Salgın sürecinde kapalı kalan, Beyoğlu’ndaki son köklü salonlarından Beyoğlu Sineması, kapılarını yeniden açabilmek için destek bekliyor.
Karantina sürecinde de sinema emekçilerinin maaşlarını ve diğer ödeme yükümlülüklerini yerine getiren sinema yönetimi, bu dönemde hükümetten ya da Kültür Bakanlığı‘ndan destek bulamadı. Soruna izleyicileriyle birlikte çare arayan sinema yönetimi, “Beyoğlu Sineması’nda kalalım, her şeye rağmen sizin #sayenizde hep birlikte olalım” diye çağrı yaptı.
İstanbul’un kültür ve sanat tarihinde önemli bir yeri olan sinemaya Fongogo üzerinden başlatılan kampanya ile destek olunabilir.
Kurulduğu günden bu yana bağımsız filmlere kapılarını açan, İstanbul Film Festivali‘nin ana salonlarından ve Başka Sinema‘nın anlaşmalı olduğu salonlardan biri olan Beyoğlu Sineması, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu gibi sinemacıların ilk filmlerini tek kopyayla gösterdi. Sinema yönetimi alacağı desteklerle yeni sinemacıların yetişmesine katkı sağlayacağını, festivallerden ödüllerle dönen filmleri Türkiye’deki sinemaseverlerle kavuşturmaya devam edeceğini belirterek şu açıklamayı yaptı:
“Önceliğimiz pandemi sonrası Beyoğlu Sineması’nın kapılarını yeniden açabilmesi. Yapılacak desteklerde Beyoğlu Sineması’nın nesilden nesile bağımsızlığını koruyarak, Türkiye’de sinema kütürünün gelişimine katkı sağlamaya devam etmesi. Ayrıca sinema, geleneklerine bağlı bir sanat dalı olmasına rağmen sinema salonu işletmeciği her daim yeniliğe açık ve çağın gerekliliklerini yerine getirmekle sorumlu olan işletmeler. Beyoğlu Sineması da gerek sinema salonu, gerekse fuaye alanını yenileyerek çağa uygun şekilde faaliyetlerine devam edebilmek için, desteğinize ihtiyaç duyuyor.”
1989’da açılan Beyoğlu Sineması, 1994’te Avrupa Birliği çatısı altında oluşturulan Eurimages üyeliğine Türkiye’den kabul edilen ilk sinema işletmesi.
Şimdiye dek ‘ateş, öksürük veya solunum sıkıntısı’ şikayetleriyle hastanelere başvuranlara yapılan Covid-19 testi kriteri, son dönemde asemptomatik ya da farklı sempton gösteren kişilerde pozitif sonuçlar çıkması üzerine güncellendi. Hürriyet‘in aktardığına göre, artık ‘boğaz, baş, kas ağrıları, tat ve koku kaybı veya ishal’ belirtilerinden her biri, test için yeterli sayılacak.
Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, konuyla ilgili şunları söyledi: “26 Mayıs’ta yayınlanan Güney Kore kaynaklı bir çalışmada, belirtisi ve temas öyküsü olmayan hastaların yüzde 2.64’ünde pozitiflik saptandı. Türkiye’de bir organize sanayi bölgesinde yapılan taramada ise bu oranın binde 3.5 olduğu açıklandı. Geçtiğimiz günlerde ülkemizdeki günlük test sayısı 58 bine yaklaştı. Bunlara tarama amacıyla yapılan testler de dahil.2
‘Hastaların yüzde 45’i belirtisiz’
Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan da şu anda dünya genelinde bulaşların yüzde 45’inin artık belirtisiz kişilerden oluştuğunun ortaya çıktığını söyledi: “Pandemi başladığında Covid-19 hastalarının yüzde 70’inde ateş, öksürük vardı. Ama bu oran ateşte yüzde 20’lere kadar düştü. Bu nedenle Bakanlığın boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ağrıları, tat ve koku alma kaybı veya ishal gibi belirtileri de Covid-19 vaka tanımına alması uygun olmuş. Hatta kalp ağrıları, ciltte renk değişimleri de bu belirtilere eklenebilir.”
Türkiye’de hastalığını bilmeden yaşayan 300 bin kişi olduğunun düşünüldüğüne dikkat çeken Ceyhan, “İstanbul’da daher 100 kişiden birinin virüs taşıdığı sanılıyor” dedi.
Hastaneler için normalleşme adımları açıklandı
Öte yandan Bakanlık normalleşme süreci kapsamında hasta ziyaretleri, ilaç raporları ve sağlık personeline ilişkin tedbirleri güncelledi. Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 81 il valiliği ile tüm sağlık kurum ve kuruluşlarına gönderilen yazıya göre yeni uygulamalar şöyle:
Ayrılışları durdurulan sağlık personelinin görevlerinden/işlerinden ayrılmasına bugünden itibaren izin verilmesi sağlanacak.
Hasta ziyareti için mesai saatleri dışında belirlenen bir zaman içerisinde, hastanede yatan kişinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tek kişinin ziyaretine izin verilecek. Sağlık kuruluşu içerisinde bulunan herkes (sağlık personeli çalışanı, öğrenci, hasta, refakatçi vb.) bu süre boyunca maske takacak. Yoğun bakım ve palyatif bakım servislerinde hasta ziyaretlerine izin verilmeyecek.
Çocuk ve yeni doğanlara günde bir kez izin
Kurallara dikkat etmek şartıyla çocuk ve yenidoğan yoğun bakım servislerinde, Covid-19 tanısı dışındaki hastaların günde bir defa ziyaretine izin verilebilecek.
İdari izinli sayılan kişilerin raporları ikinci bir talimata kadar geçerli olacak.
01 Ocak 2020 -08 Haziran 2020 tarihleri arasında süresi sona erecek 18-65 yaş grubu kişilerin kronik hastalık ve engellilik raporu ile sürekli kullanımı gerektiren ilaç, tıbbi malzeme ve hasta altı bezleri ile ilgili raporlar, 8 Haziran – 7 Ağustos 2020 tarihleri arasında verilmeye başlanacak.
Askeri yoklama raporları aile hekimliklerince düzenlenmeye devam edilecek, askerliğe elverişli olunmadığı yönünde hastanelere sevk edilen yükümlülerin işlemlerinin de başlaması sağlanacak.
Kırklareli’nin Babaeski ilçesinde bulunan 1’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Hava Savunma Füze Komutanlığı’nda askerlik yapan 23 yaşındaki Mustafa Araz 12 Mayıs günü hayatını kaybetti. Araz’ın önce kayıp olduğuna dair bildirim yapıldığını sonra bir metruk binanın duvarının dibinde bulunduğu ve intihar ettiği bilgisi verildiğini aktaran ailesi, suç duyurusunda bulundu.
MA‘nın aktardığına göre, Kars’ın Kağızman ilçesinde yaşayan Araz ailesi, olayla ilgili sorumluların ortaya çıkarılması için “kasten öldürme”, “işkence” ve “görevi kötüye kullanma” suçlamaları ile Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığı’na dilekçe verdi. Baba Hasan Araz, otopsi işleminin ardından oğlunun cenazesini gördüğüne işaret ederek, şunları söyledi:
“Çocuğun hiçbir sıkıntısı yoktu. Akşam bizi aradı, ertesi gün komutanları aradı, hastaneye götürdüklerini söylediler. Hastaneden ulaşamadıklarını söylediler. Ben de aradım ulaşamadım. Ertesi gün bana haber verdiler. Cenazeyi bir binanın arkasında bulduklarını söylediler. Hastaneye uzak, sapa bir yerdeydi. Şüphemiz; öldürdüler, götürüp oraya koydular. Bileklerinde, ellerinde bağlama izi vardı. Yüzünün her tarafında morluklar, darp izi vardı. Kalçasında her tarafından darp izi vardı. Çenesinde derin bir yarık vardı. Yine sırtında aşırı morluklar vardı. Oğlumun, darp ile öldürüldüğünü düşünüyorum. Arkadaşları ile konuştum sıkıntısı olmadığını söylediler.”
Ailenin avukatı: Kayıtlar yok
Araz ailesinin avukatı Cesim Parlak da askeri yetkililerin verdikleri ifadelerde çelişkilerin bulunduğunu söyledi. Parlak, Araz’ın hastaneye kaldırıldığında sadece giriş çıkışının kameralara yansıdığını söyledi. Araz’ın ne hastaneye ambulansla sevk edildiğine dair ne de öldüğü iddia edilen metruk binaya giderken bir kayıt bulunduğuna dikkat çeken Parlak şöyle konuştu:
“Ceset, Babaeski Devlet Hastanesi’ne 2 kilometre uzaklıkta metruk bir AVM’nin arka duvarının dibinde bulunuyor. 15 metre yükseklikten atlayarak intihar eden kişinin, duvarın dibine yapışık bir biçimde düşmesi temel fizik kurallarına aykırı. Yine, Mustafa’nın cansız bedeni sırt üstü bulunuyor. Yüksekten atlayan bir kişinin sırt üstü kalması da imkânsız.”
İklim krizine karşı hükümetleri harekete geçirmek için iklim grevlerine çıkan öğrencilerin oluşturduğu Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) hareketi Amazon topraklarındaki geleneksel toplulukların koronavirüs salgınıyla mücadelesine yardım etmek için bir kampanya başlattı.
Toplanacak uluslararası yardım sayesinde, 195 bin ABD dolarının Manaus şehri ve çevresi ile Amazonas eyaletinin kırsal kesimi gibi bölgelerin ihtiyacı olan temel hijyen, gıda ve sağlık malzemesi satın alınması hedefleniyor.
SOS Amazonia
SOS Amazonia kampanyasına katkılar sosamazonia.fund/en üzerinden yapılabiliyor. Fridays For Future Brezilya resmi bir organizasyon olmadıkları için kampanyayı Sürdürülebilir Amazonlar Derneği (FAS) ile birlikte yürüttüklerini açıkladı.
‘Yardım çığlıkları gözardı edilemez’
Kampanya tarafından yapılan açıklamada “fonların yönlendirilmesi süreci boyunca şeffaflığın korunacağı ve herkese adım adım satın alınan malzemeler ve hangi toplulukların bunlardan faydalanacağının bildirileceği” belirtildi. Fridays for Future tarafından yapılan açıklamada ise şunlar söylendi:
Geçen yıl sokaklarda yürüyor, iklim acil durumuna farkındalık sağlıyorduk. Daha iyi bir dünya ve daha sürdürülebilir bir toplum vaatlerini dinledik. Bizler şimdi de yardım isteği için kolları sıvadık. Amazon Yağmur Ormanlarının merkezindeki kamu yetkililerinin yardım yakarışları göz ardı edilemez.
‘Sağlık sistemi çöktü’
Amazon eyaletinin başkenti ve ana Manaus’taki Amazon Yağmur Ormanları geleneksel halklarının çoğu için kullanılan sağlık merkezi ve genel sağlık sistemi çöktü. Sonuç olarak, milyonlarca insanın hayatı tehlikeye atıldı.
Şehrin basın görevlileri Covid-19 nedeniyle günde 100’den fazla ölüm olduğunu açıkladı ve bu sayı teyit edilmemiş vakaların eklenmesi ile daha da yüksek olabilir. Hem kırsal hem de kentsel nüfusa virüsün yayılmasını ve bu nedenle Amazon’un kalbinin tahrip olmasını engellemek için yardım etmeliyiz.
‘Amazon halkının kaybı küresel bir kayıp’
Güvenlik standartlarına uygun şekilde tedavi hizmeti için daha fazla alana ve kaynağa sahip olacak hastaneler ile hem kentsel nüfusa hem de geleneksel halklara yardımcı olacağız.
İklim acil durumu, kuşağımızın en büyük sorunudur. Şimdi harekete geçmezsek sonuçları yıkıcı olacak. Amazon halkının, özellikle yerli halkın kayıpları küresel açıdan da bir kayıp olacak.
‘Ormansızlaşma 172 bin futbol sahası boyutunda’
Brezilya’nın acil durumunu kötüleştiren ve geçmekte olduğumuz krizi görmezden gelmenin yanı sıra mevcut hükümetimiz çevre kurallarına da aykırı olduğunu göstermiştir. Geçtiğimiz yıl, Bolsonaro Brezilya’daki ormansızlaşmanın ‘kültürel’ olduğunu ve bitmeyeceğini açıkladı. 2019 yılında Amazon’da toplam ormansızlaştırılmış alan 172 bin futbol sahasına eşittir.
Bu karı yaşamın, doğanın ve insanlığın geleceğinin üstüne koyan, ve sorumsuzlukları ve beceriksizlikleri söz konusu olduğunda kaçan bir ekosital ve jenosital hükümet profilidir.
Mücadele etmeliyiz ki, gelecekte insanlar ve gezegen lehine hareket eden liderlerimiz olsun. Amazon halklarının ölümünün sonuçları küresel olacak. ŞİMDİ harekete geçmemize yardım edin!
Projede yer alan aktivistler kimler?
Projede dünyanın dört bir yanından Fridays For Future’un parçası olan 16 iklim aktivisti yer alıyor. Milyonlarca aktivistin yer aldığı hareket uluslararası işbirliklerinin yanı sıra, bu projede yer alan genç aktivistlerin her biri, ülkelerinde daha spesifik konular üzerinde çalışarak gerekli değişiklikleri sağlamak için çalışmalarını yürütüyor.
Abel Rodrigues
Amazon Yağmur ormanlarından Brezilyalı 20 yaşında Fridays For Future Portekiz ve Brezilya’da iklim aktivisti. Toplum için daha uyumlu bir ekonominin sağlanması, yeşil enerji kaynakları ve dünyanın en büyük yağmur ormanını korumak ve her yerde herkese sosyal adalet ve daha birleşik bir dünya odaklı çalışan aktivist dünya çapında tüm liderlerin iklim acil durumlarına karşı harekete geçmeleri ya da değiştirilmeleri gerekliliğine inanıyor.
Amália Garcez
Güney Brezilya’dan bir iklim aktivisti. Fridays For Future hareketinin yerel, ulusal ve uluslararası bir parçası. Amália iklim adaleti ve sosyal adalet amacıyla farklı grupları birleştirerek bir ağ oluşturuyor.Her yaştan çevre ile ilgili sosyal konulara duyarlılığı olan kişileri iklim krizine dur demek ve seslerini duyurmak için harekete geçmeye teşvik etmek istiyor.
Yerel olarak, Porto Algre şehri yakınlarında inşa edilecek kömür madenciliği ve kaya çatlatma projelerine karşı yapılan protestolarında konuşmalar yaptı. Amália ayrıca gezegenin hayat dolu kalması ve sağlıklı olması için yeni yollar aramak ile ilgileniyor.İnsanlık ve gezegenin geleceği için çalışmalarına devam etmeyi umuyor.
Anna Kernahan
17 yaşındaki Kuzey İrlanda’da fridaysforfuturebelfast ve NISCN adına solo grevlerini sürdüren bir iklimi aktivisti.
Aurélie Bray
17 yaşında, Avusturalyalı, Yeni Zelanda School Strike For Climate hareketinden bir iklim aktivisti. Şu anda, hareketi ile ‘Yeşil Yeni Düzen’i tanıtmak için büyük bir kampanya üzerinde çalışıyor. Birlikte yazdıkları dilekçede, hükümetlerine pandemi sonrası çevre bilinci dahilinde güçlü bir iyileşme kararı vermesi için talepleri yer alıyor.
Bianca Castro
19 yaşında Fridays For Future Portekiz hareketinde bir aktivist. Aktivizmi iklim adaletinin, sosyal adalet anlamına geldiği; iklim değişikliğine karşı mücadelenin kesişimselliğine ve aktivizmde sanatın önemi ve rolü üzerine odaklanıyor. insan ve hayvan hakları için Savaşırken, “fosil makinesinin” tüm canlıların onurlu bir geleceğe sahip olabilmesi için durması gerektiğine inanıyor.
Daniel Holanda
18 yaşında Fridays For Future Brezilya hareketinde sosyal yardım ve sosyal medya alanlarında ve gençlik liderliğindeki Engajamundo’da faaliyet gösteriyor. Daniel Fridays For Future Brezilya için şehrinde iklim değişikliğinin hafifletilmesi için grevler düzenliyor. SDG 2030 gündeminin uygulanması adına Engajamundo’da çalışıyor. Çalışma sürdürdüğü hareketler içinde Yoksulluğun ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin ortadan kaldırılması gibi sosyal sorunları kuvvetle savunuyor.
Fernanda Rodrigues
15 yaşında Amazon Yağmurormanlarından Brezilyalı bir aktivist. Fridays For Future Belemin kurucusu olan Fernanda, Amazon toplumunu orman yıkımının etkisine karşı uyarmak için çalışıyor.
Greta Thunberg
17 yaşında İsveçli bir iklim ve çevre aktivisti. 2018 yılının Ağustos ayında İsveç Parlamentosu önünde iklim için okul grevlerine başladı. Şimdi hem yaşadığı şehir Stockholm’de hem ulusal olarak İsveç’te hem de uluslar arası aktif bir organizatör ve Fridays For Future hareketinin kurucusu.
Iann Coêlho
18 yaşında, Fridays For Future Brezilya ve Youth For Climate Brasillia’nın ulusal ve yerel bir parçası olan sosyo-çevre aktivisti.
Faaliyetleri, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, karar alma alanlarında gençlik ve şirketlerin yeşil yıkımına karşı mücadele ve kendilerini geliştirme amaçlı çevre savaşından yararlanmak isteyen şirket ve ülkeler ile mücadele çevredinde odaklanıyor.
Isabelle Axelsson
19 yaşında Fridays For Future İsveçli bir iklim aktivisti ve grevcisidir. Isabelle aktivivizmini iklim krizinde ağırlıklı olarak özellikle iklim krizinin sonuçlarına karşı en savunmasız insanlar için iklim adaleti kapsamında herkes için eşitlik ve kabul edilebilir yaşam standartları sağlayan iklim dostu geçişe odaklı sürdürüyor.
Bu onun için İsveç ve Küresel Kuzey’deki daha fazla ülkenin diğerlerinden aynı şeyi talep etmeden önce mevcut ve geçmiş emisyonları için sorumluluk alması gerektiği anlamına geliyor.
Janderson Sarmento
21 yaşında Fridays For Future Brezilya, Fridays For Future Amazonia iklim aktivisti, Amazonas eyalet meclisi, çevre ve yasama organının sürdürülebilir kalkınma komisyonu başkanlığındaki konseyin yetkisinde bulunan Greenpeace Manaus’un kolaylaştırıcısı ve çevre yaratıcı üyesi.
Konsey karar verme açısından seferberlik ve sosyal yükümlülükler odaklı çevre ve barış siyasi savunuculuğu üzerine çalışıyor. Bütün bunlar insanların tutum ve davranışlarını değiştirmeye teşvik ederken gezegen sorumluluğu ile çevre açısından güvenli ve sosyal olarak adil bir dünyaya yönelik bir hedefle gelecek nesillerinin yanı sıra kendi kuşağı için de hedef belirliyor olması umut vaat ediyor.
João Duccini
21 yaşında Brezilyalı. Fridays For Future ve Anonymous for the Voiceless São Paulo’da iklim ve hayvan aktivisti. Net-sıfır karbon emisyonları ve insanların ve doğanın barış içinde bir arada yaşamasına yönelik hayvan sömürüsü için mücadele veriyor.
İnsanların kim oldukları için yargılanmadıkları, eşitliğe dayalı bir toplum için çalışıyor. João, “@ 7ourworld” adlı instagram hesabından insanların iklim değişikliği ve hayvan endüstrisi üzerindeki olumsuz etkileri üzerine çalışmalar yaparak konuyla ilgili bilimsel veriler, kitaplar, makaleler ve raporlar yayınlıyor.
Luisa Neubauer
24 yaşında iklim aktivisti ve Alman bir öğrenci. Climate Strike For Future Almanya’nın organizatörlerden biri ve Paris Anlaşmasına uyumlu ve ötesine geçen politikaların uygulanması için mücadele veriyor. Luisa, Alliance 90 /Yeşiller ve Genç Yeşiller‘in bir parçası.
Samela sateré Mawé
Satere Mawé halkından yerli bir kadın, sateré Mawé kadın derneğine bağlı Amazonas Eyalet Üniversitesi’nde biyoloji öğrencisi ve Amazonas’ta yerli öğrenci hareketinin bir parçası.
Sandyely Vilacio,
Sater Mawé halkından yerli bir öğrenci.
Valentina Ruas
16 yaşında Fridays For Future ve Jovens Pelo Clima – Brezilya’da bir iklim ve sosyal aktivist. Çalışmalarında çevresel çöküş ve kişilerarası ilişkilerin iklim değişikline doğrudan etkisine odaklıyor.
Amaçlarından biri çevre çöküşü tehlikesine karşı farkındalık yaratmanın yanı sıra gençlerin ekolojik olarak güvenli ve bir arada yaşama hakları için savaşmaya teşvik ederek yaşam dostu bir ortam sağlamak.
*Fridays for Future tarafından kaleme alınan metin Nil Sarrafoğlu tarafından Türkçeye çevrildi.
Twitter‘da geçen hafta toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin boyutlarıyla ilgili farkındalık yaratma adına bir akım başladı.
Ruq adlı Twitter kullanıcısının geçen çarşamba günü yaptığı “Kocam isterse çalışabilir” paylaşımına şarkıcı Gaye Su Akyol‘un verdiği “Plajda üstsüz erkek perdesiz eve benzer. Ya satılıktır ya kiralık” yanıtının ardından akım kısa sürede yayıldı. Pek çok ünlü isim de #Erkekleryerinibilsin etiketiyle paylaşımlarda bulundu.
Paylaşımlarda, bilinen, kalıplaşmış ve geleneksel cinsiyetçi ifadeler tersine çevrildi.
Bireyler de kurumlar da destek verdi
Avukat Feyza Altun, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Geçici Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç‘ın HDP‘li Nursel Aydoğan‘a yöneltmiş olduğu “Bir kadın olarak sus” sözünü tersine çevirdi:
Akıma belediyelerden de destek verdi. Şişli Belediyesi, “kadınlar için pembe otobüs” tartışmalarına gönderme yaparak pembe otobüs fotoğrafı eşliğinde “Erkekleri her türlü tehlikeden korumak amacıyla ürettiğimiz Pembe Otobüsler çok yakında Şişli‘de” sözleriyle paylaşımda bulundu.
— Şişli Belediyesi (@sislibelediyesi) June 5, 2020
Datça Belediyesi de pozitif ayrımcılık adına uygulanan kadın kotasını hatırlatarak “Erkeğin toplumdaki yerini güçlendirmek için pozitif ayrımcılık uyguluyor, personelimizin en az yarısının erkek olmasını hedefliyoruz.” diye yazdı.
Erkeğin toplumdaki yerini güçlendirmek için pozitif ayrımcılık uyguluyor, personelimizin en az yarısının erkek olmasını hedefliyoruz.
— Datça Belediyesi (@datcabelediyesi) June 5, 2020
‘Zengin kadınların sahibi olduğu şirketler…’
Killjoy gulc adlı sosyal medya kullanıcısı, eşitsizliğin altını daha sert çizmek adına, en cinsiyetçi bulduğu Tweet‘lerin tersine çevrilmiş olanlarını bir araya getirdi. Killjoy, yapmış olduğu kolajları “Üşenmedim bunu yaptım. niye çünkü ERKEKLERİMİZ öğrenmeli. bastırıp kitapçık yapıp dağıtıyoruz” diyerek paylaştı:
üşenmedim bunu yaptım. niye çünkü ERKEKLERİMİZ öğrenmeli. bastırıp kitapçık yapıp dağıtıyoruz pic.twitter.com/oBPPKuh5de
Fridays For Future Turkey ise, fosil yakıt şirketlerinin büyük ölçüde erkekler tarafından yönetiliyor olmasına ve çocuk gelinlere gönderme yapan bir paylaşımda bulunarak “Zengin kadınların sahibi olduğu fosil yakıt şirketleri yüzünden iklim krizi en çok erkekleri ve oğlan çocuklarını etkiliyor. Ayrıca erkekler kuraklık ve sel gibi iklim afetleri zamanlarında başlık parası için çocuk damat olmaya zorlanıyor!” yazdı.
Zengin kadınların sahibi olduğu fosil yakıt şirketleri yüzünden iklim krizi en çok erkekleri ve oğlan çocuklarını etkiliyor.
Ayrıca erkekler kuraklık ve sel gibi iklim afetleri zamanlarında başlık parası için çocuk damat olmaya zorlanıyor!#erkekleryerinibilsin
Öte yandan Yönetim Kurulu’nda Sümeyye Erdoğan’ın da bulunduğu Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) “akımın geldiği noktanın” inandıkları değerleri tehdit edecek boyuta ulaştığını savundu ve şöyle yazdı:
“Adalet ve hakkaniyet ölçüsünde kadın ve erkeğin toplum içindeki varlığı, karşılıklı saygı ve anlayıştan geçer. Bir empati vurgusu olarak ortaya çıkan #erkekleryerinibilsin akımı inandığımız değerleri zedeleyecek boyuta ulaşmıştır. Bu durumu kınıyor ve reddediyoruz.”
Adalet ve hakkaniyet ölçüsünde kadın ve erkeğin toplum içindeki varlığı, karşılıklı saygı ve anlayıştan geçer. Bir empati vurgusu olarak ortaya çıkan #erkekleryerinibilsin akımı inandığımız değerleri zedeleyecek boyuta ulaşmıştır. Bu durumu kınıyor ve reddediyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele yürüten ancak kampanyayı yine de eleştirenler de yok değil. Kaos GL editörü ve çizer Aslı Alpar, Tweet’lerin ikili cinsiyet rejimini yansıtıyor olmasına dikkat çekerek “Cinsiyet iki değildir” diye yazdı.
Tersine çevirme bittiyse biraz da ortalığı bulandıralım, cinsiyet iki değildir…
İkili cinsiyet rejimi, kadın ve erkek olmak üzere yalnızca iki cinsiyet olduğu varsayıyor ve bu yönüyle translar ile non-binary bireyleri dışarıda bırakıyor.
Bu yazıyı uzun uzun okumaya üşenirseniz sonucunu baştan söyleyeyim: Güneş lekelerindeki azalmadan dolayı yeni bir Mini Buzul Çağı falan gelmiyor. Hatta hava soğumayacak bile. Şimdi bunun nedenlerini ve bu güneş lekelerinin ne olduğunu biraz anlatalım.
Çoğunuzun bildiği gibi Dünya’nın bir manyetik alanı var. Bu alanın yapısı oldukça düzgün. Manyetik kutup noktaları tam olmasa da coğrafi kutup noktalarına oldukça yakın. Bu yüzden de çok eskilerden bu yana Dünya’nın yüzeyinde pusula kullanarak yönümüzü bulabiliyoruz. Bu manyetik alan da zaman içerisinde değişebiliyor, bunu da bir başka yazıda anlatırım ama şimdilik Dünya’nın manyetik alanının düzgün olduğunu bilmemiz yeterli.
Güneş’in manyetik alanı ise hiç Dünya’nın manyetik alanı gibi düzenli değil. Dünya’nın manyetik alanına benzer biçimde büyük iki kutup var ama yüzeyde de daha ufak kutuplar mevcut. Bu kutuplar manyetik alan çizgilerinin bir noktadan çıkıp yakın bir noktada tekrar geri dönmesine neden oluyorlar. Böylece de gördüğümüz karmaşık görüntü ortaya çıkıyor. Ayrıca bu küçük manyetik alanlar her zaman ve Güneş’in her yerinde de görülmüyor. Bazen tamamen kayboldukları bazen de güneşin tamamını sardıkları olabiliyor.
Bu manyetik alan çizgilerinin Güneş’ten çıktığı ve Güneş’e geri girdiği yerlerde Güneş’in yüzey sıcaklığı biraz daha düşük oluyor. Normalde Güneş’in yüzey sıcaklığı 5600 derece civarındayken bu bölgeler 1000-1500 derece daha soğuk olabiliyorlar. Bu nedenle de teleskopla Güneş’e baktığımızda bu bölgeleri Güneş üzerindeki lekeler olarak algılıyoruz, oysa buraların da sıcaklığı 4000 derecenin üzerinde.
Güneş lekelerinin nasıl çalıştıkları ve bunun bize etkisinin ne olduğu aslında çok karmaşık bir konu ve bilim insanları da henüz bu konuları araştırmaktadırlar. Ancak Güneş lekeleri hakkında bilmemiz gereken önemli nokta bu lekelerin Güneş’in yüzeyindeki normal düzeni bozarak ciddi miktarda sıcak gazın uzaya doğru püskürtülmesine de neden olduğudur. Bu etkileşim sonucunda Dünya’nın atmosferi hafifçe ısınır.
Lekelerin azalıp artması Güneş’in doğasında var
Galileo Galilei 1609’da teleskobu Güneş’e çevirdiğinde ilk Güneş lekelerini yakından gözlemlemişti. O günden bu güne kadar astronomlar görünen Güneş lekelerinin sayısını dikkatle kaydediyorlar. Güneş lekelerinin neredeyse düzenli sayılabilecek bir şekilde 11 yıllık bir periyotla azalıp arttığı da bu şekilde keşfedildi. Ama bazı dönemlerde bu lekeler hiç ortada görünmedi, bazı zamanlar ise lekelerin sayısı son derece arttı. Bu Güneş’in doğasında olan bir düzen.
Yalnız Güneş lekelerinin hiç görülmediği zamanlarda Dünya’nın ortalama sıcaklığı da oldukça azaldı. Mesela 1650-1720 seneleri arasında hiç Güneş lekesi görülmemesi kışların çok sert geçmesine neden oldu. Bugün karşımızdaki haberlerin nedeni de bu dönemin çok serin geçmiş olması. Aynı haberlerde yer alan 1815 yılı ise görüldüğü gibi az Güneş lekesi görülen ama özelliği olmayan bir dönem. Ancak o sene patlayan Tambora Yanardağı atmosfere aşırı miktarda toz püskürttüğünden Dünya’ya ulaşan ışık miktarı azaldı ve Kuzey Yarım Küre’de yaz gelmeyen bir sene yaşandı.
Güneşi gözlemleyen bilim insanları 1990’lardan bu yana Güneş lekelerindeki azalmanın farkındalar. 2020 senesinde Güneş lekelerinin sayısı minimuma inecek ve bu zaten bilinen ve beklenen bir şey. Bir sonraki döngünün de oldukça zayıf olması bekleniyor. Hatta önümüzdeki 10 sene boyunca hiç Güneş lekesi görülmemesi de mümkün. Tarihte böyle zamanlara rastlanmış ve yine rastlanıyor olması alışılmadık değil. Dolayısıyla NASA zaten bilinen bir konudaki son gözlemleri açıkladı geçtiğimiz haftalarda. Yalnız şimdi NASA’nın ne demediğine ve bazı basın kuruluşlarının ne eklediğine gelelim:
Küresel ısınma, lekelerin soğutma etkisinden daha fazla
Güneş’ten Dünya’nın her metrekaresine yaklaşık 342 Watt güç (enerji) gelir. Güneş lekelerinin en fazla görüldüğü zamanla en az görüldüğü zaman arasında bu değer 0,3 Watt değişir. Yani en fazla Güneş lekesi görüldüğü dönemde 342 Watt geliyorsa, en az Güneş lekesi görülen dönemde bu 341.7 Watt’a düşer. Bu da başka bir etki olmadığı takdirde Dünya’nın soğumasına yol açar. Buna negatif atmosfer zorlaması adı verilir, yani bu etki atmosferi soğutur. Ne yazık ki son 150 senede elimizde gittikçe artan bir pozitif atmosfer zorlaması da var ki biz buna küresel ısınma diyoruz. IPCC’nin 2013 raporuna göre pozitif atmosfer zorlamasının miktarı metrekareye 2,3 Watt. Yani sera gazları Dünya’yı 2,3 Watt kadar fazladan ısıtırken Güneş lekelerinin tamamen yok olması bile Dünya’yı 0,3 Watt kadar soğutma etkisine sahip.
Buradan çıkartacağımız sonuç şu: Güneş lekelerindeki azalma Dünya’yı soğutma yönünde bir etki yaparak insanlığın üzerindeki iklim krizi probleminin de azalması yolunda çalışıyor. Ancak iklim krizine yol açan sera gazlarının miktarı o denli fazla ki yazın sıcaklarda bu serinlemeyi ya hiç hissetmeyiz ya da belki çok az hissederiz. Ama önümüzdeki senelerde mini bir Buzul Çağı’na girme ihtimalimiz yok.
Çevre örgütleri İzmir‘in Menderes ilçesine bağlı Efemçukuru mahallesinde Kanada merkezli Eldorado Gold‘un işlettiği altına madenine karşı İzmir Vergi Dairesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
İzmir’in su sıkıntısının temel nedeninin bölgede bulunan altın madeni çalışmaları olduğunu söyleyen çevreciler maden dolayısıyla Çamlı havzasına yapılması planlanan ve 300 bin kişiye su sağlaması düşünülen Çamlı barajının inşa edilmesinden de vazgeçildiğini belirtti.
Açıklamaya EGEÇEP, İzmir Tabip Odası, İzmir Yaşam Alanları(İYA), Konak Kent Konseyi ve Gaziemir Çevre Platformu’nun yanı sıra TMMOB İzmir İlk Koordinasyon Kurulu katılım gösterdi.
‘Madencilik mi suyun korunması mı?’
Yapılan açıklamada “İzmir halkının temiz suyu, Kanada kökenli Eldorado Gold’a bağlı Tüprag altın madeni şirketinin çıkarları uğruna feda edilirken İzmir’in gereksindiği su, 130 km ötedeki Gördes barajından getirilmeye çalışılmaktadır. Bu barajın bir türlü su tutamaması bir yana, suyun farklı havzalara taşınması eylemi de ciddi bir ekolojik yanlışlıktır” denildi.
Madenin İzmir’in su havzası içi büyük risk yaratacağının birçok kez bilimsel raporlarla belgelendiğinin hatırlatıldığı açıklamada “Yıllardır soruyoruz, bir kez daha soracağız: Madencilik mi, suyun korunması mı?” ifadeleri kullanıldı.
‘Mahkeme iptallerine rağmen çalışma devam etti’
Maden hakkında mahkemelerin defalarca yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen maden işletmesinin çalışmaya devam ettiğini belirten eylemciler “ Çünkü halkın sağlığını değil, madencilerin çıkarlarını gözeten iktidar, her seferinde bu Kanada şirketinin imdadına yetişerek, yaptığı yönetmelik değişiklikleri ile çalışmaya devam etmesini sağlamıştır” dedi.
Bu çerçevede madencilik için mutlak koruma alanının 300 metreden 100 metreye düşürüldüğü, içme ve kullanma suyu havzalarından 100 metre uzaklıkta madencilik yapılmasının önünün açıldığı hatırlatıldı.
‘İki ayrı ÇED Olumlu kararı’
Ayrıca ÇED raporlarının da gene mahkemece iptal edilmesine rağmen yeni ÇED düzenlemeleriyle madenin bugüne kadar kesintisiz çalışmasının sağlandığı belirtildi.
Proje hakkında 2012 ve 2015 yıllarına ait Bakanlık tarafından iki ÇED Olumlu raporu verildi. İkisine yönelik açılan iptal davaları sonucunda hangi ÇED Olumlu kararının uygulamada olduğuna yönelik ise bir belirsizlik mevcuttu.
‘İşletme hangi ÇED’i esas alıyor?’
En son gelen Danıştay 6’ncı Dairesi kararında ise geçerlilikte olan ÇED raporunun 2015 tarihli olduğu belirtiliyor. Bu karar üzerine çevre aktivistleri yaptıkları açıklamada şu soruları yanıt aradı:
İzmir Efemçukuru Altın Madeni, hangi ÇED’e göre işletilmeye devam etmektedir, 2012’ye göre mi 2015’e göre mi?
İptal edilen ÇED’lerle işletilme süreçlerindeki zararlar ve çevresel etkiler nasıl giderilecek, nasıl tazmin edilecektir?
Bu zararlardan dolayı ortaya çıkabilecek, başta kanser olmak üzere sağlık sorunlarının sorumlusu kim olacaktır?
Açıklama İzmir yöresindeki en temiz su havzası olduğu belirtilen Çamlı barajı havzasının koruma altına alınması ve Efemçukuru Altın Madeni’nin kapatılması talepleriyle sona erdi.
Bir haftadan bu yana ‘yeni normal’ olarak adlandırdığımız normale dönüşü tartışıyoruz. Sizin de yakından izlediğiniz gibi 1 Haziran tarihinde bir anda hemen hemen her alanda normale dönüşe izin veridi. Kamu sektöründe normal çalışma düzenine geçildi, anne ve babalar işe gidince ister istemez çocukları için kreşler de açıldı. Bir anda sokağa çıkmak zorunda kalanlar yüzünden toplu ulaşım yüklenince %50 yolcu taşıyabilme kuralı da il pandemi kurulları tarafından kaldırılmak zorunda kaldı. Kentler arası seyahat yasağı kalktı, uçaklar havalandı, otobüsler yola düştü. Seyahat sınırlamaları kalkınca salgının ülkemizdeki merkezi olan İstanbul’dan imkânı olan hemen hemen herkes kendini kent dışına attı.
Şimdi başta Akdeniz kentleri olmak üzere Anadolu’nun çeşitli kentlerinin yöneticileri bir anda artan Covid-19 vaka sayıları nedeniyle isyan halinde. Peki; neden? Aslında nedeni basit: Son dönemde yayınlanan otellerle ilgili televizyon reklamları da bunu ispatlıyor, birçok bilim insanına göre ‘çok erken’ olan bu normalleşme büyük oranda turizm sektörünün baskısı ile yapılıyor. Sektör ne pahasına olursa olsun 2020 yazını kaçırmak istemiyor. Turizm yatırımcılarının başka kaçırmak istemedikleri de var. Bir taraftan pandemi nedeniyle kamuoyu önünde ‘krize girdiklerini’ dile getiren sektörün devleri diğer yandan ise hiç de krize girmediklerini ispatlarcasına Ege ve Akdeniz sahillerinde büyük çoğunluğu doğal ve tarihi sit alanı kapsamında olan yeni ‘yatırım’ alanlarının peşindeler. Özellikle kamuoyunun tüm dikkatinin Covid-19 salgını üzerinde olduğu bir dönemde turizmcilerin kazanç uğruna yeni hedefleri İzmir’in tanınmış ilçeleri Çeşme, Alaçatı, Karaburun, Urla ve Selçuk ile Antalya’nın dünyaca ünlü bölgesi Olympos sahilleri…
Antalya’dan başlayacak olursak; Mayıs ayının başında Kumluca ilçesindeki 1. derece sit alanı olan Olympos Antik Kenti ve çevresinin sit derecesi 3. derece arkeolojik sit alanına düşürüldü. Böylece bölgede yeni yapılaşmaların önü açıldı. Şimdi oraya yapılabilecek ‘turizm tesisleri’ haberleri korku ile bekleniyor… Geçtiğimiz haftaların bir diğer haberi ise ‘artık bu kadar da olmaz’ dedirttirecek türdendi. İzmir’in Selçuk ilçesinin tüm dünyaca tanınmış Meryemana Tabiat Parkı sit alanı olmaktan çıkarıldı. Geçtiğimiz günlerde yargıya taşınan karar mahkemece bozulmazsa bölgedeki yeni yapılaşmaları önlemek mümkün olmayacak.
İzmir’in diğer turistik ilçelerine pandemi günlerinde daha da artan yerli-yabancı turizm sektörünün ilgisi ise daha eskiye dayanıyor. Hatırlayalım; salgın öncesi ‘acele kamulaştırma’ kararı ile Çeşme ve Urla’da bazı arazilere el konmak istenmişti. Üstelik merkezi yönetim acele kamulaştırma kararında bu sefer yerel yönetimin de desteğini sağlamış görünüyordu. Başta İzmir’de örgütlü meslek odaları olmak üzere herkes bu acele kamulaştırmanın nedeni araştırırken, Arap medyasında bu kamulaştırılan alanlara kurulacak tatil köylerinin, marinaların, eğlence merkezleri ve golf sahalarının reklamları yayınlanmaya başlamıştı bile…
Golf sahaları su rezervlerine zarar verir
Başta bölgedeki arazi sahipleri, çevre örgütleri ve meslek odaları olmak üzere Çeşme’yi yaz-kış turizm merkezi haline getirmeyi hedefleyen ‘Yeni Çeşme Projesi’ için yapılmak istenen acele kamulaştırma kararına karşı iptal davası açıldı birkaç ay önce… Mayıs ayının başında ise acele kamulaştırma kararları şimdilik iptal edildi. Ancak bu iptal kararı yanlıştan dönüldüğü, bölgeyi tam bir çevre yağmasının içine düşürecek projeden vazgeçildiği anlamına gelmiyor. Bölgeye yeni dev oteller, golf sahaları, marinalar kurmak isteyen yerli ve yabancı sermayenin projelerini tamamen Çeşme’ye odaklamak istedikleri ve kısa bir süre içinde yeni bir acele kamulaştırma kararının gündeme geleceği iddia ediliyor. Bunun ilk işareti ise geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı: Alaçatı’da her an bir golf sahasının yapımına başlanabilir.
Bir dönem kamuoyuna ‘en çevreci spor’ olarak anlatılan golf aslında tam anlamıyla yapıldığı bölgede ekolojik yıkıma neden oluyor. Çok büyük miktarlarda sulama yapılan bu sahalarda yoğun olarak da pestisit (tarım ilacı) kullanılıyor. Sadece 100 hektarlık bir golf sahasında kullanılan yıllık sulama suyu miktarı bir milyon metreküpü buluyor. Bu miktar ortalama 15 bin nüfuslu bir yerleşim yerinin yıllık su gereksinimine eşit. Ülkemiz kişi başı 1400 m³/yıl kapasitesiyle su sıkıntısı çeken ülkeler arasında, su kaynaklarını koruyamazsa 2030 yılına kalmadan 1000 m³/yıl kapasitenin altına inerek su fakiri ülkeler arasına düşecek. Üstelik golf sahasının kurulmak istendiği Çeşme ve Alaçatı şu anda bile su fakiri bir bölge ve özellikle yaz aylarında yıldan yıla artan boyutta içme ve kullanma suyu sıkıntısı çekiyor. Yeraltı suları açısından oldukça fakir olan bölgede su sorununu çözmek için yapılan Kutlu Aktaş Barajı da su gereksinimine tam olarak yanıt veremiyor.
Aşırı pestisit kullanımı zehir saçıyor
Golf sahalarında diğer bir sorun ise aşırı pestisit kullanımı. Tüm yıl boyunca çimlerin golf oynamaya uygun halde tutulması için bu sahalarda çok miktarda çeşitli pestisit ve kimyasallar kullanılıyor. Günümüzde golf sahalarında kullanılan pestisit ve kimyasalların aynı büyüklükte tarım arazinde kullanılan miktarın altı kat daha fazlası olduğu hesaplanıyor. Kullanılan bu pestisit ve kimyasallar bölgede toprak ve yer altı su kaynaklarının kirlenmesine yol açarken, diğer yandan da bölgedeki canlı yaşamı etkiliyor, bölgedeki flora ve faunayı bozuyor. O nedenle golf ile daha iç içe olan Avrupa ülkeleri son dönemde büyük golf sahaları kurmuyor. Bunun yerine bizim gibi ülkelere turist gönderme sözü ile kurduruyor golf sahalarını. Çevre sömürüsünün bir başka boyutunun yaşandığı bu sahalar yüzünden ülkemizin suyu gereksiz yere kullanılırken toprağı, yer altı suyu fauna ve florası yok ediliyor.
Alaçatı’daki kamuoyu tarafından iyi tanınan bir yatırımcınin tam da bugünlerde 680 dönümlük araziye golf sahası kurmak istediği biliyor. Bu durumda daha şimdiden yıllık 7 milyon m³ su sarfiyatına talip. Yani 100 bin kişiden fazla insanın bir yıllık tüketebileceği sudan daha fazlasına. Arazinin %85’nin kendisine ait olduğunu ilan eden yatırımcı gerisi için adeta bir ‘acele kamulaştırma’ istiyor… Yakında ‘sosyal mesafeye en uygun spor;golf’ diye reklam kampanyaları başlarsa, bölgeyi yemyeşil yaptık diye tanıtımlar yapılırsa şaşırmayın…
Pandemiden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyorduk; eşit paylaşıma ve gelir adaletine dayalı, çevreye saygılı, tüketim alışkanlıklarını terk etmiş, toplum sağlığını önceleyen kamucu bir yaklaşımın gündeme geleceğini umuyorduk. Ama görüyoruz ki sermayenin de yeni planları var; başta çevre sömürüsünü artırmak gibi… Hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması için oturup beklememeliyiz, dünden daha fazla çalışmalıyız, bilimsel ve hukuksal mücadelemizi sürdürmeliyiz.
TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel ile Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız gözaltına alındı. TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ sosyal medyada yaptığı paylaşımda Dükel’in bu sabah 07.30’da gözaltına alındığını açıkladı.
Yanardağ, sosyal medyada yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı: “Arkadaşımız, TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel bu sabah 07.30’da gözaltına alındı. Gözaltına alınma nedeni bilinmiyor. Savcılığın 4 gün gözaltı süresi vermiş. Savcılığa çağrılarak ifadesi alınabilecek bir gazetecinin böyle gözaltına alınması demokrasilerde olmaz, olmamalıdır.”
Tele 1 Ankara Temsilcisi ve Yayın Kurulu Üyemiz İsmail Dükel ile Odatv haber sitesi yazarı Müyesser Yıldız'ın gözaltına alınması, iktidar güdümünde olmayan bağımsız medyaya gözdağı vermeye çalışmaktır. İşimizin başındayız, susmayacak ve boyun eğmeyeceğiz.
Müyesser Yıldız’ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın TCK’nın 328. maddesiyle başlattığı “Siyasal ve Askeri Casusluk” suçlamasıyla gözaltına alındığı ifade edildi.
Yıldız’ın evinde yapılan aramada ‘uzman personel olmadığı’ gerekçesiyle dijital cihazların imajının alınmadığı ileri sürüldü. Aramada Yıldız’ın bilgisayar mühendisi oğlunun kullandığı cihazlar ve avukat eşinin kullandığı bilgisayara el koyuldu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaklaşık bir ay önce Yıldız’ın bir Facebook gönderisini paylaşarak gazeteciyi hedef göstermişti. Kars’ta hayatını kaybeden bir askerle ilgili paylaşım yapan gazetecinin gönderisini Twitter’dan paylaşan Soylu, “Benim üzüntüm PKK seviciliğin değil, devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tutmandır” demişti.
Çemçe grubunun itlafına bir PKK bir sen üzülmüşsün. Kahramanlarımız bugün o bölgeye yeni sızmayı 10 metrede çatışma ile teröristleri yok ederek engelledi… Benim üzüntüm PKK seviciliğin değil, devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tutmandır pic.twitter.com/kcDPaA3Ewy
Hak savunucusu ve iş insanı Osman Kavala, Avrupa Konseyi ”Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü”ne aday gösterildi. Kavala, 18 Ekim 2017’den beri Silivri Cezaevi’nde tutuluyor.
Kavala’yı aday gösteren isimler arasında dilbilimci, tarihçi ve insan hakları aktivisti Prof. Dr. Noam Chomsky ile Fransız filozof Prof. Dr. Etienne Balibar da bulunuyor.
‘Sistematik baskının sembolü’
Başvuru imzacılarından olan Yunanistan ana muhalefet partisi SYRIZA üyesi ve Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Dimitris Papadimoulis, Kavala’nın adaylığıyla ilgili olarak şunları söyledi:
Osman Kavala, Erdoğan rejiminin binlerce siyasi mahpusundan sadece biri. Kavala, Erdoğan rejiminin özellikle de 2016 yılındaki askeri darbe girişimi sonrası sivil topluma yönelik uyguladığı sistematik baskının sembolüdür. Yoğun faaliyetleriyle Osman Kavala, insan haklarının korunması için çalışan çok sayıda sivil toplum örgütünün kurulmasına katkı sağlamıştır.
Kavala, 1 Kasım 2017’de, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309 ve 312’nci maddelerine atfen “darbeye teşebbüs, hükümeti devirme, Gezi olaylarının finansörlüğü” gerekçeleriyle tutuklanmış; suçlamalardan beraat etmesine rağmen tahliye edilmeyip sonradan eklenen “casusluk” suçlamasıyla yeniden tutuklanmıştı.
Havel Ödülü hakkında
Havel Ödülü, 2011’de ölen, Çekoslovakya komünist rejiminin önde gelen muhalifi ve önce 1989-1992 arası Çekoslovakya devlet başkanı olan, iki ülkenin anlaşarak ayrılmasından sonra 1993-2003 arası Çek Cumhuriyeti‘nin ilk Cumhurbaşkanı olan ünlü yazar Václav Havel’in anısına, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Václav Havel Kütüphanesi ve Charta 77 tarafından koyulmuştu.
Vaclav Havel
Sivil toplum çıkışlı birey veya kurumlara verilen ödüle aday gösterilenlerde, belirli bir grubun insan hakları durumu üzerinde gerçek bir fark yaratmış olması, büyük ve sistematik ihlalleri ortaya çıkarmada etkili olması veya insan hakkı bağlantılı bir hedef doğrultusunda kamuoyunu ve/veya uluslararası toplumu başarıyla harekete geçirmiş olması aranıyor.
Ödül Türkiye’den daha önce de yargının bağımsızlığı için yürüttüğü çalışmaları nedeniyle YARSAV Eski Başkanı Murat Arslan’a verilmişti.