Ana Sayfa Blog Sayfa 2204

Koronavirüs aşısı ilk kez denendi

Amerikalı hekimler, koronavirüse karşı koruma sağlamak amacıyla geliştirilen aşının ilk denemesini bir gönüllü üzerinde yaptı. Seattle kentindeki Kaiser Permanente Washington Araştırma Enstitüsü’nde görev yapan bilim insanları, rekor bir hızda geliştirilen aşının ilk klinik çalışmalarını Pazartesi günü başlattı.

Associated Press’in (AP) aktardığına göre, küçük bir teknoloji şirketinde operasyonlar müdürü olarak çalışan ilk deneğe bir muayene odasında aşı enjekte edildi. Üç kişinin de sırada olduğu, toplamdaysa 45 gönüllüye birer ay arayla iki doz aşı uygulanacağı bilgisi verildi.

43 yaşındaki ilk gönüllü Jennifer Haller, ‘’Hepimiz kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu benim açımdan bir şey yapabilmem adına muazzam bir fırsat’’ diye konuştu. İki çocuk annesi olan Haller, bu deneye katılmasının çocuklarının da olumlu karşıladığını söyledi. Haller aşı olduktan sonra odadan çıkarken gülümseyerek ‘’Kendimi harika hissediyorum’’ dedi.

Çalışmanın başkanlığını Dr. Lisa Jackson yapıyor. Sağlık yetkililerine göre virüse karşı koruyucu bir aşı üretmek en az bir ile bir buçuk yıl sürebilir.

Genç ve sağlıklı gönüllüler

Aşının test çalışmalarına genç ve sağlıklı 45 gönüllü denek katılıyor. Deneklere yapılan aşı henüz virüs barındırmıyor. Amaçlanan, denenen aşıların endişe verici hiçbir yan etki göstermediğini kontrol ederek daha geniş kapsamlı testlere uygun zemin hazırlamak.

Pazartesi günkü bu önemli gelişme aslında, aşının güvenli olduğu ve işe yarayacağını kanıtlamak için insanlar üzerinde yapılacak klinik çalışmaların başlangıcını oluşturuyor. Çalışmayı finanse eden ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Dr. Anthony Fauci de, çalışma başarıya ulaşsa dahi, geniş ölçekte kullanılacak bir aşının hazır hale getirilmesinin 12 ila 18 ay sürebileceğini belirtti.

Çin’de klinik denemelere izin verildi

Öte yandan Çin iktidar partisine ait bir medya kanalına göre hükümet, Çin’de üretilen yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısının klinik denemelerine başlanmasına izin verdi.

 

DİSK: Salgın boyunca işten çıkarmalar yasaklanmalı

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, koronavirüs tedbirlerine dair yaptığı yazılı açıklamada, çalışma yaşamına dair alınması gereken önlemleri açıkladı.

Açıklamada, virüs salgını boyunca işten çıkarmaların yasaklanması gerektiği belirtildi. İşten çıkarılan veya gelir kaybına uğrayan kişilerin ise elektrik, su, doğalgaz, iletişim temel ihtiyaçlarına ilişkin faturaları ile kredi borçları ertelenmesi gerektiği söylendi. İş yaşamına dair talep edilen diğer maddeler ise şu şekilde:

  • Koronavirüs salgını süresince işten çıkarmalar (suçlu çıkarmalar dışında) yasaklanmalıdır.
  • Ekonomideki olumsuz gelişmelere paralel olarak işsizlikte yaşanabilecek artışlara karşı işsizlik sigortası ödeneğinden yararlanma koşulları kolaylaştırılmalıdır.
  • İşsizlik sigortası ödeneği alabilmek için son üç yılda 600 gün çalışma koşulu virüsle mücadele döneminde 90 güne indirilmelidir.
  • Koranavirüs salgını süresince işsiz kalanların ve gelir kaybına uğrayanların elektrik, su, doğalgaz, iletişim temel ihtiyaçlarına ilişkin faturaları ile kredi borçları ertelenmelidir.

Ebeveynlere ücretli izin

  • Okullarının tatil süresine paralel olarak 15 yaşından küçük çocuğu olan çalışan anne babalardan birine kamuda idari izin özel sektörde ise ücretli izin verilmelidir.
  • Kamu ve özel sektör ayırımı olmaksızın risk grubu çalışanlara gelir kaybı olmaksızın izin verilmelidir.
  • Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan hamileler, yasal süt izni kullananlar, engelliler, 60 yaş ve üzerinde olanlara verilen idari izin, özel sektörde de ücretli izin olarak uygulanmalıdır.
  • Koronavirüs kapsamında verilen ücretli izinler yıllık ücretli izin hakkından mahsup edilmemelidir.
  • Salgınla mücadele döneminde 14 gün olarak öngörülen karantina hali, SGK ve Bakanlık tarafından “hastalık hali” kapsamına alınmalı ve bu sürede çalışanların gelir kaybı önlenmelidir.

‘Ücretli izin yaygınlaştırılmalı’

  • İşten çıkarmalar ve ücretsiz izinler yerine kısa çalışma ödeneği ve ücretli izin uygulaması yaygınlaştırılmalıdır.
  • Çalışma sürelerini azaltmak zorunda kalan, salgın süresince kapanan, üretim veya hizmeti azaltan işyerleri için İşsizlik Sigortası Fonu kapsamındaki Kısa Çalışma Ödeneği uygulaması başlatılmalıdır.
  • Mevzuatta yer alan zorlayıcı sebep tanımı koronavirüs için derhal uygulanmalıdır.
  • Emekliler koronavirüse karşı en kırılgan gruplardan birini oluşturmaktadır. Emeklilerin düşük gelirleri virüse karşı korunmalarını zorlaştırmaktadır. Bu çerçevede asgari ücretten düşük gelir ve aylık alan emeklilere koronavirüsle mücadele döneminde aylık ek 1000 TL destek ödemesi yapılmalıdır.
  • Koronavirüsle mücadele kapsamında çalışma yaşamına ilişkin önlemleri görüşmek üzere Üçlü Danışma Kurulu başta olmak üzere üçlü mekanizmalar düzenli olarak toplanmalıdır.

‘Herkes kendi başına, hepimiz birlikte!’

Elbette bu günler geçecek. Bu krizden çıkılacak. Çok fazla iyimser olmaya da izin vermiyor hayat. Bu krizden çıkmamız demek bundan sonraki krize yaklaşmamız da demek aynı zamanda. Fakat şimdi geleceği değil elimizdekini düşünmek, elimizdekini konuşmak ve elimizdekinden çıkışı konuşmak zorundayız.

Ekranlar, sosyal medya her şeyden anlayan insanlarla dolu. Bir ay önce Suriye’deki Rusya varlığını konuşan insanlar şimdi oturmuşlar koronavirüsü konuşuyorlar. Elbette yine aynı “derinlikte”…  Yapımcılar utanmış olmalı ki araya birkaç bilim insanı atıyorlar. Biz de onları dinleyerek bilgi ediniyoruz.

Öyle bir kriz ki şu anda 80 ayrı noktada aşı çalışması yürüyor. Bir taraftan bilgiler paylaşılıyor diğer taraftan da bir yarış sürüyor. İtalya’da balkona çıkanları da hemen görüyoruz, Çin’de son hastasını iyileştirip “maske atma” töreni düzenleyenleri de… Tüm bilgiler hızlıca dolaşıma giriyor. Hemen onlarca dile çevriliyor. İnsanlık denen fikrin zamanı, mekanı ve dil gibi kısıtları aşarak ortak kaygılarla ortak hedefe yöneldiğini görüyoruz. İronik bir şekilde sınırlar kapalıyken ve seyahat kısıtları zirve yapmışken bu oluyor hem de.

Krizin ‘sosyal hasarı’

Tüm dünyanın odaklandığı bir konuda bilgi edinmek, bu bilgileri doğru yorumlamak çok zor değil. Yeter ki zihniniz dogmalarla ve komplolarla kirlenmemiş olsun. O yüzden de bir tarafında İngiliz yaklaşımının durduğu, diğer tarafında Güney Kore yaklaşımının durduğu mücadele yöntemlerini ya da el yıkamanın nasıl yapılması gerektiğini tekrar konuşmanın/yazmanın bir anlamı yok şu noktada.

Krizi biraz daha sosyal bilimlerin alanına çekebilir miyiz? Bunu denemek lazım… Çünkü esas hasar orada ortaya çıkıyor ve çıkacak. Örneğin Türkiye’de şu dakika itibariyle resmi rakamlara göre 47 hasta var. Fakat tüm ülke yoğun bakımda… Öyle ki salgın bir ay sonra dünyayı terk etse dahi bu yoğun bakımda olmanın etkisi aylarca, yıllarca sürecek. Maaş alma sorunu yaşayan ve salgın kaygısının üstüne bir de yaşam kaygısını ekleyecek olan milyonlarca insanla sürecek. Kapanacak işletmelerin sosyal hayatta bırakacağı boşlukla sürecek. Zaten krizde olan bir ekonominin iyice durmasıyla sürecek. Yakınlarını kaybedenlerin, hastalıktan kaygılanarak hareket eden insanların psikolojilerinde sürecek. Alınan önlemlerin sertliğinin insanlarda yaratacağı anlık rahatlığın zihinlerde otoriterliği olumlu bir durum olarak kodlamasıyla sürecek.

Piyasanın ‘görünmez’ eli nerede?

Peki, her şey bu kadar olumsuz olmak zorunda mı? Tek çıkış yolumuz insani kaygıların otoriter şekilde rahatlatılmasıyla şekillenecek bir toplum mu? Bu krizde görüyoruz ki her şeyi insafına bıraktığımız piyasanın “görünmez eli” zor durumlara hem hazır değil hem de en ufak bir zor durumda kendine çalışıyor. Sağlık vb. konuları piyasanın eline bırakan ülkelerle, planlı olarak hareket eden ülkeler arasında, salgının şiddeti bakımından fark çok açık. Düzeltmemiz gereken, oturup konuşmamız gereken ilk konu bu. Bu dünya üzerinde bir devlet halkına ücretsiz maske dağıtırken ve virüs testini ücretsiz şekilde yaygınlaştırırken bir başka devlette testin ücretinin 3800 dolar olması, iki farklı siyasi yoldur ve biz ikincisinden yürüyemeyiz.

Bireysel kurtuluşun çıkacağı yol: Otoriterlik

Konuşmamız gereken ikinci konu ise bu ve benzeri krizlerden tek çıkış yolunun otoriterlik olup olmadığı. Bireysel kurtuluş arayan her ülke bu krizden otoriterlikle çıkacak. Toplumsal kurtuluş arayanlar ise daha özgürlükçü ve dayanışmacı şekilde çıkacak. Çok basitçe formüle etmeye çalışırsam şu anda bazı ülkelerde devletler halkın önünde. Bazılarında ise halk devletlerin önünde. Eğer mücadelede halk inisiyatifi devlete bırakırsa çözüm otoriterlik olacaktır. Bunu kırmak zorundayız. Nasıl kırabileceğimizi konuşmak zorundayız.

Bir şehir, o şehirde bir sürü ilçe, ilçelerde mahalleler, mahallelerde apartmanlar, apartmanlarda daireler ve dairelerin içinde bizler. Fiziksel olarak en az temas ederek, sosyal olarak birlikte olmak zorundayız. Şanslıyız ki iletişim olanakları çok gelişmiş durumda. Kaygıyı, yalnızlığı ve zihinlerde bırakacağı hasarı birlikte yenmeliyiz. İnsanlık fikri, otoriter rüyaları yenmeli. İtalyanların söylediği gibi: Herkes kendi başına, hepimiz birlikte!

BM uyardı: Koronavirüs acil durumu muhaliflere karşı kullanılmamalı

Birleşmiş Milletler insan hakları uzmanları bir bildiri yayınlayarak hükümetleri koronavirüs salgınına karşı alınan güvenlik önlemleri amaç dışında kullanmaya karşı uyardı. Uzmanlar, acil durum güçlerinin muhalifleri yok etmek için kullanılmaması gerektiğini hatırlattı.

Açıklamada  “Mevcut sağlık krizinin ciddiyetini kabul etsek ve önemli tehditlere karşılık uluslararası hukuk tarafından acil durum yetkilerinin kullanılmasına izin verildiğini kabul etsek de devletlere, koronavirüse yönelik acil durum müdahalelerinin orantılı, gerekli ve ayrımcı olmadan kullanılması gerektiğini acilen hatırlatırız” denildi.

Tüm dünyada etkisini gösteren koronavirüs sebebiyle aralarında Çin, ABD, Filipinler, Sudan, Çekya, Lübnan, Peru, İspanya, Romanya ve İtalya‘nın da bulunduğu pek çok ülkede sağlık acil durumu ilan edilmişti.

Trump, geçtiğimiz Cuma günüülke genelinde acil durum ilan ettiğini duyurdu

‘İnsan hakları merkezde olmalı’

6 Mart’ta bir açıklama yayınlayan BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri koronavirüs krizinin merkezine insan haklarının konulması gerektiğine yönelik çağrıda bulunmuştu. 16 Mart’ta BM uzmanları tarafından yayınlanan yazıda bu çağrı da hatırlatıldı. Açıklama şu ifadeler ile devam etti:

Acil durum yetkilerinin kullanımı kamuya açıklanmalı ve hareket, aile hayatı ve meclis gibi temel haklar önemli ölçüde kısıtlandığında ilgili anlaşma organlarına bildirilmelidir.

‘Muhalifleri susturmak için kullanılmamalı’

Ayrıca, kovid-19 salgınına dayanan acil durum bildirimleri belirli grupları, azınlıkları veya bireyleri hedef almak için kullanılmamalıdır. Sağlığı koruma kisvesi altında baskıcı eylem için bir kapak işlevi görmemeli ve insan hakları savunucularının çalışmalarını susturmak için kullanılmamalıdır.

Virüse yanıt vermek için alınan kısıtlamalar, meşru halk sağlığı hedefleri tarafından teşvik edilmeli ve sadece muhalifleri yok etmek için kullanılmamalıdır. Bu tür aşırı güçlerin yasal ve siyasi sistemlere bağlanmasını önlemek için kısıtlamalar dar bir şekilde uyarlanmalı ve halk sağlığını korumak için gerekli en az müdahaleci araç seçilmelidir.

Son olarak, virüsün zayıfladığı ülkelerde yetkililer, hayatı normale döndürmeye çalışmalı ve günlük yaşamı süresiz olarak düzenlemek için acil durum güçlerinin aşırı kullanılmasından kaçınmalıdır.

BM uzmanları açıklamayı “Devletleri, hukukun üstünlüğü ve insan hakları korumalarıyla sağlıklı toplumların ortaya çıkmasını kolaylaştırmak için, bu salgının düzenlenmesine yönelik insan hakları temelli bir yaklaşım sürdürmede kararlı olmaya teşvik ediyoruz” ifadeleriyle sonlandırdı.

*Açıklamanın orijinal haline ve imzacı uzmanların listesine buradan ulaşabilirsiniz.

 

Mısır’da fırtına ve selden 21 kişi öldü

Mısır’da etkili olan fırtına ve yoğun yağışa bağlı sel felaketlerinde 21 kişi öldü. Başbakan Mostafa Madbouly, ülkede 35 veya 40 yıldır bu kadar kötü bir hava koşulu yaşanmadığını söyledi.

Mısır Bugün’de yer alan habere göre ölümler elektrik çarpması ve enkaz altında kalma sonucunda gerçekleşti. Ölenler arasında üstüne ağaç düşerek ölen altı yaşında bir çocuk da vardı.

‘Ejderha fırtınası’ ismi verildi

Weather.com meteoroloji uzmanı Jonathan Belles Cumartesi günü yaptığı açıklamada, hava durumunun alışılmadık bir düşük basınç sistemi tarafından körüklendiğini söyledi. Belles, Kahire’nin normalde tüm ay boyunca sadece 0,15 inç yağmur aldığını ancak kısa süre içerisinde en az 2,4 inç yağmur yağdığını söyledi.

Perşembe günü başlayan ve hafta sonu boyunca etkisini sürdüren fırtına sonucunda Yukarı Mısır‘daki Qena kentinde bir cami yıkıldı. İnsanlar fırtınaya “ejderha fırtınası” ismini verdi.  Hava durumu sebebiyle okullar, işletmelerin ve devlet daireleri kapatıldı.

Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2020-03-14 11:06:16Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com

Ülke genelinde acil durum

Hali hazırda ülke genelinde yayılmakta olan koronavirüs yüzünden zor zamanlar yaşayan ülke, yaşanan beklenmedik ve aşırı hava olayları yüzünden ülke genelinde acil durum ilan etti. Ülke genelinde şu ana kadar 166 koronavirüs vakası açıkladı. 4 kişi ise virüs sebebiyle hayatını kaybetti.

İklim krizi aşırı hava olaylarını artırıyor

İklim uzmanlarıysa aşırı hava durumları ve rekor sıcaklıkların insan eylemleriyle belirgin bir şekilde bağlantısı olduğu konusunda uyarıyor.  Havadaki karbondioksit yoğunluğunun artışına bağlı olarak gözlemlenen sıcaklık değişimleri dünya genelindeki yağış rejimlerini etkiliyor.

 

Çekirge sürüleri ve değişen iklim koşulları

Çöl çekirgelerinin iki yaşam düzeni var. Bu hayvanlar normalde az su bulunan ortamlarda yaşadıklarından birbirlerinden uzak, bireysel yaşamlar sürdürüyorlar. Ancak su miktarı artacak olursa bu çekirgeler de bir faz dönüşümü geçirerek sürü halinde dolaşan ve hızla üreyen canlılar haline dönüşüyorlar. Tam bu dönüşümü geçirdikleri sırada müdahale edilecek olursa yayılmaları önlenebiliyor. Ama sürü haline geldikten sonra yayılmalarının önlenmesi hayli zor.

Çekirge sürülerinin yayılmasının önlenmesi için başlıca iki yöntem kullanılıyor. Bunların ilki kolayca tahmin edebileceğiniz üzere kimyasal mücadele. Kimyasal mücadelede genellikle chlorpyrifos denen haşere ilacı kullanılıyor. Bu ilacın en önemli avantajları stoklarda bolca bulunması veya hızlıca üretilebilmesi. Yani bir yayılma başladığında bu ilacı hızla kullanarak yayılmayı engellemek mümkün. Ancak bu ilaç da bildiğiniz gibi, çekirge veya başka bir böcek ayrımı yapmadan canlıları öldürüyor, hatta insanlar için bile zararlı. Bu nedenle de ayırım göstermeden her yerde kullanılmasına imkan yok çünkü eninde sonunda doğaya ve insanlara büyük zarar verme kapasitesi var.

Çekirge sürülerinin yayılmasını engellemekte kullanılan ikinci yöntem ise doğrudan çöl çekirgelerine zarar veren başka bir canlıyı kullanmak. Metarhizium anisopliae mantarı bu çekirgelerin içinde büyüyor ve ölmelerine neden oluyor. Başka canlılar da bundan zarar görmüyorlar. Bu yöntem çok daha faydalı gibi görünse de iki önemli sorun içeriyor. Metarhizium anisopliae bir tarım ilacı olmadığından stoklarda bulunmuyor ve üretilmesi gerektiğinden de müdahale gecikebiliyor.Ayrıca bir böcek ilacı gibi püskürtülmesinin ardından hemen öldürmediği için de çiftçiler tarafından çok sevilmiyor.

Mücadelenin maliyeti yüksek

Yalnız bu iki çözümün arkasında da paranın durması gerekiyor. Ne böcek ilaçlarını ne de mantarları bedavaya alabilmek mümkün. Çekirge sürülerinin bela olduğu bölgelerin önemli bir kısmını da maddi kaynakları kısıtlı ülkeler oluşturuyor. Böcek ilaçlarını da mantarları da stoklayarak gerektiğinde acilen kullanabilmeleri mümkün değil. Bu nedenle de çekirge sürüleri büyük sorun yaratmaya devam ediyor.

Maddi imkansızlıkların ötesinde politik istikrarsızlık da acil önlem alınmasını engelleyen bir diğer öge. Arap Yarımadası’nın güneyi ve Afrika’nın doğusu bugün için çoğu uluslararası yardım kuruluşlarının bile giremediği noktalar. Bu bölgede açlıktan ölen insanlara bile yardım götürülemezken üreyen çekirgelere müdahale edilmesini beklemek fazlasıyla iyimserlik olabiliyor.

İklim değişikliği her yerde karşımıza çıkıyor

Tüm bu sorunların üzerine bir de iklim değişikliği eklendiğinde çekirge sürüleri gerçek bir felaket halini alıyor. Şu an için ülkemiz açısından bir tehlike arz etmiyorlar. Bunun en önemli sebebi de ülkemizin çekirgelerin keyfi açısından bakıldığında fazla serin olması. Ama yaz boyunca artacak olan sıcaklıklar çekirgeleri de bize doğru hareketlendirebilir. Dolayısıyla bizim de bu açıdan hazırlıklı olmamızda fayda var.

Günümüzde iklim değişikliğini herhangi başka bir konudan ayırmak hayli zorlaştı. Çekirge sürüleri de buna bir istisna değil. Çekirge sürüleri iklim değişikliğinden önce de vardı, muhtemelen biz gittikten sonra da var olmaya devam edecek. Belirttiğim gibi, çekirge sürülerinin varlığı iklim değişikliğine bağlı değil ama bu iklim değişikliğinden etkilenmiyor anlamına da gelmiyor. Açıklayalım:

2018 yazının başında Mekunu Siklonu Arap Yarımadası’nı vurdu. Bu siklon Umman ve Yemen’de normalde çöl olan bölgelerde küçük gölcükler oluşmasına neden oldu. Bu gölcüklerin etrafında hızla büyüyen bitkiler de çöl çekirgelerinin sayısının hızla artmasına ve sürü seviyesine gelmesine yardımcı oldu. Bunun ardından ekim ayında gelen Luban Siklonu kış koşullarında ölüp gitmesi beklenen bu sürünün beslenerek güçlenmesine neden oldu. Ilıman geçen 2018 kışı ise sürünün 8000 kat büyümesiyle sonuçlandı. Sürü 2019 yazında Doğu Afrika’ya doğru hareketlendi. Normalde kurak olmasına alıştığımız bu bölge de 2019 baharı ve yazında aşırı yağışlıydı. Avustralya’nın kurumasına ve yanmasına imkan tanıyan Hint Okyanusu Dipolü’nün pozitif fazında olması Doğu Afrika’nın da normalden fazla yağış almasına neden oldu. Doğu Afrika 2019 yılında tam sekiz siklonun hedefi oldu ve normalden %300 daha fazla yağış aldı. Bundan dolayı da bitkiler aşırı büyüdüler ve bugün ortaya çıkmış olan çekirge felaketine de besin sağladılar.

Basitçe bu felaketi anlatmak gerekirse, her çekirge günde 2 gram besin alıyor. Bu göze fazla görünmeyebilir ama bu sürüde 20 milyardan fazla çekirge var. Bunlar birlikte 3.5 milyon insanın bir günde yiyebileceği kadar besini tüketiyorlar. Bu da zaten kıtlıkla baş etmeye çalışan bölge insanları açısından önemli bir felaket anlamına geliyor.

Peki, iklim değişikliği gelecekte çekirge sürülerini etkileyecek mi? Büyük olasılıkla evet. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Hint Okyanusu Dipolü pozitif fazında olduğunda Avustralya normalden daha az, Afrika’nın doğusu da normalden daha fazla yağış alıyor. Nasıl Avustralya’da görülmekte olan yangınların orta ve uzun vadede artması bekleniyorsa, Arap Yarımadası ve Afrika’nın doğusundaki yağışların da benzer şekilde artması bekleniyor. Bunun nedeni de Hint Okyanusu Dipolü’nün iklim değişikliğinin etkisiyle daha fazla pozitif fazda kalması.

 

20.yüzyılın başlarında her 30 yıllık dönemde Hint Okyanusu Dipolü’nün ortalama 4 kez pozitif fazda olduğu görülürken son 30 yıllık dönemde Dipol 10 kez pozitif fazda bulunmuş. Geleceğe dair öngörüler de iklim değişikliği 1.5oC ile sınırlanmayacak olursa Hint Okyanusu Dipolü’nün çoğunlukla pozitif fazda olacağını ve hatta sıcaklıklar daha da artacak olursa bu pozitif fazın kalıcı bile olabileceğini söylüyor.

 

Hindistan’da virüs önlemi: İnek idrarı

Hindistan’da 200 kişilik bir grup koronavirüsten korunma sağlayacağına inandıkları için inek idrarı içme partisi düzenledi.  Çoğu Hindu ineklerin kutsal olduğunu düşünüyor ve kanser ve çeşitli hastalıklarda tedavi edici özellikleri bulunduğuna inandıkları için inek idrarını içiyor.

Uzmanlar ise inek idrarının kanser gibi hastalıkları tedavi etmediğini ve koronavirüsten koruyabileceğine dair de herhangi bir kanıtın bulunmadığını ısrarla belirtiyor.

200 kişilik idrar partisi

Independent Türkçe’de yer alan habere göre Akhil Bharat Hindu Mahasabha (Tüm Hindistan Hindular Birliği) isimli topluluğun, ülkenin başkentindeki genel merkezinde gerçekleşen “partiye” 200 kişi katıldı.  Partinin organizatörleri Hindistan’ın farklı yerlerinde benzer etkinliklere ev sahipliği yapmak istediklerini ifade etti.

Tüm Hindistan Hindular Birliği’nin başkanı Chakrapani Maharaj, inek idrarıyla dolu bir kaşığı Koronavirüs karikatüründeki yüze doğru uzatarak fotoğrafçılara poz verdi.

‘İngiliz ilaçlarını tüketmeye ihtiyaç duymuyoruz’

Parti katılımcılarından Om Prakaş “Biz 21 yıldır inek idrarı içiyoruz, inek gübresinde de banyo yapıyoruz. İngiliz ilaçlarını tüketmeye hiçbir zaman ihtiyaç duymadık” dedi.

Başbakan Narendra Modi’nin Hindu milliyetçisi partisinden liderler, inek idrarının ilaç ve kansere çare olarak kullanılmasını savunuyor.

 

Koronavirüsü kendimizi izole edeceğimiz bir geleceğin önizlemesi

Yazan:Will Oremus

Yeşil Gazete için çeviren: Hande Yetkin

Haftanın her günü sabah 8.45’te dört yaşındaki oğlumu kreşe bırakıyor, ona sarılarak vedalaşıyor ve eve dönüyorum. Bu genellikle evden ayrılmak durumunda kaldığım son an oluyor ve sonrasında 17.15’te oğlum ve eşim eve dönene kadarki süreçte odayı başka bir insanla paylaşmıyorum.

Bu durum hayatımı kısmen yalnız geçirdiğim anlamına gelmiyor. Çalışma arkadaşlarımla Slack (1) üzerinden, arkadaş ve akrabalarımla mesajlaşarak, yüz yüze tanışıklığım olmayanlarla ise Twitter’dan oldukça ilginç ve memnun kaldığım etkileşimler kuruyorum (Pekala kabul ediyorum, hepsinden memnun olduğum söylenemez.). Google Meet (2) ve Zoom (3) platformlarını kullanarak konferans görüşmeleri de yapıyorum ve bütün bunları Delaware isimli küçük bir öğrenci şehrinden sürdürebiliyorum. Eşim ve ben daha önce New York’ta. mezunlara tahsis edilen bir yatak odalı bir öğrenci evinde yaşıyorduk; şimdiyse Delaware’de kendimize ait, kirasını ödeyebildiğimiz bir evde oturuyoruz.

Dışarı çıkıp bir yerlere gitmemek özellikle salgının yayıldığı bu dönemde bir avantaja dönüştü. Büyük şehirlerdeki yaşayan sanal arkadaşlarım metrodaki hapşırıklardan korkup ve adeta Macbeth coşkusuyla ellerini ovuştururken; ben evimde, ilaç dolabında tozlanan bir şişe el dezenfektanıyla özgürce turluyorum. Ara sıra sebepsizce yüzüme dokunuyorum.

Şimdiye kadarki tüm kontrol girişimlerini atlatmayı başaran koronavirüs karşısında benim bu kapalı yaşam stilim, milyonlarca insan için hayatlarında ilk defa maruz kaldıkları bir deneyim; teknoloji şirketleri çalışanlarını evden çalışmaya teşvik ediyor, okullar ve üniversiteler çevrimiçi eğitime geçiyor, konferanslar iptal ediliyor, spor müsabakalarıysa boş stadlarda gerçekleştiriliyor.

Bu süreç adeta kendimizi gönüllü olarak izole edeceğimiz, dış dünyayla yalnızca ekranların arkasından etkileşime geçeceğimiz geleceğe yönelik bir kıyafet provası gibi hissettiriyor.”

Senaryo her ne kadar iç karartıcı görünse de avantajları bir hayli fazla. Toplumun büyük bir kesimi ofise gitmeyi bırakıp evden çalışmaya başladığında devreye girecek çalışma saatlerini, konut fiyatlarındaki değişimi, çatışmaları ve sera gazı emisyonlarını düşünün bir! Ayrıca, engellerinden ötürü etrafta dolaşmakta zorluk çeken insanlar üzerinde nasıl güçlendirici bir etkisi olacağını da es geçmeyin.

Bu süreç adeta kendimizi gönüllü olarak izole edeceğimiz, dış dünyayla yalnızca ekranların arkasından etkileşime geçeceğimiz geleceğe yönelik bir kıyafet provası gibi hissettiriyor.

Fakat bu herkesin ortak olabileceği tarzda bir senaryo değil; dolayısıyla her ne kadar bizim hoşumuza gidiyor olsa da geleceği geri dönüşü imkansız bir noktaya doğru evirmeden önce herkesin fikrini almaya değer.

Dönüşüm yavaş ve zigzaglı oldu

Covid-19’dan önce insanlar sağlığı değil konforu baz alarak uzaktan çalışma fikrine sıcak bakıyorlardı. Uzaktan çalışma üzerine yapılan bazı araştırmalar, birtakım sektörler için iş yükünü hafifletip ofis içinde meydana gelebilecek dikkat dağınıklığı durumunu ortadan kaldıracak olmasından dolayı, bu şekilde çalışmanın bireysel üretkenliği artırabileceğini öneriyor. Fast Company (4) 2014 yılında 2020’ye gelindiğinde nüfusun yarısının uzaktan çalışıyor olup olmayacağını sorguladı.

Çok hızlı bir dönüşüm gerçekleşmedi. Amerika Birleşik Devletleri İşçi İstatistikleri Bürosu’nun 2019 raporuna göre, Birleşik Devletler’deki işçilerin %30’undan azı zaman zaman da olsa evden çalışabildi, yani aslında yalnızca dört kişiden biri bu sistemi deneyimleyebildi. 2017’de sunulan Gallup anketinin sonuçları %43’le daha yüksek bir oranı işaret ediyordu. Her iki çalışmada da büyük olasılıkla tamamen evden çalışabilen kişi sayısı çok daha azdı.

Sistem, Yahoo’nun eski CEO’su Marissa Mayer’in 2013’te evden çalışmaya yasaklamasıyla birlikte on yılın ortasında bir yavaşlama gösterdi. Aetna, Best Buy ve IBM gibi şirketler de takip eden yıllarda uzaktan çalışmanın takım çalışmasını olumsuz etkilediğini öne süren bir raporu baz alarak benzer bir kısıtlamaya gittiler.

Ancak geçtiğimiz birkaç sene içinde dengeler değişti. Slack ve Zoom gibi ofis içi iletişim odaklı yazılımlar, suları durultarak konferans toplantılarını çevrimiçi ortama taşıdılar. Asana, Jira, Salesforce, Netsuite, G Suite ve Office 365 gibi girişimler de aynı ofis veya ülkeyi paylaşma koşulunu göz ardı etmeye yöneldiler. Kurumsal VPN’ler aracılığıyla şirket güvenlik duvarlarının sınırları, uzaktan aygıtlara doğru olacak şekilde esnetildi.

Çalışma arkadaşlarım zaten yan yana otursalar dahi çoğunlukla Slack üzerinden iletişime geçiyorlar.”

Bu tip platformlar büyük şehirlerdeki astronomik konaklama masrafları ile birlikte düşünüldüklerinde uzaktan çalışmanın yeniden moda olmasını sağlıyorlar. 2019’un Mayıs ayında San Francisco merkezli çevrimiçi ödeme şirketi Stripe, beşinci mühendis ekibi için 100 yeni mühendis işe alacağını duyurdu; fakat yeni çalışanlar ofiste değil tamamen uzaktan çalışmak üzere görevlendirilecekti.

Son zamanlarda çalıştığım şirketin ofislerini ziyaret etmek durumunda kaldığımda küçük bir diyalog kurabilmeyi bile aslında ne kadar çok özlediğimi fark ediyorum. Çalışma arkadaşlarım yan yana otursalar dahi çoğunlukla Slack üzerinden iletişime geçiyorlar.

Şimdilerdeyse korona virüs tehdidinden dolayı ülke genelindeki ofisler ve diğer toplu alanlarda sosyal uzaklaşmayı öngören telekomünikasyon modası yükselişe geçti. Çin, Japonya, İtalya ve Güney Kore’nin kırsallarında çalışanlar çoktan evden çalışmaya başladılar bile. Amerika Birleşik Devletleri‘nin büyük şehirlerinde de aynı uygulama yürürlüğe girmeye başladı; hatta virüsün tüm eyaletlerde yayılmaya başlamasıyla beraber küçük şehirler de bu trendi takip etme yoluna gidiyorlar.

Herşey ‘normale’ dönmeyecek gibi…

Tabii dönüşüm yalnızca çalışma hayatını etkilemiyor. Yaşlılar ve hastalar seyahat etmekten ve kalabalıklardan uzak durmaya teşvik ediliyorlar. Üniversiteler öğrencilerine bahar tatilinden sonra kampüse dönmemelerini söylüyor. Kaliforniya’da, Silikon Vadisi’nin bulunduğu Santa Clara bölgesinde binden fazla kişi içeren toplulukların bir araya gelmesi yasaklandı.

Tehlike atlatıldıktan sonra her şeyin normale döneceği fikri makul görünüyor olabilir, ancak gidişat öyle seyretmeyecek gibi görünüyor. İşverenler ve çalışanlar her gün ofislerde bir arada çalışmaktan çok daha verimli bir rutine girdiklerini bir kez fark ettikten sonra bu döngüyü sürdürmek isteyeceklerdir.

Aynı durum diğer toplu ortamları da benzer biçimde etkileyecek. Stratechery bülteninden Ben Thompson isimli bir analiz uzmanı, bu sene büyük teknoloji şirketlerinden en az birkaçının yıllık bahar etkinliklerini çevrimiçi gerçekleştireceğini öngörmekte. Bunun yanı sıra Apple, Google, Facebook ve Microsoft tamamen çevrimiçi sisteme bile geçebilir. Ayrıca market alışverişlerini ve ihtiyaçlarını çevrimiçi olarak karşılamaya başlayanlar, yemeklerini Seamless ve Doordash gibi platformlar üzerinden sipariş edenler bu sistemi içselleştirebilirler.

Nedeni şu: Gelir durumu ve maaşı uygun olanlar için evde oturmak pek çok bakımdan daha avantajlı. Kendi şahsi örneğime dönecek olursak, bunun en iyi seçenek olduğunu bildiğimden, artık daha pahalı bir şehirde yaşamak zorunda hissetmiyorum. Yalnızca işe gidip gelmeyerek harcadığım günlük bir saatten tasarruf etmekle kalmıyor, aynı zamanda eşimle paylaştığım ucuz ve eski bir arabaya da sahip olabiliyorum -ki onu da eşimin işi eve yürüme mesafesinde olduğundan dolayı pek sık kullanmıyoruz. Evde tamamlanması gereken bir iş olması durumunda da bir iş takvimi oluşturmak ben sürekli evde olduğum için çocuk oyuncağı oluyor.

Telekomünikasyon gerek üşengeçlik gerekse seçimli olarak çalışanlar için varsayılan bir araç olarak yükselebilir.”

‘Zaten karantinada yaşıyorsunuz’

Bazı dezavantajlar -en azından teoride- aşılabilir. Artık çalışmamın zorunlu bir parçası olarak günde iki mil yürümek zorunda değilim; ancak günün istediğim saatinde terli veya darmadağın döneceğim diye endişelenmeden koşuya çıkmak üzere evden ayrılabilirim. (Yani koşuya çıktığımdan değil tabii, ama koşabilirdim de.) Normalde çalışma arkadaşlarımla spontane bir şekilde öğle yemeği veya kahve arasına çıkamam; fakat artık eşimle veya şimdilerde uzaktan çalışan komşumla aşağı caddede bunu yapabilirim. Hatta gerektiği durumlarda birer kahve eşliğinde, yirmi dakika kadar iş arkadaşlarımla görüntülü olarak uzaktan kahve içmeye bile başladık.

Ekranların arkasından ilerleyen, gönüllü olarak izole olunan bir yaşam biçimine geçiş süreci bazılarımız için çok daha kolay olabilir. Tıpkı Amazon (5) ile Instacart’ın (6) Walmart veya Safeway’e alternatif oluşturması, FaceTime’ın akraba ziyaretlerini yeni bir kapı aralaması ve “Netflix and chill” kültürünün dışarıda buluşulan randevuların yerini alması gibi; telekomünikasyon da gerek üşengeçlik gerekse seçimli olarak çalışanlar için varsayılan bir araç olarak yükselmeye başlayabilir. Ian Bogost tarafından kaleme alınan ve Atlantic’te (7) yayımlanan bir makalenin başlığındaki gibi, belki biraz iddialı olacak ama: “Zaten karantinada yaşıyorsunuz.”

Beyaz yakalı çalışanlar kendilerini izole edebilirler; çünkü talepleri doğrultusunda sipariş ettikleri ürünleri getirmek başkalarının işidir.”

Bu iddianın cüretkar olan tarafı “siz” sözcüğü. Bogost’un başlığı benim için, onun için veya New York Times gazetesindeki teknoloji ve kişisellik temalı editoryel yazılarını Montana’daki evinden hazırlayan Charlie Warzel için geçerli olabilir. Ancak Bogost’un da sonradan dile getirdiği üzere, Warzel evden çalışma tarzının birçok yönden ayrıcalık getireceğini ve nüfusun farklı kesimleri için geçerli olduğunu iddia etmek konusunda fazla aceleci davranmış olabilir.

‘Sanallaştırılamayan’ mavi yakalılar ne olacak?

Beyaz yakalı çalışanlar kendilerini izole edebilirler; çünkü talepleri doğrultusunda sipariş ettikleri ürünleri getirmek başkalarının işidir. Dizüstü bilgisayarlarındaki değerli parçalar başkaları tarafından bir araya getirildiği ve oturdukları binalardaki fiber-optik kabloları kendileri bağlamadıkları için pek tabii Zoom ve Slack gibi platformların tadını çıkarabilirler. Koronavirüs bu ayrışmalar arasında daha da güçlenerek görünür hale geliyor. OneZero’dan arkadaşım Sarah Emerson, Amazon’un işçilerini enfeksiyona karşı evden çalışmaya teşvik ederken; öte yandan sözleşmeli teslimat yapan sürücülerine hasta hissetmeleri durumunda ücret ödemeden evlerinde kalmaları talimatı veriyor.

Teslimattan sorumlu işçiler korona virüs karşısında en savunmasız durumda olsalar da genellikle hastalık izni veya para yardımı yapılan sağlık hizmetlerinden mahrumlar. Günümüzde Amerikalıların büyük çoğunluğu sağlık hizmetleri, perakende, konuk hizmetleri ve imalat sektörlerinde istihdam ediliyor; dolayısıyla teslimat işinde çalışanlarla birlikte sanallaştırılamayan meslek gruplarına örnek teşkil ediyorlar. Bu sektörlere yapılan ödemeler de diğerler meslek gruplarına kıyasla daha az.

Mikrop geçme olasılığını azaltacak yollar elbette mevcut, fakat bunları oturma odası kanepenizden yapmak yine de imkansız; ayrıca alınacak önlemler de son derece insanlık dışı hissettirecek şekilde. Örneğin yemek şirketleri siparişleri kapıya bırakma seçeneğini öneriyorlar, böylece teslim eden ve alan arasındaki etkileşim ortadan kalkmış oluyor. Güney Kore’de koruyucu giysilerle hizmet veren sağlık çalışanları araçlara koronavirüs testi servis etmeye başladılar. Çin’deki okullarda iptal edilen dersler çevrimiçi uygulamalar aracılığıyla konferans üzerinden yapılıyor ve ödevlendirmeler de bu kanaldan gerçekleşiyor. Ne var ki tüm bunlar koronavirüs tehdidi yatıştığında sürdürülebilecek çözümler değil.

Bu durumda belki de çalışma sistemindeki değişimin geleceğinin yanı sıra ofis binalarının geleceğini düşünmek de mühim olabilir. Söz konusu binalarda çalışanlar günlerini birbirleriyle yan yana, fiziksel yakınlık kurarak ve ekranlara bakarak geçiriyor. Toplumsal dönüşüm hususunda binaların yerini evlere bırakması büyük bir dönüm noktası olma potansiyeli barındırıyor, bu tarz bir yenilik işlerin güzergah ve nakliyat motiflerine de etki edebilir.

Dahası, insanlardan ibaret bir dünyada yaşamak, el sıkışmak, aynı havayı paylaşmak artık yaşam için zorunlu birer aktivite olmaktan çıkabilir ve bazıları için dışında kalmayı seçebilecekleri birer kapsama alanı haline gelebilir.

Koronavirüs karşısında evden çalışılabilecek bir işe sahip olmanın bir nimet olduğunu düşünmemize rağmen şu soru sorulmaya değer: Bu, bazı yönleriyle bir lanet olabilir mi?”

Evden çalışmanın iyi veya kötü bir şey olması genellikle bireysel bir seçim olarak kabul edilir. Virüsten dolayı karantina altına alınanlar içinse bu tabii ki seçimli bir karar değildir. Sorun şu ki, karantinalar sona erse dahi seçimlilik, normlar, beklentiler ve gereklilik arasındaki sınırlar muğlak kalmaya devam edecek.

Uzaktan çalışmayı seçen insan sayısı arttıkça daha az kişi ofise gelecek, böylece ofislere daha az alan tahsis edilecek. Halihazırda birçok teknoloji şirketi, çalışanların bir kısmının her gün uzaktan çalışma ihtimalini gözeterek daha az masa barındıran ofis tasarımlarına yönelmekte.

Korona virüs bir kere şirketleri ve çalışanları ofis ortamının yokluğunda çalışmanın yollarını aramak zorunda bıraktıktan sonra, binaların varlığı ihtiyaç halinde yok edilmeye müsait lüks birer opsiyon haline gelecek. Şirketler ofis binalarının mevcut olmaması halinde ne kadar fazla iş seyahati yapabileceklerinin farkına vardıklarında bu alana ayırdıkları bütçeyi de kısmaya yönelecekler.

‘Bir daha eskisi gibi olmayacağız’

Twitter’ın kurucusunun BuzzFeed’e verdiği demeçte söylediği gibi, koronavirüsten sonra bir daha eskisi gibi olmayacağız: “Uzaktan çalışmaya istekli olanlar bu şekilde gerçekten daha verimli olduklarını keşfedecekler. Bu şekilde çalışanları kontrol edemeyeceklerini düşünen yöneticiler farklı bir perspektif kazanacaklar. Bir daha eskisi gibi olmayacağımıza inanıyorum.”

Ofisin varsayılan bir ortam olduğu bir dünya bağlamında Stripe’ın tamamı uzaktan çalışacak yüz yeni mühendis alma kararı son derece öngörülü bir hareket. Peki ya bu da varsayılan bir düzen haline dönüştüğünde ne olacak? Birini işe almanın onlara kanlı canlı bir alan önermek anlamına gelmediği zaman ne yapacağız? Her evin bir yatak odasının çalışma odasına dönüştürüldüğü, bir sonraki ev sahiplerinin birden fazla çalışma odasına ihtiyaç duyduğu zamanlarda bizi neler bekliyor?

İş yerlerinin en azından kısmi olarak dağıtılmasının birçok avantajı var. Normalleştirildiği takdirde evden çalışmak çok daha basit bir sistem olacaktır. Bu sayede yöneticiler hangi nerede yaşadıkları önem arz etmeksizin en iyi çalışanlara sahip olabilir, çeşitlilik skalasının daha geniş olduğu ekipler kurabilir ve bunaltıcı bir ekonomik döngünün egemen olduğu böyle bir çağda küçük kentleri yeniden canlandırabilirler.

Dezavantajlı yönleri ise daha belli belirsiz; fakat her halükarda üzerinde düşünülmeye değer; ayrıca çalışma saatlerinde çamaşır yıkamayı isteyip istememe ikileminden daha ağırlar. Şirketler dünyanın her yerinden iş alımı yapabilecek konuma eriştiklerinde yerel topluluklarla etkileşimleri zayıflayacak. Örneğin, JPMorgan Chase isimli firmanın Wilmington’da yerel bir ağı mevcut ve bölgenin geniş bir kesiminin işvereni olarak biliniyor. Wilmington civarında yaşıyorsanız ve uygun yetenekler sizde mevcutsa, kariyerinize bu firmada başlamak için şansınız oldukça yüksek; ancak eğer Chase uzaktan çalışan alma stratejisini benimserse, bir anda dünya çapındaki tüm potansiyellere karşı mücadele etmeniz gerekecektir.

Chase için muhtemelen böyle bir seçim sistemi muhteşem olurdu; çalışanlar içinse yoğun baskı, rekabet ve yorgunluk ortamının baş göstermesine bağlı olarak büyük olasılıkla daha az harika olurdu. Zaten belalı bir şehir olarak Wilmington için de daha az harika bir senaryo söz konusu olurdu. Chase böyle bir durumda çocuk müzesine veya yerel sergi merkezine sponsor olmaya devam eder miydi? Yahut sicili parlak olmayanlar için ikinci şans teşkil eden işe alım programını sürdürmeye yine de gönüllü olur muydu?

Evde oturan insan sayısının artması toplumsal çatlakların daha da derinleşmesiyle de sonuçlanabilir. Kentli çalışanlar artık farklı kesimlerden gelen insanlarla omuz omuza metrolara binmek zorunda kalmayacak, aynı şekilde dar gelirlilerin yaşadığı bölgelere aynı yollardan yürümeyecekler. Peki yine de ulaşım altyapısına veya ihtiyacı olanlar için sosyal hizmetlerin geliştirilmesi adına oy kullanmaya devam edecekler mi? Çevrimiçi çalışan kişi sayısı arttığında onca perakende, restoran ve hizmet odaklı meslek gruplarının hali ne olacak?

İdeal olan, bodoslama iş düzeninin geleceğine kafa yormak yerine, öncesinde tüm bu olası yan etkiler üzerine kolektif olarak düşünüp olumsuzlukları azaltacak planlara odaklanmak. Koronavirüsün işlevi bu noktada söz konusu süreci kısaltıcı yönde oluyor. Pazar mantığı, zaruri olmaktan çıkmalarını takiben ofis alanlarının birer opsiyon olarak bile uzun süre tutunamayacaklarını öngörüyor. Sosyal mesafelenme olgusunun aciliyetten öte bir toplumsal bir durum olarak kendini gösterdiği noktada, temastan ziyade sanal bir gerçekliğe dönüşen yolda çok daha ileride olacağız.

***

(1) Bulut tabanlı bir ekip işbirliği uygulaması, indirilebilir bir yazılım türü.

(2) Görüntülü toplantılar gerçekleştirilebilen bir çevrimiçi platform.

(3) Bulut bilişim kullanarak özel yazılımlarıyla uzaktan konuşmalı ve görsel konferans hizmetleri sunan bir şirkettir.

(4) Aylık Amerikan iş dergisi.

(5) Çevrimiçi alışveriş platformu.

(6) Çevrimiçi alışveriş platformu.

(7) Amerika Birleşik Devletleri merkezli kültür temalı bir dergi.

Makalenin İngilizce Orijinali

Korona krizinin dünya ekonomisine maliyeti 347 milyar doları bulabilir

Asya Kalkma Bankası, tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüsün (kovid-19) dünya ekonomisine maliyetine ilişkin bir rapor hazırladı. Rapora göre virüsün 6 ay sürmesi durumunda ekonomiye maliyetinin 346,9 milyar dolara ulaşması bekleniyor.

AA’nın haberine göre banka kovid-19’un küresel ekonomiye etkisine ilişkin salgının sona erme süresine bağlı olarak üç farklı senaryo belirledi. Bu senaryolarda ise salgının 6 Mart tarihinden itibaren 2 ay sürmesi, 3 ay sürmesi ve 6 ay sürmesi ihtimalleri masaya yatırıldı.

3 farklı senaryo

En iyi senaryoya göre, küresel GSYH’nin yüzde 0,08’lik azalma ile 76,6 milyar dolarlık kayba uğrayacağı tahmin ediliyor. Çin’in GSYH’sinin ise yüzde 0,32’lik düşüş ile 43,9 milyar dolar kaybetmesi bekleniyor.

Ilımlı senaryoya göre, küresel GSYH’nin yüzde 0,18’lik küçülme ile 155,9 milyar dolarlık, Çin’in de yüzde 0,75’lik küçülme ile 103,05 milyar dolarlık kayba uğraması öngörülüyor.

En kötü senaryoya göre ise küresel GSYH’nin yüzde 0,40 azalma ile 346,9 milyar dolarlık kayba uğraması bekleniyor. Çin’in de yüzde 1,74’lük küçülme ile 236,79 milyar dolarlık kayba uğrayacağı tahmin ediliyor.

Çin’e maliyeti küreselin üçte ikisi

Her üç senaryoda da Çin’e maliyeti, oluşacak küresel maliyetin üçte ikisine karşılık geliyor. Salgının küresel ekonomi üzerindeki etkisi, Çin dışındaki ekonomilere ise eşit oranda pay edildi.

Rapora göre, salgın nedeniyle Asya Kalkınma Bankası’na üye gelişmekte olan ülkelerin çoğunun turizm talebinde önemli bir düşüş olacak. Çin için turizm gelirlerindeki düşüşün önemine yer verilen raporda, bu kaybın en iyi senaryoya göre Çin’in GSYH’sinin yüzde 3’üne, en kötü senaryoya göre de yüzde 9’una denk gelebileceği aktarıldı.

Turizmde yüzde 50 ile 90 arası düşüş

Turizm sektörünün büyük önem taşıdığı Kamboçya, Maldivler ve Tayland gibi diğer ekonomilerin de turizm gelirlerinde salgın nedeniyle önemli bir düşüş olması bekleniyor.

Gelişmekte olan Asya ekonomilerinin çoğunda turist gelişlerinin şubat ayında önceki yıla göre yüzde 50-90 düştüğü belirtilen rapora göre, Asya Kalkınma Bankası analistlerinin turizm gelirleri ile ilgili tahminlerine de yer verildi. Analistlerin tahminlerine göre, Çin’in turizm gelirlerinde 15-35 milyar dolar, gelişmekte olan Asya’nın geri kalanı için de 19-45 milyar dolar kayıp olması öngörülüyor.

ABD’liler virüse karşı silaha sarıldı

Koronavirüs ABD’de hızla yayılırken, insanlar da silah mağazaları önünde uzun kuyruklar oluşturmaya başladı. Kaliforniya, New York ve Washington gibi şu ana kadar virüsten en çok etkilenen eyaletlerde silah satışı özellikle arttı.

Los Angeles Times’ın haberine göre silah alıcıları hem toplumun durumu hakkında endişeli oldukları için hem de hükümetin ulusal acil durum sırasında silah alımlarını sınırlama ihtimalinden dolayı bu kuyruklara giriyor.

Birkaç hafta önce de virüsün Çin’de ortaya çıkmasından dolayı toplumda yükselen Asya karşıtlığından kaygı duyan Asyalı Amerikalıların silah satın almaya başladığı belirtilmişti.

Satışlarda yüzde 11 artış

Ancak, çeşitli raporlara göre, mühimmat depolamak için sakinlerinin sıraya girdiği tek eyaletler koronavirüsün yaygın görüldüğü yerler değil.  Oklahoma, Alabama, Wisconsin ve Delaware‘in satışlarında ve yüksek talepte artış olduğu görülüyor. USA Today’in bildirdiğine göre, Ammo.com 23 Şubat ve 4 Mart tarihleri ​​arasında satışlarda yüzde 11 artış kaydetti.

Pazarlama yöneticisi Alex Horsman, “İnsanların çoğunlukla politik olaylar veya ekonomik istikrarsızlık neticesinde kendi haklarının ihlal edildiğini düşünmelerinin cephane satışlarını etkilediğini biliyoruz. Ancak ilk defa satışlarda böyle bir artış yaşanmasının sebebi bir virüs” dedi.

Silah kontrol savunucuları ise ülke çapında birçok okulun kapatılması sebebiyle çocukların ve gençlerin silah bulundurulan evlerde güvende olmayacakları konusunda uyarıda bulundu.

Her gün sekiz çocuk ve genç ölüyor

Silah şiddetini önlemeyi amaçlayan Brady Kampanyası başkanı Kris Brown The Hill’e yaptığı açıklamada “Geçmişteki belirsiz veya endişe verici güncel olaylara yanıt olarak ateşli silah alımlarında artışlar gördük. Biliyoruz ki evde silah bulundurulması insanları daha güvende hissettiriyor. Maalesef doğru olan bunun tam tersi” dedi.

Güvenli olmayan depolama yöntemlerinin ev içinde “Aile Ateşi” dedikleri kasıtsız ölümlere yol açtığını söyleyen Brown, her gün yaklaşık sekiz çocuk ve gencin bu sebeple öldüğünü hatırlattı.

Vaka sayısı 4 bin 736’ya yükseldi

Worldometers tarafından paylaşılan verilere göre ABD’de bugüne kadar toplamda 4 bin 736 kovid-19 vakası görüldü. Bu vakalardan 93 tanesi ise ölüm ile sonuçlandı. 12 kişinin ise durumunun kritik olduğu belirtildi.  Başkan Donald Trump, 13 Mart Cuma günü ülke genelinde ulusal acil durum ilan ettiğini duyurdu ve insanlara evden çıkmama çağrısını yaptı ancak mekanlar hala açık.