Ana Sayfa Blog Sayfa 1951

Trump katile arka çıktı: ‘Kendini savundu’

ABD Başkanı Donald Trump, Wisconsin eyaletine yapmayı planladığı tartışmalı ziyaret öncesinde eyaletin Kenosha kentinde düzenlenen gösteriler sırasında iki kişiyi tabanca ile vurarak öldüren saldırganı savundu.

DW Türkçe‘nin aktardığına göre Trump, geçen pazartesi Beyaz Saray‘da yaptığı açıklamada, katilin kendini savunduğunu iddia etti ve ölen kişinin “çok şiddetle” saldırdığını söyledi. Trump, olayla ilgili incelemelerin sürdüğünü de sözlerine ekledi.

Vali ‘gitme’ demişti

Wisconsin Valisi Tony Evers’in gelmemesini rica etmesine rağmen, Trump’ın Kenosha’ya yapmayı planladığı ziyaret tartışma yaratıyor. Kentte güvenlik güçlerinin temsilcileri ile bir araya gelmeyi planlayan Trump’ın, 23 Ağustos’ta polisin açtığı ateş sonucu ağır yaralanan ve muhtemelen bir daha yürüyemeyecek olan Jacob Blake’in ailesi ile görüşmesi bekleniyordu. Ancak Trump, görüşmede bir avukatın da bulunmasında ısrar ettikleri için aile ile görüşmeyeceğini açıkladı.  

Vali Evers, Trump’a hitaben yayınladığı ve geçen pazar yayınlanan açık mektupta, Başkan’ın eyalete gelmemesini isteyerek “Varlığınızın, yaralarımızı sarmamızı engellemesinden kaygı duyuyorum” demişti.

Trump gazetecilerin Kenosha’ya gidecek olması ile ilgili soruya verdiği yanıtında ise, ziyaretinin Kenosha’daki gerginliği artırmayacağını savundu.

Ne olmuştu?

Trump’ın savunduğu 17 yaşındaki Kyle R., Kenosha kentinde geçen salı düzenlenen gösteriler sırasında iki kişiyi silahla vurarak öldürmek, bir kişiyi de yaralamakla suçlanıyor. R.’nin avukatı da Trump gibi müvekkilinin kendisini savunduğu iddiasında.

Blake’in yedi kez ateş ederek sırtından vurulduğu 23 Ağustos’tan bu yana kentte ırkçı polis şiddetine karşı protesto gösterileri devam ediyor.  

AYM: Basın açıklamasına para cezası kesilmesi demokrasiyle bağdaşmaz

Anayasa Mahkemesi, basın açıklaması yapıldığı için idari para cezası kesilmesinin Anayasa’nın 34’üncü maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğine yönelik bir karara imza attı.

Gazete Duvar’ın haberine göre karar, Tunceli’de 2016’da düzenlenen basın açıklamalarına katıldıkları gerekçesiyle idari para cezası kesilen dönemin belediye eş başkanları Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun ile HDP İl Eş Başkanı Arslan Çağ‘ın bireysel başvurusu sonucunda verildi.

Bireysel başvuruda bulundular

Avukat Fatma Kalsen, 2017 yılında para cezalarının iptali için Tunceli Sulh Ceza Hakimliği’ne başvuruda bulunmuştu. Mahkeme, emniyetin tutanaklarını değerlendirerek cezaların iptali talebini reddetmişti.

Fatma Kalsen Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu. Bunun üzerine eski HDP Tunceli Milletvekili ve Belediye Başkanı Edibe Şahin, İnsan Hakları Derneği (İHD) Tunceli Şube Başkanı Gürbüz Solmaz ile aktivist Aysel Doğan’ın avukatları da kesilen para cezaları nedeniyle AYM’ye başvurdu.

‘Demokratik toplumun gereklerine uymuyor’

Tüm dosyaları birleştiren AYM’nin 17 Haziranda verdiği karar avukatlara yeni tebliğ edildi. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine hükmeden AYM, yargılamanın yeniden yapılması için dosyayı yerel mahkemeye gönderdi.

Mahkemenin ihlal kararında; başvuruculara para cezası kesilmesinin olağanüstü hal sürecinde toplantı haklarını kullanmalarında dolaylı ve caydırıcı bir etkisi olduğu belirtildi. Açıklamada “Bu durumun demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı tespit edilmiştir” ifadelerine yer verildi.

Haklarında hak ihlali kararı verilen ve her ikisi de tutuklu olan eski belediye başkanlarından Nurhayat Altun’un Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davası sürüyor. Mehmet Ali Bul hakkında verilen 8 yıl 9 aylık hapis cezası ise Yargıtay tarafından onandı. Cezaya ilişkin AYM’ye yapılan bireysel başvuru süreci ise henüz sonuçlanmış değil.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu: Yıllık gıda harcamaları enflasyonun üzerinde

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun araştırmasına göre, gıda harcamaları ağustosta bir önceki aya göre yüzde 0,5 oranında arttı. Yıllık artış oranı ise yüzde 26,2 ile enflasyonun üzerinde gerçekleşti.

Konfederasyon’un Ar-Ge birimi KAMUAR‘ın yaptığı araştırma, halkın en fazla tükettiği 77 gıda maddesinden oluşan bir sepeti esas alıyor.

Ocak’tan Ağustos’a yüzde 15,2 artış

Araştırmaya göre 12 aylık ortalama fiyatlara göre artış ise yüzde 32,2 olarak hesaplandı. Ocak-ağustos dönemindeki fiyat artışı da yüzde 15,2’yi buldu.

En yoksul yüzde 20’lik kesimin aile bütçesinden gıda için yapmak zorunda olduğu harcamanın payı yüzde 28,7’den yüzde 30,7’ye yükseldi. En zengin yüzde 20’lik kesimin gıda harcamalarının toplam aile harcamaları içerisindeki payı ise yüzde 15,4’ten yüzde 15,3’e indi.

Yoksul ekmek, zengin deniz ürünü tüketiyor

Türkiye‘deki ailelerin gıda için harcadıkları her 100 liranın 17,8 lirasını pirinç, ekmek, bulgur, buğday unu, makarna ve şehriye gibi ürünler oluşturuyor. Diğer ülkelere göre miktar olarak çok az tüketilmesine rağmen, dünyanın belki de en yüksek fiyatlarının geçerli olması nedeniyle et ve balık için yapılan harcamalar ise gıda harcamalarının yüzde 19,4’ünü oluşturuyor.

Süt, peynir, tereyağı ve diğer süt ürünleri ile yumurtanın gıda harcamaları içindeki payı ise yüzde 13,9’u buluyor. Türkiye’de gıda için harcanan her 100 liranın 5,4 lirası tereyağ dışındaki yağlara, 11,5 lirası meyveye, 16,6 lirası sebzeye, altı lirası şeker, reçel, bal gibi gıda ürünlerine, 3,2 lirası çay ve kahveye, 3,8 lirası alkolsüz içeceklere, 2,3 lirası ise diğer gıda maddelerine ayrılıyor.

Yine araştırmaya göre yoksullar gıda harcamalarının büyük bölümünü ekmek, tahıl ve sebzeye ayırırken, zenginlerin gıda harcamalarının büyük bölümünü et balık ve deniz ürünleri meydana getiriyor.

Charlie Hebdo Hz. Muhammed karikatürlerini yeniden yayımlayacak

Ne olmuştu? 

İlk olarak Danimarka gazetesi Jyllands-Posten tarafından 2005 yılında, ardından da 2006 yılında Charlie Hebdo tarafından yayınlanan Hz. Muhammed karikatürleri, Müslümanların tepkileriyle karşılaşmıştı. 2015 yılındaki saldırıya kadar tehdit edilen ve ofislerine molotofkokteylli saldırılar yapılan dergiye 7 Ocak 2015 günü Saïd Kouachi ve Chérif Kouachi isimli iki kişi saldırmış ve dergide çalışan dokuz kişiyi öldürmüştü.

Baskından iki gün sonra gerçekleştirilen operasyonda öldürülen saldırganların eylemini Arap yarımadası El-Kaidesi isimli selefi örgüt üstlenmişti. Saldırganlara kimlerin yardım ettiği ile ilgili yürütülen soruşturmada Metin Karasular ve Ali Rıza Polat isimli iki Türk de silah temin etmek suçundan yargılanıyor. 

‘Batman’da Kadınlar Ölüyor’un yazarı Halis: Işıl Özgentürk ırkçı bir Türk erkeği gibi yazmış

Batman’da 18 yaşındaki İpek Er’e tecavüz eden ve sonrasında genç kadının intiharına sebep olan Uzman Çavuş Musa Orhan sebebiyle Türkiye’de çok yönlü bir tartışma başladı.

Bir yanda Uzman Çavuş’un serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmasına karar verilmesi büyük bir tepki topladı.  Bir yandan da yaşanan olay ile ilgili “Porno çukurunda debeleniyoruz” isimli bir yazı kaleme alan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Işıl Özgentürk başka bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Özgentürk’ten tepki toplayan yazı

Özgentürk yazısında Batman’da kadın cinayetlerinin çok yaygın olduğunu”, “Batman’daki genç kızların ya dağa çıkmak ya da kentte görev yapan asker, bürokrat biriyle evlenmek şeklinde iki seçeneği olduğunu” ve “bekaretini kaybetmiş genç kızların da intiharı kurtuluş olarak gördüğünü” söylüyordu.

Aralarında Batman Barosu‘nun da yer aldığı çeşitli siyasi figürler ve kurumlar Özgentürk hakkında “istatistiğe dayanmadan bir şehrin tamamını karaladığı” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Müjgan Halis: Kitabımın referans gösterilmesi rahatsız edici

Çıkan tartışmalarda sıkça gösterilen bir referans da araştırmacı gazeteci Müjgan Halis’in 2001 yılında kaleme aldığı “Batman’da Kadınlar Ölüyor” isimli kitabıydı. Bu kitaptan yola çıkarak Özgentürk’ün haklı olabileceğini savunanlar da oldu.

Biz de kitapta yer verilen bulguları, Batman’daki toplumsal ve sosyolojik arka planını, savaşın etkisini ve 20 yıl içerisinde bölgede gelişen kadın hareketini konuşmak için Müjgan Halis ile bir araya geldik.

Tartışmalar sırasında kitabının referans gösterilmesini rahatsız edici bulduğunu belirten Halis, “Benim yazdığım kitap 2001 yılında Batman’da kadınların çokça meylettiği bir dönemde yazılmıştı. Ve intiharların tek sebebinin ‘namus’ diye belirtilen bir kavram olduğuna dair bir iddia yer almıyordu” diyor.

‘İntiharların tek sebebi ‘namus’ değil’

O dönemde Batman’da yoksulluk ve zenginliğin iç içe yaşandığı, faili meçhul cinayetlerinin çok yaşandığı, köylerin yakıldığı ve şiddetin içselleştirildiği bir yer olduğunu belirten Halis, intiharların arkasında çok fazla toplumsal ve sosyolojik sebep yattığının altını çiziyor.

Eski ve kulaktan dolma bilgilere dayanarak yapılan çıkarımların oldukça üstten bir bakış açısı yarattığını söyleyen Halis şunları “O yazıyı okurken ben bir kadının yazdığı cümleler bütünü olarak göremedim, bir erkeğin hatta ırkçı bir Türk erkeğinin yazısı olarak hissettim. Bu kadar tepki çekmesinin sebebi de kadın hemcinsleriyle empati yapmaktan uzak bir bakış açısıyla kaleme almasıydı” diyor.

‘Akıl vermekten vazgeçmeleri gerekiyor’

20 yıl içerisinde hem Batman’da hem de bölgedeki kadın hareketleri açısından çok fazla değişiklik olduğunu anlatan Halis konuşmasını şu ifadelerle sona erdiriyor:

Işıl Özgentürk’ün yazısını okuduğumda bir gazeteci, kadın ve Kürt olarak artık kendilerine aydın diyen insanaların mevzu Kürtler ve Kürtlerin yaşadığı sorunlar olunca akıl vermekten vazgeçmeleri gerekiyor. Birazcık etraflarına baktıklarında Kürtlerin onlardan akıl almayı çoktan geçtikleri belki de akıl verecek noktasına geldiklerini görmek gerekiyor.

Çanakkale’deki santrallere karşı Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu kuruldu

Çanakkale’deki termik santrallere karşı mücadele etmek için yeni bir platform kuruldu: Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu. Oluşum, bölgedeki mevcut beş santralin kapatılmasını yeni yapılmak istenen termik santrallerin projelerinin ise iptal edilmesini talep ediyor.

Platformun kurulum aşamasının tamamlandığını duyuran Hülya Kurt “Termiklerin yıkıcı etkisine karşı Kazdağı Dayanışma Platformu‘ndan bir grup arkadaş ile bir araya gelerek planladığımız çevre ve sivil toplum örgütlerinin destekleriyle ilçemizde Biga Ekoloji ve Yaşam Platformunu, İDA Dayanışma Derneği ve Çan Çevre Derneği katkılarıyla kurmuş bulunmaktayız” bilgisini paylaştı.

İlk eylem 6 Eylül’de

Kurt, gerçekleştirecekleri ilk eylemlere de çağrıda bulundu. Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu, termik santralleri protesto etmek amacıyla 6 Eylül’de Karabiga’da Antik Kent önünde, 7 Eylül’de Çanakkale Adliyesi önünde basın açıklaması düzenleyecek.  

Ekoloji Birliği’nin aktardığına göre eylemlere çağrıda bulunan Hülya Kurt “Biga’mızda yapılmak istenen 5’inci termiğin yatırımları tamamlanmış, 6’ncı termiğin ÇED raporu alınmış bulunuyor. Kömür karasına değil, Antik Kent Karabiga’yı kitaplara konu olan üzüm karasıyla donatmak istiyoruz. 6 Eylül Pazar günü 16:00’da Karabiga Antik Kent önünde, 7 Eylül Pazartesi günü14:00’da Çanakkale Adliyesi önünde buluşalım” ifadelerini kullandı.

Biga Ekoloji ve Yaşam Platformu 6-7 Eylül tarihlerinde santrallere karşı eylem yapacak.

‘Yaşamımız risk altında’

Biga bölgesindeki mevcut kirliliğin çevre ve insan sağlığını tehdit ettiğini belirten Hülya Kurt, “Bugün itibariyle mevcut kirlilik, zaten Biga ilçemiz ve Karabiga beldemiz ile birlikte tüm bölgenin doğal bitki örtüsünü, deniz ve tarım alanlarını olumsuz etkilemekte, çevre sağlığı ve bizlerin yaşamı için risk oluşturmaktadır. Mevcut ve kurulması düşünülen termik santraller, yalnızca Biga’mız için değil, tüm kıyılarımız ile bölgenin tamamı için büyük çevresel felaketler yaratacağı açıktır” değerlendirmesinde bulundu.

Kurt, açıklamasının devamında “Çocuklarının geleceği ve memleketinin havası, denizi ve toprakları ile sermaye şirketlerinin kirletmesine razı olmak istemeyen tüm halkımızı termik santrallere karşı mücadele etmeye çağırıyoruz” dedi.

Doğu Akdeniz’de ‘gaz savaşı’ çıkar mı?

Mısır ve Yunanistan arasında geçtiğimiz ay imzalanan “deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmasının” ardından gazete ve televizyonlarda Akdeniz‘de “suların ısındığı” yolundaki ifadelerin artışına tanık olduk. Siyasiler ve askeri yetkililer karşılıklı olarak söylemlerini şiddetlendirirken, dış habercilerin aktardığına göre Yunanistan basını da büyük ölçüde “milliyetçi hassasiyetlerin” etkisine girmiş durumda.

İki ülkenin siyasilerinin söylemine ve bölgedeki iktidar oyunlarına aşina olmayanlar, Türkiye ve Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölgeleri (MEB) nedeniyle savaşa girebileceklerini dahi düşünebilir. Peki uluslararası ilişkiler uzmanlarına göre hiç de rasyonel görünmeyen bu ihtimal sahiden yoksa, Almanya‘nın “Yunanistan’a destek olunması gerektiği” yolundaki ifadelerini ve son olarak Fransa‘nın bölgeye savaş ve uçak gemileri göndermesini nasıl okumalı?

‘Güç gösterisi’

686 sayılı KHK ile görevinden ihraç edilen Ankara Üniversitesi‘nden uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. İlhan Uzgel, bölgede olanları “Ege’deki it dalaşının Akdeniz’e kayması” olarak yorumluyor:

Savaş var, ‘savaş’ var. Türk ve Yunan donanmalarının savaşa girmesi ya da Türkiye’nin gidip adaları alması gibi bir şey elbette beklenmiyor ama birbirlerini yokluyorlar. Güç gösterisinde bulunuyorlar. Elbette (bu sırada) kazalar olabilir, böyle bir durumda da hemen kapatırlar.

Uzgel, uluslararası ittifak örgütü olan NATO‘nun varoluş sebebinin sorgulanmasına yol açacak olası bir savaşın hiçbir ülkenin menfaatine olmayacağının altını çiziyor. Bu durumda Almanya ve Fransa’nın adımlarının diplomatik destek olduğunu görmek gerekiyor. Basında AB’nin Yunanistan’a desteğinin yeni bir şey gibi sunulduğuna dikkat çeken Uzgel, “AB’nin Yunanistan’ın arkasında ilk kez durmadığını” hatırlatıyor.

Bununla birlikte Uzgel’e bakılırsa, iki ülke arasında sıcak çatışma olmadığı sürece Türkiye’de pek çok yatırımı olan Almanya’nın yaptırım uygulaması da olası görünmüyor.

Peki bunlar neden oluyor?

Sorunu daha iyi anlamak adına biraz geriye gitmek gerekiyor. Bugün bölgede sürüp giden pek çok tartışmanın dayanağı aslında Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi. Sözleşmeye taraf olan Yunanistan, Sözleşme’nin Ege’deki adalara kıta sahanlığı hakkı verdiği iddiasında. Konunun uzmanlarına göre Meis adası büyüklüğünde adalar söz konusu olduğunda, bunların anakara (Yunanistan) ile aynı kıta sahanlığına sahip olması gerektiği iddiası mantıklı değil. Türkiye ise Girit Adası da dahil, belli bir büyüklükteki adaların da kıta sahanlığı değil, ancak karasuları olabileceğini söylüyor. Uzgel’e göre, bu da çok rasyonel sayılmaz.

İki ülke arasında kıta sahanlıklarıyla ilgili anlaşmazlık ise 2000’lerin başında bölgede petrol ve doğalgaz rezervleri bulunduğunun ortaya çıkmasıyla başlıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti‘nin Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’ye rağmen tek taraflı ve 21 Mart 2003 itibarıyla geçerli olmak üzere MEB ilan ettiği tarih 2 Nisan 2004. 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ve ardından Suriye ile MEB sınırlandırma antlaşmaları imzalayan ülke, bu anlaşmaları Birleşmiş Milletler’e (BM) bildirdi.

MEB ilan etmek, egemenlik iddiası anlamına gelmiyor, ama ülkeye sondaj çalışmaları yapma hakkı veriyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin elinde bunları yapacak teknik imkanlar olmadığı için bu, yabancıların bölgeye gelip arama yapması demek. Uzgel, bu şekilde pek çok yabancı şirketin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden, bölgede sondaj yapmak için ruhsat aldığını, ancak bölgedeki rezervlerin çıkarmanın maliyeti karşılamadığı için çok da cazip olmadığını vurguluyor. Dahası Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği MEB’i tanımayan Türkiye, buradaki gemileri sık sık “rahatsız ediyor.”

‘Navtex Yunanistan’ın yetki alanlarını ihlal etmiyor’

Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu anlaşmaları, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs’ın haklarını çiğnediği gerekçesiyle BM’ye taşıdı ve kendi MEB haritalarını onaylattı. Ancak Türkiye’nin itirazlarına rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti, yabancı şirketlere sondaj için ruhsat vermeye devam ediyor. Peki iki ülke arasında yıllardır bitmeyen gerilim nasıl oluyor da “tehlikeli” bir boyuta evrilmiyor?

Uzgel, uluslararası hukukun bu gibi anlaşmazlıklara bir öneri getirmediğini, bununla birlikte “belli sınırların aşılmaması için” aslında iki ülkenin de çaba gösterdiğini belirtiyor: 

(Yabancı bir ülke) MEB’e girdi ne yapacaksın? Uluslararası hukukta aslında düzenlenmiş bir şey yok. Yani uluslararası hukuk size MEB’inize girildiği için savaş açma yetkisi vermiyor.

MEB egemenlik demek değil. MEB faaliyette bulunma yetkisi verir. Denizin altından boru hattı geçirebilirsiniz mesela (başka bir ülkeye ait olan) MEB’de, ama sismik araştırma yapamazsınız.

Uzgel’in söylediğine göre Oruç Reis için ilan edilen Navtex‘in sınırları da bu dikkatin göstergesi: “Yunanistan’ın Mısır’la imzalamış olduğu yetki alanlarının kıyısına kadar gelip duruyor.”

‘Diplomasi için hala alan var’

Yunanistan’ın Akdeniz’deki diğer ülkelerle yaptığı anlaşmalar ve Türkiye’nin bölgedeki izolasyonu, konunun bu yazının kapsamını aşan bir diğer boyutu. Ancak Uzgel her halükarda Akdeniz’deki anlaşmazlığın iki tarafın konuşarak çözebileceği, çözmesi gereken bir sorun olduğu görüşünde:

(Devam eden) Bu dalaşma zaman kaybıydı ve Türkiye onu geri toplamada zorlanıyor. Askeri gücünü çok kullanıyor, halbuki yapacak çok şey var.

Bazı konular vardır görüşülür, bazıları vardır görüşülmez. Yunanistan ile bir ara formül üzerinden görüşülebilir. Mesela “Biz askeri güç kullanmayacağız, siz de tacizleri bırakın” denebilir. (…)

Evet Yunanistan zor bir komşu, gerilim siyasetini seviyor. Yani kolay bir süreç değil Yunanistan’ı masaya oturtmak, onlarla görüşme sürecine girmek, ama Türkiye öyle bir sürece girdi ki işler sarpa sardı, (sadece) askeri gücü, donanmasıyla iş yapan bir ülkeye dönüştü. Oysa diplomasi için hala alan var.

Yeşil Kamp, bu akşam çevrimiçi olarak başlıyor

Yeşil Düşünce Derneği’nin her yıl düzenlediği Yeşil Kamp bu akşam başlıyor.Bu yıl Covid-19 pandemisi nedeniyle çevrimiçi ortamda yapılan #YeşilKampDijital‘in ilk gününde müzisyen Nil İpek bir konser verecek ve Tatavla Tiyatro‘nun ‘İnsanlık Çağı’ adlı oyunu izleyiciye sunulacak. 

Bugün saat 20-21.30 saatleri arasında ise çok sayıda sivil toplum örgütünün katıldığı ‘Kesişimsellik ve Mücadelede Buluşma’ başlıklı panel gerçekleştirilecek. Yeşil Kamp’ın ilk günü Güneşin Aydemir‘den 21.30’da başlayacak ‘Masal Saati’ ile sona erecek. 

Bu yılki teması “Krizler Çağı:Ütopyalar, Distopyalar ve Kesişimler…” olan kampa, aralarında yazar-araştırmacı Tanıl Bora, İPM İklim Koordinatörü Ümit Şahin, siyaset bilimci Murat Özbank, gazeteci/yazar Sezin Öney‘in de bulunduğu çok sayıda yazar, akademisyen, STK temsilcisi ve sanatçı katılıyor.

Kamp programını aşağıda bulabilir, internet sitesini ziyaret ederek daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Kamp boyunca gerçekleşecek etkinliklerin tamamı YouTube kanalından belirtilen saatlerde yayınlanacak.Panel ve söyleşilere canlı yayında sorularınızı yorumlara yazarak katılabilir, fikir ve düşüncelerinizi belirtebilirsiniz.

Yeşil Kamp Digital‘in 2020 programı şöyle:
1 Eylül 2020, Salı

19:00 – 19:15 Açılış Etkinliği
19:15 – 19:30 Mini Konser | Nilipek
19:30 – 20:00 Oyun Gösterimi | Tatavla Tiyatro
‘İnsan Çağı’ Oyunu | İlk Çevrimiçi Gösterim
20:00 – 21:30 Panel | ‘Kesişimsellik ve Mücadelede Buluşma’
Moderatör: Murat Can Tonbil
Katılımcılar: XR Türkiye, FFF Türkiye, Gençlik Örgütleri Forumu, Genç Yeşiller, İstanbul LGBTI+ Onur Haftası, Havle Kadın Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Plaza Eylem Platformu, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi, Toplumsal Bilgi ve İletişim Derneği
21:30 – 22:00 Masal Saati | Güneşin Aydemir
2 Eylül 2020, Çarşamba
15:00 – 15:30 Radyo Tiyatrosu | BGST Tiyatro | K’nın Sesi
Karanlık Gece
Kendime Mahsus Bir Odam Olsa
Herkes Nerede?
19:30 – 20:00 Oyun Gösterimi | BGST Tiyatro  | K’nın Sesi
Ben Yaşamak İstiyorum | İlk Çevrimiçi Gösterim
Bir Diyeceğim Var | İlk Çevrimiçi Gösterim
Ellerim Gözlerim Oldu | İlk Çevrimiçi Gösterim
20:00 – 21:15 Söyleşi | Tanıl Bora
‘Muhalefet Dili ve Kavramları Üzerine Düşünme’
3 Eylül 2020, Perşembe
15:00 – 15:05 Çizim Performansı | Eymen Aktel
‘Ütopyalar ve Distopyalar 1’ | İlk Çevrimiçi Gösterim
15:05 – 16:30 Panel | Krizler Çağı: Ütopyalar ve Distopyaların Günümüz Gerçekliğinde Buluşması
Murat Özbank, Sezin Öney, Ümit Şahin
16:30 – 16:35 Çizim Performansı | Eymen Aktel
Ütopyalar ve Distopyalar 2’ | İlk Çevrimiçi Gösterim
19:45 – 20:00 Mini Konser | Gökçe Coşkun
20:00 – 21:30 Atölye |‘Yüzleşme’
Aylin Ezgi Yılmaz, Melisa Kutluğ, Rudi Sayat Pulatyan
Bu atölye kayıt gerektirir. Kayıt formu için takipte kalın.
21:30 – 21:40 Video Performans | Eymen Aktel
‘Olamayız Artık Eskisi Gibi’
4 Eylül 2020, Cuma
15:00 – 15:10 Video Performans | Bahar Topçu ve Ceylan Schumacher
‘Çamlık’ | İlk Çevrimiçi Gösterim
15:10 – 16:40 Atölye ve Söyleşi | Yeşil Kampın Yaratıcı Direnişi
Bahar Topçu ve Yeşil Kamp Performans Sanatçıları
19:30 – 20:00 Kapanış Etkinliği: Söyleşi ve Konser | ‘Ekolojik Mücadelelerde Yaratıcı Eylemler ve Sanat’
Kazdağları Kardeşliği ve Ulupınar Çınar Nöbetçileri

Ekolojik yıkımlar ve Mücadele Örnekleri sergisi

Kamp boyunca internet sitesi ve instagram arşivlerinde kullanılmak üzere bir de sergi açılacak. ‘Ekolojik Yıkımlar ve Mücadele Örnekleri’ konulu sergi, sosyal medya takipçilerinden ve katılımcılardan gelen ve en çok etkilendikleri ekolojik yıkım olayları veya mücadele örnekleri ile ilgili görsellerden oluşturuldu.

Görseller kamp boyunca web sitesinde yayınlanıp instagram arşivlerinde saklanacak, açık bir arşiv olarak kaydolacak.

Covid-19 testi pozitif çıkan Ali Babacan hastaneye yattı

Koronavirüs testi pozitif çıkan DEVA partisinin lideri Ali Babacan Twitter hesabından yaptığı paylaşımla hastaneye yatacağını duyurdu. Babacan, kendisiyle birlikte testleri pozitif çıkan eşi ve oğlunun ise iyileştiğini söyledi:

Bugün Covid-19 ile sekizinci günümüz. Çok şükür eşim Zeynep ve oğlumuz Emir iyileştiler. Evde kontrol ve karantina altındalar.

Benim genel durumum iyi, ancak bazı şikayetlerim devam ediyor. Doktorumun tavsiyesine uyarak, ilaç tedavim bitene kadar yakın izlem amacıyla hastanede olacağım.

Babacan daha sonraki tweet’inde de herkesin Covid-19’u “çok ciddiye almasını, hastalıktan korunmak ve çevredekileri korumak için” azami özeni göstermelerini istedi.

Babacan geçen hafta yapmış olduğu Twitter paylaşımıyla koronavirüs testi sonucunun pozitif olduğunu duyurmuş, “ailesiyle birlikte karantinaya girdiğini ve çalışmalarına bir süre evden devam edeceğini” söylemişti.

TTB: Bir günde beş sağlıkçı koronavirüs yüzünden öldü

Sağlık Bakanlığı‘nın resmi verilerine göre, bir günde en az 1500 civarında kişi koronavirüse yakalanır ve ölüm-ağır hasta sayıları hızla artarken, sağlık çalışanları da isyanlarını sosyal medyadan duyuruyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki hastanelerin yoğun bakımlarında yer kalmadığını, virüse yakalanan ve hayatını kaybeden meslektaşlarının sayısının her geçen gün arttığını ve tükenme noktasına geldiklerini anlatan sağlık çalışanlarının son isyanını Türk Tabipleri Birliği (TTB) dillendirdi. 

TTB’nin açıklamasına göre sadece dün beş sağlık çalışanı koronavis nedeniyle yaşamını yitirdi.

Buna göre, Dr. Nevruz Erez, Dr. Muhannad Mushavah, hemşire Seyhan Şahin, Kerim Koçoğlu ve Hasan Aslan isimli sağlık çalışanları, dün koronavirüs nedeniyle hayatlarını kaybetti.  Iğdır Eski İl Sağlık Müdürü Dr. Nevruz Erez Etimesgut Şehit Sait Ertürk Devlet Hastanesi’nde, Dr. Muhanned Mushavah ise Şanlıurfa Göçmen Sağlığı Merkezi‘nde görev yapıyordu.

Resmi Twitter hesabından açıklama yapan TTB, şunları söyledi: “Söz bitti. Beş sağlık çalışanını daha Covid-19 enfeksiyonu nedeniyle yitirdik. Sözcüklerin tam anlamıyla canla başla mücadele ediyoruz ve… #Ölüyoruz”