğu kadar iş yapabilir. Çünkü anlatımı popüler, sinemadan çok uzak değil. Sadece film seyirciye ulaşabilecek alan bulamıyor. Öncelikle o alanı bulmak için dağıtım tekelinde bulunan insanları ikna etmek lazım. Çok karışık ve uzun bir iş. Sonuçta bir milyon iş yapmış bir filmi desteklemek sinemaya büyük bir yardım değil. O yapımcıların ellerinde zaten büyük olanaklar var. Oradan gelecek yüzde 25 yardıma ihtiyaç yok. Öncelikle oraya ulaşamayan filmleri desteklemek lazım öncelikle.

Yeni film projesi var mı?

Türkiye’nin ekonomik krizleri bitmiyor. Ekonomik krizin daha -e si telaffuz edilmeye başlandığında en başta eğlence endüstrisini vuruyor. Dolayısıyla yapımcılarla konuştuğum 2 proje vardı. Fakat büyük bütçeli işler ve ticari işlerdi. Onlar şu an askıda. Ben de tamamen kendi olanaklarımla neredeyse bütçesiz bir film yapmaya çalışıyorum şimdi. Yakında onunla uğraşacağım.

“Serra Yılmaz’ı ufak bir rolde hayal ediyorum”

Konusuyla ilgili küçük bir ipucu yok mu? :)

Şimdi vermeyeyim. Ama benim 9, Ara, Nar gibi aykırı bir hikâye diyebilirim.

Bu projede yeniden Serra Yılmaz ile çalışacak mısınız peki?

Daha bilmiyorum. Oyuncularla konuşuyorum. Serra’yı ufak bir rolde hayal ediyorum ama vakti olur mu bilmiyorum. O şimdi İtalya’da tiyatro yapıyor. Bir sinema filminde oynadı. Çok gidip geliyor. Önereceğim.

Ümit Ünal kimdir?

Ümit Ünal (d. 14 Nisan 1965), yönetmen ve senarist. 9 Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünü 1985 yılında bitirdi. Okul sırasında yaptığı kısa filmler çeşitli ödüller aldı. İlk senaryosu “Teyzem”, 1986 Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışması’nda Birincilik Ödülü aldı ve Halit Refiğ tarafından filme çekildi. 198693 yılları arasında sekiz senaryosu filme çekildi. İlk filmi 9’u 2001 yılında yazdı ve yönetti. 9, 2003 yılı Yabancı Film Oscar’ı için Türkiye’nin adayı seçildi ve çeşitli festivallerde ödüller aldı. 2004 yılında senaryosunu yazdığı “Anlat İstanbul” adlı filmi 4 farklı yönetmenle birlikte yönetti. 2008 yılında gösterime giren yazıp yönettiği Ara 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali jüri özel ödülünü ve 15. Altın Koza Film Festivali’nde en iyi senaryo ve en iyi kurgu ödüllerini aldı. 2008 yılında Hasan Ali Toptaş’ın “Gölgesizler” adlı romanını senaryolaştırdı ve yönetmenliğini üstlendi. 2010 yılında senaryosu Uygar Şirin’e ait olan Ses filmini yönetti. Ünal, 2011 yılında senaryosunu kendisinin yazdığı Nar filminin yönetmenliğini yaptı. 48. Antalya Portakal Film Festivali’nin ardından yarışmada “Nar” filmiyle Jüri Özel Ödülü aldı. Yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendiği son filmi “Sofra Sırları” 2018’de vizyona girdi.

Filmografi:

9 (Dokuz), 2002

Anlat İstanbul, 2004

Ara, 2007

Zaman Hırsızı, 2007

Gölgesizler, 2008

Kaptan Feza, 2009

Ses, 2010

Nar, 2011

Sofra Sırları, 2018

Eser: Ümit Ünal, “Kuşlar, Yüzler ve Diğer Şeyler” sergisinden

Yazdığı kitaplar: 

Bana Göre Kıyamet, 2018

Işık Gölge Oyunları, 2012

Kuyruk, 2001

Aşkın Alfabesi 1996

Amerikan Güzeli, 1993

Kişisel sergi:

“Kuşlar, Yüzler ve Diğer Şeyler”, 2018

“Mahlukat Bahçesi”, 2016

 

Röportaj: Merve Damcı

Fotoğraf: Güneş Dermenci

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.