Ana Sayfa Blog Sayfa 2236

’Adalar’da karantinadaki atların durumu kötüye gidiyor’

Adalar’da karantinadaki atların sağlık durumlarının iyiye gitmediğine yönelik iddiaların ardından, atlı faytonların kaldırılması talebiyle Saraçhane Parkı’nda 41 gün Yaşam Nöbeti tutan hayvan hakları aktivistleri Büyükada’da atları veteriner eşliğinde ziyaret etti.

Ziyaret sonrasında Adalar’daki mevcut atların durumlarına ilişkin endişelerini paylaşan aktivistler, atların ve tescilli fayton plakalarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından alımının bir an önce tamamlanarak atların sağlıklı bir şekilde bakımını üstlenecek proje hazırlıklarının hızlandırılmasını talep etti.

Saraçhane Parkındaki Yaşam Nöbeti Fotoğraf: Elif Ünal

1300’e yakın at bulunuyor

Açıklamada, İlçe Tarım Müdürlüğü yetkilileri ve İBB’ye yapılan müracaatlara rağmen Adalar’daki hali hazırdaki mevcut at sayısı ile hasta, yaralı ve acil bakıma muhtaç atların durumlarına ilişkin sağlık ve bakım cetvellerinin elde edilemediği belirtildi.

Yaptıkları incelemelerin sonuçlarını paylaşan ekip, “Adalar’da yaz sezonu boyunca faytonda kullanılan, uzun süre aşırı çalıştırılma nedeniyle bir bölümü sağlık sorunları yaşayan 1300’e yakın at bulunduğu biliniyor” dedi.

İncelemelere göre atların yaklaşık 40’ı Burgazada’da, 145’i Heybeliada’da, geriye kalan 1100 at ise Büyükada’da yaşamlarını sürdürüyor.

‘Sağlık durumları şeffaf bir şekilde paylaşılmıyor’

Tam sayıların, sahiplik durumlarının ve sağlık bilgilerinin kamu kurumları ve Faytoncular Odası tarafından şeffaf bir şekilde paylaşılmadığının vurgulandığı açıklamada “Büyükada’da İBB’ye bağlı İSPARK ahırlarında tutulan yaklaşık 700 atın yanı sıra Aya Nikola, Yörükali ve Tepeköy bölgelerindeki iptidai ahırlarda da 400’e yakın at olduğu tahmin edilmektedir” denildi.  Atların durumu ile ilgili ise şu bilgiler paylaşıldı:

‘Sahiplerinin ilgilendiği atlar daha iyi durumda’

Ahırlarda yapılan dezenfeksiyon işlemleri sonrasında Heybeliada ve Burgazada’da olduğu gibi Büyükada’da Yörükali, Tepeköy gibi bölgelerdeki ahırların çevresinde gezinti imkanına sahip, sahiplerinin yakından ilgilendiği atların görece olumlu sağlık koşullarına sahip olduğu görülmektedir.

‘Az sayıda seyise çok at veriliyor’

Yaptığımız gözlem ve incelemelerde özellikle Büyükada’da İSPARK ve Aya Nikola bölgelerinde kamu kurumlarının destek hizmetlerinin yetersizliği, faytoncuların atlarına yeterli ilgi ve bakımı göstermemeleri, seyislerin önemli bir bölümünün faytoncular tarafından işten çıkarılması, az sayıda seyise çok sayıda atın bakım sorumluluğunun verilmesi, seyis maaşlarının ödenmemesi, fayton sahiplerinin bir bölümünün atların asgari yaşam koşullarını sağlamakla yetinmesi ve sınırlı zaman aralıklarında atları ahır çevresinde gezintiye çıkarmaları, kamu kurumlarının sürece müdahale aktif bir şekilde etmemesi nedeniyle atların yaşam hakkı açısından önemli sorunlar yaşandığı görülmektedir.

Kamu kuruluşlarının kimi tekil örnekler dışında atlarına iyi bakmayan faytoncuların atlarına yasa uyarınca el koyma işlemlerini yapmaktan kaçındığı görülmektedir.

Yaşam Nöbeti Büyükada ziyareti

‘Yem ve bakım malzemeleri yetersiz’

Yaptığımız inceleme ve görüşmelerde son dönemde aksaklıklara rağmen atların beslenme ihtiyacının kamu kurumları tarafından büyük ölçüde karşılandığı, arpa, yulaf, yonca, saman gibi malzemelerin temin edilmesi için adım atıldığı, bunların faytonculara imza karşılığı dağıtıldığı ancak yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan seyisler ve faytoncular tarafından, at bakımında kullanılan talaş gibi yardımcı malzemelerin eksik olduğu, verilen samanların kalitesiz olduğu, yem ve bakım malzemelerinin yetersiz-düzensiz olduğu ifade edilmektedir.

Fayton plakalarının ve atların İBB’ye devir sürecinin devam ettiği ve henüz devredilmeyen atlar “sahipli hayvan” statüsünde oldukları için kamu kurumlarının mevcut atlara bekçilik yapmaktan öteye gidemediği ve mevcut atlara müdahale etmekte sıkıntı yaşandığı görülmektedir. İBB yetkilileri tarafından rutin kontroller dışında, faytoncuların atlarının bakımı yönünde talepte bulunmadıkları durumlarda acil durumlarda atlara müdahale edilemediği belirtilmektedir. Dolayısıyla atların İBB’ye devir sürecinin hızla tamamlanmasının atların sağlık ve bakım koşularının iyileştirilmesi açısından kritik öneme sahip olduğu bir kez daha görülmektedir.

‘Süreç şeffaflaştırılmalı’

Ahırlarda ve Adalar’daki mevcut koşullarda yapılan uygulamaların atların yaşam hakkını tehdit ettiğini söyleyen Yaşam Nöbeti aktivistleri, sorunların çözümüne yönelik aşağıdaki taleplerde bulundu:

  • Adalar’daki fayton atlarına ilişkin sayılar, sağlık durumlarına ilişkin raporlar, hastalık, bakım, ölüm ve yeni doğum bilgileri derhal açıklanmalı, hayvan hakları kurumlarının ve gönüllü veteriner hekimlerin denetimine açılmalı ve süreç şeffaf hale getirilmelidir.

 ‘Kriz masası kurulmalı’

  •  Tarım Bakanlığı ve İBB’nin atların yaşam hakkını korumak için sürece derhal müdahale etmesi gerekmektedir.
  • Bu amaçla içinde hayvan hakları kurumlarından temsilcilerinin ve gönüllü veteriner hekimlerinin de yer alacağı bir Kriz Masası hızla kurulmalı, mevcut ahırlara personel ve ekipman desteği arttırılmalıdır.

‘Personel desteği gerekli’

  • At bakımı ve at hastalıkları konusunda uzman, acil durumlara müdahale edebilecek becerilere sahip at hekimleri, uzmanlar ve teknisyenler derhal sisteme dahil edilmelidir.
  • Atların yaşam hakkının korunabilmesi amacıyla mevcut atlara dair idari -hukuki süreç derhal tamamlanmalı, İBB tarafından işe alındığı belirtilen seyisler bakım sürecine girmeli, Tarım Bakanlığı ve İBB tarafından gereken personel-hekim-teknisyen-ekipman desteğinin sağlanarak atların yeni yaşam ve bakım alanlarına transferi başlatılmalıdır.

‘Hastalıklar tedavi edilmeli’

  • Atlarda görülen kaşeksi, solunum sistemi enfeksiyonu, kolik, aşırı çalışmaktan kaynaklı eklem dejenerasyonu, doku şişkinliği, laminitis, durgunluk ödemleri, dekubitis yaraları gibi sağlık sorunlarına müdahale için geçici özel bakım ve tedavi üniteleri hızla kurulmalıdır.
  • At gebeliği gibi durumlara özel geçici bir doğumhane ve kaşektik durumlara müdahale için ahır bölgelerinde geçici bakım üniteleri kurulmalıdır.

‘Nakil için hazırlıklar tamamlanmalı’

  •  Bu süreç içinde Adalar’daki atların bakım, kontrol ve sağlık hizmetlerinin tamamlanmasının ardından gereken rehabilitasyon ve bakım hizmetlerini alabilecekleri, kullanılmadan özgürce yaşayabilecekleri etolojilerine uygun tesislere ve alanlara alınması için yapılan hazırlıklar bir an önce tamamlanmalıdır.

Aktivistler, saptadıkları sorunların çözülmesi ve taleplerinin yerine getirilmesi için sürecin takipçisi olduklarını ve atların sağlık ve barınma koşulları garanti altına alınana kadar mücadeleye devam edeceklerini duyurdu.

 

Kurşunlu Köyü yeniden feldispat madenine karşı mücadeleye geçti

Çanakkale‘nin Bayramiç ilçesi Kurşunlu Köyü‘nde daha önce tepkiler üzerine kapatılan feldispat madeninin yeniden açılmak istenmesi ve proje için olumlu ÇED Raporu verilmesi üzerine bölge halkı ve sivil toplum kuruluşları eylem düzenledi.

Antik Kente 75 metre

Kurşunlu Köy Meydanı’nda buluşan eylemciler Zafer Madencilik tarafından açılması istenen madenin 1’inci Derece Sit Alanı olan Skepsiz Antik Kenti’ne 75 metre, köy yerleşim yerine 50, içme suyu kaynağı Bayramiç baraj göletine yalnızca 1 kilometre uzaklıkta olduğunu vurguladı.

‘Halk yok sayıldı’

Kurşunlu Köyü Halkı adına yapılan açıklamada madene karşı olma gerekçeleri şu şekilde sıralandı:

  • Madenin 2013 yılında çalıştığı dönemde yaşanan tozlanma ve gürültü kirliliğinin halkta yarattığı rahatsızlık,
  • ÇED toplantısı yapılmadığı halde ‘halkın görünüşü de dikkate alınarak’ ibaresinin yer aldığı ÇED olumlu raporunda halkı yok saymaları,

Eğim belirtilenden yüksek

  • ÇED raporunda eğimin yüzde 6 olarak gösterildiği ama hakikatte yüzde 60 eğim olduğu bilirkişi raporuyla ispatlı olması,

Deprem hattında

  • AFAD tarafından heyelan bölgesi olarak belirlemiş ve fotoğrafla doğrulanan ve belgelenen toprak kaymalarının olması olası bir depremle yüzlerce ton toprağın köyün üzerine yıkılması tehlikesini işaret etmesi ve Ayvacık-Çan fay hattının köyden geçmesi

Açıklama“Sadece 200.000 TL proje maliyetiyle planlanan yüksek kar elde etmek için bizleri, yaşam alanlarımızı meralarımızı ve en önemlisi binlerce yıllık tarihi yok etmelerine karşı bizler burada onurlu insanlar olarak 2013 yılında nasıl direniş gösterdiysek, aynı kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz” ifadeleriyle son buldu.

Ne olmuştu?

2013 yılında Zafer Madencilik tarafından yapılması istenen maden projesi, bölge halkının “ÇED Gerekli Değildir” kararını iptal ettirmesiyle engellenmişti. Şirket 2017 yılında tekrar ÇED Başvurusunda bulunmuş, ÇED bilgilendirme toplantısı yapılması için köye gelmişti. Burada projenin köy halkı ve destekleyen sivil toplum kuruluşlarının protestosu sebebiyle toplantı yapılamamış ve bunun ilgisi sunulmuştu.

8 Ocak 2020 tarihine gelindiğinde ise Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü resmi sitesinde ÇED Raporunun “halkın görüşü dikkate alınarak” onaylandığına dair bir yazı yayınlandı. 6 Şubat tarihinde köy tüzel kişiliği ve asıl olarak da köy halkından Bülent Özüren tarafından itiraz davası açıldı.

El ele eylemi dokuzuncu haftasını doldurdu

Kazdağları ve yöresinde maden arama faaliyetlerine karşı sürdürülen  eylemlere tepki göstermek amacıyla her Cumartesi İskele Meydanı’nında gerçekleştirilen ele ele eylemleri yedinci haftasını doldurdu.

‘Otu, böceği öldüren, insanı da öldürüyor’

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından pestisitlerin zararları konusunda farkındalık yaratmak ve Türkiye’de pestisit kullanımını azaltmak amacıyla yürütülen Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında, Bursa Karacabey’de organik tarım yapan çiftçiler ziyaret edildi. Gezide araziler incelendi, alternatif yöntemler ve uygulamalar yerinde gözlemlendi.

Pestisitlerin sıklıkla anıldığı üzere tarım ilacı değil, zehir olduğunu ifade eden Zehirsiz Sofralar İletişim ve Kampanya Koordinatörü Turgay Özçelik, endüstriyel tarımda zehir kullanımının tam bir çılgınlık boyutuna vardığını, bir elmaya soframıza gelene kadar ortalama 16 kez pestisit uygulandığını ifade etti:

“Pestisitler toprağımızı, suyumuzu, havamızı kirletiyor; bizi, arıları, kuşları, faydalı böcekleri zehirliyor. Özellikle çocuklar pestisitlerin zararlarından en çok etkilenen grup. Yapılan araştırmalar anne sütünde, bebek mamalarında, bebeklerin göbek kordonlarında bile pestisit kalıntılarına rastlandığını gösteriyor.”

Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu Üyesi Oya Ayman da yaygın kanının aksine, pestisitlere mahkum olmadığımızı, zehirsiz de üretebilmenin mümkün olduğunu söyledi. Ayman şöyle konuştu:

“Organik tarım, onarıcı tarım, agroekoloji gibi pek çok yöntem; biyolojik mücadele, kültürel mücadele gibi pek çok teknik ile zehirsiz üretim yapmak mümkün. Türkiye’de yüzlerce üretici bu yöntem ve teknikleri kullanarak sürdürülebilir bir şekilde üretim yapıyor. Bugün ziyaret ettiğimiz üreticimiz Şaban Burhan bunlardan biri. Biz tüketicilere çok şey düşüyor. Alışveriş yaparken sağlıklı gıdayı tercih etmek, zehirsiz ürünü tercih etmek, Şaban Burhan gibi doğa dostu yöntemlerle üretim yapan çiftçilerimizi desteklemek anlamına geliyor.”

‘Çocuklara yaşanabilir bir dünya bırakmak için’

Dünyanın çocuklarımıza ait olduğunu ve onlara yaşanabilir bir dünya bırakmanın görevimiz olduğunu ifade eden organik tarım üreticisi Şaban Burhan ise herkesin sağlıklı gıda yiyebilmesi için organik üretim yaptığını belirtti: “Otu, böceği öldüren pestisitler, insanı da öldürüyor. 20 yıl önce tarımı hiç bilmezken, şimdi organik yöntemlerle 200 dönüm arazide 85 çeşit ürün yetiştirebiliyor ve geçimimi sağlayabiliyorum. Kendi çocuklarıma ve herkese sağlıklı gıda yedirebilmek için çalışıyorum. Buğday Derneği’nin öncülüğünde kurulan %100 Ekolojik Pazarlar’da ürünlerimi satabiliyorum.”

Burhan, pestisit kullanımının toprağa verdiği zararı da şöyle anlattı:

“Tarım zehirleri tüm böcekleri öldürüyor. Bu sefer, arkadan daha yoğun, güçlü ve direnci artmış bir zararlı popülasyonu geliyor. Oysa bizim kullandığımız biyolojik mücadele gibi organik tarım yöntemlerinin ‘dost işçilerimiz’ dediğimiz uğur böceği ve arılara hiçbir zararı yok, sadece zararlıyı öldürüyor. Böylece bizim dost işçilerimiz çoğalıyor.”

Organik üretimin desteklenmesi gerektiğini söyleyen Burhan, alım garantisi veren projelerle tarımın sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiğini ifade etti. 

‘Zehirsiz Sofralar’ mümkün

Türkiye’de pestisit kullanımı son dört yılda %51 artmış durumda. Pestisit, endüstriyel tarımda mantar, böcek, yabani otlara vs. karşı kullanılan kimyasalların genel adı. Ancak “tarım ilacı” olarak bilinen pestisitler iyileştirmiyor; toprağı, suyu, havayı, insanları, hayvanları zehirliyor. Bitkilere uygulanan pestisitlerin sadece yüzde 2’si uygulandığı alanda kalıyor; geriye kalan yüzde 98’lik kısım havaya, toprağa ve suya karışıyor.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan bazı pestisitler hayvan deneyleri dikkate alındığında, insanlar için ”kanserojen olması kuvvetle muhtemel olanlar” ya da ”muhtemel kanserojen” olarak sınıflandırılıyor. Pestisitler üzerine yapılan çalışmalar, çiftçiler ve tarım işçileri üzerindeki akut etkileri dışında, alınan miktarlar görece küçük olsa da, uzun süre boyunca maruz kalındığında insanlarda kronik hastalıklara da neden olabildiğini gösteriyor. Pestisitlerin insanların sinir ve hormonal sistemine de zarar verdiği biliniyor. Ayrıca araştırmalar pestisit kullanımı ile sarkomlar (bir tümör grubu), multipl miyelomlar, prostat, pankreas, akciğer gibi kanser türleri, beyin tümörleri, bilişsel ve psikomotorik fonksiyonlarda bozulmalar ve depresyon arasında bağlantı olduğunu gösteriyor. Çocuklarda öğrenme ve dikkat eksikliği, duyusal eksiklikler veya gecikmiş gelişim, pestisite maruz kalma sonucu en sık görülen nörolojik bozukluklar arasında yer alıyor.

Zehirsiz Sofralar Ağı

100’ün üzerinde kurum ve inisiyatifin yan yana gelerek oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, 23 Kasım 2019’da “Tüm Canlılar İçin Zehirsiz Sofralar” başlığıyla bir imza kampanyası başlattı. Kampanyada Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddenin öncelikle ve ivedilikle yasaklaması talep ediliyor.

Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında oluşturulan Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, herkesi kampanyaya destek olmaya, geleceğine sahip çıkmaya çağırıyor.

SÇD: Çevre için yeni bir umut mu, yeni sömürü aracı mı?

Geçen hafta içinde Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Türk Tabipleri Birliği adına katıldığım bir toplantı düzenledi. Bakanlık ve bazı belediye temsilcilerinin yanı sıra çok az sayıda meslek örgütü ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı bu toplantı; bakanlıkça 2017’de yayımlanan ve kademeli bir geçiş süresi planlanan ‘Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliğinin’ uygulamasının desteklenmesi amacı ile bir Avrupa Birliği projesi kapsamında gerçekleştirildi…

Stratejik Çevresel Değerlendirme nedir?

Stratejik çevresel değerlendirme (SÇD) toplantı öncesi dağıtılan broşürlerde ‘kalkınmanın olası olumsuz etkilerini azaltmak ve önlemek için, çevre ve sağlıkla ilgili unsurları stratejik planlama ve karar verme süreçleri ile bütünleştiren kilit bir araç ‘olarak tanımlanıyor. 2017’de çıkarılan yönetmelikte ise ‘çevrenin korunmasını sağlamak üzere sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, çevre üzerinde önemli etkiler yapması beklenen plan/programların hazırlanması ve onayı sürecine çevresel unsurların entegre edilmesi için uygulanan bir yöntem’ olarak belirtiliyor.

Gerek toplantı öncesi dağıtılan yazılı materyallerde gerekse toplantıda SÇD, seçilen alanın tümünde çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri ölçebildiği için çevresel etki değerlendirmesinden (ÇED) daha değerli ve daha bütüncül bir bakış açısına sahip bir yaklaşım olarak anlatıldı. Yine toplantıda bakanlık bürokratlarının yaptığı sunumlara göre SÇD ile;

  • ÇED süreci kısalacak
  • Yatırımcı (!) desteklenecek
  • Çevre, insan sağlığı, göç, sosyal unsurlar (!) bölge geneli için değerlendirilecek…

SÇD yönetmeliği çıkartılırken çeşitli sektörler için bir geçiş dönemi tanımlanmış. Bu geçiş dönemine göre tarım, turizm, su yönetimi, mekânsal planlama ve kıyı yönetimi için yönetmeliğin yayınlandığı 2017’den itibaren SÇD uygulamaya geçilmiş. Ormancılık ve balıkçılık alanlarında 2020, atık yönetimi, enerji, sanayi, ulaştırma ve telekominasyon sektörlerinde ise, 2023’te uygulamaya geçilmesi hedeflenmiş. Böyle bir kademeli geçişe neden gereksinim duyulduğu sorularına verilen yanıt; uygulama için belirli bir hazırlık dönemine gereksinim duyulduğu ve AB ülkelerinde de kademeli geçiş uygulandığı yönündeydi. Ancak toplantıda enerji, sanayi, atık yönetimi gibi kritik sektörlerde uygulamanın neden 2023’e bırakıldığı sorularına doyurucu bir yanıt verilemedi.

SÇD süreci nasıl işliyor?

SÇD süreci eleme, kapsam belirleme, SÇD Raporunun hazırlanması (ve istişare toplantısı), kalite kontrolü, plan ya da programa ilişkin karar ve bilgilendirme- izleme aşamalarından oluşuyor. Eleme sürecinde, uygulanacak planın ek listeleri kontrol ederek SÇD’ye tabi olup olmadığına karar veriliyor. Kararı veren mercii ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. SÇD hazırlamakla yetkili kurum tarafından o bölge için düşünülen proje kapsamının belirlendiği aşamadan sonra SÇD raporu, yine yetkili kurum tarafından hazırlanıyor. Bu aşamada ÇED sürecindeki uygulamalara benzer bir ‘halk toplantısı’ da yapılıyor. Ancak halkın isteklerinin plana uygulamasına geçirilmesi ‘şart’ değil… Daha sonra bakanlık tarafından kontrol edilen plan ya onaylanıyor ya da reddediliyor. Onaylanan planın bilgilendirme ve izleme aşamaları da bakanlık tarafından yürütülüyor.

2017’de çıkarılan yönetmeliğe göre şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sayfasında yürütülen 15 SÇD çalışması görülüyor.(*) Bu çalışmaların birinin 2018, diğerlerinin 2019 yılı içinde başladığı, hepsinin eleme veya kapsamlaştırma aşamasında olduğu, yani tamamlanamadığı yine bakanlık sayfasında verilen bilgiler arasında. Anılan pojelerin ilk 13 tanesi su yönetimi ile ilgili ve yetkili kurum da Tarım ve Orman Bakanlığı. 14’üncü  proje de tarımla ilgili; yetkili kurum da yine Tarım ve Orman Bakanlığı. Son proje ise kıyı yönetimi ile ilgili olup yetkinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda olduğu görülüyor. 15 projenin de kapsam belirleme raporlarının henüz onaylanmadığı web sitesindeki bilgilerden anlaşılıyor.

Yanıtlanamayan sorular…

SÇD sürecinde ÇED sürecine benzer her aşama için belirlenmiş süreler olmasına rağmen hala hiçbir SÇD çalışmasının sonuçlandırılmamış olması, bu çalışmalarla ilgili soru işaretleri doğuruyor. (**)  Yönetmelikle ilgili olarak doyurucu yanıt alınamayan diğer soru ise sektörlerin kademeli olarak SÇD sürecine alınması… Özellikle çevre ve sağlık açısından; enerji, sanayi, atık yönetimi gibi son derece kritik sektörlerin yönetmelik yayınlandıktan 6 yıl sonraya bırakılması ve 2023 yılı için yönetmelik kapsamına alınması düşündürücü…

Diğer bir tartışmalı madde ise ‘yetkili kurum’ üzerine: Yönetmelikte yetkili kurum şöyle tanımlanıyor: ‘Yetkili kurum: SÇD’ye tabi bir plan/programın hazırlanmasından ve onayından/kabulünden sorumlu kamu kurum/kuruluşunu; SÇD’ye tabi bir plan/programı hazırlayan ve onaylayan birden fazla kamu kurum/kuruluşu olması durumunda söz konusu plan/programın hazırlanmasından sorumlu kurum/kuruluşu; SÇD’ye tabi bir plan/programın hazırlanma sürecinde birden fazla kurum/kuruluşun sorumlu olması durumunda ise koordinasyon görevini yürüten kurum/kuruluşu, ifade eder.’

Şu anda bakanlığın sayfasında yürütülen projelerde yetkili kurum olarak Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görülüyor. Ancak tanım dikkatli okunursa yerel yönetimlerin de SÇD Planı yapabileceği görülüyor. Buna rağmen yönetmeliğin yayımlanmasının üzerinden yaklaşık üç yıl geçmesine rağmen yerel yönetimlerin hiçbir SÇD planı yapamaması ilginç.  Toplantıda, özellikle 2017 yılından bu yana tarım, turizm, su yönetimi, mekânsal planlama ve kıyı yönetimi SÇD kapsamındaki sektörler olmasına rağmen Kanal İstanbul projesinin tartışıldığı günümüzde, bu bölge ile ilgili SÇD planı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne; İzmir’in Çeşme-Alaçatı ve Urla bölgesinde turizm amaçlı acele kamulaştırmaların yapıldığı alanlarda da İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığının neden SÇD Planı yapma yetkisi vermediği en çok sorulan ama açıkça yanıt verilmeyen sorulardı.

Kanımızca SÇD, bu yaklaşımı ile yatırımcılar (!) için gerek ÇED sürecini iyice kısaltıp işlevsizleştirecek  gerekse çevre ve insan sağlığını değil, yatırımcıları rahatlatacak bir yaklaşım olarak görünüyor. Zaten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı proje kapsamında bastırdığı broşürde SÇD Yönetmeliğinin hedefini ‘sürdürülebilir kalkınma hedef ve ilkelerini teşvik etmek ve yeşil (!) ekonomiye geçiş çabalarını desteklemek’ cümlesi ile çevre ve insan sağlığını değil; yatırımcıyı korumak olduğunu ortaya koymuyor mu?

Önümüzdeki günlerde uygulamalar arttıkça yanılıp yanılmadığımız daha iyi ortaya çıkacak. Umarım yanılırız…

* https://scd.csb.gov.tr/scd-sureci-devam-edenler-i-88863

** https://scd.csb.gov.tr/scd-sureci-tamamlananlar-i-88842

Küba’daki nehirler sürdürülebilir tarım sayesinde çok daha sağlıklı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Küba’dan bilim insanları tarafından yapılan çalışma, yıllar boyunca sömürgeleştirme ve büyük ölçekli tarım faaliyetlerine rağmen Küba’nın nehirlerinin çok daha sağlıklı halde olduğunu ortaya koydu.

Küba’nın nehirlerindeki su kalitesini ölçmek için Burlington’daki Vermont Üniversitesi’nden Paul Bierman ile Küba’daki Cienfuegos Çevre Araştırmaları Merkezi’nden Rita Hernández ve meslektaşları, Küba’nın merkezindeki 25 nehir havzasından su örnekleri topladı.

Bakteri oranı yüksek

Nature’da yer alan habere göre Örneklerin yüzde 80’ninden fazlasında uluslararası seviyeleri aşan Escherichia coli bakterisi bakterisi gözlemlendi. Dışkı kirlenmesinin göstergesi olan bakterilerin nehir kıyısında otlayan sığırlardan geldiği tahmin ediliyor.

Adada uygulanan büyük ölçekli tarıma rağmen incelenen nehirler, ABD’deki Mississippi Nehri Havzası‘na kıyasla gübre kullanımının bir göstergesi olan çözünmüş azotun çok daha düşük seviyelerine sahipti. Araştırmacılar, bunun Küba’nın 1990’lardan beri daha küçük ölçekli, daha sürdürülebilir tarım uygulamalarına geçişinden kaynaklandığını düşünüyor. Adada şeker kamışı ve sığır yetiştiriciliği on beşinci yüzyılın sonlarına dayanıyor.

Kent bahçeleri ile petrol krizinden çıkış

Küba halkı 20 yılı aşkın bir süredir yiyeceğini ekolojik yöntemlerle kent bahçelerinden sağlıyor. Soğuk Savaş dönemi sonrası petrol krizine giren ve uygulanan ambargolar ile gittikçe daha zor durumda kalan Küba, çareyi kent tarımını yüzde 80’e çıkartmakta bulmuştu. Özellikle tarla sürmede ve ürünlerin ulaşımını sağlamada mazot eksikliği çeken ülke, kent bahçelerinin yaygınlaşmasıyla bu sorunlarını geride bırakmayı sağlamıştı.

 

 

 

2019 yılında Türkiye’de sıcaklık ve yağışlar arttı, ekstrem hava olayları zirve yaptı

Tarım ve Orman Bakanlığı ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün ortaklaşa hazırladığı 2019 Yılı İklim Değerlendirmesi raporu yayınlandı. Rapora göre 2019 yılında Türkiye’de sıcaklıklar 1981- 2010 yılları arasındaki ortalama sıcaklıkların 1.2°C daha yüksek yaşanırken, yağışlar da yüzde 1.9 artış gösterdi.

Ayrıca, 2019 yılı 935 ekstrem hava olay sayısı ile en fazla ekstrem olay yaşanan yıl oldu. Kaydedilen ekstrem olayların çoğunu yüzde 36 ile şiddetli yağış/sel, yüzde 27 ile fırtına ve yüzde 18 ile dolu yağışı oluşturdu.

Yıllara göre ekstrem hava olayları

Dördüncü en sıcak yıl

Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi’ne (NOAA) göre 2019 yılı 0.95°C’lik sıcaklık anomalisi ile son 140 yıl içerisindeki ikinci sıcak yıl oldu. Son beş sıcak yılın hepsi de 2015 yılı ve sonrasında yaşandı.

2019 Yılı Türkiye ortalama sıcaklığı ise 14.7°C olarak gerçekleşti. Bu değer, 1981-2010 yılları arasındaki ortalama değer 13. 5°C sıcaklıktan 1.2°C daha yüksek. Böylece, 2019 yılı 1971’den bu yana gerçekleşen dördüncü en sıcak yıl oldu.

İki derecenin üstünde sıcaklık farkı

Genel olarak, ülkemizin Karabük ve Bitlis dışında kalan büyük bir bölümünde sıcaklıklar normallerinin üzerinde ve bazı merkezlerde sıcaklık anomalileri 2,0°C’nin üzerinde gerçekleşti. 2019 yılının aylık ortalama sıcaklıkları nisan ve temmuz aylarında normalinin altında, diğer aylarda ise üzerinde gerçekleşti.

Tüm mevsimlerdeki sıcaklıklar 1981-2010 normallerinin üzerinde oldu. Özellikle sonbahar sıcaklık anomalileri 1.9°C’lik anomali ile dikkat çekti. 2019 yılında en düşük sıcaklık ocak ayında -28.1°C ile Yüksekova’da, en yüksek sıcaklık ise ağustos ayında 46.8°C ile Cizre’de.  63 merkez maksimum sıcaklıklarda kendi rekorlarını yenilerken bir merkez de minimum sıcaklıklarda kendi rekorlarını yeniledi.

Yağışta yüzde 1.9 artış

2019 yılında Türkiye ortalama yıllık alansal yağış 585,1 mm olarak gerçekleşmiştir. Bu değer 1981-2010 normalinden (574 mm) yüzde 1.9 daha fazla oldu.  Coğrafi olarak 2019 yağış anomalileri ülkenin güney bölgelerinin çoğunda normallerinin üzerinde iken, kuzey bölgelerinde ise altında gerçekleşti.

Yıllara göre yağıış anamolisi

2019’da aylık yağışlar, şubat, mart, mayıs, eylül, ekim ve kasım aylarında 1981-2010 normallerinin altında, diğer aylarda ise normallerinin üzerinde. Ocak ve aralık yağışları ise normallerinin çok üzerinde oldu.

Kış yağışları ülkenin güney kesimlerinde oldukça yüksek miktarda gerçekleşmiştir. İlkbahar yağışları Güneydoğu ve Karadeniz’de normallerinin üzerinde ve yaz ile sonbahar yağışları Karadeniz Bölgesi dışında normallerinin altında gerçekleşti.

DİSK Genel Başkanı yeniden Arzu Çerkezoğlu oldu

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 16’ıncı Genel Kurulu’nda yeni Yönetim Kurulu  üyelerini seçti. Mevcut başkan Arzu Çerkezoğlu 310 delegenin oyunu alarak yeniden başkan seçildi. Yarıştığı diğer kadın aday Kader İpek Altınbulak ise toplamda 25 oy aldı.

Genel Sekreterlik görevine Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu seçildi. Yönetim Kurulu üyeliğe seçilen diğer isimler ise Remzi Çalışkan, Alaaddin Sarı, Kazım Doğan, Mustafa Ağuş ve Seyit Aslan oldu.

“2020’lerin DİSK’i emeğin Türkiye’si” sloganıyla düzenlenen Genel Kurul’da sonuçların açıklanmasıın ardından önceki Yönetim Kurulu üyelerine plaket verildi.

Tören ardından konuşma yapan Çerkezoğlu  “Bu onurlu görevin yükünün daha da ağırlaştığı bu tarihsel süreçte insanca yaşayacağımız, eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün tesis edildiği bir yeniden kuruluşa ihtiyacımız var. Yaşasın işçilerin birliği. Yaşasın halkların kardeşliği dedi.

16 Şubat’ta Kavala için twitter kampanyası:  #YargıYokİnfazVar

Bir sonraki duruşması 18 Şubat’ta görülecek olan Gezi Davası’nda karara doğru gidiliyor. 16 Şubat akşamı, saat 19:00’da, davadaki hukuksuzluklara dikkat çekmek amacıyla Twitter hesaplarından bir kampanya başlatılıyor. Kampanyada yargılama sürecinde yaşanan adaletsizlikler, #YargıYokİnfazVar mesajıyla paylaşılacak.

 6 Şubat’ta görülen beşinci duruşmada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı esas hakkındaki görüşünü mahkemeye bildirdi. Savcılık, davanın tek tutuklu tanığı olan ve 87 gündür Silivri Cezaevi’nde bulunan Osman Kavala ile 221 günlük tutukluluğunun ardından tahliye edilen Yiğit Aksakoğlu ve daha önce aynı davadan beraat eden Mücella Yapıcı için ağırlaştırılmış müebbet cezası istedi. Mütalaada, AİHM’in derhal tahliyesini istediği Kavala’nın tutukluluk halinin devamı da talep edildi

Savcı Edip Şahiner imzalı mütalaada¸ tutuksuz yargılanan Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ekmekçi hakkında da 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istendi.

Yarın akşam Twitter üzerinden başlatılacak kampanya için, Osman Kavala’ya Özgürlük grubu, herkesi yapacağı paylaşımlarla Kavala ve Gezi davası sanıklarına destek vermeye çağırdı.

Çağrıda, Gezi Davası’nda adil yargılama olmadan infaza gidildiğini ortaya koyan gelişmelerin düzenlendiği, paylaşımlarda kullanılabilecek örneklere de yer verildi:

Tutukluluk Süresi

  • #GeziDavası’nda Osman Kavala 28 ayı, Yiğit Aksakoğlu 7 ayı aşkın süre tutuklu kaldı. Osman Kavala hala tutuklu. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Osman Kavala 16 ay boyunca ne ile suçlandığını bile bilmeden, iddianame hazırlanmaksızın, tutuklu kaldı. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda soruşturma dosyası, Osman Kavala ve avukatlarından kısıtlamalarla gizlenirken soruşturma bilgileri medyaya servis edildi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda AİHM Aralık 2019’da Osman Kavala’nın makul şüphe bulunmadan siyasi gerekçelerle tutuklandığına hükmetti. AİHM hak ihlallerine işaret ederek Kavala’nın derhal tahliye edilmesine karar verdi. Kararın ardından gerçekleşen iki duruşmaya rağmen Osman Kavala hala tutuklu. #YargıYokİnfazVar

İddianame

  • #GeziDavası’nda iddianame hazırlandığında iddianameye konu olayların üzerinden 6 yıl geçmişti. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası sanıklardan Mücella Yapıcı, 2014 yılında açılan Gezi Davası’ndan beraat etmiş olmasına rağmen yeniden yargılanıyor. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası, 5 yıl önce FETÖ mensubu polis ve savcıların hazırladığı ve 2015 yılında beraatla sonuçlanmış bir soruşturma ile aynı içerikle, 2019 yılında yeniden açılmış bir dava. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nın dayandığı soruşturma dosyası 2013 yılında FETÖ’den firari savcı #MuammerAkkaş ve polis #NazmiArdıç tarafından hazırlanmıştı. #YargıYokİnfazVar
  • #NazmiArdıç’ın raporuna dayanarak, #MuammerAkkaş’ın 2014 yılında açtığı ilk Gezi Parkı davası, FETÖ’cü savcı ve polis tasfiyesinden sonra 2015 yılında beraatla sonuçlanmıştı. #YargıYokİnfazVar

  • #GeziDavası soruşturmasının delillerini “kıymetlendirdiği” savcı #MuammerAkkaş ve polis #NazmiArdıç’ın haklarında delilleri değiştirmekten dolayı dava var. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Osman Kavala’nın tutuklanmasından 16 ay sonra hazırlanan iddianame “kıymetlendirilmiş delillerden” ve uludagsözlük’ten alıntı kırık bağlantılardan ibaret. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda yasa dışı dinlemelerin tapeleri kanıt olarak “kıymetlendiriliyor”, iddianameye giriyor, hakim tarafından duruşmada sanıklara soruluyor. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda, tanık Murat Papuç’un ifadesinin tamamı iddianamede yer almıyordu. Kaynağı bilinmez bir şekilde ifadenin tamamı dosyaya sonradan eklendi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası iddianamesinde suç oluşturan bir fiil yok. İddianamede fiil-fail arasında kurulan bir bağlantı yok. Delil yok. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda iddianame kanıtlardan değil kanaatlerden ibaret. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası iddianamesinde tanık ifadesine yer verilen Murat Papuç/Eren bu ifadesinden sonra bir açıklama yaparak “benim ruhsal rahatsızlıklarım var, niye ciddiye aldılar ki” dedi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası iddianamesinde en eski tape Gezi Olayları’nın başlamasından iki gün sonra, 30 Mayıs 2013 tarihine ait. Gezi’nin önceden organize edildiğini gösteren bir tape ya da fiziki takip delili iddianamede yok. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası iddianamesinde, Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür’ün 2005-2016 arası bütün nakit akışı ve verdikleri fonların dökümü var. Ancak Gezi’ye aktarılmış bir kaynak delili yok. #YargıYokİnfazVar

Mahkemenin Oluşması

  • #GeziDavası’nda Mahkeme Heyeti HSYK tarafından iki kere değiştirildi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu hakkında tahliye yönünde oy kullanan Heyet Başkanı davadan alındı. #YargıYokİnfazVar

Duruşma Süreci

  • #GeziDavası’nın meşru bir zemini yok. Ne tanımlanmış suç ne de suça uyan eylem var. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası sanıkları çekilmemiş film, kurulmamış TV kanalı, açılmamış banka hesabı, yapılmamış proje, gidilmeyen toplantı, gidilmeyen ülkeler, görüşülmeyen kişiler yüzünden yargılanıyorlar. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda duruşma esnasında avukatlarının yokluğunda sanıkların sorgulamasına devam edildi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Mahkeme iki kez savunma avukatlarının katılımına müsaade etmeden, savunmanın yokluğunda Murat Papuç/Eren’i tanık sıfatıyla dinledi. #YargıYokİnfazVar

  • #GeziDavası’nda heyet tarafından iki kez tanık olarak dinlenen ve kimlik tespiti yapılan Murat Papuç’un gerçek adının Murat Eren olduğu ortaya çıktı. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Mahkeme Heyeti, Ali İsmail Korkmaz’ı tekmeleyerek öldüren, bu eylemi sebebiyle hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olan ve tekmeleme sırasında ayağını inciten Mevlüt Saldoğan isimli eski polis memurunun mağdur olduğu gerekçesiyle duruşmaya katılmasına karar verdi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Adalet Bakanlığı tarafından Mahkeme’ye iletilen metinde Osman Kavala hakkındaki AİHM kararının kesinleşmemesi dair bir ibare olmamasına rağmen Mahkeme Heyeti tarafından bu konuda açıkça yalan söylendi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’nda Mahkeme Heyeti usule aykırı olarak savunmadan kaçırılarak dinlenen tanık Murat Papuç/Eren’in duruşmada dinlenilmesi taleplerini reddetti. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası’na bakan Mahkeme Heyeti, 12 baro tarafından protesto edildi. #YargıYokİnfazVar

Mütalaa

  • #GeziDavası sürecinde sanıklar ve avukatlar savunmalarında iddiaların geçersizliğini defalarca ortaya serdiler fakat savcının verdiği mütalaada, 7 aydır süren #GeziDavası’nda dile getirilen hiçbir konuya/ifadeye yer verilmedi. #YargıYokİnfazVar
  • #GeziDavası mütalaası, sanki 5 duruşma hiç yapılmamış gibi iddianameden kopyala/yapıştır yöntemiyle hazırlandı. #YargıYokİnfazVar

 

Çeşme ve Urla’daki ‘acele kamulaştırma’ kararı yargıya taşınıyor

Haber: Ahmet Soysal

Resmi Gazete’de 25 Ocak’ta yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile İzmir’in en tanınmış ve turistik bölgeleri olan Urla- Zeytineli Mahallesi‘nde toplam 333 adet parsel, Çeşme Alaçatı bölgesinde ise toplam 178 adet parsel, ‘acele’ kamulaştırma kararı alındı.

Bu karara karşı İzmirli bir grup çevre avukatı tarafından hukuksal mücadele başlatıldı. 14 Şubat tarihinde İzmir’in Urla ilçesinde bölge insanı ile bir araya gelen hukukçular gerek bölgedeki mülk sahiplerine gerekse meslek odaları ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerine ‘acele kamulaştırma’ kararı ilgili yasal yönden yapılabilecekler hakkında bilgi verdi.

Toplantıda avukatlar adına söz alan ve ülkemizin ilk çevre avukatlarından olan Senih Özay,  Çeşme-Alaçatı ve Urla Zeytineli acele kamulaştırması ve yörenin turizm teşvik bölgesi ilan edildiği Cumhurbaşkanlığı’nın dört kararına karşı dava dilekçesini tamamladıklarını belirtti. Özay, parsel sahibi olsun veya olmasın, yöre insanının hepsinin ve TMMOB, İzmir Barosu, çok sayıda sivil toplum örgütü, Tabipler Odası gibi meslek kuruluşlarının da davacı olabileceğini kaydetti.

Hazırlanan dosya ile 22 Şubat’a kadar Danıştay’a başvurulacak. Özay’ın verdiği bilgiye göre dava dilekçesinde, projenin hayata geçmesi halinde bölge yaşanabilecek su kıtlığına vurgu yapılıyor; mera ve hayvancılıkla, endemik canlıların göreceği zarar, bölgenin kaldıramayacağı ölçüde yaşanacak nüfus artışı, dev oteller, golf sahaları, marina inşaatları yüzünden kalıcı olarak kirlenecek yeraltı ve üstü suları ile bölgenin en gözde sporlarından sörfe büyük darbe vuracağına dikkat çekiliyor.

Çeşme’de acele kamulaştırma kapsamına giren araziler.

Ne olmuştu?

Bu ayın başlarında, Urla ve Çeşme’deki söz konusu arazilerde, Suudi Albassam Group‘un Yeni Çeşme’ adıyla proje hazırlattığı ortaya çıkmıştı. Projede Alaçatı Koyu ile Mersin Körfezi arasında bir deniz kanalı da bulunuyordu. 

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ise, kanal ve Arap sermayesi iddialarını reddetti, ancak bölge için kendilerinin bir proje hazırladığını söyledi. Ege’nin cazibesini artırmak için Çeşme ve Didim’in merkez olarak belirlendiğini anlatan Bakan’ın ifadesine göre, hazine ve özel arazilerin ‘acele kamulaştırılması’ ile elde edilen alana, 20 golf sahası, oteller, spor alanları, müze, film platoları, marinalar ve çok sayıda konut yapılacak.

 

‘Eşitlik olmadan aşk olmaz’

Haber: Hatice Kurt

Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu’nun çağrısıyla, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde İstanbul Kadıköy’de bir araya gelen kadınlar, müzik ve danslar eşliğinde erkek şiddetine karşı tepkilerini dile getirdi. Eyleme kadın örgütlerinin yanı sıra çevrede bulunan yurttaşlar da yakın ilgi gösterdi. Grup, “Eşitlik olmadan aşk olmaz”, “İsyan, kadın, özgürlük” “Hayır demek, hayır demektir ”sloganları eşliğinde Kadıköy Çarşı’dan geçerek Süreyya Operası’na yürüdü.

Eylemciler, “eşitlikten, şiddetsiz yaşamaktan, istediğimiz bedeni istediğimiz gibi sevmekten, istediğimiz gibi olmaktan çok; hediyeye, hoyratça kıskanılmaya, kısıtlanmaya, ‘sahiplenilmeye’ ihtiyacımız olduğuna, yaşanabilir tek aşkın da heteroseksüel aşk olduğuna bizi inandırmaya çalışan bu erkek egemen düzene isyandayız” diyerek isyanlarını dile getirdiler.

‘Aşkın nişanesi balonlar, tek taşlar değil’

Süreyya Operası önünde bir basın açıklaması yapan Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu’ndan Nazlı Andan şunları söyledi:

Kırmızı kalpli balonların, tek taşların, elektrikli mutfak robotlarının, pahalı restoranlarda baş başa yemeklerin ‘aşkın nişanesi’ diye pazarlandığı bu günde soruyoruz:

Bir hediye ‘her şeyi affettirir’ mi gerçekten? Ya da eşitsizliği affettirir mi? Her anının denetlenmesini? Sadece bir ‘hayır’ dediğinde, seni sevdiğini iddia edenin, seni bezdirene kadar ısrarını, takibini, tehdidini ‘affettirir’ mi?

Cevabımız net: Özgürlüğümüze gölgeyi aşk değil şiddet sayıyoruz!

Kadınlar birlikte güçlü

Andan  açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:

Cinsel istismarın, şiddetin, sömürünün “aşk” diye, “ aile” diye ambalajlandığı, “severek evlendi” gibi cümlelerle çocuk istismarcılarının dahi affedilmeye çalışıldığı bu zamanda  14 Şubat Sevgililer Günü’nde isyan bir başka! Çünkü bizim sevgiden anladığımız kölelik, mecburiyet, çaresizlik, korku, baskı, zulüm, şiddet değil.

“Son senelerde olduğu gibi, bu 14 Şubat ta da en büyük zenginliğimiz olduğunu bildiğimiz kadın dayanışmasıyla sokaklardayız” diyen Andan, “Dayanışmayla, özgürlüklerle, eşitlikle biz çoğalıyoruz. Lezbiyen, biseksüel, heteroseksüel, ister tek aşklı  ilişkilerimizle, hep birlikte meydan okuyoruz” dedi.

Eylem, Süreyya Operası’nın önünde sloganlar ve ıslıklar eşliğinde polisin müdahalesi olmadan sona erdi.