Ana Sayfa Blog Sayfa 2203

COP26 İklim Zirvesi video konferans ile yapılabilir mi?

Koronavirüs salgınının ne kadar süreceği konusundaki belirsizlik, önümüzdeki aralık ayında Glasgow’da yapılması planlanan BM İklim Zirvesi- COP26‘nın akıbeti hakkında şüphelere yol açtı. İklim değişikliği konferansı, “Birleşik Krallık’ın şimdiye kadar ev sahipliği yaptığı en büyük uluslararası zirve” olarak değerlendiriliyor ve iklim acil durumuyla mücadelede için 30.000’den fazla delege ağırlaması bekleniyor.

İngiltere hükümetinin eski baş bilim danışmanı  David King, Radio 4‘ün Bugün programına dün yaptığı açıklamada, zirvenin ertelenmesinin söz konusu olabileceğini belirterek “Yüz yüze toplantılar yapma alışkanlığından vazgeçmek gerekebileceğini” söyledi.

Ancak Enerji ve İklim İstihbarat Birimi direktörü Richard BlackThe Independente bunun “uygun olmadığını” ve uluslararası konferansta yapılan “zengin tartışmaların” verimliliğini azaltabileceğini kaydetti.

Bir “küresel iklim ittifakı”nın yaratılmasından bahseden King ise “halihazırda tüm eylemler sanal dünyada gerçekleşiyor ve oldukça iyi gidiyor” dedi ve ekledi:

“Bence online eylemle çok yol kat edilebilir; görülmesi gereken şey, zaman içinde ilerledikçe yüz yüze toplantı yapma alışkanlığımızın aşıp aşılamayacağıdır. Koronavirüs salgını geçtikten sonra hava yolculuğunu azaltıp azaltamayacağımızı görmek çok ilginç olacak. Başka bir deyişle, önümüzdeki bir, bir buçuk yıl yeni alışkanlıklar geliştirip geliştirmememiz, hava yolculuğuna olan talebini azaltacaktır.”

Ancak Black’e göre, 195 hükümeti ve 30.000 kişiyi aynı anda çevrimiçi toplamanın lojistiği, farklı zaman dilimleri, internet bağlantı hızları ve bireyler arasında birden fazla konuşma ve istişare yapılması gereği göz önüne alındığında son derece zor olacak. Black şunları söyledi:

“Herkesin, bilim insanlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve daha fazlasına danışmak için katkıda bulunma ve özel oturumlar yapma hakkına ihtiyaç duyduklarında, konferans görüşmelerine katılabilmesi mümkün değil.

COP26 zengin bir ekosistemden oluşuyor. Farklı parkurlardan gelen ve hükümetlerin politikalarını denetlemek ve zengin tartışmaları izlemek isteyen 30.000 civarında insanın tek bir yerde, bir video konferansta toplamak mümkün olamayabilir. Daha önce birkaç küçük toplantı internete taşındı, örneğin 23 ülkeyi kapsayan bir toplantı yapmıştık. Orada sadece zaman dilimleri sorunu olmakla kalmadı, aynı zamanda bir metin çıkarmak için yapılan yorum ve tartışmalar da çok daha fazla zaman aldı.

İstikrarlı internet bağlantısı olmayan gelişmekte olan ülkelerin temsilcileri de toplantıdan en iyi şekilde yararlanma konusunda sorun yaşadı. Bunu binlerce insan için organize etmeye çalıştığınızı düşünün.”

BM İklim Değişikliği (UNFCC) Sekreterliği, COP26’nın geleceği sorunuyla ilgili koronavirüs yayılmaya devam ederken “iklim değişikliği konusunda hükümetlerarası sürece sürekli desteğin” sürdürülmesini sağlayacak uzaktan çalışma ve video konferans teknolojisini araştırdığını bildirdi. Sekreteryanın kendisi Nisan ayının sonuna kadar fiziksel toplantılar yapmayacak; resmi görevler de askıya alındı.

Ayrıca, iklim acil durumunun giderilmesine yönelik bir etkinliğe katılmak için onbinlerce katılımcının dünyanın dört bir yanından uçakla gelmesinin çevresel etkileri konusunda eleştiriler de yapılıyor.

Buna rağmen Black, COP toplantılarının BM’nin karbon ayak izini mümkün olduğunca azaltma politikaları doğrultusunda, sıfır emisyon ürettiğini söylüyor. Geçtiğimiz yıl Madrid’de gerçekleştirilen COP25,  sera gazları, atık üretimi, gereksiz su ve enerji kullanımından kaçınarak ve aynı zamanda katılımcıları yerel toplu taşıma araçlarıyla seyahat etmeye teşvik ederek tamamen iklim açısından nötr olmayı taahhüt etmişti .

‘COP26’ya kadar değil, 2020’ye kadar taahhütlerinizi yerine getirin’

“Kesilemeyen şey dengelenir” diyen Black, “Örneğin, Paris Anlaşması sadece 800 Fransızın çıkaracağı emisyonu üretti” diye konuştu. BM’nin ‘İklim Nötr Şimdi’ girişimi, kuruluşlara, şirketlere ve bireylere, iklim dostu projeler tarafından üretilen BM sertifikalı “karbon kredileri” satın alarak karbon ayak izlerini dengeleme fırsatı sunuyor.

COP26’nın ertelenip ertelenmeyeceğini söylemek için henüz çok erken, ancak hem King hem de Black koronavirüs pandemisinin zirvenin yapılacağı tarihe kadar bir sorun olarak kalmaya devam ederse, konferansta bir gecikmenin göz ardı edilemeyecek bir olasılık olduğunu söylüyor.

Ancak Paris Anlaşması’ndan bu yana beş yıl geçmişken yapılacak COP26’nın önemi göz önüne alındığında Black, ülkelerin “COP26’ya kadar değil 2020 yılına kadar” vaat ettiği taahhütleri yerine getirmesi gerektiği konusunda uyarıyor.

Kavala: Bana ‘düşman ceza hukuku’ uygulanıyor

Osman Kavala 20 Şubat günü görülen Gezi Parkı davasının son duruşmasında, diğer sekiz sanıkla birlikte, yaklaşık 28 ay süren tutukluluğun ardından beraat etti. Ancak kararın mürekkebi kurumadan, cezaevinden çıkamadan hakkında yeniden gözaltı kararı uygulanarak beraat kararının gerektirdiği “tahliye” önlendi. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında sorgulandı ve ikinci kez tutuklandı. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hakkındaki “derhal serbest bırakılması” kararı “darbe girişimi soruşturması”nı da kapsayan Kavala, cezaevindeyken, üçüncü kez, bu defa “casusluk” iddiasıyla tutuklandı.

T24’den Şirin Payzın, Kavala’yla Silivri Cezaevi’nden yazılı röportaj yaptı.

‘Öngörülmeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım’

– Tutukluyken yeniden tutuklandınız, bu ne anlama geliyor?

Yasalara, nesnel hukuk kurallarının ifadesi olarak değil, insanları cezalandırmanın amacı olarak bakıldığını gösteriyor. Bir de tabii, öngörülmeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım anlamına geliyor. Durumumun ciddi bir hapis cezasına çarptırılmış mahkûmunkinden fiilen farkı kalmamış olduğunu söyleyebiliriz.

– Gezi davasında beraat ettikten sonra zaten tutuklanmıştınız. İkinci tutuklamaya neden ihtiyaç duyuldu?

Beraat kararından sonra apar topar verilen tutuklama kararı uzun süre tutuklu kalmam için yeterli değildi. İki nedenden: Bundan 2,5 yıl önce hem “Gezi olaylarını yönetmek ve finanse etmek” hem de “15 Temmuz darbe girişimine destek vermek” suçlamalarından aynı anda tutuklanmıştım. Sonra bu dosyalar ayrıldı, her iki dosyadan da tutukluluğum sürdürüldü. “15 Temmuz darbe girişimine destek” suçlaması iddianameye dönüşemediği için, yani aleyhime kullanılabilecek delil bulunamadığından, iki yılın dolmasına birkaç gün kala bu dosyadan tutukluluğum sona erdirilmişti. Yeni Yargı Reformu paketi iddianame öncesi tutuklamalara iki yıllık süre kısıtlaması getirdiği için aynı dosyadan yeniden tutuklanmam ancak birkaç gün daha cezaevinde kalmamı sağlayacaktı. İkinci mesele AİHM kararıyla ilgili. AİHM kararında ilk tutuklanmamdaki her iki suçlama incelenmiş ve bunlara dayanak gösterilen delillerin yetersiz olduğu tespiti yapılmıştı. Adalet Bakanlığı AİHM kararına geçen salı günü, son gün, itirazını yolladı. Ancak sanırım hiç kimse AİHM’in ihlal kararının değişeceğini beklemiyor. Bu nedenlerden dolayı uzun süre cezaevinde tutulabilmem için yeni bir suçlamaya, yeni bir tutuklama kararına ihtiyaç vardı. Casusluk suçlamasıyla tutuklanmam bu amaca hizmet ediyor.

– Casuslukla ilgili yeni bir soruşturma dosyası mı hazırlanmış?

Hayır, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili dosya kullanılmış, Henri Barkey ile yoğun temasta bulunduğum iddiası bu sefer casusluk suçlamasına dayanak olarak gösterilmiş.

– Büyükada toplantısı ile bir ilginiz var mı? Bu toplantı üzerinden şimdi yeni bir Gezi davası oluşturulmaya mı çalışılıyor?

Büyükada toplantısıyla, Büyükada’da düzenlenmiş olan her iki toplantıyla da ilgim yok. İnceleyebildiğim kadarıyla insan hakları savunucularıyla ilgili toplantı hakkında hazırlanmış olan iddianamede de hiçbir somut delil yok. Bu davanın da beraatlerle sonuçlanacağını düşünüyorum. Her ne kadar iddianamede yer almadıysa da bazı basın organlarında insan hakları savunucularına da casusluk suçu yöneltilmişti.

‘Casusluk, siyasi baskı için uygun bir suçlama cinsi’

– Henri Barkey ile iddia edildiği gibi görüştünüz mü, bir plan yaptınız mı?

Önceki tutuklanmamda bu iddia telefonlarımızın aynı baz istasyonunda sinyal vermiş olmasına dayandırılıyordu. Sonra, iletişim tespit kayıtlarından kendisiyle telefon görüşmemin mevcut olmadığı ortaya çıktı. Bu sefer de yüz yüze görüşmüş olduğumuz iddiasına yer verilmiş, tabii, herhangi bir kanıt olmadan. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi Barkey ile tek karşılaşmam 18 Temmuz akşamı Karaköy lokantasında tesadüfen oldu. Ayakta, ayaküstü, birkaç laf ettik. Kendisini katıldığım konferanslardan tanıyorum, ancak ortak bir çalışmamız olmamıştı. Darbe teşebbüsü sırasında Büyükada’da Kültür Üniversitesi ile birlikte düzenlemiş olduğu toplantıya da davetli değildim. Ondan önce ya da sonra da randevulaşmamız olmadı. Hoş, kendisiyle görüşmüş olsaydım da bu suçlamalar için dayanak olamazdı. Barkey’in darbe teşebbüsünün olduğu sırada İstanbul’da bulunması bence onun darbeyle ilişkili olduğunu gösteren bir delil değil. Tersi daha akla yatkın. O tarihte darbe olacağını biliyor olsaydı güvenlik nedeniyle gelişini ertelemesi çok daha mantıklı bir davranış olurdu.

– Casusluk suçlaması ile ilgili ne diyeceksiniz?

Henri Barkey ile gerçek olmayan “yoğun temas” iddiasını bir tarafa bırakalım. Böyle bir suçlamanın yapılabilmesi için benim bazı önemli bilgilere erişim imkânımın olduğu iddia edilmeli. Telefonlarım dinlenmiş, sivil toplum alanında çalıştığım, bu tür bilgilere sahip bir kamu görevlisiyle ilişkim olmadığı gayet iyi biliniyor. Yasalardaki tanımın tamamen içi boşaltılarak casusluk suçlaması kullanılıyor. Bu tür bir suçlama kamuoyunda suçlanan hakkında tereddütlerin oluşmasına, ayrıca basın mensupları, sivil toplum aktivistleri arasında endişe doğurmaya hizmet eder. Yani, siyasi baskı sağlamak için uygun bir suçlama cinsi. Malum, birçok Ortadoğu ülkesinde casusluk suçlaması yaygın şekilde kullanılıyor. Elbette, açılması muhtemel bu davadan da beraat edeceğim, ancak beraat kararını duymak epey uzun bir süre alabilir.

– Bu durumda Gezi davasından beraat etmiş olmanız sizin için ne anlama geliyor?

Bu kararla uzun tutukluluğumun vahim bir hak ihlali olduğu tutuklanmamı sürdüren mahkeme tarafından da tescil edilmiş oldu. Bunun kadar önemli olan, Gezi protestolarının dış güçlerce planlanıp sahneye konan, Soros’un finanse ettiği bir komplo olduğuna dair kurgunun bu kararla çökmüş olması. Eğer Cumhurbaşkanı’nın beraat kararını bir manevra olarak niteleyen demeci olmasaydı bu karar yargıda onarıcı bir etki yaratabilirdi.

‘Tutuklu kalmamı isteyenler beraat kararına hazırlıklı değildiler’

– Beraat kararına şaşırdınız mı?

Bu soruyu hem evet hem hayır diye cevaplayacağım. Tutuklandığım ilk günden beri, özellikle de iddianame ortaya çıkınca beraat edeceğimden, bu davanın beraat kararlarıyla sonuçlanacağına emindim. Ancak AİHM kararının gereğinin yapılmaması, savunma hakkını kısıtlayan usul ihlalleri yapılarak davanın seyrinin hızlandırılması bu kanaatimin değişmesine yol açmıştı.

-Beraat kararı verildiğinde ilk hissettiğiniz neydi?

Bu duruşmada böyle bir karar beklemediğimden, kendimi bir süre daha cezaevinde kalmaya hazırlamış olduğumdan hemen özgürlüğe kavuşmuşum gibi bir ruh haline giremedim. Ancak omuzumdan bir yük kalkmış oldu, ferahlık hissettim.

– Beraat kararı veren hâkimler için HSK, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisinin ardından soruşturma izni verdi, yorumunuz nedir?

Verdikleri kararlar nedeniyle hâkimlere soruşturma açılması yargının bağımsızlığını zedeleyen, kendini düzeltme dinamiğini felce uğratan bir müdahale.

– Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hakkınızda verilen beraat kararından sonradan haberdar olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu konuda tahmin yürütemiyorum. Ancak, yargı içerisinde benim daha uzun süre tutuklu kalmamı arzu edenlerin beraat kararına hazırlıklı olmadığını gösteren belirtiler var. Mahkemenin beraat kararı verdiği gün adliyede tahliye edilmiş olduğum dosyadan hakkımda yurtdışına çıkma yasağı kararı alınmış. 4 ay önce tahliyeme karar vermiş olan savcı muhtemelen bu adam yurt dışına çıkarsa kabak başıma patlayabilir diye düşündü, kendince bir tedbir olarak böyle bir girişimde bulundu. Ertesi gün aynı dosyadan aynı merci tutuklama talebinde bulunuyor, tutuklama kararı veriliyor. Az önce de söylediğim gibi, bu da iyi planlanmış bir yargı eylemi değil, yetersiz kalacağı anlaşıldığından casusluk suçlaması icat ediliyor.

‘Darbe planladığına inanılan birisinin sorgulanmaması olacak şey mi?’

– Gözaltında ifadeniz alınırken hangi sorular yöneltildi size? Bir önceki gözaltı sorgunuzdan farklı mıydı? Özellikle odaklanılan konular, kişiler, toplantılar, olaylar var mıydı

İkinci gözaltımda ifadem alınmadı. İlkinde ise sadece Emniyet’te ifade vermiştim. Son tutuklanmamdan önce de sorgulanmadım. Yani, bugüne kadar savcı tarafından sorgulanmış değilim. Bunun oldukça tuhaf bir durum olduğunu düşünüyorum. Soros’la ayaklanma, Henri Barkey ile askeri darbe planladığına inanılan birisinin merak edilmemesi, sorgulanmaması olacak şey mi?

– Öyleyse nedir sizinle alıp veremedikleri? Cumhurbaşkanı Erdoğan neden sizi adeta şahsi bir dava olarak görüyor?

Bunu ben de merak ediyorum. Ancak bazı tahminlerde bulunabilirim. Gezi protestoları sırasında Başbakan olan Sayın Erdoğan olayların arkasında faiz lobisi olduğunu söylemişti. Bu sözleri yüksek faizlerden çıkarı olanların protestoculara destek vererek faizlerin düşmesini engelleme, kazançlarını devam ettirme çabası içinde oldukları şeklinde anlaşılabilir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu söylem değişti, Gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik bir dış komplo olduğu iddiası AKP çevrelerinde yaygınlık kazandı. Cumhurbaşkanı da bu komplo teorisine angaje oldu. Bu şekilde tanımlama Gezi protestolarının itibarsızlaştırması anlamına geliyor. Bir de muhalefetin dış güçlerin çıkarlarına hizmet ettiği şeklindeki söyleme uygun düşüyor. Gezi’nin dış güçlerin komplosu olduğu teorisi sadece bana ve George Soros’a dayandırılmıştı. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı benimle ilgili oluşturmuş olduğu kanaatinden vazgeçmeye isteksiz olabilir. Ama işin bir başka boyutu da var. İlk defa gözaltına alınmamdan bir süre önce bazı basın organlarında karalama kampanyasını andıracak şekilde beni hedef alan yazılar yayınlanmıştı. Gözaltına alınmamdan birkaç hafta önce de Boğaziçi Global ismini kullanan oluşumun Yekvücut adlı sitesinde benimle ilgili uzun yazılar çıktı; benim Soros’la birlikte karanlık işler çevirdiğim iddia edildi. Sanırım bu yayınlar belirli çevrelere benim hükümete karşı fitne peşinde olduğum ve durdurulmam gerektiği mesajını vermek için hazırlanmıştı. Yani bir yasal gerekçe olmasa da tutuklanmamın, cezalandırılmamın meşru olduğuna. Alman hukukçu Günther Jacobs‘un Düşman Ceza Hukuku diye formüle ettiği ayrımcı ceza hukuku anlayışının başka bir tezahürü söz konusu. Bunlar da etkili olmuş olabilir.

‘Yeni bir darbe girişimine ihtimal vermiyorum’

-15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?

15 Temmuz darbe girişimi 12 Mart ve 12 Eylül’de gerçekleşen, emir komuta zinciri altındaki darbelere benzemiyor. 27 Mayıs’takinden de farklı. Bunun nedeni, darbenin motor gücünü ordu içindeki Gülenci subaylarla ordu dışında gizlilik içinde çalışan dar bir kadronun oluşturması.

– Darbe girişimi olduğunda tepkiniz ne olmuştu?

Çok şaşırmıştım. Ülkemde böyle bir olayın yaşanmasından utanç duydum, üzüldüm. Başarılı olacağına ihtimal vermedim, ancak başarıya ulaşmasa da ülkemizin hukuk ve demokrasi kurumlarına yönelik zararlara yol açacağını tahmin ettim.

-Darbe girişimine yardımcı olduğunuz, kurguladığınız suçlamalarına ne diyorsunuz?

Bu suçlamaları bana yönelten savcı bunları gerçekten ciddiye almış olsaydı, darbe teşebbüsünden dört sene, tutuklanmamdan iki buçuk sene geçmeden iddianamenin çoktan hazırlanmış olması gerekirdi.

– Seçilmiş hükümetin ve iktidarın yurt dışı kaynaklı bir darbe tehdidi altında olduğunu düşünüyor musunuz?

Darbe gerçekleştirme ihtimali olan güç Türk ordusu olduğuna göre, onun durumuna bakmak icap eder. Ben, 12 Eylül darbesi ve askeri yönetiminden sonra siyaset üzerinde denetim sağlama işlevinin meşru olduğu düşüncesi varlığını devam ettirmiş olsa da komuta kademesine iktidara el koyma fikrinin, hevesinin her geçen gün daha zayıflamış olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat’ta olan ciddi bir anti-demokratik müdahaleydi, ancak aynı zamanda iktidara doğrudan el koymaya, böyle bir sorumluluğu üstlenmeye niyet olmadığını ya da buna cesaret edilmediğini de gösteren bir hadiseydi.

15 Temmuz’da darbe girişiminin gerçekleşmesinin nedeni ilk defa Türk ordusunda emir komuta zincirine değil, başka bir odağa bağlılığı olan bir subaylar grubunun komuta kademelerine yerleşmiş bulunmasıydı. Bundan sonra böyle bir yapılaşmaya müsamaha edilmeyeceğine göre yeni bir darbe girişimine ihtimal vermiyorum.

‘STK’ların durumumla yakından ilgilendiklerini söyleyemem’

– Muhalefet partilerinin, sivil toplum ve meslek örgütlerinin davanıza yeterince sahip çıktığınızı düşünüyor musunuz?

Son gözaltı ve tutuklama uygulamasına her çevreden tepki geldi. Bundan öncesinde de başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP milletvekilleri, HDP milletvekilleri maruz kaldığım hukuksuzluğu gündeme getirmişlerdi. Mustafa Yeneroğlu da AKP’den ayrılmadan önce hak ihlaline dikkat çekti. Hak savunuculuğu yapan örgütler sürekli olarak tutukluluğumun sona erdirilmesini talep ettiler. Bunların dışındaki sivil toplum kuruluşlarının bu davayla ve benim durumumla yakından ilgilendiklerini söyleyemem. Buralarda çalışan, duruşmalara katılan insanları kastetmiyorum. Tabii, bu kuruluşların kendilerine göre haklı nedenleri vardır, çalışmalarını aksatacak bir şey yapmak istememiş olabilirler. Zaten biliyorsunuz, başka vahim hukuk ihlalleri ile ilgili olarak da sivil toplum kuruluşlarından ciddi tepkiler gelmiyor. Sivil toplumun hak savunuculuğundan arındırılması, sadece kendi faaliyet alanları içindeki meselelerle ilgilenmeleri isteniyor. Ancak, bu süreçte durumumla ilgili önemli yazılar çıktı; dostlarımdan, beni tanıyanlardan o kadar samimi, sıcak destekler geldi ki herhangi bir eksiklik hissetmedim. Bu dava Gezi ile ilgili olduğundan duruşmalara da yoğun katılım oldu, bu da bana moral verdi.

– Mücadelenize nasıl devam edeceksiniz?

2,5 yıldır dağa tırmanıyorduk, şimdi yeniden tırmanış başlayacak. Önce yaptığınız gibi tüm yargı mercilerine başvuracağız. Diğer taraftan hukuksuz tutuklama uygulamasının hukuk devleti için ne büyük bir tehlike yarattığını anlatmaya devam edeceğiz. Benim durumumun özel yanları var. Ancak maruz kaldığım hukuksuzluk, delil olmadan insanların üzerine ağır suçların atılmasının, tutuklamaların yapılmasının, ceza verilmesinin meşru sayıldığı, hukuk normlarının erozyona uğradığı bir ortamda gerçekleşiyor. Böyle bir ortamda yargı mensupları siyasi söylemlerden, mesajlardan etkileniyorlar. Son olarak Barış TerkoğluBarış PehlivanMurat Ağırel ve diğer gazetecileri böyle bir ortamın devam ediyor olmasından dolayı tutukladılar. Benim durumumla ilgili gerçeklerin bilinmesinin yargıdaki sorunların kaynaklarının anlaşılmasına katkıda bulunacağına dair ümidimi kaybetmiş değilim.

– Suriyeli mültecilerle çalıştınız; sınıra yollanmalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu insanlar binbir zorlukla Türkiye’de hayata tutunmaya çalışıyorlar. Tabii Avrupa’ya gitmek, orada daha iyi şartlara kavuşmak düşüncesinden de vazgeçmemiş olanlar var, ancak bunun göçmenlerin büyük çoğunluğu için gerçekleşmeyecek bir hayal olduğu da açık. Böyle bir ortamda bu hayali canlandırmalarına, bu insanların ikici defa yerlerinden edilmesine yol açacak bir siyaset değişikliğinin bu insanlara eziyet etmek anlamına geldiğini düşünüyorum. Ayrıca böyle bir radikal değişiklik Avrupa’daki ırkçı hareket için de beslenme, propaganda malzemesi sağlıyor. Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi Türkiye’nin çıkarına mı? Bunları söylemek Yunan güvenlik güçlerinin gayri insani davranışlarını mazur görme anlamına gelmiyor. Ancak baş edemeyecekleri bir akın karşısında Yunan güvenlik güçlerinin açık şiddete başvuracaklarını tahmin etmek de zor değildi.

 

Covid-19 ve hayvan deneyleri

Küresel bir salgın haline gelen Covid-19 nedeniyle araştırmacılar bu hastalığın aşı/tedavisini bulmak için adeta yarışır hale geldiler ve hemen her gün, başka bir ülkedeki araştırmacıların aşı çalışmalarına dair haberleri okuyoruz. Bu haberlerde ilk göze çarpan ise, Moderna adlı şirketin ışık hızıyla ürettiği aşı ve Medicago’nun vegan aşısı oldu.

Sentetik mRNA’ya dayalı ilaç geliştiren ABD’deki biyoteknoloji şirketi Moderna, virüsün ilk olarak Wuhan’da Ocak ayı başında tanımlanmasıyla başlayan süreci şöyle özetliyor:

“11 Ocak’ta ÇHC yetkililerinin virüsün genetik sekansını paylaşmalarının ardından Ulusal Sağlık Enstitüsü ve Moderna bulaşıcı hastalık araştırma ekibi Covid-19’a karşı geliştirilen aşı mRNA-1273’ü 13 Şubat’ta tamamladı. Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne bağlı Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’nün isteği üzerine, ilk parti aşı Faz-1 testleri için 24 Şubat’ta Ulusal Sağlık Enstitüsü’ne gönderildi. ABD Gıda ve İlaç Dairesi, Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından mRNA-1273 için yapılan IND (Yeni Araştırma Ürünü İlaç) başvurusunu gözden geçirdi ve klinik çalışmalara başlanmasına izin verdi. 16 Mart’ta, Ulusal Sağlık Enstitüsü ilk gönüllü katılımcının aşılandığını duyurdu. Çalışma, yaklaşık altı hafta sürecek ve 18-55 yaş arasındaki 45 sağlıklı gönüllüyü içerecek. Bu 45 kişi, Moderna’nın geliştirdiği araştırma aşamasındaki aşı ile, bir ay arayla 2 doz aşılanacak ve gönüllü katılımcıların her birine toplamda $1,100 ödenecek.[i]

‘Hayvan deneyleri o kadar kritik değil’

Moderna, sadece 10 yıldır faaliyette. Uzun yıllara dayalı bir geçmişi olmaması mı yoksa şu ana kadar onaylanıp kullanılan bir aşı geliştirmemiş olmasından mıdır bilinmez, henüz hayvanlar üzerindeki etkilerinden tam olarak emin olmadan insanlarda test etme konusunda acele ettiği ve daha kapsamlı hayvan çalışmaları yapması gerektiği düşünülüyor. Rekor denilebilecek bir hızla mRNA-1273 aşısını hazırlayan firmanın tıbbî müdürü Tal Zaks ise, klinik test aşamasına geçilebilmesi için aşının hayvanda işe yararlığının kanıtlanmasının o kadar kritik bir adım olmadığı düşüncesinde.

Kanada merkezli biyoteknoloji firması Medicago ise, Covid-19 için 20 gün gibi kısa bir sürede geliştirdikleri aşıda genetik kodun özel bir yöntem ile elde edildiğini ve bu yöntemin Gıda ve İlaç Dairesi tarafından onaylanması gerektiğini duyurdu birkaç gün önce. Medicago CEO’su Bruce Clark, kasım ayında hazır olacak aşıdan ayda 10 milyon adet üretebileceklerini ancak bunun için bazı bürokratik engellerin ortadan kalkması ve hayvanlar üzerinde testler yapmadan direkt klinik deney safhasına geçmeleri gerektiğini söyledi. [ii]  Ulusal basında da yer bulan bu haberde “ilk vegan aşı” başlıkları dikkat çekti. Vegan aşı tanımlamasının sebebi, aşının geliştirilmesi esnasında kullanılan metodun geleneksel metotlardan olmaması. Grip aşısı çalışmalarında kullanılan standart yöntem, aşı proteinlerini geliştirmek için tavuk embriyosu kullanılmasıdır ve bu işlemin tamamlanması için aylarla ifade edilebilecek bir zamana ihtiyaç duyulmasının yanı sıra, çok miktarda yumurta gerekir. Bitki kullanılarak geliştirilen aşılar ise sadece protein içeren, bulaşıcı olmayan virüs benzeri parçacıklardan oluşurlar ve bu parçacıklar enfekte edilen bitkilerin ürettiği proteinden elde edilir.[iii]

Takip edilmesi gereken geleneksel sıralamayı karıştırmak ya da atlamak, henüz bilinmeyen tehlikeler yönünden ahlâken tartışmalı hatta yanlış diyen bilim insanlarının yanında, içinde bulunduğumuz sıra dışı durum ve salgının zaman baskısı nedeniyle bazı evrelerin atlanabileceğini savunan bilim insanları da var.

‘Tek seçenek de değil’

Merck firmasının halk sağlığı sorumlusu ve Uluslararası AIDS Aşı Girişimi başkanı Mark Feinberg, “Geleneksel aşı zaman çizelgesi 15 ila 20 yıldır. Bu durumda, bu kabul edilemez” diyor ve COVID-19 için aşının hazır hale gelmesinin en iyi ihtimalle 1-1,5 yıl süreceği göz önünde bulundurulursa, yeni yaklaşımlar olmadıkça zaman çizelgelerine yaklaşmanın bir yolu olmadığını söylüyor. Feinberg, hayvanlar üzerinde yapılacak çalışmaların önemini bildiğini ekleyerek, direkt insanlardaki klinik denemelere atlama fikrinin sadece uygun değil, aynı zamanda sahip olduğumuz tek seçenek olduğunu düşünüyor.

Buna karşıt bir görüş olarak, McGill Üniversitesi Biyomedikal Etik Biriminin direktörü Jonathan Kimmelman şunları söylüyor: “Salgınlar ve ulusal acil durumlar genellikle hakları, standartları ve/veya normal etik davranış kurallarını askıya almak için baskı oluşturur. Geçmişe bakıldığında, bunu yapmanın çoğu zaman yanlış olduğu görülür.” Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü direktörü Barney Graham ise (Moderna’nın aşısıyla ilgili) hayvan testlerini atlamanın söz konusu olmadığını ve geliştirilen aşıların, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’ndeki virologlar tarafından fareler üzerinde denendiğini, bir diğer coronavirus olan MERS için üretilen benzer MRNA aşısındaki bağışık yanıtının aynısının bu farelerde de görüldüğünü belirtiyor. [iv]

‘Geleneksel yöntemler’in işe yararlığı

17 Mart’ta Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) yeni bir aşı geliştirdiği ve bu aşının hayvan testlerinde işe yaradığı duyuruldu. SARS salgınından (2003) bu yana koronavirüs aşıları üretmek için çalışan Fudan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden (Şangay) viroloji profesörü Shibo Jiang, Nature’daki makalesinde[v]; standart protokollere sadık kalınması gerektiği, aşıların insanlarda kullanılmasına izin verilmeden önce güvenliğin birden fazla hayvan modelinde değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor ve Moderna’nın aşı sürecine eleştirel yaklaşıyor. Buna verdiği örnek ise, çoğu hayvan korumacının aşina olduğu, başka bir koronavirüs olan kedigillerdeki bulaşıcı peritonit virüsü (FIP) ile ilgili. Jiang, onyıllar önce FIP için geliştirilen aşıların, kedilerde virüsün neden olduğu hastalığı geliştirme riskini artırdığını söylüyor.

Laboratuvarlarda kullanılan hayvanlar ile aşı üretimi arasındaki “geleneksel” bağ, yaşadığımız şu günlerde maalesef kendini açıkça gösterdi. Aşı geliştirmenin ilk adımı olarak hastalık sebebini incelemek üzere bir enfeksiyon modelinin oluşturulması ve bunun etkilerinin canlıda görülebilmesi için, klinik öncesi aşamada sayısız türden hayvan kullanılır ama bunların arasında en çok tercih edilenler kemirgenler ve insan dışı primatlardır. ÇHC’de yürütülen çalışmalarda da bu iki türün ismini sıklıkla duyuyoruz. Kemirgenler-özellikle de fareler, insanlarda görülen birçok hastalığın onlarda görülmemesi ve insanlarda hastalığa sebep olan birçok virüsün onlarda çoğalmıyor olmasına rağmen, genetik olarak tasarlanıp insanlaştırılarak, insan bağışıklığını modellemek için kullanılırlar. İnsan dışı primatlar ise; büyük olmaları, “pahalı” olmaları ve bize benzerlikleri nedeniyle bir takım etik sıkıntıları barındırmalarına rağmen, bağışıklık sistemlerinin bizimkini yakından taklit etmesi sebebiyle bu tür çalışmalarda tercih edilirler.

İnsanların kullanımına sunulacak aşı/tedavisini bulmak için onlarda olmayan bir viral hastalığın kasten enfekte edildiği hayvanlar üzerinde çalışmaya dair ahlaki eleştiriler bir yana, içinde olduğumuz bu korkutucu tablonun sebepleri ve gezegende yarattığımız tahribatla ilgili ciddi şekilde düşünüp ders alacağımız günlerin yakın olmasını diliyorum. Üzgünüm…

***

[i] https://www.modernatx.com/modernas-work-potential-vaccine-against-covid-19

[ii] https://www.biospace.com/article/medicago-successfully-produces-a-viable-vaccine-candidate-for-covid-19/

[iii] https://www.wired.com/2012/07/vaccines/

[iv] https://www.statnews.com/2020/03/11/researchers-rush-to-start-moderna-coronavirus-vaccine-trial-without-usual-animal-testing/

[v] https://www.nature.com/articles/d41586-020-00751-9

 

DSÖ Başkanı: Test yapın, test yapın, test yapın

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, koronavirüsle mücadele için en önemli adımın daha fazla test yapmak olduğunu söyledi. Ghebreyesus, Cenevre’de yaptığı açıklamada “Mesajımız çok basit: Test yapın, test yapın, test yapın” dedi.

“Alevle gözleri bağlı şekilde savaşmak mümkün değil” diyen DSÖ Başkanı, birçok ülkede sosyal hayatta insanların arasındaki mesafenin artırılması için çok daha fazla önlem alınmış olmasının da iyi bir gelişme olduğunu kaydetti.

120 ülkeye 1,5 milyon test kiti gönderildi

Ghebreyesus, çok daha fazla test yapmanın da yetmeyeceğini, bunu takiben test sonucu pozitif olan kişilerin etkili bir şekilde izole edilmesinin gerekli olduğuna vurgu yaptı. Hastaların semptomları hafiflemeye başladıktan sonra yaklaşık iki hafta daha virüsü bulaştırabildiğine dikkat çeken DSÖ Başkanı, bu nedenle son dönemde 120 ülkeye 1,5 milyon test kiti gönderdiklerini belirtti.

 

Ghebreyesus ayrıca hastalarla ilgilenen kişilerin özellikle de bunu ev ortamında yapıyorlarsa, önerilen önlemlere harfiyen uymaları gerektiğinin altını çizerek bu önlemlere elleri yıkamanın dahil olduğunu da hatırlattı. DSÖ Başkanı, ayrıca daha az gelişmiş ülkelerin pandemiden şiddetli olarak etkilenmeleri halinde nelerin olabileceği konusunda duyduğu endişeyi de dile getirdi.

Türkiye’de durum ne?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dün geceyarısı bir hastanın koronavirüs yüzünden hayatını kaybettiğini bildirdiği açıklamasına göre, Türkiye’de bulgu tespit edilenlere test yapılıyor:

“Bulgusu olanlardan test için numune alıyoruz. Temas ve bulgular nedeniyle izole edilen vakalar bulunmakta ve yakınları taranmakta. Önceden tanı konulan hastalarımızın temas çevresini incelemeden geçiriyoruz.”

Bu uygulamada bile, karantinadan kaçanlar ya da kaçırılanlar olduğu biliniyor. Testler isteyene veya talep edene yapılmıyor; daha çok evde kalınması öneriliyor.  Şüpheli olarak nitelendirilip test yapılan kişiler, Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap’a göre, yurtdışı bağlantısı olan, yüksek ateş ve öksürük belirtisi gösteren, Covid -19 hastası biriyle teması olduğundan şüphelenilen kişiler. Azar, önceki gün Türkiye’de şimdiye kadar toplam  bini aşkın kişiye test yapıldığını söyledi. Bakanlık kaynakları rakamın şimdi 7 bini bulduğunu belirtiyor. Bu rakamlar dünya geneline göre çok az ancak Azap şüpheli vaka sayısının dünyanın diğer ülkelerine göre az olduğunu, bu nedenle de test sayısının yeterli olduğunu belirtti. 

Türkiye’de yeterince test kiti olup olmadığı da bilinmiyor.

Güney Kore örneği

Salgınla en başarılı mücadele eden ülkeler arasındaki Güney Kore‘de ise her gün 20 bin kişiye test uygulanıyor. Nüfusa kıyasla dünyada en yüksek test oranının bulunduğu ülkede kurulan ve 24 saat hizmet veren 96 kamu ve özel labaratuvar ağında test sonuçları beş-altı saat içinde alınıyor.

Uzmanlar, isabetli testlerle erken teşhisin ve bunun sonucunda uygulanacak karantinanın ölüm oranını düşürmede ve virüsün yayılmasını engellemede önemli olduğuna inanıyor.

 

Türkiye’de koronavirüsten ilk ölüm açıklandı

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca koronavirüs nedeniyle ilk ölümü duyurdu.  Koca hayatını kaybeden hastanın 89 yaşında olduğunu ve virüsü Çin temaslı bir çalışanından kaptığını söyledi. Bakan Koca, ülke çapında bugün yapılan testlerde 51 kişide daha koronavirüs tespit edildiğini, toplam vaka sayısının ise 98 olduğunu bildirdi.

“‘Geç saatlerde burada bulunmam planlı bir toplantı değil” diyen Koca, “Koronavirüs’le mücadelemizde bugün ilk defa bir hastamı kaybettim” diye konuştu. Bakanlığın Bilkent Yerleşkesi‘nde gece yarısı yaptığı basın açıklamasında Fahrettin Koca şunları söyledi:

Yaşa göre değişiyor

“Aldığımız tedbirlerle 90 gün direndiğimizi ifade etmiştik. Çin’den sonra sorunun niteliğini kavrayan ilk ülkelerden biriyiz. İnsanlık bu tablonun içindeyken tüm dünya ile yoğun ilişkileri olan Türkiye’nin kendini yalıtması imkan dışıydı. Araştırmalar bugün bize çok şey öğretmiş durumda. Virüs solunum ile buluşuyor, kalabalık ortamlar en riskli ortamlar. Virüsün farklı yaş grubundaki etkisi önemli. Çocuklar kolay yakalanabiliyor ama ölüme neredeyse hiç rastlanmıyor, sonuç yaşın ilerlemesine bağlı olarak değişiyor.

İlk hastamı kaybettim

Bu hastalıkta ölüm oranı sanılanın altındadır. Hastalığın en ağır seyrettiği kişiler direnci düşük ve başka hastalığı olanlardır. Yaşlılar dikkatli olmalı. Yine geç saatlerde özel bir durum için açıklama yapıyorum. Gerçekten üzen bir haberi bildireceğim. Bugün ilk kez bir hastamı kaybettim. Kendisi 89 yaşındaydı. İlk kaybımız olan beyefendiye Allah’tan rahmet diliyorum. Hepimiz bu ölümü metanetle karşılamalıyız. Salgına dönüşmesi ülkemizde ihtimal dahilinde olan bu hastalığa set çekmenin yolu tedbir almaktır. Umreden ve Avrupa’dan gelenler için tedbir alındı. İzole edilen vakalar bulunmakta.

Bulgusu olanlardan test için numune alıyoruz. Temas ve bulgular nedeniyle izole edilen vakalar bulunmakta ve yakınları taranmakta. Önceden tanı konulan hastalarımızın temas çevresini incelemeden geçiriyoruz.

Bugün yapılan testlerde 51 pozitif sonuçla, hasta sayısı toplam 98 olmuştur. Herkesi tedbirlere tam olarak uymaya çağırıyorum. Hayatımızı bu şartlara göre düzenleyelim. 1,5-2 ay direnelim. Pozitif sonuçların büyük kısmı iyileşmeyle sonuçlanıyor. Bunun için gerekli destek tedavisini veriyoruz.”

Değişimi kucaklamak

*Akshat Randi’nin Bloomberg için kaleme aldığı yazı Yeşil Gazete tarafından çevrildi. 

Dünyayı kurtarma mücadelesinde aklıselim olmalıyız.  Geçtiğimiz birkaç günden beri alışılmışın dışında endişeliyim. Arkadaşlarımla ve meslektaşlarımla konuşmalarıma göre sadece benim öyle olmadığım açık. Kovid-19’un yayılması insanları endişelendiriyor.

Korkum kendimle ilgili değil. 32 yaşında, beş kilometreyi sorunsuz koşabilen biriyim. Risk gruplarının alt sırasında olduğum için şanslıyım. Bunun yerine korkum, dünyanın bir çarpışmaya doğru gittiğini ve çok fazla insanın zarar göreceğini bilmek.

İklim haberlerini takip ediyorsanız eminim bir noktada dünyanın belli bölümlerini yıkıma sürükleyecek hatta çok sayıda insanın ölümüne sebep olacak şoklar veya olaylar hakkında düşünceleriniz olmuştur. Hiçbiri olmasa bile, genç insanların eko-kaygılarını anlattığı samimi hikayeleri dinlemek oldukça endişe verici.

Ancak krizle yüzleşildiği zaman kaygıyı körüklemek kimsenin iyiliğine değil. Kaygının yükselen sıcaklıklar üzerinden mi yoksa salgın sebebiyle mi çıktığı da fark etmiyor.

O zaman ne yapmalıyız? Krizle yüzleştiğimizde nasıl aklıselim olabileceğimizi anlamak için birkaç psikoterapistle konuştum. Tavsiyeler iklim veya koronavirüs hakkında düşünceleri de eşit şekilde kapsıyor.

Kaygıyı harekete geçmek için kullanın

Birleşik Krallık merkezli Klinik Araştırmaları Derneği başkanı Michael Wang “Kaygı, yaygın bir insan deneyimidir” dedi. Kaygının sürekli bir stres kaynağı olmasına izin vermek yerine, bunu bir şeyler yapmak için bir motivasyon kaynağı olarak kullanın.

Londra’da çalışan bir psikoterapist olan Mary-Jane Rust ise “Kendinize bakın ama başkalarına yardım edecek yollar da bulun” diye konuştu.

Güvenilir bilgi kaynakları bulun

Birleşik Krallık’tan Hilda Burke ise “Bilinmeyenden korkmak doğaldır” dedi. Acil durumlar, hayatımızdaki şeylerin yoluna koymak için bir “kontrol yanılsamasını” ortaya çıkartıyor.

Bunun yerine, işler böyle büyük ölçeklerde değiştiğinde hepimizin ayak basılmamış bölgelerde olduğumuzu kabul etmek daha iyi. Bu nedenle güvenebileceğiniz bilgi kaynaklarına sahip olmanıza yardımcı olur. Rust, bunda da aşırıya kaçmamak gerektiğini hatırlattı. Çünkü her küçük haber parçasını bulmaya çalışmak da bize yardımcı olmayacak.

Bir topluluk inşa edin ve besleyin

 Herhangi bir krizde olduğu gibi, gerçek zamanlı olarak veya uzun bir süre sonrasını tehdit eden krizler insanların sizinle birlikte olmasına yardımcı olur. Bath Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve aynı zamanda İklim Psikolojisi İttifakı ile çalışan Caroline Hickman “Büyük ölçekli krizler ne kadar birbirimize bağlı olduğumuzu ortaya koyuyor” dedi.

Ohio’daki Wooster College psikoloji başkanı Susan Clayton‘a göre ise başkalarıyla yüz yüze ya da sanal olarak tanıştığımız güçlü bir sosyal ağ, bireyleri ve krize karşı tepkimizi sağlamlaştırmak için uzun bir yol kat edecek.

Son yaşananlar, evimizde normalden daha uzun süre kısılı kalacağımızı gösteriyor. Günlük yaşamın bu şekilde sekteye uğraması iklimin etkileri için de bir risk. Rust, “Bu öğrenmek ve yaratıcı olmak için mükemmel bir fırsat olabilir” dedi.

Burke’e göre değişen programlarımız, muhtemelen çoğu alışkanlığımızı da kırmaya zorlayacağımız anlamına geliyor. Eninde sonunda işe geri döndüğümüzde, hangi alışkanlıklarımızın gerekli hangilerinin gereksiz olduğunu öğrenebileceğiz. Belki de evden çalışma sizi çok daha üretken hale getirecek, hem sizin hem de gezegen için faydalı olacak.

Rust, “Krizler büyük toplumsal değişimler getirir” diyor. En iyisi değişimi kucaklamak ve hali hazırda değişen dünyayı daha iyi bir hale getirmek.

 

AVM çalışanları: İşçi sağlığı hiçe sayılıyor

İçişleri Bakanlığı‘nın, 81 ilin valiliğine gönderdiği “koronavirüs tedbirleri” konulu ek genelgeyle, tiyatro, sinema, kafeterya, kafe, her türlü oyun salonları, çay bahçesi, dernek lokalleri gibi yerlerin faaliyetleri durdurulurken AVM’lerin açık kalması sağlandı. Genelgeye tepki gösteren işçiler rutin temizlik ve dezenfektan koyularak önlem alınamayacağına dikkat çekerken, Tez Koop-İş 2 No’lu Şube Başkanı Caner Fırat, “AVM’lerde risk seviyesi bitene kadar kapatılmalı, çalışanlar da ücretli mazeret iznine çıkarılmalıdır” dedi.

Evrensel’den Dilek Omaklılar’ın aktardığına göre, koronavirüs nedeniyle 12.00-20.00 saatleri arasında çalışmaları gerekirken 10.00-22.00 saatleri arasında çalışmaya devam ettiklerini belirten bir kadın işçi, “Dezenfektan var ama bu önlemler yeterli değil. Revire gidip sağlık kontrolleri yapabiliriz ama bunların dışında gözle görülür bir şey yok. Sağlığımızı kimse önemsemiyor” diye konuştu. Bir başka AVM çalışanı da “Geçici süreyle 12.00-20.00 şeklindeki çalışma saatine göre faaliyet göstermelerine kolaylık sağlanacağını duyurulmuştu. Bunu yapmak zor mu?” dedi.

Başka bir AVM çalışanı ise şunları söyledi: “Bütün AVM’ler 10.00’da açacak. Diğeri firmanın kendisine bağlı. Özellikle büyük firmalar dört saat de olsa ciro kaybı yaşamak istemiyor. Herkese önlem var ama bize niye yok?

Kendisinin bir önlem alındığına şahit olmadığını dile getiren işçi, “Marka eğer kendi isterse ilaçlama yapıyor. O da ürünlere zarar verir diye kimse yapmıyor.  Sağa sola koyulan dezenfektan ile bu iş olmaz. Tuvaletlerde de rutin temizlik dışında hiçbir şey yok.  Açıklanan rakamların da giderek artacağı ortada.”

‘Ücretli izin verilmeli’

Tez Koop-İş İzmir 2 No’lu Şube Başkanı Caner Fırat ise konuyla ilgili şunları söyledi:

“AVM’lerin çalışma saatlerinin kısalması veya kamuda alınan önlemlerin alınması lazım. Özellikle AVM depolarında çalışan 50 yaş üstü bir sürü kişi var. AVM’lerde Türkiye genelinde yaklaşık 700 bin kişi var. Her ne kadar insanlar evden çıkmıyor gibi gözükse de temel ihtiyaçları için yine buralara geliyorlar. Risk seviyesi en yüksek yerlerden birisi. Alınan tedbirler yetersiz. İşletmeler risk taşıyan çalışanları zoraki senelik izine çıkarmakla çözüm buluyorlar. Bizce bu yanlış. AVM’lerde çalışanlar da kamuda çalışanlar gibi insan. AVM’ler risk seviyesi bitene kadar kapatılmalı, çalışanlar da ücretli mazeret iznine çıkarılmalıdır.”

2020 Avrupa Futbol Şampiyonası bir yıl ertelendi

UEFA, Türkiye’nin de katılıma hak kazandığı 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası‘nın (EURO 2020), 2021 yılına ertelendiği açıklandı.  UEFA’ya üye 55 ülkenin acil koduyla katıldığı toplantı sonrası Norveç Futbol Federasyonu, turnuvanın iptal edildiğini duyurdu.

Milyonlarca insanın hayatını etkileyen yeni tip koronavirüs (kovid-19) salgını sebebiyle daha önce pek çok spor müsabakası ve aralarında Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nin de bulunduğu organizasyon erteleme kararı almıştı.

‘Virüs futbolu imkansız hale getirdi’

UEFA Başkanı Aleksander Ceferin EURO 2020’nin ertelenmesiyle ilgili açıklamasında “Bu konuda 55 ülkenin desteğini aldık” dedi. “Virüs futbolu imkansız hale getirdi” diyen Ceferin konuşmasının devamında şunları söyledi: “EURO 2020’yi ertelemek, ulusal ligleri ve kulüp organizasyonlarını tamamlayabilmek için tek şansımızdı. Bu konuda 55 federasyonun tam desteğini aldık.”

Avrupa’daki Türkiyelilerin ilk kafilesi İstanbul’a ulaştı

Koronavirüs nedeniyle uçuş kısıtlamasının başlatıldığı dokuz Avrupa ülkesinde bulunan Türkiye vatandaşlarının tahliyesine başlandı. Bu kapsamda yolcuları taşıyan ilk uçak, 14.45’te Almanya’nın Münih şehrinden İstanbul’a geldi.

Virüsün yayılmasına karşı açıklanan önlemler kapsamında, uçuş yasağı getirilen ülkelerin sayısı artırılarak 20’ye çıkarılmıştı. Sonrasında açıklama yapılarak Almanya, Fransa, İspanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç ve Danimarka’da bulunan 3 bin 614 Türk vatandaşının, Türk Hava Yolları’na ait 34 uçakla İstanbul’a getirileceği belirtildi.

Karantina uygulanacak

Bahsi geçen dokuz Avrupa ülkesinde iş, akraba ziyareti ve öğrenci olarak bulunan Türkiye vatandaşları için konulan özel seferler başladı. Almanya’nın Münih şehrinden İstanbul’a gelen uçaktaki yolcular sağlık ekipleri tarafından sağlık taramasından geçirildi.

Türk Hava Yolları uçuş ekipleri de alınan sağlık önemleri kapsamında kişisel koruyucu maske ve eldivenle yolculara hizmet verdi. Gerçekleştirilecek 34 sefer için İstanbul Havalimanı’nda güvelik önlemleri alınmış özel bölge oluşturuldu. Kişilerin İstanbul ve Kocaeli’de karantinaya alınması bekleniyor.

Karantinadaki umreciler polisle tartıştı

Umreden dönen vatandaşlar için ise Isparta, Kayseri, Konya ve Ankara’da bulunan KYK Öğrenci Yurtları boşaltılmış, gelenlerin bir kısmı burada karantina altına alınmıştı. Umreden geldikten sonra otobüs tutarak karantinadan kaçan 28 kişi de Erzurum’a gitmeye çalışırken, Çorum’da yakalandı. Konya’da karantinadan çıkmak isteyen kişilerin polisle tartışması kameralara yansıdı.

 

‘Karantinaya uymayanlar cezalandırılacak’

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, yaptığı paylaşımda karantina kararına uymamanın ceza kanununa göre suç olduğunu hatırlattı ve “Sevdiklerimiz ve ülkemizin iyiliği için resmi makamların önerdiği tedbirlere titizlikle uyulmalıdır. Karantinaya uymamak gibi halk sağlığını tehdit eden davranışlar Ceza Kanunumuza göre suçtur. Ceza korkusuyla değil, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için lütfen azami dikkat!” dedi.

Adalet Bakanı Gül’ün atıfta bulunduğu Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma” başlıklı 195/1’inci maddesi şu şekilde:

Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Rize’ye giden umrecilere karantina uygulanmadı

Öte yandan umreden Rize’ye dönen 500 kişinin karantina altına alınmadan evlerine gönderildiği öğrenildi. Rize İl Müftülüğü, umreden dönen vatandaşların sağlık kontrolünden geçirilmediklerini doğrulayarak “Sağlık kontrollerini yaptırmaları konusunda kendilerini sürekli bilgilendiriyor ve evden çıkmamaları konusunda uyarıyoruz. Bu vatandaşlarımızla ilgili herhangi bir karantina uygulaması mevcut değildir” dedi.

Fotoğraf: AA

Askeri okullar tatil

Salgın sebebiyle okulların tatil edilmesinin ardından Milli Savunma Üniversitelerine bağlı okullarda da 13 Nisan’a kadar tatil ilan edildi. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar komuta kademesi ile Bakanlıkta yaptığı toplantıda, TSK’da Koronavirüs’le mücadele kapsamındaki yeni önlemleri anlattı.

Akar, açıklamasında “Milli Savunma Üniversitesine bağlı Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okulları ile Harp Enstitüleri 13 Nisan’a kadar tatil edilmiştir. Birlik ve karargahlara ziyaretçi alınmayacak. Orduevlerine, görevli personelle mücbir sebeple konaklayanlar haricinde kimse kabul edilmeyecek” ifadelerini kullandı.

Virüsten ‘istifade’ Salda’da inşaat hazırlıkları

Tüm dünyayla birlikte Türkiye’nin gündemi de koronavirüsle mücadele olurken, Salda Gölü’nde Millet Bahçesi çalışmalarının başlatıldığı ortaya çıktı. İhaleyi alan şirketin göl  çevresinde konteynerler getirip yerleştirdiği, beyaz çizgilerle bazı alanları belirlediği bildirildi. Göl çevresine 300 bin metrekare alana yayılan bir millet bahçesi yapılmak isteniyor.

Yeşilova Belediye başkanı Mümtaz Şenel, gelişmeleri doğrulayarak “şantiye kuruyorlar” dedi. KıvılcımHaber’e konuşan Şenel, “2 tane konteyner koydular. Kireçle beyaz çizgiler çekiyorlar” bilgisini verdi. “Sanırım tuvaletlerden başlayacaklar” diyen Başkan Şenel, “Sezon geliyor. Bize de yıktırdılar. En acil ihtiyaç orada tuvaletler. Kayadibi’nden dolayı sahilin üçte ikisi bize ait. Ama bize bir şey yaptırmıyorlar. Sahilde biz de bir takım projeler yapıp verdik onay için. İzin verirlerse bungalov gibi bazı çalışmalar biz de yapacağız diye konuştu.

Burdur’un Yeşilova ilçesinde bulunan Salda Gölü, 184 metreye ulaşan derinliğiyle Türkiye’nin en derin gölü olarak biliniyor. Mars yüzeyinde bulunan toprak yapısıyla benzer özellikler taşıdığı belirtilen Salda Gölü’nün hidromanyezit içeren bembeyaz kumsalları, benzersiz bir görsel şölen oluşturuyor. Yüksek alkalin içeren ve ekolojik dengesini halen koruyan Salda, suyu en temiz göllerin başında geliyor. Endemik Salda yosun balığına da ev sahipliği yapan göl ve çevresi 110 kuş türünün de yaşam alanı. Bütün bu özellikleriyle dünyanın ender sulak alanlarından biri olan Salda Gölü ve çevresi, 1989 yılında 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak koruma altına alınmasına karşın bugüne kadar korunmadı.

Mescit, otopark, tuvalet, kafeterya…

Yerel basının haberlerine göre, Salda Gölü’nde yapılması planlanan 300 bin metrekarelik Millet Bahçesi için ihaleyi alan şirket tarafından Salda Gölü çevresine konteynerler getirildi, beyaz çizgilerle bazı alanlar belirlendi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından alanın Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilerek Salda Gölü’nde mescit, otopark, tuvalet, duş, büfe, kafeterya vb. düzenlemeler yapılacak.

Başlayan inşaat çalışmalarına ilişkin konuşan Salda Gölüme Dokunma Platformu Sözcüsü Gazi Osman Şakar şunları söyledi: Salda Gölü kapalı bir havza. İçeride pisliği toplayabiliyor, ancak dışarı deşarj edemiyor. Bizim amacımız burada Salda’nın doğal güzelliğini korumak. İktidar her yere para hırsıyla bakıyor. Bu yüzden Salda Gölü’ne de yok etmek istiyorlar. Biz bölgenin doğal güzelliğini korumak için elimizden geleni yapacağız. Proje defalarca değiştirildi, şirket ihaleyi aldıktan sonra da değişti. Şirket bile orada ne yapacağını bilmiyor.”

Geçen Şubat ayında Yeşilova ilçesindeki Salda Gölü’nü ziyaret eden Çevre ve Şehircilik Bakan Murat Kurum, Millet Bahçesi projesine başlanacağını duyurmuş, açıklamanın ardından doğa savunucuları bu eylemin gölün sonu olacağını dile getirmiş ve mücadeleye koyulmuştu.

Mahkemeden geciken iptal kararı

Salda Gölü’nün su toplama havzasında DSİ tarafından inşa edilen Kayadibi Göleti’ni mahkeme Haziran 2019’da iptal etmişti. Ancak dava sürecinde gölet tamamlanmıştı. Ve fotoğraftaki görüntü ortaya çıkmıştı…

kayadibi göleti

Proje için Burdur Valiliği tarafından verilen ÇED Gerekli Değildir kararının iptali için yöreden vatandaşların açtığı davayı gören Isparta İdare Mahkemesi, Göleti ve Sulamasına Ait Malzeme Ocakları projesi için verilen ÇED Gerekli Değildir kararında hukuka uyarlık görülmediğine hükmederek projeyi iptal etti.

salda gölet projesi burdur dsi

Bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda işaret edilen eksiklikleri ve uyarıları dikkate alan Isparta İdare Mahkemesi’nin projeyle ilgili iptal kararında Salda Gölünde endemik balık türlerinin yaşadığının altı çizilerek Kayadibi Göleti‘nin Salda Gölü’nün havzasında yer aldığı belirtildi.

Göletin, Salda Gölünün su seviyesinin azalmasına neden olacağına değinilen mahkeme kararında, ayrıca dava konusu alanların uluslar arası önemde olan “Önemli Kuş Alanı” içerisinde kaldığı vurgulandı. Kayadibi Göleti ve Sulamasına Ait Malzeme Ocakları projesi için verilen ÇED Gerekli Değildir kararında hukuka uygunluk görülmediğine hükmeden mahkemenin kararı iptal etmiş olmasına karşın çok geç kalındı.