Ana Sayfa Blog Sayfa 1960

Çocuk kitabında tecavüz sahnesi: Hataen çıktı

Musa Dinç‘in yazdığı Arı Sanat Yayınevi’nden çıkan çocuk kitabı “Gül ve Düşün”de yer alan cinsel saldırı sahneleri tepki topladı. Gelen tepkiler üzerine yazar ve yayınevi kitabın satışının durdurulduğunu açıkladı.

Tecavüzü meşrulaştıran ifadelerin de yer aldığı kitapla ilgili olarak yayınevi şu açıklamayı yaptı:

Bahsi geçen kitap yazarın editörlüğünde çıkan bir yayın olup 2019’da bu konu üzerinde satışa ve dağıtıma kapatılmıştır. Yayın çizgimiz dışında bir yayın olup hataen çıkmış ve sonra da satışa kapatılmıştır. Kitap bazı sayfalarda evet satışta görünüyor fakat bizden istendiği durumda kitap mevcut değildir. 2019’da gereken yerlerle iletişime geçip yayının kaldırıldığını söylemiştik dakat halen kaldırılmayan sayfalar var. Bu konuda da gerekeni yapacağız. 4. baskıyı biz bastık fakat önceki baskııları Arı Sanat Yayınevi’ne ait değildir. Okurlarımızdan özür dileriz.”

Kitapta bir tilkinin ayıya tecavüz etmesi anlatılırken, tecavüzü meşrulaştıran ifadeler yer veriliyor. Yazar Musa Dinç ise sosyal medya hesabından tepkiler üzerine açıklamada bulundu. Dinç, “Erdemli bir davranış sergileyerek özür diledim, kitap satış dışı tutuldu; yayınevi ve benim elimde olanları imha ettik. Hakaret ve küfürler suç teşkil ediyor.  Beni tanıyan ve bilenler nasıl bir insan olduğumu herkes biliyor” dedi. 

Yayınevi: İstanbul Sözleşmesini feshedin

Durumun düzelmesi için hukukî süreç başlattığını belirten yayınevinin, sosyal medya hesaplarında “İstanbul Sözleşmesini Feshedin” paylaşımları da yer alıyor. 

https://twitter.com/arisanat/status/1163025110690914306

Eğitim-Bir-Sen’den suç duyurusu 

Musa Dinç.

Eğitim-Bir-Sen ise yüz kızartıcı ifadeler içerdiği gerekçesiyle “Gül ve Düşün” isimli kitabın yazarı Musa Dinç ve yayınevi hakkında suç duyurusunda bulundu. 

Savcılığa kitabın yazarı ve yayınevi hakkında yapılan suç duyurusunda, TCK’nın 226. maddesi uyarınca “Basın-yayın yoluyla müstehcen ürünlerin çocukların görüp duyabileceği şekilde alenileştirilmesi” suçu kapsamında kamu davası açılması, söz konusu materyallerin toplatılarak tedavülden kaldırılması, internet ortamında dağıtılmasının engellenmesi talep edildi.

Sendikadan yapılan açıklamaya göre, kitabın varsa kütüphanelerden toplatılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, yapılması düşünülen etkinliklerin iptal edilmesi için de Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunuldu.  

 

Onlarca yıllık çalışmanın ardından Afrika’da çocuk felcinin bittiği duyuruldu

Afrika, uluslararası sağlık kuruluşları, ulusal ve yerel hükümetler, topluluk gönüllüleri ve hayatta kalanlardan oluşan bir koalisyon tarafından onlarca yıl süren çalışmaların ardından  “çocuk felcinden arınmış” olarak ilan edildi.

Kuzey Nijerya‘da kaydedilen son çocuk felci vakalarından dört yıl sonra, Afrika Bölgesel Sertifikasyon Komisyonu (ARCC) geçen salı günü kıtada artık virüsten kurtulduğunu onayladı.

The Guardian‘ın aktardığına göre, başarı, kıtadaki çocuk felcini yok etme çabalarının son cephesi olan Nijerya’daki cihatçı isyanın kalbi Borna eyaletindeki çocukları aşılama ve izleme kampanyasının sonucu olarak kaydedildi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Afrika Bölge Müdürü Dr. Matshidiso Moeti “Çok önemli, büyük bir girişim oldu, inanılmaz bir ısrar ve azimle, tam başardığımızı düşündüğümüz anda tersine sonuçlarla karşılaştığımız çok zamanlar oldu” diye konuştu.

Batı Afrika, Mali’de bir çocuk felci karşıtı poster. Fotoğraf: Neil Cooper.

Dünya Sağlık Örgütü’nün,  Küresel Çocuk Felcini Yok Etme Girişimi‘nin merkezi bir koordinasyon rolü oynadığını söyleyen Moeti, sağlık çalışanlarına yönelik ölümcül saldırıları körükleyen şiddetli aşı karşıtlığının üstesinden gelme ve çocuk felcinden kurtulanların kampanya ekiplerine dahil edilmesinin virüsün yok edilmesinde anahtar faktörler olduğunu kaydetti: 

“Mücadeleye katılanları ve çocuk felcinden kurtulup engellilik deneyimlerini paylaşanları gerçekten takdir ediyorum.”

1996’da Afrika’da 75.000 çocuğun hastalık yüzünden felç kaldığı bildirilmişti. 

Moeti, şu anki savaşın hayatta kalanların yaşamlarını iyileştirmek olduğunu söyledi: “Şu anda Afrika’da bu hastalık yüzünden engelli kalan insanların ihtiyaçlarına dikkat etmek ve öncelik vermenin önemini vurgulamak isterim. Sağlık,  sadece öldürebilecek bir hastalığın yokluğu değil, tam bir iyilik duygusudur 

Çocuk felcinden kurtulanların hakları için kampanya yürüten Nijerya Çocuk  Felcinden Kurtulanlar Derneği‘nin kurucularından Musbahu Lawan Didi ise “Yıllar önce başladığımız şeyin bu sonuçlara yol açması inanılmaz. Çocuk felcinden kurtulanlar olarak en mutlu olanlar biziz ve ülkedeki çocuk felcinden kurtulan son kişi olacağımıza inanıyoruz ” diye konuştu.

Didi şunları da ekledi: “Ancak Nijerya’da çocuk felcinden kurtulanların yüzde doksanı yoksulluk içinde yaşıyor. Birçoğumuz hayatta kalmak için sokaklarda geziniyor, yalvarıyoruz. Böyle olmamalı. ”

DSÖ tarafından kurulan bağımsız bir kuruluş olan ARCC‘nin başkanı Dr. Rose Leke de deklarasyonun hiçbir vakanın gözden kaçmadığından emin olmak için 47 Afrika ülkesindeki gözetim sistemlerinin kapsamlı değerlendirmelerini izlediğini söyledi.

Sağlanan ilerlemeye rağmen, bölgedeki 16 ülkede şu anda aşıdan türetilmiş küçük çocuk felci salgınları yaşandığına dikkat çeken Lose, bunun da yetersiz aşılanmış topluluklar arasında ortaya çıkabildiğini kaydetti. 

En büyük sorun, aşıyı reddeden cihatçı örgütler ve yerel topluluklar 

Küresel olarak çocuk felcini ortadan kaldırma çabaları, 1988’den bu yana  sürdürülüyor.  O zamandan beri tahminen 350.000 vakadan 2018’de bildirilen 33 vakaya düşüldü. Afrika’da, yaşadığı dönemde Nelson Mandela öncülüğünde sürdürülen kampanya, büyük ilerlemeler kaydedilmesine neden olmuştu. 

Ancak Kuzey Nijerya’daki isyan, çalışmaları zorlaştırdı. 2013 yılında, Kano‘da çocukları aşılayan dokuz kadın , Boko Haram militanı olduklarından şüphenililen silahlı kişiler tarafından vurularak öldürüldü.

Bölgede çocuk felcini ortadan kaldırma çabalarına katılan en az 67 sağlık çalışanının katledildiği, birçoğunun saldırıya uğradığı ve kaçırıldığı da raporlandı. Uluslararası Rotary‘nin Nijerya çocuk felci komitesi başkanı Dr. Tunji Funsho, aşıyı reddeden yerel toplulukların da aşılama yapmak isteyen sağlık çalışanlarına karşı şiddet uyguladığına dikkat çekti:  

Temmuz 2003’te, Nijerya’nın kuzeyindeki beş eyalet en az bir yıl boyunca çocuk felci aşısı kullanımını askıya aldı. Nijerya’daki yıllık vakalar daha sonra hızla yükseldi ve virüs Afrika’ya yayıldı. Ancak, düzenlenen kampanyalar, belediye toplantıları ile birlikte siyasi, cemaat ve dini liderlere hitap eden çalışmalar sayesinde tekrar aşılama çalışmalarına başlandı. 

2015 yılında Cumhurbaşkanı Muhammadu Buhari, torunlarından birine kişisel olarak ağızdan aşı damlası uyguladığını televizyon kanallarından duyurmuştu.   

Funsho, “Üzücü olan şey şu ki, bazı rededişler sadece çocuk felci aşısına inanmadıkları için değil.. Öncelikleri farklı sadece. Örneğin, sıtma gibi daha ölümcül hastalıklarda çocuk felci aşıları sağlık hizmetlerine göre önceliklidir” dedi. 

Bazı durumlarda aşıların reddedilmesinin hükümete karşı bir tür protesto haline geldiğine de dikkat çeken Fusho, kimi zaman da babaların çocuklarının yemek yemediğini açıklayamayacak kadar utandıkları ve bunun bir tepkiye neden olacağından korktukları için çocuklarına aşı yapmayı reddettiklerini anlattı: “İnsanların ihtiyaçlarını ve endişelerini gerçekten anladığımızdan ve dinlediğimizden emin olmamız gerekiyordu.” 

Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’deki çalışmaları 1 Eylül’e uzatıldı

Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Doğu Akdeniz’de süren ve uluslararası bir krizi tetikleyen çalışmaları dört gün daha uzatıldı. İlan edilen Navtex ile çalışmaların 1 Eylül’e kadar devam edeceği duyuruldu.

Buna göre Oruç Reis, Ataman ve Cengiz Han isimli gemilerle birlikte Doğu Akdeniz’de Kıbrıs açıklarında daha önce ilan edilen bölgede sismik çalışmalarını yürütecek.

Atış eğitimi yapılacak

Mili Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada ayrıca 1-2 Eylül’de Doğu Akdeniz’de atış eğitimi yapılacağı belirtildi.

Oruç Reis sismik araştırma gemisi, kıta sahanlığı ve doğal kaynak aramaları başta olmak üzere her türlü jeolojik, jeofizik, hidrografik ve oşinografik araştırmaları gerçekleştirebiliyor.

Navtex nedir?

İngilizce `Navigational text messages´ ifadesinin kısaltması olan Navtex, denizcilere yapılan bir tür uluslararası duyuru işlevi görüyor. Navtex paylaşımlarıyla seyir halindeki gemiler bilgilendiriliyor; tehlike ya da risklere karşı uyarılıyor.

Kazalar, meteorolojik tahminler, arama kurtarma faaliyetleri gibi durumlar hakkında mesajlar veriliyor. Mesajlar, Deniz Kuvvetleri Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi tarafından yayımlanırken, gemiler bunları Navtex cihazlarıyla algılayıp haberdar oluyor.

AKP Gençlik Kolları üyesinden Şehit Anaları Derneği Basın Sözcüsü’ne cinsel saldırı tehdidi

AKP Zonguldak Ereğli Gençlik Kolları üyesi İsmail Korkut Kumaş, Şehit Anaları Derneği Basın Sözcüsü Beyza Tufan’a Twitter üzerinden cinsel saldırı tehdidinde bulundu.

Tufan, kendisine “15 Temmuz’da fırsatı kaçırdık, tekrarı olursa seni cariyem yapacağım Beyza” diyen Kumaş’ı hesabından yaptığı paylaşımla ifşa etti.

Tufan paylaşımında AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ı ve AKP Zonguldak İl Başkanı Zeki Tosun’u da etiketledi ve “Şahıs AKP Zonguldak Ereğli Gençlik Kolları’ndanmış. Teşkilat üyelerinizin ahlakı takdire şayan” diye yazdı.

Öte yandan Aykırı haber, Kumaş’ın daha önce cinsel tacizden hüküm giymiş olduğunu ortaya çıkardı. Haberde aktarıldığına göre Kumaş 2017’de Facebook üzerinden bir süre konuştuğu genç bir kadını, cinsel organının fotoğraflarını göndererek taciz etti ve kendisine tehditlerde bulundu. Kadının şikayetçi olması üzerine bu suçtan dokuz ay on gün hapis cezası aldı ancak mahkeme sanığın sicilinde suç olmadığı gerekçesiyle cezasını erteledi.

Aşırı sıcaklar dönüyor: Nasıl korunabiliriz?

Meteoroloji Genel Müdürlüğü 15 Mayıs Cuma gününden önümüzdeki hafta başına kadar hava sıcaklıklarının hissedilebilir derecede artacağı uyarısında bulundu.

Sıcak hava dalgasıyla birlikte İstanbul 35 dereceyi görecek. Akdeniz ve Ege Bölgesi‘nde de sıcaklıkların 40 dereceye ulaşması bekleniyor. Peki bu sıcak hava dalgaları neden oluyor ve biz kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Sorun Cezayir değil, küresel iklim krizi!

MGM tarafından yapılan uyarı pek çok gazetede ‘Çöl sıcakları geliyor”, “Cezayir sıcakları geliyor” şeklinde yer aldı. İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Ümit Şahin ise Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada bu tarz ifadelerin iklim krizinin etkisini görmezden geldiğini belirtiyor.

Şahin’e göre bu ifade insanlarda “Normalde bizde olmaz ama başka yerlerden geliyor” algısı yaratıyor. Halbuki sıcak dalgaları iklim krizinin en büyük göstergelerinden biri.

Görsel: MGM

Sıcak dalgalarının sıklığı ve şiddeti arttı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü Araştırma Dairesi tarafından yapılan bir araştırma Türkiye’de 1971 ile 2016 yılları arasındaki sıcak dalgası sayısının ve şiddetinin sera gazı emisyonlarına bağlı olarak arttığını ortaya koyuyor.

2013 ile 2098 yılları arasında sıcak dalgası yaşanacak gün sayısına dair tahminlerde bulunulan araştırmada sera gazı emisyonlarının orta derecede azaltıldığı senaryoda yılda ortalama 42 gün, şu anki hızında ise 78 gün artış gözleneceği belirtiliyor.

Organların iflasına ve ölüme yol açabiliyor

Çoğu zaman etkisi hafife alınan ani sıcaklık artışları ise düşünüldüğünden daha tehlikeli. Uzmanlar bu durumun organların iflasına hatta ölüme yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.

Örneğin, Ağustos başından bu yana Tokyo’da sıcak dalgası sebebiyle 53 kişi hayatını kaybetti. Özellikle kronik hastalığı olan kişiler ve yüksek yaş grubundaki kişiler için sıcaklar büyük tehlike yaratıyor.

Dışarıya çıkmayın

 Sıcaklardan korunmanın en etkili yolu aynı koronavirüs salgınında olduğu gibi evde kalmak. Uzmanlar özellikle güneşin en etkili olduğu 11.00 ve 16.00 saatleri arasında dışarıya çıkılmaması gerektiğini tavsiye ediyor.

Kapalı mekanların ise sıklıkla havalandırılması ve kişinin bol oksijen almaya özen göstermesi gerekiyor.

Su için, alkolü geceye saklayın

Düzenli sıvı almak da vücut ısısının dışarıya atılması için gerekli diğer önlemler arasında. Sıvıdan kasıt ise su ve mineralli içecekler.

Serinlemek için alkollü ve şekerli içeceklerin kullanılması ilk başta serinleme hissi verse de vücudun su kaybını artırdığı için sıcaklığın etkisini daha çok hissetmesine neden oluyor. Yani mümkünse bu tarz içeceklerin tüketiminin havanın daha serin olduğu akşam saatlerine saklanması gerekiyor.

Yağlı yiyeceklerden ve tuzdan kaçının

Benzer şekilde vücutta suyun tutulmasına sebep olan tuzun kullanımının da azaltmakta fayda var. Bunun yanında yağlı ve ağır yemeklerin tüketilmesinin de en aza indirilmesi gerekiyor. Bunun yerine sebze, meyve ve bol sulu gıdalar tercih edilebilir.

Kıyafetlere dikkat

Açık renkli, ince ve bol kıyafetleri vücudu saran dar, kalın ve koyu renkli kıyafetlere tercih edin.

Dışarı çıkmak durumunda kalırsanız kenarları olan bir şapka veya şemsiye kullanarak başınıza güneş geçmesinin önüne geçebilirsiniz.

Klima yerine fan tercih edin

Klima yerine fan kullanımını tercih edebilirsiniz.  Fanın serinliği yeterli gelmezse önüne buz dolu sığ bir kap yerleştirin, ardından fanı açın. Böylece fanın esintisi bir sis bulutu yaratarak sizi serinletebilir.

Klima kullanımının azaltılması hem kapalı mekanın havalandırılmasında yaşanacak sıkıntı nedeniyle koronavirüs salgınından korunmanızı sağlayacak hem de gereksiz enerji tüketiminden veya klima çarpması gibi sağlık sorunlarından sizi koruyacaktır.

Sıcaklıklarda uyuma konusunda sıkıntı çekiyorsanız da sıcak sırasında uyku kalitenizi artıracak 40 ipucunu paylaştığımız yazımıza göz atabilirsiniz.

Doktora gitmekten çekinmeyin

Eğer sıcaklık çarpması ve bitkinlik hissederseniz doktora gitmekten çekinmeyin. Eğer alınan önlemlere rağmen bir değişiklik yaşanmazsa erken bir müdahale sağlığı korumak için önemli.

Dışarıya su kabı bırakın

Bu zamana kadar hep kendimizi nasıl koruyacağımızdan bahsettik. Ancak sıcak yalnızca insanları değil evimizi ve mahallemizi paylaştığımız hayvanları da etkiliyor.

Aslında kendimiz için aldığımız önlemleri onlar için de almamız gerekiyor. Evcil dostlarımızı sabah erken veya akşam saatlerinde sokakta gezdirmeye çıkarmak önlemlerin ilk sırasında yer alıyor. Sularını taze tutarak düzenli su almalarını sağlayın.

Dışarıdaki dostlarımız için ise evinizin dışına su ve mama kabı koymayı unutmayın.

 

SES: Batman’da sağlık sistemi çöktü, yedi hasta yoğun bakım sırası beklerken öldü

 

‘Testlerin yarısı pozitif’

Kentte vaka sayısındaki artışı değerlendiren SES Batman Şubesi Eşbaşkanı Deniz Topkan, kentte testlerin özel bir hastane ve Sağlık İl Müdürlüğü‘nün kurmuş olduğu iki laboratuvarda yapıldığını, günlük yapılan test sayılarında değişimler olsa da yapılan testlerin ortalama yüzde 50’sinin uzun süredir pozitif çıktığını ifade etti.

SES Batman Şubesi Eşbaşkanı Deniz Topkan.

Resmi kurumların pandemiye halen ‘biz biliriz’ tavrı ile yaklaştığını dile getiren Topkan, “Batman’da 500 kadar insanın öldüğü ifade ediliyor ve buna ilişkin bugüne kadar İl Sağlık Müdürlüğü’nden veya valilikten bir tekzip gelmiş değil. Bu da durumun ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyor” diye konuştu. 

Filyasyon ekiplerinin kentte 40 bine yakın kişiyi takip ettiği bilgisini paylaşan Topkan, şunları dile getirdi:

700 sağlık çalışanı Covid-19

“Kentte 3 bin 500 sağlık çalışanı bulunuyor, bunlardan 700’ünün testi pozitif çıktı bugüne kadar. Durum böyle olunca sağlık çalışanlarının yaşadığı sorununu gözler önüne serecek bir rakamdır.

Kentteki yoğun vaka artışı nedeniyle sağlık sistemi yetersiz kalıyor. 350 yataklı hastane 450’ye çıkarılmasına rağmen halen yetersiz. Özel hastanelerde de yoğunluk var. Kentte yapımı sekiz yıldır devam eden bir kadın doğum hastanesi var. Ağustos’ta biteceği ifade edilmişti, bitirilmedi. Bir an önce bitirilerek burası pandemi hastanesine çevrilmelidir. Öte yandan eski devlet hastanesi binası da yerinde duruyor. Halk sağlığı için bu da pandemi hastanesine çevrilebilir”.

‘Sisteme güven azaldı’

SES Şube Eş Başkanı, kentte geçtiğimiz hafta içinde yoğun bakım ünitesi sırası beklerken yedi kişinin hayatını kaybettiğini de öne sürdü. Artan vakalar nedeniyle insanların hastane önlerinde tepkilerini dile getirmeye başladığını söyleyen Topkan, yetkili kurumlara doğru önlemler alınması çağrısında bulundu. Topkan, “Bunca yaşananlar sonrası canla başla çalışan sağlık emekçileri, yoğunluğa rağmen yetersiz kalıyor ise tepkilerin oluşmayacağı yeni önlemler alınmalı. Batman’da insanların sağlık sistemine güvenleri iyice azaldı. O yüzden çoğu zaman farklı hastanelerde kalmak istiyorlar” dedi. 

ABD, Çin ve Almanya’nın ürettiği aşılar için Türkiye’de gönüllü denemeleri başlıyor

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yavuz, Etik Kurul ve Sağlık Bakanlığı onaylarından geçen iki farklı aşı adayıyla ilgili şunları söyledi: 

“İnsanlarda etkili olduğunun ve olası yan etkilerinin tekrar değerlendirildiği son aşama olan Faz 3’e gelen aşı çalışmaları bunlar. Geçtiğimiz günlerde Sayın Bakanın da açıkladığı iki aşı çalışmasının ise Faz 3 denemelerine Türkiye’den de gönüllü insanlar dahil edilecek. Çalışmalara başlamak üzereyiz. Eylül ayı gibi, çok yakın bir tarihte başlayacağız” 

‘Ücret ödenmeyecek, zorlama yok’ 

Prof. Serap Şimşek Yavuz.

Aşı çalışmalarında son aşama olan Faz 3’e gelmeden, yani aşı adayının klinik olarak binlerce gönüllüde denenmesinden önce çok ciddi klinik öncesi çalışmaların yürütüldüğüne işaret eden Prof. Dr. Şimşek, Faz1 çalışmalarında güvenlik ve etkinlik, Faz 2’de ise hedef kitlenin belirlendiğini kaydetti. Şimşek şu andaki durumu şöyle anlattı: 

“Şu an Çin ve Almanya-ABD ortak yapımı aşı adayları Faz1 ve Faz 2 aşamalarını kendi ülkelerinde geçti. Aşı çalışması bu aşamaları geçerse eğer, Faz 3 aşamasında hem aşıyı geliştiren ülkede, hem de vakaların görüldüğü diğer ülkelerde çok merkezli çalışmalar başlıyor. Mesela Avrupa’da, Amerika‘da, Güney Amerika’da şu anda çok yoğun devam ediyor Faz 3 aşaması. Faz 3’de gönüllü insan sayısı artık 10-30 binlere çıkarılıyor. Burada da aşı verilen gönüllülerin yanı sıra kontrol grubu dediğimiz hiçbir şey verilmeyen bir grup da dahil ediliyor.”

Faz 3’de aşı uygulanan gönüllülerin hastalanıp hastalanmayacağı, aşının yan etki düzeyi gibi kriterlerin gözlendiğini belirten Yavuz, süreci şöyle anlattı:

“Türkiye’de de 10’a yakın merkez var bu çalışmaların başlatılacağı. Her merkezin alması gereken belli bir gönüllü sayısı var. Bu sayılar tutturulana kadar, örneğin bizim yapacağımız çalışma kısmı bir ay belki sürecek. Ama tabii tüm dünyadan verilerin toplanması, etkili oldu mu olmadı mı onların değerlendirmesi daha uzun sürecek. Biz gönüllüleri alacağız ama örneğin bir yıl boyunca takip edeceğiz. Burada da bu aşının kullanılmış olması, bu ülkedeki insan gruplarında da çalışmanın yapılmış olması, neresinden bakarsanız bakın avantaj. Sonuçta genetik yapı farkları olabiliyor, aşıya yanıt farkları olabiliyor, bu anlamda bu ülkenin insanıyla da bu aşıların çalışılmış olması avantaj.

‘Aşı değil deneme çalışması, herkes başvurmasın’

Prof. Yavuz, bu çalışmalara alınacak olan insan gruplarının kriterlerin önceden belli olduğunu da kaydederek, “Vatandaşlarımız bu çalışmaların yürütüleceği merkezlere ‘Hadi burada aşı yapılıyor, gidelim de olalım’ diye başvurmasın, çünkü bu, bir aşılama değil deneme aşaması. Hangi yollarla gönüllü çağrılarının yapılacağı, çalışmaya hangi özellikteki insan gruplarının dahil edileceği, aşı çalışmasının protokollerinde önceden bellidir ve merkezler bu kriterlere göre insanları çalışmaya dahil eder” dedi. 

Kullanıcıların günlük karbon ayak izini ölçen uygulamanın finansörü fosil yakıt şirketi çıktı

Kişilerin bireysel karbon ayak izini ölçmeleri için yeni bir uygulama geliştirildi: VYVE. Uygulamayla kullanıcılar markete giderken, otobüse bindiğinde, şehirlerarası tren yolculuğu yaptığında bunun karbon emisyonlarına nasıl katkıda bulunduğunu anlık olarak takip edebiliyor.

Buraya kadar her şey normal duruyor. Sorun ise uygulamanın bir fosil yakıt şirketi tarafından finanse edilmesi.

Uygulama, uluslararası petrol devi BP’nin düşük karbonlu girişimleri destekleyen yan kuruluşu Launchpad tarafından finanse ediliyor. BP bir yandan iklim değişikliğine sebep olan fosil yakıt çıkarımına ve iklim değişikliği düzenlemelerine karşı lobicilik faaliyetlerine devam ediyor.

Bir yandan da finanse ettiği uygulama ile kullanıcıların krize etkilerini hesaplıyor ve kullanıcılar belli bir eşiği geçtiğinde suçluluk duygularını bastırmak için karbon dengeleme satın almaya teşvik ediyor.

Uygulamayı binlerce kişi kullanıyor

Grist’ten Kate Yodar’ın kaleme aldığı yazıya göre VYVE hala test aşamasında ancak ABD’de ve Birleşik Krallık’ta binlerce kişi şu anda kullanıyor. Şirketin kurucusu Mike Capper “İnsanların karbon ayak izlerini takip etmek ve azaltmak için yöneldiği lider kuruluş olmak istiyorum” ifadelerini kullandı.

Karbon ayak izini ölçen pek çok uygulama bulunuyor. Ancak bunlar geçtiğimiz ayın elektrik faturası, dün yediğiniz yemek gibi bilgileri sorarken bu uygulama farklı olarak ulaşımdan kaynaklanan emisyonlara odaklanıyor.

Sorumluluk kimde?

Bireysel karbon ayak izinin ölçülmesine yönelik tartışmalar yıllardır sürüyor. Bir kesim iklim krizinin üstesinden gelmek için bütün bireylerin, şirketlerin ve hükümetlerin kararlılıkla emisyonlarla mücadele etmesi gerektiğini savunuyor.

Bir kesim ise bunu, şirketlerin sorumluluğu üzerlerinden atarak bireyleri suçlamak için geliştirdikleri “yeşil yıkama” yöntemleri olduğunu savunuyor. Bunda da kendi hayatlarını daha yeşil nasıl yapabileceğine odaklanan kişilerin asıl sorumluları işaret etmekten uzaklaşacağı endişesi yatıyor.

Emisyonların yüzde 70’inden 100 şirket sorumlu

Yapılan bir araştırma 1980’den bu yana küresel emisyonların yüzde 70’inden aralarında BP’nin de bulunduğu 100 şirketin sorumlu olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda 1965’ten bu yana 34 milyar metrik tondan fazla karbon emisyonundan sorumlu olduğu için dünyadaki en yüksek emisyonlu şirketler listesinin başında yer alıyor.

Aynı şirket, BP, 2004 yılında geliştirdiği bir karbon ayak izi hesaplayıcısını duyurmuş ve ertesi yıl da kampanyasını “Nedir bu karbon ayak izi?”, “Karbon ayak iziniz ne kadar?” gibi sorular soran bir dizi reklam yayınlamıştı.

Küresel Ayak İzi Örgütü’nün başkanı Mathis Wasckernagel, terimin yerleşmesinde en büyük desteğin BP’den geldiğini söylüyor. Peki, kişilerin karbon ayak izini düşürmesi gerektiğini belirten BP’nin kendisi ne yapıyor?

BP’den 2050 yılı hedefi

BP, net sıfır karbon emisyonu için 2050 hedefi koyduğunu duyurdu.  Ancak, şirketin doğal gaz ve petrol çıkarma faaliyetlerini durdurma gibi bir planı ufukta görülmüyor.

2050 yılında hala petrol ve doğal gaz üretimini sürdüreceğini söyleyen şirket, net sıfır hedefine ağaç dikme ve karbon yakalama teknolojileriyle ulaşmayı planlıyor. Bu hesaplamaya çıkardığı ürünlerin kullanımından doğan emisyonlar ise dahil edilmiyor.

Demokratlardan iklim değişikliğiyle mücadele planı: 400 milyar dolar harcanmalı

ABD‘de Demokratlar geçen salı, hükümeti 2050 itibarıyla sera gazı emisyonlarını ortadan kaldırmak için yılda 400 milyar dolardan fazla harcamaya çağıran bir iklim değişikliğiyle mücadele planı açıkladı.

Demokratların İklim Krizi Özel Komitesi’nce hazırlanan rapor, ABD’nin küresel ısınmayla nasıl mücadele edebileceğini detaylandıran bir dizi planın son halkasını oluşturuyor. Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Senato’da planın kabul edilmesi muhtemel görünmese de kasım ayındaki Başkanlık seçimlerinin ardından Demokratların çoğunluğu alması bu durumu değiştirebilir. Nitekim Reuters’in aktardığına göre Senato’nun Demokrat Lideri Chuck Schumer gazetecilerle yaptığı görüşmede, “Demokratlar Senato’da çoğunluğu geri aldığında, hızla hareket etmek için birleşmiş olacağız. İklim yasasını geçirmek en önemli öncelik olacak” dedi.

Çevre savunucuları yeterli bulmadı

260 sayfalık raporda, planın temiz enerji üretimi ve yeni teknolojiler için araştırma ve geliştirme gibi alanlarda en az 10 milyon iş yaratmayı hedefi yer alıyor. 

ABD’de iş başındaki Donald Trump yönetimi, iklim değişikliği risklerini küçümserken fosil yakıt endüstrilerindeki düzenlemeleri azaltmıştı.  Demokratların planı aynı zamanda bu endüstrilerin etkisini azaltmak için lobi yasalarında reform yapılması çağrısında da bulunuyor.

Planı yeterli bulmayan çevre savunucularıysa petrol ve doğal gaz şirketlerine sübvansiyonların kaldırılması çağrısında bulunuyor.

Her saat başı bir vatandaşımız Covid-19’dan ölüyor – Sedat Ergin

Bu konudaki son yazılarımdan biri 5 Ağustos tarihliydi ve ‘Yoğun bakımdaki hasta sayısı neden açıklanmıyor?’ başlığını taşıyordu. Yazı, Sağlık Bakanlığı’nın temmuz ayı sonunda hastanede yoğun bakımda tutulanlar ile entübe edilen hastaların sayılarını açıklamaktan vazgeçip, bunun yerine ‘ağır hasta’ sayısını paylaşmaya başlamasının kamuoyu açısından bir güven meselesi yarattığını konu alıyordu.

Bir sonraki gün, 6 Ağustos’ta çıkan ‘Covid-19 vakalarında resmi rakamlar örtüşmeyince’ başlıklı yazım ise açık kaynaklara yansıyan vaka sayılarındaki artışlar ile Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı veriler arasındaki çelişkileri işliyordu. Bir ilin valisi tarafından beyan edilen günlük vaka sayısının, bakanlığın bu ilin bulunduğu bölge ile ilgili duyurduğu vaka toplamından fazla olması gibi durumlar, kaçınılmaz olarak bir inandırıcılık sorununa neden oluyordu. Burada izaha muhtaç bir durum vardı ve sahadan gelen bilgilerle resmi açıklamalar arasındaki makas giderek açılmaktaydı.

Sonuçta bir süre bu dosyayı uzaktan izlemeyi tercih ettim. Ancak bakanlığın açıkladığı son rakamlarda günlük vakalar 1500 eşiğini geçince yeni bir değerlendirme yapmaktan kendimi alıkoyamadım. Çekinceyle yaklaştığım son veriler bile aslında salgının yeniden çok tehlikeli bir aşamaya geçtiğini teyit etmeye yeterli.

1500 eşiği en son ne zaman geçilmişti?

Sağlık Bakanlığı, önceki akşam günlük vaka sayısını 1502 olarak duyurdu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın her akşam açıkladığı günlük verileri işlediğim Excel dosyasında en son ne zaman bu rakama yakın bir değer kaydedilmiş diye baktığımda şöyle bir tabloyla karşılaştım.

Geçen mart ayının son haftasında, yani salgının tırmanma döneminde olduğu bir sırada 1500 eşiği ilk kez geçiliyor. Nisan ayında günlük vakalarda 4 binli sayılara çıkıldıktan  sonra başlayan salgının düşüş döneminde 9 Mayıs’ta 1546 rakamı kayda geçiyor.

Vakalar 1000 eşiğinin altına indikten sonra haziran ayındaki dalgalanmada bir kez daha 1500’ün üstüne çıkıyor. 15 Haziran’da 1592 rakamı görülüyor. Bunu izleyen günlerde yeniden düşüş eğrisi başlıyor, 900’lü rakamlara kadar iniliyor. Ve ağustos ayında girilen tırmanmayla birlikte önceki gün 1500 eşiğinin geçilmesi yeterince uyarıcı olmalıdır.

Yoğun bakımdaki hasta sayısı azalmayınca…

Tabii hastanelerde yoğun bakımda tutulan Covid-19 hastaları ile entübe edilenlerin sayılarının 29 Temmuz’dan bu yana açıklanmıyor olması, bu iki gösterge üzerinden geriye doğru bir karşılaştırma yapabilme imkânından bizi yoksun bırakıyor.

Sağlık Bakanlığı’nın verileri, yoğun bakımdaki hasta sayısının haziran ayı başında en düşük olan 591 sayısını görmesinden sonra yeniden düzenli bir şekilde yükseldiğini gösteriyordu.

Özellikle temmuz ayı başında son derece kafa karıştırıcı bir durum ortaya çıktı. Günlük vakalar düşüş seyrine girerken, yoğun bakımdaki hastaların sayısı artış çizgisini sürdürdü. Vakalar azalırken yoğun bakımdaki hasta sayısı nasıl artabilirdi? Daha sınırlı olmakla birlikte entübe edilen hasta sayısı da artıyordu.

Yoğun bakımdaki hasta sayısının 1280’e ulaştığı 28 Temmuz günü, yani haziran ayı başına kıyasla iki katına çıktığı noktada Sağlık Bakanlığı bu veriyi açıklamayı kesti. Benzer şekilde entübe edilen hasta sayısının açıklanması da durduruldu.

Açıklanması askıya alınan her iki gösterge de Türkiye’nin süratle mayıs ayı tablosuna dönmekte olduğuna işaret ediyordu.

Ağır hasta sayılarındaki artış yönelişi

Bakanlık bu iki veriyi kamuoyuyla paylaşmayı kestiği noktada yeni bir gösterge açıklamaya başladı: ‘Ağır hasta sayısı’… İlk açıklandığı 29 Temmuz tarihinde bu durumdaki hastaların sayısı 542 olarak duyuruldu.

Geçen süre içinde, yani bir ay zarfında bu göstergenin nasıl bir seyir izlediği sorusuna bakarsak… 29 Temmuz’da 542 olan bu sayı, yaklaşık bir ay zarfında sürekli bir artış eğrisi çizerek önceki gün itibarıyla 811’e vardı.

Bir başka deyişle, bakanlığın salgının şiddet derecesini okumamıza yardımcı olan bu yeni verisinde bir ayda yüzde 50 oranında bir artış söz konusu. Ağır vakalarda bir ay içinde yaşanan bu artış, her bakımdan çok kaygı verici bir tabloyu dikkatimize getiriyor.

Yeni vakalar iyileşenlerden fazla 

Aslında salgının girdiği tehlikeli tırmanışı göstermek bakımından başka verileri de kıyaslayabiliriz. Günlük yeni vaka ile iyileşenlerin sayısı arasındaki fark bunlardan biridir. Yoğun bakım sayısının en son açıklandığı 28 Temmuz günü iyileşenlerin sayısı 1092, vaka sayısı ise 963’tü. Arada 129 gibi bir fark vardı. İyileşenler çoğunluktaydı.

İlginçtir ki aynı haftanın sonuna doğru bir kırılma yaşandı ve uzun bir süre sonra ilk kez günlük yeni vakalar iyileşenlerin sayısını geçmeye başladı. Aradaki fark başlangıçta çok küçüktü. Ardından makas giderek büyümeye başladı. Önceki gün iyileşenlerin sayısı 887 görünürken, vaka sayısı 1502’ye yükselmişti. Kontrol altına alınamadığı takdirde günlük bazda yeni vakaların iyileşenleri katlayacağı bir orana doğru süratle yol alıyoruz.

Aktif vaka toplamına bakınca

Salgının seyrini aktif vaka toplamı üzerinden de okumaya çalışabiliriz. Bu sayıyı başından itibaren kaydedilen vaka toplamından iyileşenler ile vefat edenlerin toplamını çıkararak buluyoruz. Önceki gün vaka toplamı 261 bin 194, iyileşenlerin toplamı 238 bin 795, vefat edenlerin toplamı ise 6 bin 163’tü. Çıkarma işlemini yaptığımızda 16 bin 236 sayısını buluyoruz. Buna karşılık aktif vaka sayısı 28 Temmuz’da 10 bin 776’dı. Bir ay içinde yine yüzde 50 dolayında bir artış söz konusu.

Başta belirttiğim gibi, bakanlık rakamlarıyla ilgili çekincelerimi koruyorum. Ancak bu haliyle de açıklanan rakamlar salgının korkutucu bir seyre girmekte olduğu konusunda tehlike çanlarını çalıyor. Bir şeyler yapılması gerekiyor. Aksi takdirde bütün ülkeyi çok sıkıntılı bir sonbahar bekliyor.

Önceki gün 24 vatandaşımız öldü. Geçen her saatte bir vatandaşımız hayata gözlerini kapıyor. Farkında mıyız?

(Bu yazı ilk kez Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)