Ana Sayfa Blog Sayfa 2433

Wikipedia dosyası AİHM gündeminde

Yüksek Mahkeme, siteye erişimi yasaklayan Türk hükümetine yasağın AİHS ile uyumlu olduğunu kanıtlaması için ekim ayı sonuna kadar süre verdi. Kararda, AYM’nin yapılan başvuruyu iki yıldır sonuçlandırmadığına da dikkat çekilerek, ‘etkin iç hukuk yolu’ olup olmadığı sorgulanıyor.

AİHM, Wikimedia Vakfı’nın Ankara’ya karşı dava başvurusu dosyasını hızlandırılmış prosedürle işleme koydu. Strasbourg’daki Mahkeme, Wikipedia’ya Türkiye’de getirilen erişim yasağının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile uyumlu olduğunu kanıtlaması için Türk hükümetine 31 Ekim 2019’a kadar süre verdi. Mahkeme temmuz başında aldığı ve bu hafta kamuoyuyla paylaşılan bir kararla, Wikipedia adına ABD merkezli Wikimedia Vakfı (Wikimedia Foundation, INC.) tarafından Ankara’ya karşı dava açmak için 29 Nisan 2019 tarihinde yapılan başvuruyla ilgili olarak Türk hükümeti ve davacı tarafa sorular yöneltti.

Deutshe Welle’nin haberine göre, AİHM’in soruları arasında Wikipedia’nın Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) 2017 yılında yaptığı bireysel başvurunun akıbeti de bulunuyor. Mahkeme, iki yıldır başvuruyu sonuçlandırmayan AYM’nin bireysel haklar alanında “etkin iç hukuk yolu” olup olmadığı konusunda taraflardan görüş istedi. Dava başvurusunun bu boyutu AİHM’nin AYM’ye bakışı açısından kritik öneme sahip.

Wikipedia’nın tamamına getirilen erişim yasağının AİHS’in ifade özgürlüğüyle ilgili maddesine uyumlu olup olmadığını sorgulayan AİHM, ihtilaf konusu yasak tedbirinin “meşruluğu”, “zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği” ve “hedeflenen meşru amaçlarla orantılılığı” hakkında da taraflardan görüş talep etti.

İnternet Kanunu ve AİHS

Taraflara yönelttiği sorularda 5651 sayılı İnternet Kanunu’nun AİHS ile uyumlu olup olmadığı sorusu da yer aldı; kanunun uygulanışını gözden geçirmek amacıyla halihazırda erişimi yasaklanmış URL ve internet sitelerinin sayısı hakkında Türk hükümetinden bilgi istedi. Taraflardan gelecek yanıtlara göre davayı esastan görecek olan AİHM, gerekli görmesi halinde Strasbourg’da bir de duruşma düzenleyecek.

‘Bu, güç suistimallerini sınırlandırma davası’

Wikipedia’nın (Vikipedi) çevrimiçi tüm yayınlarına erişim, “Türkiye’yi çeşitli terör gruplarıyla aynı düzlemde ve iş birliği halinde göstermeye çalışan içerikler” nedeniyle BTK tarafından 29 Nisan 2017 tarihinde engellenmişti. Wikipedia’nın bağlı bulunduğu Wikimedia Vakfı, 5 Mayıs 2017 tarihinde Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurarak yasağa itiraz etmiş, ancak itiraz “iki ayrı URL adresinde bulunan içerikten dolayı” reddedilmişti.

AİHM’nin kararını memnuniyetle karşılayan Wikipedia kurucusu Jimmy Wales, konuya ilişkin açıklamasında, “Bu dava, güç suistimallerini sınırlama ve hükümetlerin vatandaşlarının bilgiye erişimini kısıtlama yeteneğini sınırlamak için bir emsal oluşturma potansiyeli taşıyor” dedi.

Wikimedia Vakfı verilerine göre, Wikipedia günümüzde “saniyede 6 bin kez okunuyor ve içeriği dünya genelinde 250 binden fazla gönüllüden oluşan bir topluluk tarafından günlük olarak düzenleniyor, geliştiriliyor ve münazara ediliyor”. Bu maddelerin “yüzde 85’inden fazlasının İngilizce dışındaki dillerde yazılı” olduğunu belirten Vakıf, Türkçe 300 binden fazla madde bulunduğunu söylüyor.

Dünyanın ilk klon kedisiyle tanışın: Garlic

Dünya tarihinde ilk defa bir kedi klonlandı. Pekin’de dünyaya gelen Garlic’in sağlığı iyi. Klonlama yapan şirket, şimdi de ‘anı nakli’ üzerinde çalışacak.

Çinli biyoteknoloji şirketi Sinogene tarafından, Çin’de ilk defa bir kedi klonlandı. Başarılı embriyo transferinden 66 gün sonra Pekin’deki laboratuvarda doğan Garlic’in sağlığı yerinde. Sinogene, 2017 yılında da dünyada ilk kez bir köpek klonlamıştı.

Çin Bilimler Akademisi Zooloji Enstitüsü araştırmacısı Chen Dayuan, şirketin geliştirdiği teknolojinin yüksek bir başarı oranına sahip olduğunu söyledi. Çin Tarım Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden Prof. Shi Zhensheng de, kedilerin başarılı bir şekilde klonlanmasının nadir olduğunu belirterek, kedilerin klonlamalarını zorlaştıran farklı üreme özelliklerine sahip olduğunu vurguladı.

Şirket yöneticisi Zhao Jianping, geçtiğimiz Ağustos ayında klonlama çalışmalarını başlattıklarını söyledi. Zhao, böyle bir şeyin imkanlar dahilinde olması durumunda, klonlanlamış hayvanlara “anı nakli” üzerinde çalışmak istediklerini de belirtti.

 

Tarım ilaçları Brezilya’da üç ayda 500 milyondan fazla arıyı öldürdü

Dünyada toplu arı ölümleri artarken, Brezilya’da geçtiğimiz üç ayda 500 milyondan fazla arının hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Sebebi ise Avrupa Birliği tarafından yasaklanan tarım ilaçlarının ülkede hala kullanılması.

Brezilya‘dan gelen haber arılarla ilgili kimyasal tarım ilacı tartışmasını tekrar gündeme getirdi. Ülkenin güney eyaletlerinde yılın ilk aylarında yarım milyar arının öldüğü, ölümlerin tarımda kullanılan ve kanserojen içeren kimyasallar ve bunların yol açtığı hastalıklar nedeniyle gerçekleştiği belirlendi. İçeriğinde neonicotinoid ve fipronil gibi kimsayal tarım ilaçları arılara zarar verdiği gerekçesiyle Avrupa Birliği (AB) tarafından Nisan ayında yasaklanmıştı. Brezilya Fedeal Bölgesi Arıcılık Derneği Başkanı Alberto Bastos “Tüm bu arı ölümleri zehirleniyor olduğumuzun bir işareti” dedi.

BBC’nin haberine göre, Rio kentindeki Grande do Sul Arıcılık Derneği Başkanı Aldo Machado’nun binlerce arısı 48 saatten kısa bir sürede apis mellifera hastalığı semptomları göstererek öldü. Machado Sağlıklı arılar ölü arıları kovandan temizlemeye başlasa da kısa sürede onlara da hastalık bulaştı ve kitleler halinde ölmeye başladılar” diye konuştu.

Tarım ilacı kullanımı 26 yılda yüzde 770 arttı

Bloomberg’de yer alan habere göre de Brezilya Tarım Bakanlığı ülkenin hektar başına kullanılan tarım ilacında dünya genelinde 44’üncü sırada olduğunu söylüyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre Brezilya’da tarım ilacı kullanımı 1990 yılından 2016 yılına kadar geçen sürede yüzde 770 arttı. Greenpeace de Brezilya’da kullanılan tarım ilaçlarının yaklaşık yüzde 40’ı ‘aşırı zehirli’ ve yüzde 32’si Avrupa Birliği’nde yasaklanmış kimyasallar olduğunu açıkladı.

Öte yandan hükümet bu yıl rekor düzeyde yeni kimyasal tarım ilacına onay verdi. Bunun sebebi ise çevrecilere göre tarım sektörünün toplam ekonominin yüzde 18’ini oluşturan Brezilya’da ‘tamamen siyasal’.

2018’de 15 bin 18 tarım ilacı zehirlenmesi

Brezilya Sağlık Bakanlığı 2018 yılında 15 bin 18 tarım ilacı nedeniyle zehirlenme vakası olduğunu belirtmiş ve bunun muhtemelen gerçekleşenin altında bir rakam olduğunu aktarmıştı. Yeni devlet başkanı Jair Bolsonaro’nun göreve başladığı ocak ayından bu yana hükümet rekor düzeyde tarım ilacının kullanımına izin verdi. Geçen yıla göre yüzde 27 artışla 290 tarım ilacına izin verilen ülkede kongrede beklemekte olan bir yasa tasarısının standartları daha da gevşeteceği öngörülüyor. Tarım ilaçları için lisans alan şirketler arasında Brezilyalı Cropchem ve Ouro Fino gibi yerel şirketlerin yanı sıra Syngenta, Monsanto, BASF ve Sumitomo gibi devler de bulunuyor.

Brezilya’nın sağlık denetimi otoritesi Anvisa’nın en son gıda güvenliği raporuna göre ülke alınan örneklerin yüzde 20’sinde izin verilen düzeylerin üzerinde tarım ilacı veya izin verilmeyen tarım ilaçlarına rastlandı. Birçok ülkede yasak olan ve Brezilya’nın en çok satan glifosat adlı tarım ilacı kimyasalının ise bu testlere dahil bile edilmediği belirtiliyor.

Soya fasülyesi toplarken hastalandılar, bir yıldır çalışamıyorlar

30 yaşındaki Andresa Batista, Mart 2018’de ülkenin başkenti Brasilia’da soya fasülyesi toplamaya gittikleri bir gün bayılarak hastaneye kaldırılan 40’dan fazla kişiden biri. O gün farklı hastanelere kaldırılan 40’tan fazla çiftçi tarım ilacı nedeniyle ciddi bir zehirlenme yaşadı ve Batista aradan bir yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen hala çalışabilir durumda değil, görme yetisinde yüzde 30 kayıp var, yeme bozuklukları yaşıyor, ilaç almadan tuvalete gidemiyor ve cildi şişmeden güneşe çıkamıyor.

Doktorlar ise Batista’nın hangi tarım ilacından zehirlendiğini belirleyemiyor. Dupont do Brasil S.A. Batista’ya ve diğer çalışanlara 13 biner dolar tazminat ödemiş.

Türkiye’de üç pestisit yasaklandı

Türkiye’de ise 150 binden fazla insanın imzası, karar alıcılarla yapılan görüşmeler, bilimsel raporlar, videolar, sivil toplum kuruluşlarıyla atılan ortak adımlar geçen yılın Aralık ayı sonunda sonuç verdi. Arı sağlığına doğrudan tehdit oluşturan ve tarımda kullanılan üç kimyasal madde (Clothianidin, Imidacloprid, Thiamethoxam) belli bir takvimle Türkiye’de de yasaklandı.

Arılar için de çare: Yeşil alan

Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF), daha önce yerleşim için kullanılmış olan ama artık kullanılmayan bölgelerin arılar için sığınaklara dönüştürülebileceğini belirtiyor. WWF’ye göre şehirleşme arttıkça, arıları korumak için şehirlerdeki yeşil alanların da artırılması gerekiyor. Bazı araştırmacılar polen taşıyan böceklere yaşam alanı sunan doğal yaşam dostu çiftçilik ve bahçeciliğin de olumlu etkisi olabileceğini söylüyor. Ancak çevre örgütlerinin hemen hepsi, asıl hayati önlemin, zararlı tarım ilaçlarının yasaklanması olduğunda hemfikir.

Erişim engeli haberine de erişim engeli

Medipol Üniversitesi’ne verilen arazilerin haberlerine ilişkin verilen erişim engeli kararı haberlerine de erişim engeli getirildi

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘nın kurucusu olduğu ve bakanlık koltuğuna oturduktan sonra ilişiğini kestiğini açıkladığı Medipol Üniversitesi Hastanesi‘ne hazine arazisi tahsisine ve hastanenin Sağlık Bakanı Koca’nın genelgesi ile “ileri düzey hastane” ilan edilmesine yönelik haberlere getirilen erişim engeli haberlerine de erişim engeli getirildi. İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen kararda, önceki engellerin yanında liste güncellendi ve birçok sitenin haberinin yanı sıra bazı Twitter, Facebook ve Youtube gönderileri de yer aldı.

‘Yüklem’ mühim!

Medipol Üniversitesi’nin talebiyle T24, Sözcü, Artıgerçek ,Yeni Yüzyıl, KRT TV, Gazete Duvar gibi çok sayıda sitenin haberlerine erişim engeli geldi. 168 linkin bulunduğu kararda, “Talep edenler vekili’nin 19/08/2019 tarihli dilekçesinde özetle; dilekçesinde bildirilen URL uzantılarında yer alan haber ve ifadelerde müvekkil kuruma hibe edilmeyen, sadece tahsis edilen binaların ‘verildi’ yüklemi ile haberleştirilerek, kurumun karalandığı, kuruma hakaret ve iftira edildiği, bu şekilde müvekkilinin kişilik haklarını ihlal ettiğinden bahisle bildirilen URL adreslerine erişimin engellenmesine karar verilmesi talebinde bulunulduğu anlaşılmıştır…URL adreslerine 5651 Sayılı Kanunun 9.maddesi uyarınca erişime engellenmesine yapılan inceleme sonucu karar verildi” ifadesi yer aldı.

‘Tahammül kalmadı’

Prof. Dr. Yaman Akdeniz, kararla ilgili şu yorumu yaptı: “Sulh Ceza Hakimleri’nin artık erişimin engellenmesi ile ilgili haberlere dahi tahammülü kalmadı. Medipol Üniversitesi tarafından alınan bir kararla birlikte 560’dan fazla habere birden erişimin engellenmesi ile ilgili haber yapılmasında kamu yararı olmakla birlikte, bu tip haberlerin erişime engellenmesi de ifade ve basın özgürlüğünün ağır ihlaline sebep vermektedir. İnternet haberciliği söz konusu olduğunda sansür norm, ifade ve basın özgürlüğü istisna oldu”

Geldim, burdayım…

‘Değişik bir şey yapmak istiyorum. Son 7-8 yıldır adliye kapılarında koridorlarında kendini gösteren Türkiye muhalif hareketlerine saygımdan, iyice politikleşen ve dolayısıyla durağanlıktan çıkıp hareketli bir alan halini alan hak-hukuk işlerini, üzerine cübbe giyen hiç kimsecikleri fazla ciddiye almamanız için neşelendirmeye çalışacağım kendimi, sizi de tabii.’

Hukuk dediğiniz , hukukla ilgisi olmayan insanlar kolaylıkla anlamasın diye ağdalı eski-demode kelimelerle örülmüş toplumsal kuralları düzenlemeye çalışan bir iktidar aracı, terbiyeler bütünü. Terbiye deyince elbette durmak lazım, sopalısı var sopasızı var. Annelerin terliklerinin acısı ile büyüyen insanların yaşadığı bir memleket burası, hukuku da kendine göre.

Bir medeni hukuk hocamız vardı üniversitede, hukuk dilinin sadeleştirilmesine karşıydı ve hukukçuların aç kalacağını söylerdi, eğer böyle bir şey olursa. Biz mesleğimizi anlaşılmama üzerinden rantiye eden bir topluluğuz. Ne kadar anlamazsanız o kadar havalı bu iş . Az gelişmiş toplumlarda oturmayan bireysel büyüme durumları, otoriteye ve hiyerarşiye her türlü sadakat duygusunu bizler de sonuna kadar istismar ederiz.

‘Köşeci avukat’ muamelesi yapmazsanız… 

Değişik bir şey yapmak istiyorum. Son 7-8 yıldır adliye kapılarında koridorlarında kendini gösteren Türkiye muhalif hareketlerine saygımdan, iyice politikleşen ve dolayısıyla durağanlıktan çıkıp hareketli bir alan halini alan hak-hukuk işlerini, üzerine cübbe giyen hiç kimsecikleri fazla ciddiye almamanız için neşelendirmeye çalışacağım kendimi, sizi de tabii.. Ya da küstahça söylemek gerekirse “anlayacağınız dilde anlatmaya çalışacağım” burada. Bir zaman sonra gazetelerdeki sigorta v.s.gibi sorunlarınızı çözen köşeci avukat muamelesi yapmazsanız bana, yani sorularınızla bunaltmazsanız eğleniriz, ben eğlenirim sizi de eğlendiririm. Hukuk ciddi bir iş değildir, biz ne kadar ciddiyetinden kurtarırsak o kadar kurtulur kendi ağdasından ve gücünden. Otoriter perspektifin bizi esir almasına izin vermeyelim.

Mesele deyince elbette, siyasetin en meşru, herkesi en dilsiz kılan, dünya aleme ilanı aşk eder gibi “ama her şey de hukuka uygun” diyerek çanlarımıza ot tıkayan sopası ile ilgili bu kadar gayrı ciddi bir tutum almak da bize yakışmaz. Devleti ne kadar ciddileyeceksek hukuku da o kadar ciddilememiz şart diğer yandan da.

Okur yazar olan herkesin adliyede bir derdi, bir gidiş sebebi var son yıllarda. O nedenle herkesin kendi derdini çözmek, anlamak, oradan kurtulmak için çabaladığını ve o nedenle de merak edip bu avukat ne diyor diyebileceğini öngörmekle beraber haliyle, hiç hayal kurmayın da diyorum. Bireysel kurtuluşa inanmıyorum.(burda gülücük yaptım)

Adli tatilin tam orta yerindeyiz ama nereden bulaştığımı bilmediğim whatsapp gruplarında iştahla ve hala hukuku anlamaya, memleketi buradan çözmeye çalışan mağdur ve avukatların bık bık yazmaya devamları nedeniyle bugün tümünü de sessize aldığımı buradan faş ederek başlayayım isterseniz. Eylül ayına girene kadar –tutukluluk durumu olanlar hariç tabi- kimseciklerin dertlerine ve kendi hukuki dertlerime de kafa yormayacağım.

Gündem çevre, barış akademisyenleri, KHK’liler..

Eylül ayından itibaren bizi bu köşede iki şey bekleyecek olacak. Birincisi çevre davaları. Tüm canlıların yaşam alanlarına yönelik acımasız saldırılar karşısında pozisyon alamayan yetersiz hukuk sistemini az çok anlamaya çalışacağız sizinle. Bir diğeri de malum barış imzacı akademisyenler için çıkan Anayasa Mahkemesi kararının tümünün yargılamalarını nasıl etkileyeceği ile ilgili gün gün yaşanacak yeni küçük iktidar savaşları. Ve elbette benim fikrime göre, yeni ve başkaca bir çatışma alanına döneceğini şimdiden gözlemlediğim KHK’lilerin durumu ve hayata biran önce döndürülmeleri ile ilgili sabırlı süreçleri nasıl yürüteceğimiz. Bunların tümünü hafta hafta yazacağım, belki birlikte düşünür biraz eğleniriz de. Ama şimdilik, aylardır benden yazı isteyen Alev için böyle bir giriş yapmakla yetineceğim.

Ben, geldim, burada olacağım. Sorularınızı Alev’e iletin, ben de korkularınızla eğlenmeyi size öğreteyim sevgili müstakbel okurlarım. Ne hukukla ne de hukuksuz günler dilerim şimdilik.

(Yeşil Gazete)

İslam, İklim Değişikliği Deklarasyonu ve Kazdağları – İbrahim Özdemir (*)

‘Kur’an “gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler” der. Buna muhatap olmamak için sanayileşme ve madencilik adına yapılan tahribatı görmek; Kazdağları ormanlarında ve her yerde adeta göklere yükselen çığlığı duymak gerekiyor.’

Kazdağları, çevrecileri bir kez daha bir araya getirdi. Mesele sadece orman ve maden değil. Topyekûn geleceğimizle ilgili. Müslüman bir çevreci olarak yıllardır akademik ortamda bu konuda çalışıyorum. Bu konudaki en büyük başarılarımızdan biri 2015 yılında İstanbul’dan dünyaya duyurduğumuz İslam İklim Değişikliği Deklarasyonu idi. Amacımız, Aralık 2015’te Paris’te yapılacak Dünya İklim Değişikliği Konferansı’nda 1.8 milyar Müslümanın sesini duyurmaktı. Deklarasyon tamamen sivil ve katılımcı bir anlayışla hazırladık.

Heyetin hazırladığı metni, başta Müslüman çevrecilerin duayeni Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr olmak üzere konuyla ilgili tüm Müslüman bilim insanı ve çevrecilere gönderdik.Taslak metne yapılan teklif ve katkılar 16 Ağustos 2015 tarihinde sempozyum öncesi İstanbul’da bir araya gelen hazırlama heyeti tarafından değerlendirildi. Gelen tüm olumlu katkılar dikkate alınarak taslak metne son şekli verildi. Her kesimin sesine kulak vermek ve katkılarını değerlendir istemiştik.

Deklarasyonu tartışmak ve kamuoyuna duyurmak için 17-18 Ağustos 2015 tarihlerinde İstanbul’da bir sempozyum düzenlendik. Sempozyuma 20 ülkeden 80’den fazla bilim insanı, çevreci ve sivil toplum kuruluşu katıldı. Başka din mensupları da “gözlemci” olarak sempozyuma davet edildi.

Sempozyuma BM Genel Sekreteri adına Genel Sekreter Yardımcı ve UNEP Başkan Yardımcısı İbrahim Thiaw da katıldı. Ancak bütün çabalarımıza rağmen çevre bürokrasisi ve Diyanet, toplantımıza katılmadı.

İslam İklim Değişikliği Deklarasyonunu 18 Ağustos 2015’te yapılan bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurduk. Mesajımız kısa ve netti: “Biz Müslümanlar dünyamızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için endişeliyiz. Zaman azalıyor. Bu sene sonuna kadar Paris’te bir küresel iklim anlaşması çıkmak zorunda. Biz Müslümanlar bunun farkındayız. Bizim dinimiz Allah’ın tüm yarattıklarını korumamızı salık veriyor. Bu hepimizin ortak problemi. Tüm inanç mensupları olarak tek bir dünyayı paylaşıyoruz ve biz Müslümanlar çözümün bir parçası olacağız.”

Basın toplantısı sırasında Ekoloji ve Çevre Bilimleri İslam Vakfı Kurucusu Fazlun Khalid, Müslümanların büyük çoğunluğunun iklim değişikliğinin farkında bile olmadığını söyledi: “Paris’te Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde bir çok Müslüman lider, politikacı olacak. Onlara, İslami olarak iklim değişikliğine karşı ne yapmaları gerektiğini hatırlatacak, onları yönlendirecek bir kaynak metin olarak hazırlandı. Politikacılar şimdiki kalkınma, büyüme hedefleriyle devam edemezler. Bu çok açık”.

İnsan tabiatın efendisi değil, küçük bir parçası

Ben de yaklaşık 30 yıldır bu konuyla ilgilendiğimi ifade ederek, çevre problemlerinin ekonomik ve istihdam boyutu olduğunu, kendi ülkelerinde sürdürülebilir yaşamı olmayanların başka ülkelere göç ettiğine dikkati çektim. Başta iklim değişikliği olmak üzere çevre sorunlarının çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini tehdit ettiğini; bu sebeple de bu konularda duyarlı olmanın ahlaki ve insani bir sorumluluk olduğunu vurguladım.

Deklarasyonda, konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim‘den ve Hz Peygamber‘in uygulamalarından örneklere yer vererek Müslümanların çevre konularında daha duyarlı olmalarını istedik. Dünyada hüküm süren insafsız ekonomik büyüme ve tüketim yüzünden insanların yol açtığı fesadı ve yolsuzluğu gördüğümüzü beyan ettik. Atmosferin, toprağın, karasal su sistemlerinin ve denizlerin kirlendiğini; toprak erozyonu, ormansızlaşma ve çölleşmenin yaygınlaştığını; yeryüzündeki canlıların yaşam alanlarının yok olması, bozulması ve parçalanması ile birlikte, yağmur ormanları, sulak alanlar, mercan kayalıkları gibi biyolojik olarak en zengin ve en üretici ekosistemlerin tahribat olduğuna dikkat çektik.

İnsan olarak tabiatın efendisi değil; İlahî düzenin sadece küçük bir parçasıyız. Ancak, yine de bu düzende istisnai bir güce sahibiz. Bu yüzden iyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek için elimizden geleni yapmak bizlerin sorumluluğudur.

Dünya’yı paylaşan kat be kat sayıdaki canlılardan sadece biri olduğumuzu;

Yaratılanın geri kalanına zulmetme ve zarar verme hakkımız olmadığını;

Zekâ, bilinç ve inancımız bize emrettiği gibi tüm canlılara özen göstermemiz ve Yaradan korkusu ile hareket etmemiz, merhametli olmamız gerektiğinin altını çizdik.

Bunu yapmadığımız veya ihmal ettiğimiz takdirde ahirette hesaba çekileceğimizi hatırlattık: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir”. (Kur’an 99:6-8)

‘Fosil yakıt odaklı ekonomiyi terk edin’

Bu görüşler ışığında, Müslümanlar olarak çevre konusunda Hz. Peygamber’den öğreneceğimiz çok şey olduğunu örneklerle gösterdik.

Hz. Peygamber:

  • Tüm canlıların haklarını korudu;
  • Bebek kız çocuklarını canlı canlı toprağa gömme geleneğini ve canlıları spor için öldürmeyi yasakladı, abdest alırken bile su tasarrufuna yönlendirdi,
  • Çölde ağaçların teyellemesini yasakladı,
  • Yuvasından alınan yavru kuşların annelerine götürülmesini emretti,
  • Karınca yuvasını yakan insanlarla karşılattığında “Söndür, Söndür” diye emretti;
  • Mekke ve Medine’de ağaçlar kesilmesin, yabani hayvanlar öldürülmesin veyahut rahatsız edilmesin diye “haram” (Milli Park) bölgeler kurdu.
  • Meraların, bitki örtüsünün ve yabani hayatın korunması ve sürdürülebilir kullanımı için koruma alanları kurdu (Hima).
  • Kanaatkâr bir yaşam sürdü, aşırılıktan, gösterişten kaçındı.
  • Kıt mülklerini tamir ederek veya bağışlayarak yeniledi, geri dönüşüme tabii tuttu.
  • Gösterişsiz, sağlıklı beslendi, sadece nadiren etle beslendi.
  • Yaratılan dünyadan zevk aldı, ve Kur’an’da bahsedildiği gibi O, “tüm varlıklara merhametliydi”.

Bu İslami değerler ışığında şirketleri, iş ve finans dünyasına şu çağrıda bulunduk:

  • Kâr odaklı faaliyetlerinizin sorumluluğunu yüklenin; karbon ayak izleri ile doğa üzerindeki etkilerini düşürmek için daha görünür ve aktif bir biçimde rol alın.
  • Faaliyetlerinizin çevre etkilerini azaltmak için, mümkün olduğunca kısa sürede 100% yenilebilir enerjiye geçin ve/veya sıfır emisyon stratejiler geliştirmeye ve yatırımlarınızı yenilebilir enerjiye odaklayın.
  • Sürdürülemez ekonomik büyüme odaklı olan iş modellerini değiştirin; tamamen sürdürülebilir olan döngüsel ekonomik model geçin.
  • Fosil yakıt odaklı ekonomiyi terk edin; yenilenebilir enerji başta olmak üzere diğer ekolojik alternatiflere odaklanın.

Son olarak, İslam dünyasındaki devlet başkanlarına, siyasi liderlere, iş dünyasına, dini liderlere ve bilim insanlarına, cami cemaatlerine, vakıflara, kanaat önderlerine, eğitimcilere, eğitim kuruluşlarına ve sivil toplum kuruluşlarına çağrıda bulunduk.İklim değişikliğinin, çevresel bozulmanın ve biyolojik çeşitliliğin kökeni olan alışkanlıklarını ve zihniyetlerini değiştirmeye davet ettik. Çevre konusunda Kur’ani değerler ve Hz. Peygamberin sunduğu yoldan yürümeye ve yüz yüze kaldığımız sorunlara bilgi temelli çözüm üretmeye çağırdık.

Müslüman liderlere Allah’ın Kur’an’da şöyle dediğini hatırlattık: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (Kur’an 17: 37).

Sonuç olarak, İslam İklim Değişikliği Deklarasyonu metnini hazırlayan beş kişiden biri olarak, ülkemin orman ve madencilik politikası beni hayal kırıklığına uğratıyor. Allah’ın bizlere bahşettiği ve emanet ettiği kaynakların çok uluslu kapitalistlere peşkeş çekilmesi savunulamaz. Doğal kaynaklarımızı nasıl kullanacağımızı bilimi esas alarak; ekolojik hassas dengeleri tahrip etmeden, gelecek nesillerin hukukunu da göz önüne alarak bizler belirlemeliyiz. Bu “bizlere” başta konun uzmanları olmak üzere çevre duyarlı tüm kesimler dahildir.

Çağrımızın liderlerimiz ve bürokratları tarafından duyulmadığı anlaşılıyor. Kur’an “gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler” der. Buna muhatap olmamak için sanayileşme ve madencilik adına yapılan tahribatı görmek; Kazdağları ormanlarında ve her yerde adeta göklere yükselen çığlığı duymak gerekiyor.

‘İyilikle ya da lanetle anılmaya biz karar vereceğiz’

Kazdağları sadece bir örnek. Güzel memleketimizin birçok güzelliği kısa vadeli menfaatler uğruna yok ediliyor. Bugünü ve yarını değil; elli yüz yıl sonra yaşayacak torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağımızı düşünmemiz lazım. Bu yapılan tahribatın tamiri mümkün değildir. Torunlarımız olumsuz bir dünyada yaşamaya çalışırken, çoğumuz belki de yaşamıyor olacağız. İyilikle veya lanetle anılmaya bugün biz karar vereceğiz.

Siyasilerimizin demeçlerine bakılınca ufuklarının günü kurtarmak veya bir sonraki seçimle sınırlı olduğu görülüyor. Bir siyasetçi için bu makul da olabilir. Ancak toplumun çocuklarının ve torunlarının geleceği için yükselttiği çığlığı duymak lazım.

Greta Thunberg adlı, 16 yaşındaki İsveçli bir kızın iklim değişikliği ile ilgi mücadelesi bir yılda tüm dünyadan destek gördü. İsveç’in acil olarak karşı karşıya kaldığı bir çevre sorunu da yok. Greta’nın kendisi, ülkesi ve Avrupa için değil, insanlığın geleceği için yola çıktığı anlaşıldığında dünya ona sahip çıktı.

Evet, mesele sadece Kazdağları değil. Mesele ülkemizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğidir. Bu da tabiatın sürdürülebilir bir anlayışla korunmasına bağlıdır.

Bizler tabiatın efendileri değil, mütevazı bir üyesiyiz. Kazdağları için her kesimin bir araya gelmesi; seslerini tüm dünyaya duyurmaları ve gösterdikleri dayanışma bana umut verdi.

İslam İklim Değişikliği Deklarasyonu tam metni: http://www.ifees.org.uk/wp-content/uploads/2016/10/ICCD-Turk.pdf

(*) Prof. Dr.,  ​Åbo Akademi Üniversitesi Öğretim Üyesi, Turku-Finlandiya

(Yeşil Gazete)

 

 

Zapatista 11 yeni özerk bölge ilan etti

Meksika Devlet başkanı Andrés Manuel López Obrador, Zapatista’nın yeni özerk bölgelerini kabul ettiğini açıkladı: Buyursunlar, ilerlesinler

Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) Meksika’nın Chiapas eyaletinde 11 yeni özerk bölge ilan etti. Andrés Manuel López Obrador hükümeti bölgeleri tanıdığını açıkladı “şiddet olmasın” çağrısı yaptı.

Pazartesi günü “Güneydoğu Meksika’nın dağlarından, Zapatista destek üslerinden erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ile Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu Komutanlığı-Devrimci Yerli Yeraltı Komitesi adına” Subcomandante Moises imzasıyla yayınlanan açıklamada 11 yeni özerk direniş merkezi (CRAREZ) ilan edildiği duyuruldu. Yeni belediyeler ve merkezlerle birlikte artık EZLN’nin 43 özerk belediye ve 16 direniş merkezine sahip olduğu belirtildi.

Zapatista, daha önce özerk bölgelerde doğa ve çiftçiliğin birlikte var olabileceği rezervler kuracaklarını söylemişti. Hükümetten yapılan açıklamada ise, “Zapatistalar genişlediklerini ve daha fazla özerk belediye yarattıklarını söylediler. Buyursunlar, ilerlesinler, çünkü bu halklar için çalışmaktır, fakat şiddet içermeyecek şekilde” denildi.

 

Üç gün süren Karabağlar yangınında uçak bilmecesi

İzmir’in Karabağlar ilçesinde üç gün boyunca sürdürülemeyen orman yangınlarında deniz uçaklarının kullanılmamasını Bakan Pakdemirli, “uçaklar arızalı” diye açıklarken, CHP’den yanıt var: Arızalı değil, pahalı. Çalışmıyorsa niye Yunanistan’a aynı uçakları önerdiniz?

İzmir’in Karabağlar ilçesinde başlayan, daha sonra Menderes ve Seferihisar ilçelerindeki ormanlık alanlara sıçrayan yangının kontrol altına alındığı açıklandı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, “İki gün beş saat sonra Karabağlar Tırazlı’da çıkan yangınımızı kontrol altına almayı başardık, soğutma söndürme çalışmalarımız devam ediyor” dedi. Pakdemirli, THK’nın yangın söndürme uçaklarının neden kullanılmadığı sorusuna ise Uçaklar arızalı, orman personelimiz bu uçakları kullanmak istemiyor” yanıtını verdi.

THK’nin elinde bulunan ve gece de uçabilen deniz uçaklarından altı tane bulunduğunu ve üçünün arızalı olduğunu diğer üçünün de motorunun yağ akıttığını söyleyen Bakan,1960 küsur model uçaklar… Bu uçaklara binmek isteyen varsa buyursun gelsin, binsin. Kabiliyetleri son derece sınırlı. Ayrıca iki kilometre ötedeki denizden su alıp gelmesi gerekiyor. üç uçakla da yangına müdahale yetersiz kalır. Helikopterlerle daha çok sorti yapılabiliyor” diye konuştu.

Pakdemirli, yanan alanları imara açmayacaklarını, orman alanlarının Anayasa ile korunan alanlar olduğunu da belirtti.

CHP’li Sertel: Uçaklar ‘arızalı’ değil, pahalı

CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel ise açıklamayı eleştirerek, ‘iktidarın maliyet yüksekliği nedeniyle İzmir’in yanışını izlediğini’ söyledi. Bakanlığın saatlik ücreti 100 bin lirayı bulan uçakları yüksek maliyetlerden dolayı kiralamadığını savunan Sertel, “Gazeteci titizliğiyle araştırdım. Tarım ve Orman bakanı ‘Uçaklar arızalı’ dedi. Sayın bakan ne yazık ki gerçekleri söylemiyor. THK’nın altı uçağından beşi Ankara’da. Uçakların biri de şu anda İzmir’in Menderes ilçesinde. THK yetkilileri uçaklarda arıza olmadığını söylüyor.”

THK uçaklarının neden kullanılmadığına ilişkin soru önergesi de verdiğini belirten Sertel, THK yetkililerinden resmi bir açıklama beklendiğini söylerken Pakdemirli’ye istifa çağrısı yaptı.

Pakdemirli aynı uçakları Yunanistan’a önermiş 

CHP İzmir milletvekili ve pilot Mehmet Ali Çelebi de Pakdemirli’nin geçen yıl aynı uçakları Yunanistan’daki büyük orman yangını için önerdiğini açıkladı. Twitter hesabından açıklama yapan Çelebi, şunları yazdı: “Sayın Bakan Pakdemirli’nin bir yıllık hikayesi:

  • 24 Temmuz 2018:THK yangın söndürme uçakları İzmir’de Yunanistan yangınına yardım için hazır.
  • 20 Ağustos 2019 İzmir Yangını:THK uçaklarının motorları arızalı, yağ akıtıyorlar.

Ve belgesi: Anadolu Ajansı!”

Çelebi’nin bahsettiği Anadolu Ajansı haberi ise şu adreste halen okunabiliyor. Türk Hava Kurumu web sitesinde ise söz konusu uçakların, ‘göreve hazır’ olduğu belirtiliyor.

Sargossa Denizi’ndeki plastik kirliliği canlı yaşamını tehdit ediyor

Kuzey Atlantik Okyanusu’ndaki Sargossa Denizi’nde tespit edilen yüksek oranda mikroplastik, tek kullanımlık plastik şişeler ve ambalajlardan kaynaklanıyor.

Plastik atık ve mikroplastiklerden en çok etkilenen deniz kaplumbağalarının türleri yokolma tehditi altında.

Greenpeace’ten bilim insanları bebek kaplumbağalar ve diğer canlılara yuva olan Kuzey Atlantik Okyanusu’ndaki Sargasso Denizi’nde yüksek oranda mikroplastik tespit etti. Ekip, bir örnekte 1,298 mikroplastik parçacığa rastladı, bu oran Büyük Pasifik Çöp Girdabı’ndaki seviyenin de üstünde.

Sargasso Denizi, kara kaynaklı plastik kirliliğinin biriktiği beş okyanus girdabından biri.

Greenpeace’in “Okyanusları Koru” kampanyası kapsamında Esperanza gemisinde yapılan bu araştırma söz konusu kirliliğin tek kullanımlık plastik şişelerden ve plastik ambalajlardan kaynaklandığını ortaya koydu. Örgütün  İspanya Plastik Kampanya Sorumlusu ve deniz biyoloğu Celia Ojeda şöyle konuştu: “Buradaki güzel masmavi sular inanılmaz derecede saf görünüyor ama yaptığımız araştırma farklı bir hikaye anlatıyor. Topladığımız örnekler bize deniz yüzeyindeki mikroplastiklerin yoğunluğu hakkında çok önemli bilgiler veriyor. Korkunç bir haber, ancak şu ana kadar bulduğumuz mikroplastik miktarı, geçen sene Büyük Pasifik Çöp Girdabı’nda yaptığımız araştırmayla benzer hatta bazı durumlarda onu bile aşıyor. Kaplumbağalar, yılan balıkları ve diğer yaban hayatı Sargasso Denizi’ni bir yuva olarak kullanıyor ancak bu güvenli bölge şimdi plastik tehdidi altında.”

Yeni bir Okyanus anlaşması gerekli

Sargasso Denizi bilimsel keşif gezisine öncülük eden Greenpeace ABD Kıdemli Okyanus Kampanya Sorumusu Arlo Hemphill ise şunları söyledi: “Yeni bir okyanus anlaşması olmadan, Sargasso Denizi gibi özel okyanus alanlarını korumanın yolu yok. Bu anlaşma, bu gibi alanları korumamızı sağlayarak, okyanusları aşırı avlanma tehditlerinden ve gemi trafiğinin etkisinden kurtaracak ve plastik kriziyle daha iyi başa çıkabilmelerini sağlayacak.”

Okyanuslar iklim değişikliği, aşırı avlanma, derin deniz madenciliği, petrol çalışmaları ve plastik kirliliği nedeniyle tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike altında. Bilim insanları sucul yaşamı korumak ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için 2030 yılına kadar okyanuslarımızın en az üçte birinin okyanus koruma alanları kapsamına alınması gerektiğini söylüyor.

Birleşmiş Milletler’de kabul edilecek güçlü bir Küresel Okyanus Anlaşması, okyanusların korunmasını sağlayabilir. Küresel Okyanus Anlaşması’nın üçüncü müzakereleri Birleşmiş Milletler’de 19-30 Ağustos’ta gerçekleşecek. Son toplantının 2020 yılında Nisan ayında yapılması planlanıyor.

Mikroplastik nedir?

5 milimetreden küçük uzunluğa/çapa sahip plastik parçalarıdır. Şunlardan biri olabilir:

Birincil mikroplastikler: Bu boyutta üretilen parçalar; örneğin yüz yıkama jellerinde veya diş macunlarında bulunan plastik tanecikler.

İkincil mikroplastikler: Şişeler veya ambalajlar gibi daha büyük plastik parçaların güneş ışığı, rüzgar ve dalgaya maruz kalması sonucu küçük parçalara ayrılmış hali.

Agonya Ovası şimdi de kömür ocağı tehditi altında

Geçtiğimiz yıllarda kömürle çalışan bir termik santral için ÇED olumlu raporu verilen Çanakkale’nin Agonya Ovası’nda şimdi de kömür ocağı açılmak isteniyor. Agonya halkı tepkili: Doğal tarım ve hayvancılık, çiftlik-ekoturizm yapılan bölgemizde kömür madenciliği cinayettir

Agonya Ovası olarak bilinen;  Çanakkale’nin Yenice ilçesine bağlı Hıdırlar Köyü ve çevresinde yapılmak istenen kömür ocağı projesi, yöre köylülerini ayağa kaldırdı. Bölgedeki Aşağıçavuş, Yukarıçavuş, Oğlanalanı, Örencik, Hıdırlar, Akçakoyun, Kalkım, Hamdibey, Reşadiye ve Kurtlar köyleri halkı adına bir basın açıklaması yapan Agonya Doğa Koruma Girişimi, projeye ilişkin tirazlarını Valilik ve diğer ilgili kurumlara yaptıklarını belirtti.

Yapılan açıklamada, projenin tanıtım dosyasında belirtilen 1229,73 hektarlık ruhsat alanının, Hıdırlar, Örencik, Yukarıçavuş, Aşağıçavuş, Akçakoyun ve Oğlanalanı köyleri sınırlarına girdiğine, Örencik Köyü’yerleşik alanının tamamı ruhsat alanı içinde kaldığına dikkat çekildi.

Kömür İşletmeleri A.Ş tarafından yapılması planlanan kömür ocağıyla ilgili ÇED sürecinin başlatıldığı belirtilen açıklamada, 27,65 hektarlık üretim alanının ise tamamen Aşağıçavuş Köyü sınırları içinde, Çambağlar mevkii olarak bilinen, yetişkin çam ve meşelik alanda olduğu kaydedildi. Raporda belirtilen  Çanakkale-Yenice-Örencik, Balya-Pazarköy-Örencik ve Edremit-Kalkım-Örencik ulaşım güzergâhları üzerindeki tüm yerleşimlerin projeden etkileneceği vurgulanan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Proje sahasının tamamının ormanlık alan içerisinde bulunduğu, proje sahası etrafının verimli tarım arazileri ile çevrili olduğu; proje sahasının ekolojik hassasiyeti olan Marmara Havzası içerisinde yer aldığı; proje sahasına yakın bölgelerde su kaynakları bulunduğu, maden nakliye güzergâhının Örencik ve Hıdırlar köylerinde evlere 10 m mesafedeki tali yoldan geçeceği, faaliyet alanının yakın çevresinin kuş göç yolları üzerinde olduğu proje raporunda açıkça belirtilmiştir. “

Açıklamada, Agonya Ovası olarak bilenen ve Gönen Barajı su toplama havzası içinde yer alan bölgede, başlıca geçim kaynağının marka değeri olan kapya biber, çilek, fasulye, mısır vb. sulu tarım ürünleri olduğu;  hayvancılık ve ormancılık faaliyetleri yapıldığı belirtildi: “Ayrıca bölgemizde kestane, kekik ve sarmaşık balı üretilmekte ve kömür ocağı faaliyet alanı içinde arı kışlatması yapılmaktadır. Köylerimizin içinde ve etrafındaki doğal zenginlikler, su kaynakları, bitki örtüsü, yabani hayvanlar, endemik türler, şifalı bitkiler ile Hıdırlar köyündeki sıcak su kaynağı büyük turizm potansiyeli taşımakta, ruhsat alanının tamamı 2006 yılında ilan edilen Hıdırlar Termal Turizm Merkezi sınırları içinde, Kocatepe Arkeolojik SİT alanına bitişiktir”

Kazdağı Milli Parkı’na 15 km. mesafedeki kömür ocağının açılması halinde, köylerin içinden geçen yollar dahil olmak üzere, yöre halkının sürekli gürültü ve toz kirliliği yaşayacağı, ocak işletmesi sırasında oluşacak kömür tozundan yeraltı ve yerüstü su kaynakları, tarım ürünleri ve orman ekosisteminin kirleneceği belirtilen açıklamada, şöyle denildi:

“Dünyamız ve özellikle ülkemiz iklim değişiklikleri ile çölleşmeye gitmekte, bölgemizde ise yoğun metalik madencilik projeleriyle de ormansızlaşma hızla ilerlemektedir. Dünya yenilenebilir enerji kaynaklarına özellikle güneşe yönelmişken bizim halen kömürle uğraşmamızı yadırgamamak elde değildir. Bu proje Türkiye’nin meşhur ormanlarından Yenice Ormanları’na zarar verecektir. Doğal tarım ve hayvancılığa ve çiftlik-ekoturizm faaliyetlerine çok uygun olan bu bölgede kömür madenciliğine izin verilmesi, bölgede çok ciddi gelir kayıplarına, yöre halkının bir kısmının bölgeyi terk etmek zorunda kalmasına yol açacaktır.”

Çevre köylülüleri ve çevre aktivistlerinin katıldığı eylemde, ocağın bölgede yaşamın sürdürülebilirliğine her yönden tehdit oluşturacağı belirtilerek projenin iptali; jeotermal, termik santral ve benzeri yatırımların gündemden çıkarılması talep edildi.

Ovada, daha önce de Yenice köyü civarında kömürle çalışan Yenice termik santrali için ÇED olumlu raporu verilmiş, bu karar ve rapor da büyük tepkiyle karşılanmıştı. Yöre halkının başvurusu üzerine yargıya taşıyan raporla ilgili karar bekleniyor.