Çok sayıda kömürle çalışan termik santralin bulunduğu ve yerel halkın tüm itirazlarına rağmen yenilerinin planlandığı Çanakkale bu sefer bir iş cinayetiyle gündeme geldi.
Çanakkale’nin Çan ilçesinde bulunan 18 Mart Termik Santrali’nde işçilerin conta değiştirdiği sırada buhar kazanında sıkışma nedeniyle patlama meydana geldi.
Patlamada, işçilerden Ferdi Mutlu yaşamını yitirdi, Onur Terzi ağır yaralandı.
“Üzgünüz, haklıyız ve kızgınız”
Çanakkale’nin Çan İlçesinde bulunan bir termik santralde meydana gelen patlamaya ilişkin Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği açıklamada bulundu.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin açıklaması şöyle:
“Üzgünüz. Çünkü; bugün Çanakkale’nin Çan ilçesindeki 18 Mart Termik Santrali’nde bir patlama meydana geldi. Patlama sonrası ne yazık ki Ferdi Mutlu vefat etti. Onur Terzi ise ağır yaralandı. Bu kaza sonucu yaşamını yitiren kardeşimize rahmet, ailesine de baş sağlığı ve sabır diliyoruz. Onur Terzi’nin de en kısa zamanda sağlığına kavuşması en büyük dileğimiz.
Haklıyız. Çünkü; keşke, “Biz demiştik” demek zorunda kalmasaydık. Çok değil 1,5 ay önce Çan-2 Termik Santrali’nde kazan patlaması olmuş, çevreciler o zaman da yetkilileri uyarmıştı. O zaman kaza ucuz atlatılmıştı. Fakat ne yazık ki bu seferki kaza öyle olmadı. Termik santraller, doğaya, tarıma, havaya, ormana, hayvana, insana, kısacası her şeye zarar veriyor, vermeye de devam edecek!
Kızgınız. Çünkü; ne kadar uyarsak da, davalar açılsa da, köylü “istemiyoruz” dese de dinlemediniz. Şimdi siz açıklayın bu bir kaza mı yoksa cinayet mi! Bu yaşananlardan hiç ders çıkarmıyorsunuz. Çan’ı termiğin isine boğduğunuz yetmiyormuş gibi yenilerini yapmaya, desteklemeye devam ediyorsunuz. Çan İçdaş Helvacı Termik Santrali projesini yapmak için diretiyor, ÇED toplantılarıyla halka termiğin ne derecede temiz ve güvenilir olduğu yalanını söylemek için 15 Kasım’daki halkın katılım toplantısını bekliyorsunuz.
Bizse yaşam savunucuları olarak köylerde ve mahkemelerde termik santrallerin zararlarını anlatmaktan vaz geçmeyeceğiz. Kazdağı’nda uçan kuşu, dalından düşen her yaprağı, göğe özgürce uzanan ağaçları, güvenlik önlemleri alınmadan çalıştırılan her işçiyi, temiz hava soluma hakkı elinden alınan vatandaşları savunmaya devam edeceğiz. ”
“Termik santraller ölüm saçmaktadır”
Çanakkale’nin Çan İlçesinde bulunan bir termik santralde meydana gelen patlamaya ilişkin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Twitter hesabı üzerinden açıklamada bulundu.
1 kişinin öldüğü bir kişinin de yaralandığı Çanakkale’nin Çan İlçesinde bulunan bir termik santralde meydana gelen patlamaya ilişkin Twitter hesabı üzerinden açıklama yapan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, “Türkiye’de en ileri teknoloji ile çalışan termik santral olduğu iddia edilen Çanakkale Çan Termik Santrali’nde bir patlama daha meydana geldi. Patlamada hayatını kaybeden yurttaşımıza Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşımıza acil şifalar diliyorum.” dedi.
Büyükerşen, şöyle devam etti:
“Kömürlü termik santraller ne kadar teknoloji ile donatılırsa donatılsın ölüm saçmaktadır. Güzel şehrimiz Eskişehir’e yapılması planlanan ve zehir saçacak kömürlü termik santrali de istemiyoruz. Eskişehir Kıymetlidir!”
Jose Saramago, Portekiz’in yetiştirdiği en önemli edebiyatçılardan biridir. 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Saramago’nun en etkileyici eseri ise, Körlük’tür. Hikaye, bir adamın aniden kör olması ile başlar. Ve körlük ülke geneline hızlı bir şekilde yayılır. Tek bir insan, göz doktorunun karısı, hariç sonunda herkes kör olur. Kadın, karantinaya alındıklarında ve sonrasında sadece kocasının bakımını üstlenmez, çevresinde olan ve yetişebildiği herkesin bakımını üstlenir ve asla pes etmez. Tabii görebilen tek insan olduğu için, yaşadıkları çok ağırdır. İnsan psikolojinin kaldıramayacağı pek çok şeye tanıklık etmek zorunda kalır. Karantinaya alındıkları akıl hastanesinde kötü insanların kurduğu çeteden tutun da hastane dışında çürüyen cesetlere kadar her şeyi görebilen tek insandır. Bu çok zor koşullarda onu ayakta tutan en önemli şey, sahip olduğu merhamet duygusudur. Bana göre Körlük, bizi diğer canlılardan ayıran ve belki de üstün yapan en önemli şeyin aklımız değil, merhamet duygumuz olduğunu anlatır. Aklımız, yapmak istediklerimiz ve hayallerimiz sınır tanımıyor. Özellikle hayallerimiz… Bize yaşama gücü ve sevinci veren de hayallerimiz değil midir? Ancak hayallerimize ulaşmak için aldığımız kararlar, her zaman yapıcı olmayıp bazen yıkıcı olabiliyor.
WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ’in yeni yayımlandığı 2018 Yaşayan Gezegen Raporu, biyo çeşitliliğe verdiğimiz zararların artık ürkütücü boyutlara eriştiğini göstermektedir. 40 yıl gibi kısa bir sürede biyo çeşitlilikte yüzde 60 oranında bir azalma kaydedilmiştir. Birleşmiş Milletler Biyo Çeşitlilik Sözleşme direktörü Paşha Palmer Guardian’a yaptığı açıklamada biyo çeşitlilik kaybının ‘sessiz bir katil’ olduğunu ve maalesef iklim değişikliği kadar tartışılmadığını belirtmektedir. Palmer, ayrıca 2050 yılına kadar Afrika’nın ev sahipliği yaptığı kuşlar ve memeli hayvanların yüzde 50’sini kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu da vurgulamaktadır.
Bireylerin fayda fonksiyonu, sadece tüketim aktivitelerinden elde ettikleri haz duygusu ile sınırlı değildir. Yaşadığımız süre boyunca balinaları ve/veya Afrika fillerini görmek için hiç şansımız olmasa bile, onları korumak için bağış yaparız. Biz göremesek bile onların bir yerlerde olduğunu, varlıklarını sürdürdüklerini bilmek içimizi ısıtır ve bizi mutlu edebilir. Bu mutluluk da fayda fonksiyonumuz içinde yer alır. Ekonomistler olarak tercihlerimizin sonuçlarını fayda fonksiyonu ile ifade etmeyi pek severiz. Çevre Ekonomisi’nde doğal hayatın korunması için bireylerin çabası, ödeme istekliliği ile hesaplanır. Bu tür hesapların temelinde yer alan argümanlardan biri, geri döndürülememe ilkesidir. Herhangi bir canlı türü yok olduğunda onu geri döndürmemiz artık imkansızdır. En azından bugün sahip olduğumuz teknoloji olanakları ile. Ve bu mahrumiyet durumu, bizim fayda fonksiyonumuzu olumsuz etkileyebilir.
Benim için edebiyat güzelliklerine, merhametine ve duygularına sığındığım bir sanat dalıdır. Ve yine Nobel Edebiyat Ödülü sahibi başka bir yazardan, Kazuo İshiguro, başka sarsıcı bir roman Beni Asla Bırakma’dır. Yatılı okul Hailsham’ın öğrencileri, aslında diğer insanların organ yetmezliğine çare olabilmek için, klonlanmış insanlardır. Okuldan önce geçmişleri yoktur ve dışardaki dünyayı bilmezler. Onlar, farkında olmasa bile, ilk andan itibaren karanlık bir geleceğe hazırlanırlar. Organlarına gereksinim oldukça çağırılacakları ve tamamen tüketilecekleri acımasız bir gelecek, onları beklemektedir. Her hafta düzenli olarak ziyaretlerine gelen bir kadın, klonlanarak üretilen bu çocukların sanat derslerinde yaptıkları resimlerden beğendiklerini alıp götürür. Amacı ise, bu çocukların diğer insanlar gibi duyguları olup olmadığını öğrenmektir. Sanat ve aşk, diğer bir deyişle insanın yaratıcılığı ve sahip olduğu güzel duygular, onların kaçınılmaz geleceğinin önüne geçebilecek midir? Maalesef hayır. Klonlanan insanlar, bu şansa sahip olamazlar. Roman, ağızda acı bir tat bırakarak hüzünlü bir sonla biter.
Ünlü tarihçi Yuval Noah Harari, insanlığın kendine hazırladığı geleceğin daha fazla rekabeti de birlikte getireceğini savunur. Hatta sadece kendi türümüz ile değil, robotlarla da acımasız bir yarışa girmemiz beklenmektedir. İnsanı bu acımasız yarışta kurtaracak en önemli şeylerden biri, insana ait güzel duygular ve yeteneklerdir. Bütün canlılara duyacağımız mermamet, bizi insan olarak ayakta tutacaktır. 11 Kasım 2018 günü yapılacak olan İstanbul Maratonu’nda sevgili arkadaşım, meslektaşım ve Adım Adım’ın kurucularından Itır Erhart’ın güzel yürekli kızı İsabel Erhart, çok anlamlı bir amaç için koşacak. İsabel, meslektaşımız Umut Özkırımlı’nın beş buçuk yaşında kanserden kaybettiği oğlu Luca Can’ın anısına, kanserli çocukların tedavileri esnasında mutlu olmalarını katkıda bulunmak üzere, iyilik peşinde koşacak. Doğaya, ekosisteme ve kendimize karşı olan acımasız katliam ve yarışa karşın İsabel, çocuklar yaşasın diye Gülmek İyileştirir Derneği için koşacak. Desteklerimiz İsabel ile olsun. https://ipk.adimadim.org/kampanya/CC32998.
Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu / Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi
ABD’de Trump yönetiminin İran’a yönelik yaptırımlarının ikinci dilimi bugün yürürlüğe girdi. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu düşünülen sekiz ülke, geçici olarak yaptırımlardan muaf tutulacak.
Trump yönetimi, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmayla kaldırılan tüm yaptırımları yeniden yürürlüğe koyuyor. Yaptırımların ilk dilimi 7 Ağustos’ta devereye girmişti. Bugün uygulamaya konulan yaptırımlar, İran ekonomisinin temel direkleri konumunda olan petrol ihracatı, deniz taşımacılığı ve bankacılık sektörlerini vuracak. Yaptırımlar, İran’la ticaret yapan ülkeleri de olumsuz etkileyecek.
İran’da gösteriler
Pazar günü ABD karşıtı gösterilere katılan binlerce İranlı “Amerika’ya Ölüm” sloganı attı. Gösteriler, başkent Tahran’daki ABD Büyükelçiliği baskınının 39. yıldönümü nedeniyle düzenlendi.
ABD Başkanı Donald Trump, ülkesindeki ara seçimler için bir seçim mitingine katılmak üzere yola çıkmadan önce yaptığı açıklamada, yaptırımların şimdiden etkili olduğunu savundu.
Trump, “İran yaptırımları çok güçlü. Bunlar, şimdiye kadar uygulamaya koyduğumuz en sert yaptırımlar. İran’la ne olacağını göreceğiz, ancak size şunu diyebilirim ki durumları çok iyi değil” dedi.
Geçici olarak yaptırımlardan muaf tutulan ülkeler
Konuyla ilgili Cuma günü bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, söz konusu 8 ülkeyi açıklamadı ama bunlar arasında Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Çin’in olabileceği düşünülüyor.
Mike Pompeo, bu ülkelerin geçici olarak yaptırımlardan muaf olacaklarını, yani esasen İran ile petrol alışverişini sürdürebileceklerini belirtti.
Pompeo, Avrupa Birliği üyelerinin bu ülkeler arasında olmadıklarını da açıkladı.
Pasifik Okyanusu’nun güneydoğusunda yer alan ve Fransa’ya bağlı özerk bir bölge olan Yeni Kaledonya’da yapılan referandumda, halk bağımsızlığa karşı çıktı. Açıklanan resmi sonuçlara göre, referanduma katılanların yüzde 56,4’ü bağımsızlığa karşı oy kullandı. Yüzde 43,6 ise bağımsızlıktan yana oy verdi.
Büyük Okyanus’un güneydoğusunda yer alan Yeni Kaledonya’da oy kullanma hakkına sahip yaklaşık 174 bin seçmen, Fransa’nın bir parçası olarak kalmak veya bağımsızlık için düzenlenen referanduma katıldı. Referandumda seçmenlere, “Yeni Kaledonya’nın tam egemenliğe kavuşmasını ve bağımsızlığını istiyor musunuz?” sorusu yöneltilerek, ‘evet’ veya ‘hayır’ yanıtı vermeleri istendi.
1977’de Cibuti’nin ayrılık kararı aldığı oylamadan bu yana düzenlenen ilk bağımsızlık referandumu olan bu seçimin resmi olmayan sonuçlarına göre halkın yüzde 56.4’ü bağımsızlığı reddetti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da televizyondan yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında ‘bu tarihi adımı birlikte atmış olduklarından ötürü gurur duyduğunu’ dile getirdi.
Referandum çalışmaları esnasında ülkenin yerli halkı Kanaklar ve bağımsızlık yanlısı gruplar tarafından düzenlenen kampanyalarda ‘Sömürgeci otoritelerin prangalarından kurtulalım’ sloganı öne çıkmıştı.
Yaklaşık 275 bin nüfuslu ve 18 bin 576 kilometrekare yüzölçümüne sahip Yeni Kaledonya’da yerli halk Kanaklar nüfusun yüzde 44’ünü oluşturuyor. Hükümet başkanlığını Philippe Germain’in yürüttüğü Yeni Kaledonya’da resmi dil Fransızca, başkent ise Noumea.
Bağımsızlık yanlılarının Fransa ile yapılan anlaşma uyarınca 2022 yılından önce yeni bir referanduma daha gitme hakkı bulunuyor.
Özgür Gazeteciler İnsiyatifi Ekim ayı raporunda dört yıl önce silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Azadiya Welat çalışanı Kadri Bağdu’nun katlinin halen aydınlanmamış olmasına dikkat çekti.
Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ) gazetecilere yönelik hak ihlallerini içeren Ekim ayı raporunu açıkladı. Raporda gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı katledenlerin yargı önüne çıkarılmasına vurgu yapılırken, gazete dağıtımcısı Kadri Bağdu cinayeti hatırlatıldı:
“Adana’nın Seyhan ilçesine bağlı Şakirpaşa semti Ova Mahallesi’nde 14 Ekim 2014’te bisikletle gazete dağıtımı yaptığı sırada silahlı saldırıya uğrayan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Azadiya Welat Gazetesi çalışanı Kadri Bağdu cinayetinde arpa boyu yol alınmamış olmasını bir kez daha kınıyoruz. DAİŞ’li Servet Koç’un itiraflarına rağmen Bağdu cinayetinin aydınlatılmamış olmasını siyasal perspektifin bir engeli olarak görüyoruz.”
ÖGİ’nin Ekim ayı raporunda hak ihlalleri ile ilgili şu bilgiler yer aldı:
* 172 gazeteci tutuklu
* 15 gazeteci gözaltına alındı
* 1 gazeteci tutuklandı
* 1 gazeteci hakkında dava açıldı
* 42 gazeteci yargılandı
* 5 gazeteci 12 yıl 6 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı
* 1 gazeteci öldürüldü
* 1 gazeteci sürgün edildi
* 2 gazeteci tahliye oldu
* 6 gazetecinin işine son verildi
Raporun sonunda gazetecilere yönelik baskı ve ihlallerin son bulunması, açılmış ve açılacak olan davaların düşürülmesi ve tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılması istendi.
İklim değişikliği gezegenin dört bir yanından gelen gittikçe artan şiddette sel, fırtına, kasırga, orman yangını haberleri ile etkisini hissettirmeye dünya genelinde devam ediyor.
İtalya’daki seller nedeniyle de Sicilya Adası’nda 12 kişinin daha hayatını kaybetmesiyle ülke genelindeki can kaybı 30’a ulaştı.
Şiddetli fırtınaların etkili olduğu İtalya’da, ülkenin güneyindeki Sicilya Adası’ndaki sellerde 12 kişi yaşamını yitirdi.
Palermo yakınlarında bir evde bulunan iki aileden toplam 10 kişi, aşırı yağışların ardından bir derenin taşması sonucu yaşanan su baskınında hayatını kaybetti. İki ailenin akşam yemeği için buluştuğu evde hayatını kaybedenler arasında 1 ve 3 yaşında 2 çocuk da bulunuyor. Evdeki bir kişi ise yakındaki bir ağaca tırmanarak hayatta kalabildi.
Yine Palermo bölgesindeki Vicari’de 44 yaşındaki bir erkek, aracında cansız hâlde bulundu. Agrigento bölgesinde ise araçları sele kapılan iki kişi hayatını kaybetti.
Güvenlik ihmali şüphesi
Sicilya savcısı Ambrogio Cartosio, bölgedeki durumu “tam bir felaket” olarak tanımladı. Yetkililer, nehir yakınlarına inşa edilen evlerin güvenlik standartlarını karşılayıp karşılamadığını incelemek için soruşturma başlattı.
İtalyan ordusu, çok sayıda askeri adadaki ana yolların durumunun kontrol edilmesi için Sicilya’ya sevk etti. Sicilya’daki birçok yol geçtiğimiz günlerde seller nedeniyle kapanmıştı. Adadaki belediye başkanları okul, park ve al geçitlerin de önlem amacıyla kapatılmasını talimatı vermişti.
İtalya’daki şiddetli fırtınalar, ülkenin kuzeyinde ve Venedik civarında da etkili olmuştu. Bu bölgelerde yaşanan seller nedeniyle en az 18 kişi hayatını kaybetmişti.
Okmeydanı’nda bir mutfak, içeride hevesli bir üretim hali. Meyveler ayıklanıyor, reçeller kaynatılıyor. Bir komşu kavanozlar alıp yollamış mutfağa destek olmak için, haberi geliyor… Birileri pilavın başında…
Parçası oldukları bir etkinliğin afişini görüyorum, şöyle diyor “Batsın Bu Dünya, Biz Yeniden Yaparız!” Suriyeli mülteci kadınlar sıvıyorlar kollarını ve mutfağa giriyorlar. O güne kadar sadece aileleri için pişirdikleri lezzetleri ve çok daha yenilerini, bu sefer hiç tanımadıkları birileri için özenerek pişiriyorlar.
Komşu komşuya, kadın kadına üretim de dayanışma da işte o mutfakta başlıyor.
Catering ihtiyaçları için yeni bir alternatif olan Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’nı ve lezzetlerini tanımak için mutfağın İletişim Gönüllüsü Zeynep Kurmuş Hürbaş ile konuştuk.
Zeynep Kurmuş Hürbaş ile (sağda, ayaktaki konuşan kişi) görüştük
İyi Şeyler’de kendinden daha talihsiz durumda olanlara yardım edenleri dinledik bugüne kadar ama bu sefer durum biraz farklı gibi düşünüyorum. – Sima Ertem
***
4 – Kadın Kadına Mülteci Mutfağı: Fette, kibbe neye, falafel ve bolca dayanışma!
Burada, öz değerlerini ortaya çıkararak, kendi ve kendi gibilere yardım etmeyi başaran bir kadınlar topluluğu var sanki doğru mudur?
Çoğumuz kadın, ama aramızda erkekler de var. Bilmiyorum, burada mutfağın sözcüsü olarak değil, gönüllüsü olarak konuştuğum için, herkesin deneyim ve algısıyla ilgili yorum yapmam doğru olmaz. Ancak evet, birlikte bir yaşam inşa etmeyi öğrenmeye çalışan bir grup olduğumuz doğru.
Her girişimin bir hikâyesi var. Kadın Kadına Mülteci Mutfağı nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıktı?
OKDER (Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) 2014’te kurulduğunda bulunduğumuz Okmeydanı, Mahmutşevketpaşa mahallesinin çeşitli dertlerine komşuluk ilişkileri bazında çareler bulmak üzere kurulmuş. 2015’te başlayan yoğun geçici koruma altında sığınmacı göçüyle karşı karşıya kaldığı için de, mahallenin çözüm bulmaya çalıştığı konulardan biri olmuş.
Şöyle ki, Okmeydanı, İstanbul’un yoğun göç alan çeper mahallelerinden konum olarak farklı. Diğer mahalleler gibi kentsel dönüşüm, eğitim, işçi hakları vb sorunlarla baş etmeye çalışıyor ama aynı zamanda da İstanbul’un “merkez”ine yakın ve tekstil vb atölyelerde geçici iş bulması kolay. Bu yüzden 2015’te mahalle nüfusuna eklenen Suriyeli ailelerle tanışılıyor. Ben de o zaman başladım burada gönüllü olmaya, ancak o zaman farklı bir çalışma vardı: insanlar geçiciydi. Yani ya savaş biter, dönerim diye düşünüyordu, ya AB sınırları o sıralar açık olduğu için para biriktirip geçmeye çalışıyordu. Bu geçicilik içinde erzak, hijyen materyalleri, kıyafet, eşya desteği gibi, nefret ettiğim ama başka da yerine kullanacak kelime bulamadığım için kullanma durumunda olduğum “insani yardım” durumunun içine düştük.
Bu süreçte hafta sonları Okder’de çocuklara yönelik gönüllü atölyeler oluyordu, sanat, drama, oyun etkinlikleri vardı. Ancak şöyle bir gözlemimiz oldu zamanla, tanıştığımız yüzlerce aileden bir kısmı, özellikle de kadınlar, bizimle birer “sokak sözcüsü” gibi çalışmaya başladılar. “Bana erzak geldi ama aşağı sokakta bir aile var, durumu daha kötü”, “Türkiyeli bir aile var, çocukları engelli, o da atölyeye katılmak istiyor gibi…” Bu kadınlar öne çıkıp da kendi içlerinde bir dayanışma ağı kurmaya başladığında da oturup, siz ne yapmak isterdiniz sorusunun üzerine konuştuk. “Araf” gibi bir durumda olduklarını fark ettik: bir bekleme, bir geçicilik hali içinde. Buna kendileri çözüm bulmaya çalıştılar ve ortaklaştıkları ilk nokta da yemek pişirmek oldu. Mutfağımız olmadığı için de herkesin bir şekilde (ben hariç!) yapmayı bildiği reçel ve turşu üretimi yapmaya başladık.
Şu sıralar mutfakta kaç kişi çalışıyor? Bu kadınlar sizi ya da birbirlerini nasıl buluyorlar? Sadece Okmeydanı’nda yaşayan mültecilere mi açık kapınız?
Şu an aktif 17 kadın çalışıyor mutfakta, az sayıda da gönüllümüz var. Gönüllülere her zaman kapımız açık, her mahalleden, şehirden sığınmacılara da kapımız açık.
Ancak şöyle de bir gerçeğimiz var, ancak “catering” siparişlerimiz artarsa daha çok kadına gelir kapısı aralayabiliriz. Şu an ayda bir-iki siparişimiz ve çok sınırlı reçel satışımız var. Bu mutfakta aktif 17 kadına bile yetmiyor.
Düzenli yemek, meze siparişi verebilecek kafe, lokanta vb mekânlar oldukça katılımcı kadın sayımız da artacak. Bunun için de desteğe ihtiyacımız var.
Bu sayı çok az değil mi, daha fazla ihtiyaçlı insana dokunma olanağı var aslında mutfağınızın. Kadınlar çekiniyor mu gelmekten ya da kocaları mı müsaade etmiyor?
Hayır, çekinmiyor. İsteyen istediği zaman gelip yemek pişirebiliyor mutfakta, kendi malzemesini getirerek. Düğün, nişan vb etkinlikler için de mutfağımızı kullanabiliyor mahalleli.
Gelir sisteminiz nasıl işliyor? Kadınların sabit bir geliri var mı yoksa kazanıldıkça herkese pay mı dağıtılıyor? E yeni açtığınız mutfak var, kira, malzemeler, giderler falan derken geriye ne kalıyor?
Hayır, sabit bir gelir yok. Sipariş ve satış miktarı ne kadarsa o siparişi yapan kadınlar aralarında eşit bölüşüyor. Bu hesaplar tamamen kendiler tarafından yapılıyor.
Yeni açtığımız mutfağın kirasını dayanışma ve bir kaç ayrı fondan edindik, bu yüzden 1 yıllık giderlerimiz siparişlerden düşmüyor. Gelecek yıl da böyle olur mu bilmiyorum.
Bu kadınların bir günü nasıl geçiyor? İş bölümü nasıl yapılıyor?
Gelen siparişe ve bir önceki siparişi kimin yaptığına göre kendi içlerinde gruplar halinde çalışıyor arkadaşlarımız. Büyük bir siparişse bir önceki gün mahalleden alışveriş yapılıyor. Birlikte yaşadığımız esnafın desteklenmesi bizim için önemli ve değerli – toptan veya daha ucuz yerlerden malzeme alışverişi yapabiliriz, ancak kendi mahallemizdeki komşularımızı desteklemek gerekiyor.
Alışverişin ardından ön hazırlık yapılıyor, her sipariş öncesi mutlaka hijyen listesinin üzerinden geçiliyor, mutfağın tüm alanları kontrol ediliyor. Bazı yemekler önceden hazırlığa uygun, ertesi güne bile olsa sipariş, yıkama, ayıklama, hamur yoğurma gibi işler bir gün öncesinden yapılabiliyor.
Tabi herkesin gündelik işleri de var: çocukların okula götürülüp alınması, kendi evlerinde işleri, katıldıkları kurslar var. Programlarını ona göre yapıyorlar, siparişlerde iş bölümü de o şekilde gerçekleşiyor.
Yani aslında kadınlar kendi deneyimleri ve becerilerine uygun olan işi yapıyorlar. Peki bu kadınların hepsi ev kadını mıymış? Örneğin bütçe yönetimi işlerini de onlardan biri mi yapıyor? Farklı alanlarda eğitimli olanlar da var mı aralarında?
Çoğu daha önce hiç çalışmamış kadınlar, ancak Suriye’deyken eşlerinin dükkânlarını işletmeye destek olan, ufak tefek işler yapanlar da var.
Bütçe yönetimi tamamen kendi inisiyatiflerinde gerçekleşiyor. Evet, üniversite mezunu, savaştan önce üniversiteye devam edenler de var aralarında.
İlk çalışmalarınızın çocuklarla ilgili olduğunu gördüm sizinle ilgili araştırmalar yaparken.
Hatta aslında dev şirketlerin bile yapamadığını yapıp, anne çalışırken çocuğunun da onunla birlikte olabilmesini sağlayacak bir ortam yaratmışsınız.
Evet, önceliklerimizden biri, zaten çocuklarını bırakamadıkları için çalışamayan kadınların, çocuklarının güvenle yanlarında durabilecekleri bir mekân yaratmaktı.
Çocuklarla ilgili atölyeler, eğitimler devam edecek mi yine?
Zaten hiç ara vermiyoruz, sadece yazın akademik destek atölyeleri olmuyor. Sanat, drama, müzik vb atölyeler tamamen gönüllüler üzerinden devam ediyor.
Kadın Kadına Mülteci Mutfağı, bu kadınların hayatlarına nasıl dokundu, yüzlerine nasıl gülücükler kondurdu? İnsanlığımıza iyi gelecek birkaç küçük hikâye paylaşabilir misiniz bizimle?
Bunları yazmayı, bahsetmeyi sevmiyorum. Mutfak bir proje değil, bir iyilik projesi değil, hayırseverlikle, insanları mutlu etmekle meşgul olan bir yer de değil. Birlikte yaşamaya çalışmayı öğreniyoruz. Ama evet, yemek pişirirken dans ettiğimiz de oluyor, meyve toplamaya giderken minibüste şarkılar da söylüyoruz, birbirimizle hemdert oluyoruz. Biz gönüllüler için değişik bir öğrenme süreci: dilini bilmediğimiz kadınlarla sürekli iletişim halinde olmak, hiç bilmediğimiz mahallelerin sokaklarını ezberlemek, hiç görmediğimiz acı ve anıları görmek bizim için de kıymetli ve değerli. Benim en sevdiğim anım ise, mutfağın açılışı için bazı arkadaşların çocuklarını eşlerine bırakıp Pazar günü açılışa gelmeleri oldu. Kendi çapımızda bir devrim.
Mültecilerin bir konuşsak, günlerce kendimize gelemeyeceğimiz acı hikayeler yaşadığını az çok biliyoruz. Ama bugün onların acıları yerine kahramanlıklarından bahsetmeyi yeğlerim.
Sadece sizin mutfağınızla ilgili önyargıları kırmak adına birkaç noktada yorumlarınızı almak istiyorum.
Biz uzundur “devlet zaten onlara bakıyor” “kiraları ödeniyor” “ellerine harçlık veriliyor” gibi bilgilerle kuşatılıyoruz. Bunların gerçekliği nedir?
Doğru değil. Evet, sığınmacı komşularımızın belirli hak ve çeşitli AB ve BM fonlarından alabilecekleri çeşitli destekler var.
Ancak şöyle düşünün: ayda x bin TL maaş alıyor olsalar, bu şartlarda yaşamaya devam ederler miydi? Belediyelerin, çeşitli kurumların çeşitli destek sistemleri var, ancak bunların kıstasları çok.
Şahsen benim bildiğim 140+ aileden 7’si öğrenci eğitim desteği alıyor. Kira desteği alan yok. Bunlarla ilgili teyit.org’un bir çok dosyası var. Google aramasıyla yaklaşık 20 saniyede bulabilirsiniz.
İnsanların kafalarını değiştirme gücünüz oluverse Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’nın ve kahramanlarının iyiliği için hangi önyargıları kırmak, yerine hangi düşünceleri ekmek isterdiniz?
Öncelikle, birlikte bir hayat idame ettirmeye muhtaç olduğumuzu şimdiden anlamamız gerekiyor. Kendi ördüğümüz duvarları, kendi çizdiğimiz sınırları tekrar gözden geçirmemiz de zaman alıyor, ama artık kaybedecek zamanımız da yok.
Çocuklarımız Suriyeli çocuklarla birlikte okuyor okullarda, on yıl sonra belki aşık olup, evlenecekler. Kültürümüze, insanlığımıza, vicdan ve dayanışma algımıza aslında ne kadar büyük bir katkı, ne kadar harika bir sentez imkânı var önümüzde ve görmüyoruz.
Ne güzel ki sizin yanınızda olan, sizden catering hizmeti alan firmalar, kişiler var. Biraz da size destek verenlerden bahsedelim.
Ama durun durun, önce bize bizim yabancısı olduğumuz, sizin mutfağınızdan çıkan o enfes lezzetleri biraz tanıtır mısınız? Sosyal medya paylaşımlarınızda daha ismini okurken ağzıma nefis tatları gelen bir sürü değişik yemek, tatlı çeşidiniz var. Ben bir tek falafeli biliyorum, başka neler neler çıkıyor sizin mutfaktan?
4 sayfalık bir menümüz var. Sadece Suriye mutfağı değil, birçok farklı yemek çeşidi üretebiliyor. Pasta ve tatlı, ekşi mayalı ekmek çeşitleri de yapıyoruz. Web sitemiz henüz bir gönüllümüz tarafından yapım aşamasında, ama bittiğinde her yemeği detaylı görebileceksiniz.
Benim favorim “fette.” Vejetaryen bir yemek, haşlanmış nohut üzeri süzme yoğurtla yapılan bir yemek. Altında da kıtır Suriye ekmeği var. Kibbe Neye, sıkma bulgur köftesi, bizim mercimek köftesine benziyor, ama içindeki baharatlar sanki çiğ köfte tadı veriyor. Renkli pilavlar var, ister tavuklu, ister etli, ister sebzeli yapabiliyoruz. Görüntüsü kadar tadı da nefis. Falafeli bile değişik çeşitlerde yapıyoruz: üzeri susamlı olanlar var, simit gibi.
Peki Kadın Kadına’yı destekleyen kurumlar, kişiler, organizasyonlar kimler? Ya da ürünlerinizi bulma şansımız olan kafeler, işletmeler, web siteleri var mı?
Sıklıkla değişen ve güncellenen bir listemiz var, ancak yemeklerimiz şu anda herhangi bir kafede yok. Kadıköy Kooperatifi’nden reçellerimize ulaşabilirsiniz. Kafeler bize ulaşsın.
Evine misafir çağırıp Kadın Kadına’nın yemeklerini “ben yaptım” diye ikram edenler bile vardır kesin. Yoksa da, umarım birilerine ilham olurum
Olsun, ne olur olsun.
Mutfakta nefis bir iş gücü, çalışmaya motive, yetenekli ve hevesli kadınlar var. Bu girişimci kadınların devlet tarafından desteklenmesi mümkün değil mi? Türk girişimci kadınlara yönelik çok fazla destek programı, eğitim vs mevcut çünkü.
Bu bir girişim hikâyesi değil aslında. Bir hobi de değil. Kurgulanmış bir proje de değil. Bu yüzden aramızdan bir arkadaşımız mesela kendi kafesini açmaya kalksa ona destek olabilecek, yol gösterebilecek çeşitli kurumlar var. Ancak şu aşamada belirli el işi ve okuma yazma kursları dışında devlet desteği aldığımız bir konu yok.
Bu arada kooperatif olma girişiminiz ne aşamada? Kooperatifleştiğinizde işleyişte ne gibi farklılıklar olacak?
Bu süreci sorgulamaya, araştırmaya devam ediyoruz. Henüz netleşmedi kararlarımız ve yol haritamız.
Siz bu on kaplan gücündeki kadınlar her şeye tek başına yetişmekte yine de zorlanıyor olabilirsiniz. Ekip olarak nasıl gönüllülere ihtiyacınız var? Hadi açık çağrı zamanı!
Mutfağın aktif çalışan 5 gönüllüsü var, ancak hepimiz bir yerlere dağılmış durumdayız şu an Gönüllü elçilere, bizimle birlikte üretmeye hazır arkadaşlara acilen ihtiyacımız var aslında. Grafik tasarım, kafe gezme, lojistik, fonlama araştırması ve raporlaması, bu gibi röportaj isteklerine cevap verme gibi her türlü konuda birlikte çalışmak için, bize katılın: [email protected] adresinden bize ulaşabilir, Facebook ve Instagram sayfalarımızı izleyebilirsiniz.
Hatta bir soru daha ekliyorum buna. İnsanların sizden bir kavanoz reçel alırkenki ya da şirketlerin sizden catering hizmeti alırkenki motivasyonları neler olsun?
Bir siparişin, Suriyeli veya Türkiyeli bir kadının çocuğunun çalışmaması için bir damla olduğunu; birlikte yaşamayı öğreneceğimiz komşularımızla yansımalara, karşılaşmalar ve birbirimizden öğrenme halimize hep iyi geleceğini düşünsünler derim.
***
Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’na gönüllü olmak ve bilgi almak için
Uluslararası gıda emtiası fiyatları Ekim’de önemli oranda gerileyerek Mayıs’tan beri izlenen en düşük seviyede gerçekleşti. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yapılan açıklamaya göre, gerileme eğiliminin temelinde süt ürünleri, et ve bitkisel yağ fiyatlarında görülen düşüşün şeker fiyatlarında izlenen hızlı artışın etkisini ortadan kaldıran boyutlara varması yatıyor.
Seçili gıda emtiasının uluslararası fiyatlarındaki aylık değişimlerin ölçümünden oluşan FAO Gıda Fiyat EndeksiEkim’de ortalama 163.5 puan ortalamasında gerçekleşerek Eylül’e göre yüzde 0.9 düşmüş oldu. Endeks Ekim’de bir önceki yılın aynı ayına ait seviyenin yüzde 7.4 altında gerçekleşti.
Genel düşüş eğiliminin başını çeken FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi önceki ayki değerinin yüzde 4.8, Şubat 2014’te ulaşılan zirve seviyenin ise yüzde 34 altında oluştu. Fiyatlardaki zayıflamanın tüm önemli süt ürünü gruplarının ihraç arzlarında izlenen büyümeyi yansıttığı ve bunda Yeni Zelanda’nın ihraca yönelik süt ürünleri üretimindeki artışın etkisinin belirgin olduğu değerlendiriliyor.
FAO Et Fiyat Endeksi’nde Eylül’e göre yüzde 2 düşüş izlenirken küçükbaş, domuz, büyükbaş ve tavuk eti fiyatlarının tümünde gerileme kaydedildi. Düşüşün temel sebebi ihraç arzındaki büyüme.
FAO Bitkisel Yağlar Fiyat Endeksi yüzde 1.5 oranında düştü. Endeks böylece dokuzuncu ardışık aylık düşüşünü kaydetmiş ve Nisan 2009’dan beri izlenen en alt seviyeye gerilemiş oldu. Düşüş eğilimindeki hızlanma çoğunlukla palm yağına yönelik küresel ithalat talebinin durağan seyrinden ve önde gelen palm yağı ithalatçısı ülkelerdeki envanter büyümesinden kaynaklanıyor. Uluslararası soya yağı fiyatlarında ise bir miktar artış gözleniyor.
FAO Hububat Fiyat Endeksi Amerika Birleşik Devletleri’nde mısır kotasyonlarının güçlü seyretmesi sonucunda Eylül’e göre yüzde 1.3 oranında artış gösterdi ve önceki düşüş eğilimi sona ermiş oldu. Pirinç fiyatları ise kur hareketliliklerinin rayihalı pirinç ve Japon pirinci (Japonica) fiyatları üzerinde baskı oluşturmasının da etkisiyle zayıfladı.
Hızlı şekilde yükselen FAO Şeker Fiyat Endeksi’ndeki artış yüzde 8.7’i buldu. Artışın temelde Hindistan ve Endonezya’da mevsimsel mahsül beklentilerinin olumsuz seyretmesinden ve Brezilya’nın şeker kamışı üretiminin etanol yapımı için ayrılan bölümünün payının büyümesinden kaynaklandığı belirtiliyor.
Uluslararası hububat ticaretinin 2017/18’in rekor yükseklikteki seviyesinin yüzde 1.1 altında gerçekleşmesi beklenirken, hem buğday, hem de pirinç ticaretinde daralma izleneceği öngörülüyor. Küresel iri taneli ticaret hacminin yaklaşık 195 milyon ton seviyesinde, önceki senenin rekor yükseklikteki rakamına yakın düzeyde oluşacağı tahmini geçerliliğini korurken, mısır ticaretinde artış, sorgum ticaretinde ise düşüş görülmesi bekleniyor.
ALİKEV’in Sen De Gel Derneği ile birlikte Afrika’nın Sare Jiburu köyünde yaşayan kadınların sebze yetiştiriciliğiyle hem ailelerinin beslenmelerine hem de ekonomilerine katkı sağlayabilmeleri amacıyla kurduğu tarım bahçesinin açılışı 31 Ekim’de gerçekleşti.
Toplumsal barış ve eşitliğin var olduğu, insan-doğa ilişkileri de dâhil olmak üzere her türlü eşitsiz ilişkiden arınmış bir dünyayı, gençliğin katılımıyla kurarak Ali İsmail’in düşlerindeki özgür dünyayı hayata geçirmek misyonuyla kurulan Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV), iyilik elini bir kez daha Afrika’ya uzattı. ALİKEV ve Sen De Gel Derneği işbirliğiyle Afrika’nın Gambiya bölgesindeki Sare Jiburu köyünde yaşayan kadınların sebze yetiştiriciliğiyle hem ailelerinin beslenmelerine hem de ekonomilerine katkı sağlayabilmeleri amacıyla tarım bahçesi kuruldu.
Yaklaşık 600 kişinin yaşadığı Sare Jiburu köyünde Temmuz 2018’de çalışmalara başlanan proje tamamlanarak 31 Ekim’de açılışı gerçekleşti. Halkın günlük sağlıklı besin ihtiyacını karşılayacak sebze üretimi için tasarlanan bahçe 3,5 dönümlük bir alanı kaplıyor. Bahçe içinde sulama için 12 bin litre kapasiteli bir su kuyusu yer alıyor. Kurulan solar enerji santrali, sondaj kuyusundan suyu rezervuarlara aktaracak pompanın ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlıyor. Sisteme entegre edilen online takip sistemi ise günlük tüketilen su miktarı veya santralin ürettiği enerjide herhangi bir arıza durumu olup olmadığını dünyanın her yerinden izleme imkanı verecek.
Ali İsmail’in düşlerinin yaşam savaşı veren köylülere derman olduğu bahçede domates, salatalık, biber, patlıcan, kabak, bamya gibi Türkiye’de de yetişen sebzelerin yanı sıra oraya özgü Bisap, Cassawa gibi sebzeler de yetiştirilecek.
“O köy artık bizim köyümüz”
Sare Jiburu’nun Gambiya’nın en ihmal edilmiş bölgesinde yer aldığını söyleyen Ali İsmail’in abisi Gürkan Korkmaz; “Çok bereketli topraklar olmasına rağmen tarım sulaması yapılamadığı için yoğun kuraklık yaşanan yaz aylarında sadece yağmur döneminde elde ettikleri ürünleri tüketiyorlar. Bahçede açılan sondaj kuyusu sayesinde köy halkı ve civar köyler artık her mevsimde tarım yapabilecek. Köyün muhtarı, bahçenin açıldığı 31 Ekim’i Ali İsmail’i anma günü ilan etti. Bütün köylüler Ali İsmail’i tanıyor, hikayesini biliyor. Ali İsmail yaşıyor, yaşayacak ve yaşatacak. O köy artık bizim köyümüz, köylüler kardeşimiz, evladımız” dedi.
Sanatçı, akademisyen, aktivist ve siyasetçi dostları Silivri’de Osman Kavala ile dayanışma için buluştu.
Ortak açıklama okunurken, Fotoğraf: Özcan Yurdalan
18 Ekim 2017’de Gaziantep dönüşünde Atatürk Havaalanı’nda gözaltına alınan ve 14 gün sonra, 1 Kasım 2017’de tutuklanan Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve iş insanı Osman Kavala’nın arkadaşları, tutukluluğun birinci yılında Silivri’de bir araya geldi.
Ortak açıklamlarında Osman Kavala’ya Özgürlük taleplerini yenileyen sanatçı, akademisyen, aktivist ve siyasetçilerden oluşan dayanışma grubunda Ali Uçansu, Asena Günal, Aybike Haydaroğlu, Ayşe Gül Altınay, Ayşegül Devecioğlu, Banu Cennetoğlu, Biray Kolluoğlu, Burak Delier, Bülent Aydın, Celalettin Can, Cem Erciyes, Çiğdem Mater, Deniz Yükseker, Emine Uşaklıgil, Esra Mungan, Fatih Özgüven, Fatma Gök, Gençay Gürsoy, Gül Kozacıoğlu, Gül Pulhan, Güliz Sağlam, Gürol Irzık, Hakan Altınay, Hüseyin Karabey, İlhan Sayın, İz Öztat, Jaklin Çelik, Jale Parla, Mehmet Ertan, Melek Ulagay, Murat Akagündüz, Murat Utku, Nadir Öperli, Nadire Mater, Necdet İpekyüz, Nilgün Mirze, Osman Bozkurt, Osman Savaşkan, Oya Baydar, Özcan Yurdalan, Refik Akyüz, Selin Söl, Semih Sökmen, Seren Yüce, Sevilay Demirci, Sezgin Tanrıkulu, Sibel Irzık,Şemsa Özar, Şemsa Özer, Tatyos Bebek, Timuçin Gürer,Yetvart Tovmasyan, Yamaç Okur, Yiğit Ekmekçi ve Zeycan Alkış yer aldı.
Sanatçı İz Öztat tarafından okunan ortak açıklamanın tam metni şu şekilde:
Arkadaşları Osman Kavala’ya el sallayarak selamlarını gönderdi, Fotoğraf: Özcan Yurdalan
Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve iş insanı Osman Kavala’nın haksız tutukluluğunun birinci yılında, burada Silivri Cezaevi’nin önünde, “Neden?” diye sormak üzere buluştuk. Osman Kavala, neden bir yıldır, tutukluluğunun gerekçesini dahi bilmeden, savunmanın bütün araçlarından yoksun bırakılarak, hukuk dışı bir şekilde cezaevinde tutuluyor? Avukatlar tutukluluğa tam 10 kez itiraz ettiler, 10’u da reddedildi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için neyle suçlandığını öğrenemiyoruz. Kuvvetli kanıtlar var deniyor, ne oldukları belli değil. Üstelik dosyaya bakan savcı dahi Kavala’nın ifadesini almadı.
Onun bu şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılması, işkenceden farksızdır!
Anayasanın ve Türkiye’nin kurucuları arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurum olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benimsediği hukuk ilkeleri doğrultusunda, Osman Kavala’nın bir an önce serbest bırakılması, neyle suçlandığının açıklanması ve eğer gerekiyorsa, yargı önüne çıkarılması gerekir.
Onu tanıyanlara fantastik gelecek suçlamalarla içeride tutulan Osman Kavala, birinci yıl mektubunda “hayatımdan aylar eksiliyor. Bir an önce özgürlüğüme, aileme, dostlarıma kavuşmak istiyorum” diyor. Biz de hukuk açısından utanç verici bu durumun sona ermesini ve ailesi, dostları ve çalışma arkadaşları olarak ona kavuşmayı diliyoruz.