Ana Sayfa Blog Sayfa 1917

Eyüpsultan’daki Şahintepe Gölü’ne kimyasal atık boşalttılar

İstanbul’da Eyüpsultan ilçesine bağlı Pirinçci Mahallesi‘nde bulunan Şahintepe Gölü‘ne iddiaya göre kimliği belirsiz kişilerce ‘boya’ olduğu düşünülen kimyasal atık boşaltıldı. Gölün bir kısmı ve kenarı yeşile büründü.

Göle balık tutmak ve piknik yapmak için gelenler gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Pirinçci Köyü Muhtarı Ali Yazıcı, göl içerisinde çok sayıda balık çeşitlerinin bulunduğunu belirterek şunları söyledi.

“Bu gölde balık var. Millet balığa geliyor. Burası akan bir göl değil, toplama göl. Buraya boya dökmenin mantığı nedir? Ben anlamış değilim. Yazık, günah burada her tülü balık var. İnsanoğlu işte, bir şey dediğin zaman kötü oluyorsun. Manzarayı görüyorsun, yoruma gerek yok. İlk defa gölümüzü bu halde görüyorum. Bunu yapanları kınıyorum.” 

Piknik için gölün bulunduğu alana ailesiyle gelen bir vatandaş da, “Göle kimyasal atık boşaltmışlar. Buranın suyu tertemiz, berraktı. Bugün gelip baktığımda şaşırdım. Acaba doğanın dengesi mi değişti diye düşündüm. Aklıma gelen ilk şey buydu. Ama büyük ihtimalle buraya yağlı bir kimyasal boya dökülmüş” diye konuştu.

Gölün bir bölümün yeşile büründüren kimyasal havadan da fotoğraflandı.

Astronomi meraklıları 26 Eylül’de buluşuyor

1973 yılından bu yana her yıl ilkbaharda 15 Nisan – 15 Mayıs, sonbaharda ise 15 Eylül – 15 Ekim tarihleri arasında Ay’ın ilkdördün evresine denk gelen hafta sonu yapılan Astronomi Günü’nün sonbahar etkinlikleri bu yıl 26 Eylül Cumartesi günü gerçekleşecek.

Astronomi meraklıları gün boyunca gerçekleşecek çevrimiçi etkinliklerde konunun uzmanlarıyla buluşacak.

Uluslararası Ay Gözlem Günü’ne denk geliyor

Yılda iki kez düzenlenen Astronomi Günü’nün amacına dair bilgi veren İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dursun Koçer şunları söyledi:

Biri ilkbahar diğeri sonbahar aylarında yapılan bu etkinliklerin amacı astronomiye meraklı kitleleri teleskopla buluşturmak ve popüler düzeyde astronomi konularında yetkili kişilerden bilgiler alarak farkındalık yaratmak.

Astronomi Günleri özellikle Ay’ın güzel görüntü verdiği ilkdördün evresine uygun olacak şekilde Cumartesi günlerine denk getiriliyor. 26 Eylül tarihi de Ay gözlemine en uygun tarihlerden biri ve “Uluslararası Ay Gözlem Günü” olarak da kabul ediliyor.

Etkinlikler, bu yıl çevrimiçi yapılacak

Bu yılki etkinlilerin pandemi nedeniyle online platformlara taşındığını dile getiren Prof. Dr. Koçer, “Biz de, astrobilgi.org sitesinin YouTube kanalında, 26 Eylül Cumartesi günü, 20.30 – 22.00 saatleri arasında yayında olacağız. Farklı şehirlerdeki teleskoplarımızı Ay’a çevirecek ve görüntüleri canlı olarak izleyicilerimize aktaracağız” dedi.

Koçer konuşmasına “Yayın sırasında aynı zamanda Ay ve diğer gökcisimleri hakkında bilgiler vereceğiz. Ay’ın gözlemi dışında gökyüzünde görünen Satürn, Jüpiter ve Mars gezegenlerinin görüntülerini de ekrana taşıyacağız” sözleriyle devam etti.

‘AstroBilgi kitabı rehber görevi görüyor’

Koçer, AsroBilgi ekibi olarak hazırladıkları ve İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Yayınevi tarafından Eylül ayında piyasaya sürülen “AstroBilgi: Öğretmen, Öğrenci ve Uzayla İlgilenen Her Okurun El Kitabı” hakkında da bilgi paylaştı.

Kitap farklı üniversitelerde astronomi ve uzay bilimleri alanında çalışan bilim insanları, fen bilimleri öğretmenleri ve astrofotoğrafçıdan oluşan 11 kişilik ekip tarafından kaleme alındı.

Koçer kitap hakkında yaptığı açıklamada “Gökyüzü ve astronomiye meraklı okurların ilgisini çekecek kitabımız, hem alanla ilgili teorik bilgi hem de amatör düzeyde pratik uygulamalar sunuyor. AstroBilgi’de okurlar, Güneş Sistemi’nden gökadalara, kuyrukluyıldızlardan göktaşları ve karadeliklere, Ay ve Güneş tutulmalarından öte sistemlerdeki gezegenlere kadar pek çok konu hakkında bilgi sahibi olabilecek” dedi.

 

Aşının piyasaya çıkmasıyla sorunlar bitiyor mu?

Basına yansıyan ve İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın bir açıklamasına dayandırılan son haberlere göre Faz-3 çalışmasına ulaşan ve yakın gelecek için umut veren aşıların seri üretimine geçilmesi halinde kullanıma sunulacak miktarın yüzde 51’i şimdiden satıldı. Hem de kimlere? Oxfam’ın açıklamasına göre aşı çalışmalarının son aşamasında bulunan AstraZeneca, Gamaleya/ Sputnik, Moderna, Pfizer ve Sinovac’ın 2021 yılı aşı üretim stokunun yüzde 51’ini, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 13’üne sahip olan zengin ülkeler parasını şimdiden ödeyerek satın aldı.

Buna göre 2021 yılı içinde geride kalan ve yoksul ülkelerde yaşayan yaklaşık 7 milyar insan sadece 2,5 milyar doz aşıyla yetinecek. Tabii parasını ödeyebilirlerse…  Çünkü bir doz aşının 20-30 Euro fiyat ile pazarlanabileceği tahmin ediliyor.

Bu firmalardan dünyada insan deneylerine ilk kez başlayan ve klinik deneylerde diğerlerine göre daha önde olan ABD’li ilaç şirketi Moderna’nın aşısının 2021 yılı için tüm satışını zengin ülkeler arasında paylaştırarak yaptığı biliniyor. Bu firmanın ürettiği aşının bir dozunu ABD’de 12-16 dolar, diğer ülkelerde ise 35 dolara satışa çıkması bekleniyor. Moderna sadece yıllık 475 milyon kişiye yetecek kadar üretim kapasitesine sahip…

Diğer yandan AstraZeneca’nın da öncelikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerine aşısını pazarlayacağı ve bunun için de AB ülkeleriyle ön antlaşmalar da yaptığı kamuoyuna yansıdı.  Bilindiği gibi son aşamaya gelen bu beş firmanın yıllık toplam aşı üretim kapasitesi yaklaşık 6 milyar doz… Bu miktarın nasıl paylaşılabileceği ülkeler arasında tartışılırken zengin batı ülkeleri bu miktarın yarısından fazlasına, üstelik dünya nüfusunun sadece %13’üne sahipken adeta el koydular. Öyle anlaşılıyor ki bu ülkeler üretilen aşının belli aralıklarla her kişi için 2-3 defa yapılmak zorunda kalınabileceğini de düşünüyor olsalar gerek. Yani bağışıklık için iki doz aşı gerekmesi halinde, dünya nüfusunun %87’sini oluşturan ve tamamı yoksul ülkelerde yaşayan 7 milyar insandan sadece bir milyarı aşılanabilecek. Sonuç olarak, Oxfam’a göre ‘Bu beş aşının başarılı olacağı düşünülürse, dünyanın üçte ikisi (%61) en azından 2022’ye kadar tek doz aşıya bile ulaşamayacak.’

Faz3 çalışmaları salgının kontrolden çıktığı ülkelerde yapılıyor

Peki, ülkemizde durum ne? Çin Sinovac tarafından geliştirilen aşının Faz-3 çalışmalarının ülkemizdeki bölümü, deneklerin katılımı geçen hafta başladı. Çalışmalar, ülkemizin yanı sıra firmanın verdiği bilgiye göre salgının tamamen kontrolden çıktığı Brezilya ve Endonezya’da sürdürülüyor. Bir Alman firması tarafından geliştirilen aşının Faz-3 çalışmaları ise bu hafta içinde başlayacak. Ülkemizin, Cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren kendi aşısını kendi yapan bir ülke olma durumundan başkasının geliştirdiği aşılara vatandaşlarını denek yaptırması durumuna düşürülmesi dramatiktir. Diğer bir dramatik nokta ise genelde Faz-3 çalışmalarının salgının kontrol altında olmadığı ülkelerde yapılmasıdır. Bu durumda ülkemiz en azından bu firmalar tarafından salgının kontrol altında alınamadığı bir ülke olarak kabul ediliyor.

Kamuoyuna yansıyan diğer bir konu ise Sağlık Bakanlığı’nın bu firmalara Türkiye’de Faz-3 çalışması için izin vermesinin ana nedeni, bu firmalar tarafından aşı satışında Türkiye’ye öncelik verilmesi beklentisi… Unutmayalım; Oxfam’ın raporuna göre en azından 2021 için dünya nüfusunun en az yüzde 61’i tek doz aşıya bile ulaşamayacak.

Oxfam sadece aşı geliştirme çalışmalarının arkasındaki gerçekleri ortaya dökmüyor. Örgüt 9 Eylül’de yayınladığı bir raporda da kapitalist sistemin pandemiyi nasıl fırsata çevirdiğini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Bu rapora göre dünyanın en büyük şirketlerinden 32’si Covid-19 salgını döneminde kârlarını artırmak için büyük oranda çalışanların sayısını ve haftalık ücretlerini düşürmeye dayalı yeni bir ekonomik model geliştirdiler. Bu şirketlerin büyük olasılıkla bu model sayesinde 2020’de kârlarını 109 milyar dolar daha arttırdıklarını göreceğiz yıl sonunda. Oysa pandemi nedeniyle dünyada şu ana kadar 500 milyona yakın insan yoksullaştı, 400 milyon insan ise işini kaybetti. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre 430 milyon küçük işletme çok zor durumda. Öte yandan salgının başlangıcından bugüne dünyanın 25 en zengin insanı servetlerini daha da büyüttüler. Oxfam Uluslararası İcra Direktörü Chema Vera bu durumu şöyle özetliyor:

Covid-19 birçokları için trajik, ancak ayrıcalıklı bir azınlık için iyi. Salgın nedeniyle yaşadığımız ekonomik kriz, hileli bir ekonomik model tarafından körüklendi. Dünyanın en büyük şirketleri, daha düşük ücretlerle işçileri çalıştırıyor ve onların yoksullaşması pahasına milyarlar kazanıyor. Büyüttükleri kârlarını küçük bir grup olan zengin ülkelerdeki hissedarlara ve milyarderlere dağıtıyor.”

Chema Vera’nın ‘hileli bir ekonomik sistem’ olarak nitelendirdiği sistem kapitalist sistemin bizzat kendisi. Pandemiden sonra ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demiştik. Fakat görüyoruz ki kapitalist sistem kendi neden olduğu pandemiden bile, üstelik karını artırarak, çıkış yollarını buluyor. Çalışanlar, emeği ile geçinenler bizzat o sistemin neden olduğu pandemi nedeniyle işini ve aşını kaybederken, açlığa mahkûm olurken dünyanın en büyük şirketleri milyar dolarlarına yeni milyar dolarlar ekliyor. Üstelik ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülkede; bu dönemde bile doğal kaynakları sömürmeyi de unutmuyorlar.

Kazdağları’ndaki altın madeni girişimleri aysbergin su üstündeki bir parçası sadece… Bunu yaparken kendi yaşamlarını garantiye almayı da unutmuyorlar. Daha şimdiden 2021 yılı içinde üretilecek Covid-19 aşılarının yüzde 51’ine el koyuyorlar; tamamı yoksul ülkelerde yaşayan ve dünya nüfusunun 2/3’sini oluşturan 6 milyara yakın insanı kaderine terk ederek…

Kurgunun sorunu nevrotik bir sapkınlık halini alması ve şimdiyi sömürmesi

İstanbul gibi bir şehir, hiç şüphesiz küresel bağlar içinde olan, ilişkiler kuran bir merkezdi.

Lozan Anlaşması sayesinde 1950’lerin ortasına, 6/7 Eylül Olayları‘na kadar, insan haklarını ihlal eden ayrımcı uygulamalara rağmen imparatorluğun ve modernleşme sürecinin kurumlarını, yapılarını kısmen de olsa korudu. Şehrin sekülerleşmiş profesyonel mimarlık ve sanat dünyası, Batı’daki başka bir ülkedeki bir başkentte olduğu gibi çok uzun bir geçmişi olan bir deneyime sahipti.

Şehrin bu yakın geçmişi hakkında fazla bir şey bilmiyoruz.  Çünkü üzeri milliyetçilik tarafından örtüldü. Şehrin bu modernlik deneyiminin üzerine bir perde çekildi.

Modernlik bize temsil edilebilirliğin ötesinde, keşif alanları açar. Zihin dünyasındaki entelektüel mekanizmaları, ilişkileri harekete geçirir. Sanki bunlar, temsiller canlı varlıklarmış gibi. Milliyetçilik ise bunları kapalı dünyalara, imtiyaz alanlarına ve şiddete dönüştürür.

Mimarlık eserleri, sanat yapıtları hiç şüphesiz yalnızca bu bağımsız varlıklarıyla duyguları harekete geçirirler, görüntülerin yarattıkları izlenimlerin ötesindeki bilinmeyenleri düşünmeye sevk ederler. Onların bize anlatmak istediklerini genellikle duygularımızla ifade ederiz. Ancak bu duyguları yaratırken tazeleyici, yenileyici entelektüel eylemselliklerin de gerçekleştiğini tahmin etmek zor değil.

Ne yazık ki şehrin bu modernleşme dünyası popülist otoriterleşme karşısında kırılganlaştı. Bu kırılganlık iktidarlara bağımlı, seküler olmayan bir modernliğin zaaflarının da bir işareti.

Süleymaniye’de restorasyon.

Artık şehrin bu entelektüel dünyası, sekülerlik adına gizli bir kimlikçilik hareketini dayatan hayırseverlik kurumları, özel müzeler içine sıkışmış vaziyette. Ayrıca imtiyazlı sınıfların temsil ettikleri resmi kalıplar içinde bir aldatmaca olarak cereyan ediyor. Mücadele kültürel ve araçsal popülizmle, basmakalıp akılcılaştırma normlarını dayatan seçkinler arasında. Aralarında bir fark yok.

İstanbul’da ilan edilmemiş bir iç savaş

Geçtiğimiz dönem Tarihi Yarımada (Fatih) için hazırlanan Koruma Planları’nın notlarında “Osmanlı Mahalleleri”nden söz ediliyordu. Sokaklarında şerbetçilerin dolaştığı, mahalle bakkalının olduğu, kadınların kafeslerin arkasından sokaklardan gelip geçenleri izlediği…

Plan notları okuyunca, bu kurguyu hazırlayan kişileri kızdıracak şöyle bir laf ettiğimi hatırlıyorum: “Herhalde bu planlar sayesinde Şehir Tiyatroları kadrosuna epey bir oyuncu alınacak. Dekorları inşa etmek yetmez. “

Süleymaniye ve Zeyrek tarihsel olarak önemli semtler. Yalnızca 1985 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer aldıkları için değil. Bilindiği gibi Yeni-Osmanlıcı zihin dünyasının merkezi Fatih‘ti. Yeni-Osmanlıcılık, kimi zaman biraz itilmiş kakılmış olarak, kimi zaman da 1953’teki yeniden ön plana çıktığında olduğu gibi devletin resmi ideolojisi içinde ön planda yer tuttu. Güya Beyoğlu‘ndaki Avrupai yaşam tarzının karşısında “milli” olan bu mahallerdi.  Ancak küçük bir araştırma bile bu tespitin ne kadar kurmaca olduğunu göstermeye yetiyordu. Fatih semti de en az Beyoğlu kadar, sosyal yapısıyla, fiziki oluşumuyla modernleşmenin içinde gelişmiş, yapılanmıştı. Ama ulusdevlet içinde inşa edilen fetihçi zihin dünyası için bunun bir önemi, gerçekliği yoktu. “Tarihi Yarımada Koruma Planları” adı verilen kurgunun en büyük sorunu canlı olanı cansız bir şey üzerinde göstermenin nevrotik bir sapkınlık halini alması ve şimdiyi sömürmesiydi.

Sulukule’nin yeni hali.

Bu sayede Tarihi Yarımada’da “Osmanlı Mahallesi” yapılmak istenen Süleymaniye, Zeyrek, Sulukule, Ayvansaray gibi yerler günümüzde tam bir çöle dönüşmüş halde. Burada yaşayan, çalışan insanlar ötekileştirilerek, zor kullanılarak, suları elektrikleri kesilerek, evlerini satmaya mecbur bırakılarak tahliye edildiler.

Bu projeleri kamu adına geliştiren, yöneten danışmanlar, kurduğu ilişkilerle yetki sahibi olmuş imtiyaz sahibi olmuş mimarlar ne diyorlardı? “Burada yaşamakta olan insanların bu mahallelerde yaşamayı hak etmiyorlar. Zaten çoğu sonradan bu şehre gelmişler. Asıl İstanbullu değiller”. Bu ayrımcı söylemlerle yoksul, güçsüz toplulukları mahallelerinden kazımaya giriştiler.

Çok şükür ki şehirdeki hayat kendi imkanları ile kendisini yenileyebiliyor, bu sayede hiç olmazsa bazı semtler canlı kalabildi. Yoksa bütün şehri kendi bildikleri gibi düzenlemeye kalksalar, geriye hiçbir hayat emaresi kalmayacaktı.

İktidarla birlikte harekete geçen ‘karşı hafıza’

Ancak devlet iktidarı tamamen ele geçirildikten ve bürokrasi-profesyonel yapılar patronaj altına alındıktan sonra bununla yetinmek olmazdı. Karşı saldırıya geçmek gerekliydi. Cumhuriyet şehrin resmi tören alanını Dolmabahçe’den camii olmayan Taksim‘e taşımıştı. Taksim’de Opera yapılmıştı. Bunun karşılığı şuydu: “O zaman biz de iktidara geldik. AKM’yi yıkalım. Bir de karşısına cami yapalım.”

Bitmek üzere olan Taksim Camii inşaatı.

Sanki temsil edilen her şey sanki gösterilenden ibaret hale gelmişti. Diyebilirim ki şehir tarihindeki geliştirilen projeler, mekan düzenlemeleri ayrımcılığı, ötekileştirmeyi bundan daha iyi bir şekilde temsil edemezdi. Sanki ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyordu.

Heybeliada‘da Ruhban Okulu var, o zaman biz de onun karşısındaki eski Heybeliada Sanatoryumu‘nu Diyanet Vakfı’na verelim…” Ya da  Bomonti‘deki eski bira fabrikasının kullanım dışı kalmış binaları var. Biz de onun karşısındaki alanı dini eğitim alanı yapalım...” Çünkü iktidarla birlikte “karşı hafıza” harekete geçmişti bir kere. Yeni-Osmanlıcı zihin dünyası geçmişte, biranın kamusal alanlarda, parklarda gazoz gibi içilmesinden fena halde gıcık kapmıştı.

Bugünkü otoriter rejimin faili AKP gibi gözüküyor. Ancak bu görüntüyü sorgulamadan bu “karşı hafıza” rejiminin tam anlaşılmasının mümkün olmadığını söyleyebilirim.

Hafızasız, yalnızca fiziksel bir nesne olarak modernlik algısı, şehir planlama yöntemleri, imtiyaz sahibi bir devlet eliti aracılığıyla yapmacık sekülerleştirme girişimiydi -ve hiç şüphe yok ki- tıpkı onun gibi, devlet iktidarının içine gizlenmiş imtiyazcı, tepeden inmeci bir kimlik hareketiydi. Siyasal İslam, devlet içindeki bu imtiyazcı modernist elite direndiğini zannederek bugünlere geldi ve sonunda onunla iktidar alanında bütünleşti.

Bu nedenle yakın tarihlerde neoliberal dönemin politikalarını temsil eden AKP’yi yegane fail olarak gördü yeni kuşaklar.

İktidarın neredeyse şehirle ilgili bütün gündemini karşıtlıklar oluşturdu. Şehir farklı hafızaların, duygu dünyalarının olduğu bir yer değil, iktidarın zihin dünyasına uygun olmalıydı. Politika yokluğunda, neoliberal koşullarda iktidarın müdahale ettiği her şey saf sembolizme dönüştü.

Mekansal eylemliliklerin oluşturduğu politikalar

Bu yüzden 28 Şubat sürecinde yukarıdan “bizi eleştirenlere daha fazla proje işi verin, çıkar sağlayın” talimatı geldi. Bu neoliberal dönemde üniversitelerin içinin boşaltılmasına, özel çıkarlara alet edilmesine yol açtı. Şehir bu hale geldi. Mekanın “politikaların bir yansıması” olduğu hep söylenir değil mi? İktidarların sanki mekanı kendi ideolojisine göre değiştirmesi, tercihlerini yansıtması gibi. Oysa bu ilişki bunun tam tersi gibi olmalı. Asıl politik tercihler hatta iktidarın kendisi bu eylemliliklerle üretilmiş gibi gözüküyor. Mekansal eylemsellikler politikaları, iktidarları oluşturuyor ya da belirliyor. Belki de şöyle söylemeli: “Mekanı nasıl dönüştürdüğünü söyle, sana politikanı söyleyeyim.”

İbadete açıldıktan sonra Ayasofya’nın içi.

Bu yaşadıklarımız bir vodvil gösterisi olmalı. Neoliberal sistemde politika tükenince ideoloji saf sembolizme dönüştü. Ne yapılıyorsa artık bunların hepsi şu mesajı vermek için: “Kapitalizme asla teslim olmadık, ideolojimizle dimdik ayaktayız.”

Ancak bu karşıtlık sembolizminin şehri nasıl bir boşluğa dönüştürdüğünü anlamak için birer eşsiz mücevher olan Ayasofya‘nın, Kariye‘nin başına gelenlere bakmaya bile gerek yok. Topkapı Sarayı, Yenicami, Süleymaniye gibi şaheserler bile “restorasyon” adı altında şu anda mahvediliyor. Bu “karşı hafıza” girişimi giderek şehirde gördüğünü anlamama, bir cehalet tutkusuna dönüşmüş vaziyette. Bu durum dediğim gibi şehirde ilan edilmemiş bir “iç savaş”ı andırıyor.

Tasarımın, sanatın, fikir üretiminin iktidar mekanizmalarına bağımlı olduğu bir ortamda bu yıkım kaçınılmaz. Peki buna karşı ne yapılabilir? Karşıtlığın tersi yüzü yok. Bu sembolizmin her şekli yok edici. Birbiriyle ilişki içinde değil, birbirini yok etme ilişkisi. Neoliberal politikaların temelini bu “sıfır noktası” oluşturuyor.

Günümüzün aklı çıkara bağlayan, araçsallaştıran neoliberal düzeni içinde şehir öyle bir hale geldi ki, herhangi bir depremi beklemeden her salgın hastalık birkaç gün içinde bir pandemik facia halini alabilir. İstanbul gibi kaotik bir metropol bir felaketler şehrine dönüşebilir.  Nesneleştirici şiddet, işaretsizleştirdiklerini failler olarak hayatımıza iade ediyor. Bilgiyi hurdalaştıran, hile ve kurnazlıkları motive eden, her şeyi kafeslere tıkıştıran, insanmerkezci ve nesneleştirici şiddetin imtiyazcı bir sınıf yaratarak cehaleti semirttiğini, yönetimsellik biçimine musallat ettiğini görmemek ve bu paradoksla yüzleşmemek için zannedersem artık bir neden kalmadı.

 

Güncel, çözüm odaklı ve katılımcı bir siyaset için Yeşiller Partisi kuruldu

“Evimiz yanıyor! Bu yangını söndüreceğiz!” diyerek harekete geçen Yeşiller, bugün (21 Eylül) İçişleri Bakanlığı’na belgelerini teslim ederek Yeşiller Partisi’ni kurdu.  

Yeşiller hedeflerini “dünyamızın iyice çıkmaza giren sorunlarına doğayı merkeze alan ve toplumların hiçbir ferdini geride bırakmayan somut ve gerçek çözümler üretmek” olarak tanımlıyor.

Yeşiller Partisi, adil, eşitlikçi, çoğulcu, özgürlükçü ve barış içinde bir dünya için bugün (21 Eylül) yola çıkıyor. Yeşiller, başta iklim krizi olmak üzere, içinde yaşadığımız krizler çağına somut çözüm önerileri sunuyor. İnsanın ve doğanın sömürülmesine karşı ekolojik dengeye sahip çıkan Yeşiller Partisi, Emine Özkan ve Koray Doğan Urbarlı’nın eş sözcülüğünde, 110 kurucu üyeden oluşuyor.

Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri: Koray Doğan Urbarlı ve Emine Özkan

Urbarlı: Ekonomik, sosyal ve ekolojik bir kriz ortamındayız

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada bugünün Türkiye’sinde Yeşiller Partisi’ne her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu belirtti:

Gündemi, ama gerçek gündemi, bir gözümüzün önüne getirelim. Pandeminin ateşini iyice harladığı ekonomik kriz ve eşitsizlikler; sokağa çıkan herkesin karşısına dikilen bariyerler ve insanların konuşmamayı seçmesi ile sembolleşen demokrasi krizi; bitmeyen ve bitecek gibi de durmayan doğa katliamları ve önlenmesi için çalışılmak bir yana eldeki yararlı metinlerin bile hedef gösterildiği kadın cinayetleri, hatta kadın kırımı. Kısaca ekonomik, sosyal ve ekolojik bir kriz ortamındayız. Daha da kötüsü çok uzun süredir bu kriz ortamında yaşıyoruz ve insanlar artık ülkeden umudunu kesmiş durumdalar.

‘Umutsuzluğa yanıt olmak için yola çıktık’

Yeşiller Partisi olarak bu umutsuzluğa yanıt olmak için yola çıktıklarını belirten Urbarlı, “Bugünün Türkiye’sinde Yeşiller Partisi sözünü söylemezse siyasi ortamda iklim krizi dile gelmez; Yeşiller Partisi sözünü söylemezse kısır tartışmalardan çıkıp geleceğin demokratik ve özgür ülkesini konuşamayız; Yeşiller Partisi sözünü söylemezse yine siyasi ortamda Kazdağları‘ndaki bir ağaç ile Hasankeyf‘teki bir ağacın sesi buluşamaz. Bu sesi buluşturma ihtiyacı ile yola çıkıyoruz” ifadelerini kullandı.

Yeşiller-Partisi-Es-Sozcusu-Koray-Dogan-Urbarli
Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı

Partinin odaklanacağı ilk konular

Parti olarak ilk odaklanılacak konular hakkında da bilgi paylaşan Urbarlı “İlk odaklanacağımız konu elbette bilinirliliğimiz ve örgütlenmemiz. Türkiye’de aşmamız gereken koca bir Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu var. İlk odaklanacağımız konular bu olacak” dedi.

Bunun sadece iç işlerine odaklanacakları anlamına gelmediğini belirten Urbarlı, “İklim krizi bu kadar can yakıcı hale gelmişken, orman yangınları devam ediyorken, kadın cinayetleri hız kesmeden sürerken nerede olmamız gerekiyorsa orada olacağız diyebilirim. İlk olarak da 25 Eylül’de gerçekleşecek İklim Grevi’ne herkesi çağırarak başlayayım sizin aracılığınızla” ifadelerine yer verdi.

Özkan: Adil ve ekolojik çözümler yeşil politikaya dayanıyor

Türkiye’nin çoklu bir kriz ortamında olduğunu vurgulayan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Emine Özkan ise partinin kuruluş gerekçesini Yeşil Gazete’ye verdiği demeçte şu şekilde açıkladı:

Bugün Türkiye siyaseti dar bir alanda farklılıklara kapalı bir anlayışla hayat buluyor. Oysa ki Türkiye’de siyasetin çoğulcu ve demokratik bir anlayışla diyaloga açık şekilde gerçekleşmesine ihtiyaç var. Yeşiller Partisi ilkeleri doğrultusunda üreteceği politikalarla bunu sağlamayı hedefliyor.

Bununla beraber dünyada ekolojik ve toplumsal krizlerin bir arada ve birbirinin içine geçerek yaşandığı bir dönemdeyiz. Yeşil Partisi olarak bu krizlerin nedenlerinin ve sonuçlarının farkındayız. Gezegen üzerinde adil ve ekolojik çözümlerin yeşil politikalara dayandığını biliyoruz. Türkiye’nin de bu çoklu kriz ortamında üzerine düşeni yapması için çalışmak adına Yeşiller Partisini kurduk.

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü
Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Emine Özkan

‘Erkek egemen yaklaşıma karşı çıkıyoruz’

Partinin kuruluş aşamasında geçen süreçte yapılan tüm işlemlerin merkezinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve feminizme dayalı bir tutum olduğunu belirten Özkan,Keza katılımcı karar alma yöntemleri esas alınarak belirlenen on ilkemizden biri de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Feminizm. Yine kuruluşa giden yolda oluşturduğumuz parti programında da cinsiyet ve cinsellik başlığı altında partimizin bu konudaki yol haritasına dair detayları görebilirsiniz” dedi.

Kendisine Yeşil Parti tarafından getirilen politika önerilerinde ve partinin kendi iç işleyişinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği ilkesinin nasıl hayat geçtiğini sorduğumuz Özkan, şu ifadelere yer verdi:

Öncelikle toplumda yaygın olarak gördüğümüz ve deneyimlediğimiz erkek egemen yaklaşıma karşı çıkıyoruz. Çünkü bu yaklaşımın cinsel yönelimi ne olursa olsun başta kadınları hatta norm olarak kabul ettiği erkekleri sürekli olarak şiddete maruz bıraktığını biliyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için en başta İstanbul Sözleşmesinin uygulanmasını talep ediyoruz. Bir toplumsal cinsiyet bakanlığı kurulmasını görev olarak kabul ediyoruz.

Kendi içimize döndüğümüzde ise kadınların ve LGBTQİ+ kişilerin siyasi karar alma mekanizmalarına katılımı için kota, seçimlerde ve söz almada fermuar sistemi gibi kuralları önemsiyor ve uyguluyoruz.

Yeşiller Partisi çözüm olarak ne öneriyor?

Yeşiller Partisi’nin programında öne çıkan çözüm önerileri ise şu şekilde sıralandı:

  • Karbonsuz ekonomi: Toplumsal ve siyasi yapıları, ekonomik ilişkileri ve dinamikleri yerinden sarsan iklim krizine, ekonomideki fosil yakıt bağımlılığı neden oluyor. Çözüm ekonominin karbonsuzlaştırılması. 2050’ye kadar fosil yakıt kullanımını tamamen terk etmeyi hedefliyoruz.
  • Yeşil Yeni Düzen: Enerji ve ulaşım altyapısının dönüştürülmesi, enerji verimliliği, iyi işler yaratılması ve hayat kalitesinin artırılması, müşterekleşme, sürdürülebilir turizm, küçük ölçekli tarım, bakım hizmetleri, alternatif ve enformel alanlardaki işler gibi ekonomik etkinliklerin teşvikiyle topyekûn bir dönüşüm.
  • Herkes için su hakkı: Su tüm insanların, diğer canlıların ve gelecek kuşakların vazgeçilmez hakkı olan bir müşterek. Yeşiller olarak, bozulmuş su döngüsünü onaran, tarımsal, evsel ve endüstriyel su kullanımında su tasarrufunu amaçlayan su politikaları geliştireceğiz.
  • Herkes için iyi, temiz ve sağlıklı gıda! Doğal kaynakları, biyolojik çeşitliliği, insan ve hayvan sağlığını tehdit eden tarımsal zehirleri yasaklayacağız. Çiftçileri şirketlere ve tarımsal zehirlere bağımlı olmaktan kurtaracak bir teşvik ve garanti altyapısı kuracağız. Bütüncül, onarıcı ve sürdürülebilir tarım uygulamalarıyla doğal kaynakların tüketilmesinin, toprak bozulumunun, ormansızlaşmanın ve çölleşmenin önüne geçeceğiz.
  • Cinsiyet ve Cinsellik: Hak, Eşitlik ve Özgürlük Alanı! Erkek egemen zihniyetin değişmesi, eşit yurttaşlık temelinde kadın, erkek, LGBTQİ+ tüm bireylerin özgürleşmesi için yapısal ve ilişkisel değişiklikleri her alanda sürekli kılmak için yola çıkıyoruz.

Yeşiller Partisi’nden Anadolu dillerinde merhaba

‘Başka bir dünya mümkün’

Geleceğin sözünü, gelecek kuşaklarla birlikte üretmek için yola çıktıklarını söyleyen Yeşiller Partisi, insanların doğayla uyum içinde, özgür ve eşit olarak yaşadığı başka bir dünyanın mümkün olduğunu ifade ediyor.

Çoğulculuğa dayanan, çeşitliliği zenginlik sayan, şiddetsizliği temel alan, barış içinde yaşamı savunan, doğrudan demokrasiyi hedefleyen ve katılımcılığa dayanan şenlikli bir yapı kurduklarını açıklayan Yeşiller, temel ilkelerine inanan herkesi hayal ettikleri dünya gibi bir parti olma yolunda beraber yürümeye çağırıyor.

Yeşiller Partisi Kurucuları

Yeşiller Parti Meclisi Üyeleri

Dolar ve Euro haftaya rekor ile başladı

Türk Lirası diğer para birimleri karşısında değer kaybetmeye devam ediyor. Haftalardır düşüş trendinde olan Türk Lirası yeni haftayada Dolar ve Euro karşısında rekor kırarak başladı.

Dolar 7.5985 TL‘yi görerek rekor seviyeye çıkarken, Euro ise günün ilk saatlerinde 9 TL’nin üzerine çıktı ve rekorunu yeniledi. Gram altın ise 475 TL seviyesinde güne başladı.

Merkez Bankası faiz kararı açıklayacak

Uzmanlar, veri gündeminin bu hafta görece zayıf olduğunu ve jeopolitik gelişmeler ile Covid-19 aşısına ilişkin haber akışının yatırımcı kararları üzerinde belirleyici olacağını da aktardı.

Piyasada haftanın en önemli verisi Merkez Bankası‘nın perşembe günü açıklayacağı faiz kararı olacak. Öte yandan Yunanistan ve Avrupa Birliği ile yaşanan Akdeniz’deki gerilim de yakından izleniyor.

Niğde’de 5.1 şiddetinde deprem: Köydekiler geceyi dışarıda geçirdi

Niğde‘nin Bor ilçesi Obruk köyü merkezinde pazar gecesi saat 22.08’de 5.1 şiddetinde deprem meydana geldi. Depremde birçok evin duvarında çatlaklar oluştu, bazı evlerin duvarlarında kısmen göçük yaşandı.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre deprem yerin 6.97 km derinliğinde gerçekleşti.

Geceyi dışarıda geçirdiler

Deprem, Adana ve Aksaray‘da da hissedildi. Depremin ardından yaşanan artçı sarsıntılar nedeniyle köylüler geceyi geceyi AFAD‘ın kurduğu çadırlarda, arabalarda ve evlerinin önünde geçirdi.

AFAD’ın Twitter hesabından yapılan açıklamada, “Deprem sonrası an itibarıyla olumsuz bir ihbarın bulunmadığı bilgisi alınmıştır” ifadesine yer verildi.

Fotoğraf: AA

Artçı depremler devam etti

Artçı depremler gece boyunca devam etti.

AFAD’ın internet sitesinde yer alan bilgiye göre, saat 06.37’de merkez üssü Niğde’nin Bor ilçesi olan 4,1 büyüklüğünde bir sarsıntı daha kaydedildi. Artçı depremin 7,03 kilometre derinlikte oluştuğu belirlendi.

Niğde Valisi: Yıkılan binamız yok

Niğde Valisi Yılmaz Şimşek, AKP Niğde milletvekilleri Yavuz Ergun, Selim Gültekin, Bor Kaymakamı Mehmet Yavuz, Bor Belediye Başkanı Serkan Baran ve ilgili kurum müdürleriyle depremin meydana geldiği Obruk köyünde incelemelerde bulundu, vatandaşlarla görüştü.

İncelemenin ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Şimşek, depremin merkez üssü olan Obruk köyünde vatandaşlara geçmiş olsun dileklerini ilettiklerini söyledi. Depremde can kaybının olmadığını belirten Vali Şimşek, şunları aktardı:

Bazı evlerde çatlak şeklinde hasarlar var. Yıkılan binamız yok. Vatandaşlarımızda biraz panik var ama inşallah devletimizin bütün imkanlarıyla vatandaşlarımızın yanında olacağız. Şu anda çadırlarımız gelmek üzere, yine Adana’dan ikmal ekibimiz yola çıktı. İnşallah hep birlikte bu yaramızı da saracağız. Tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun.

‘Duvarlardan üzerimize sıva dökülmeye başladı’

Anadolu Ajansı’nın aktardığına göre  ilçeye bağlı Obruk köyünde yaşayan Ramazan Altunkaya, evde otururken deprem olduğunu ve sarsıntının 7-8 saniye sürdüğünü söyledi.

Bir anda sallanmaya başladıklarını ve elektriklerin kesildiğini anlatan Altunkaya, “Duvarlardan, kolondan bir anda üzerimize sıva dökülmeye başladı. İçeriden zor kaçtık. Köyde sadece evlerde hasar var” dedi.

Köylülerden İbrahim Altunkaya da depremin kısa sürdüğünü ve hemen dışarıya çıktıklarını belirterek, “Duvarlar çatladı. Köyde birkaç evde hasar olduğunu söylediler. Köye jandarma ve sağlık ekipleri geldi. Şükürler olsun can kaybı yok” diye konuştu.

Emine Altunkaya ise deprem anında çok korktuğunu dile getirerek, evin duvarlarında çatlaklar oluştuğunu ifade etti. ‘

Okullarda yüz yüze eğitim bugün kısmen başladı

Koronavirüs salgını nedeniyle uzaktan yürütülen yeni eğitim öğretim döneminde okullarda yüz yüze eğitim, seyreltilmiş uygulamalarla anasınıfı ve ilkokul 1’inci sınıflarda haftada bir gün olacak şekilde başladı.

Yeni eğitim öğretim dönemi, TRT EBA, EBA ve canlı dersler kullanılarak uzaktan eğitim yoluyla 31 Ağustos’ta başlatılmıştı.

Öğrencinin yüz yüze eğitime katılımı zorunlu tutulmayacak, veli yazılı bir başvuruda bulunmaksızın kendi isteğiyle öğrencisinin uzaktan eğitime devamını sağlayabilecek.

Mümkünse sınıflar ikiye bölünecek

Okul yönetimlerinin 21-25 Eylül haftasında hangi gün olacağına öğretmenlerle birlikte karar vereceği uyum programı, okul öncesi eğitim kurumlarında 30’ar dakikalık beş etkinlik saati olacak şekilde bir gün, ilkokul 1’inci sınıflarda ise 30’ar dakikalık beş ders saati ve aralarda onar dakikalık teneffüsler olacak şekilde bir gün üzerinden planlanacak.

İmkan ve şartlara göre sınıf mevcudunun sosyal mesafe kurallarına uygun şekilde iki ayrı gruba ayrılması ve her grubun okula uyum programının birbirinden farklı günlerde olması sağlanacak.

Teneffüs saatlerinde öğrencilerin sosyal mesafeye uymaları için gerekli yönlendirmeler yapılacak.

Zorunlu olmadıkça ziyaretçi yok

Uyum haftasından sonraki 28 Eylül-2 Ekim tarihlerini kapsayan hafta ve devamında da haftada iki gün her biri 30’ar dakikalık beş ders saati yüz yüze eğitim yapılacak. Ders saatleri arasında 10’ar dakikalık dinlenme süresi verilecek.

Bu süreçte okullara zorunlu olmadıkça ziyaretçi kabul edilmeyecek, zorunlu durumlarda ise ziyaretçinin kaydı tutularak tedbirler doğrultusunda kabulü sağlanacak.

Okul öncesi ve ilkokul 1’inci sınıflar uyum programı etkinliklerinde, çocuklar sağlıklı yaşam konusunda bilgilendirilecek. Hijyen, sosyal mesafe, korku ve kaygılardan kurtulma gibi etkinliklerin yanı sıra öğrencilerin okulu ve çalışanları tanımalarına yönelik etkinlikler düzenlenecek.

‘Temassız oyunlar’ oynanacak

Bakanlık, okul öncesi ve ilkokul 1. sınıf öğrencilerinin maske, sosyal mesafe ve kişisel hijyen koşullarını daha kolay bir şekilde içselleştirerek, yeni normale eğlenceli bir şekilde uyum sağlayabilmeleri için “Temassız Oyunlar Kitabı” hazırladı. Kitaplar, 21 Eylül itibarıyla tüm okullarda uygulanmak üzere öğretmenlere ulaştırıldı.

Kitapta yer alan ve hiçbir fiziksel temas içermeyen 60 oyunun her biri, çocuklarda “tanışma, iletişim, dikkat, hareket ve iş birliği”nin gelişmesine yardımcı olacak şekilde tasarlandı. Hem sınıfta hem de açık alanlarda oynanabilecek şekilde tasarlanan oyunlar, öğrenciler arasında yeterli sosyal mesafe sağlanarak ortak materyal kullanımına ihtiyaç duyulmayacak şekilde hazırlandı.

Yüz yüze işlenemeyen ders saatleriyle ilkokul 1’inci sınıf programındaki diğer dersler ise EBA TV ve EBA portal canlı sınıf uygulamalarıyla uzaktan eğitim sistemleriyle uygulanacak.

Maskeler ulaştırıldı

Öte yandan, Milli Eğitim Bakanlığ’ından yapılan açıklamaya göre, yüz yüze eğitimin başlayacağı 21 Eylül öncesinde, okul öncesi eğitim ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerini okullarıyla buluşturmaya yönelik hazırlıklar tamamlandı, Bakanlığın merkez ve saha koordinasyonunun anlık bilgilendirmelerle sağlandı ve tüm birimler koordineli bir şekilde çalışma yürüttü.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk‘un yüz yüze eğitim hazırlıklarına ilişkin açıklamasına göre, ülke genelinde okullarda gerekli tüm dezenfeksiyon çalışmaları tamamlandı, gerekli hijyen ve dezenfektan ihtiyaçlarının da il müdürlükleri tarafından karşılandı.

Ayrıca ihtiyaç durumunda kullanılmak üzere tüm okullarda ateş ölçer bulundurulması sağlandı. Önümüzdeki üç hafta içinde tüm öğrencilere ücretsiz maske desteği verilecek. 81 ilde ihtiyaç duyulan maskeler, mesleki eğitim kurumları ve halk eğitim merkezlerinde üretilerek okullara ulaştırıldı.

Şoförlere anlık bildirim

Öğrencilerin okullara ulaşımları için servislerle ilgili planlamalar tamamlandı. Ayrıca tüm illerde servis şoförlerine yönelik öğrenci taşımasında uymaları gereken tedbirleri kapsayan eğitimler de tamamlanarak gerekli bilgilendirmeler yapıldı. Tüm illerde, il müdürlükleri koordinasyonunda velilere yönelik bilgilendirme toplantıları yapıldı. Ayrıca randevu vermek suretiyle okul ziyaretleri planlanarak velilerin okullardaki hazırlıklar ve salgın önlemlerine yönelik tedbirleri görmeleri sağlandı.

Ayrıca, Covid-19 tedbirleri kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında oluşturulan entegrasyon sistemi ve uyarı mekanizması da hazırlandı. Sistem sayesinde öğrenci, öğretmen, eğitim kurumlarındaki tüm çalışanlar ve okul servisi şoförlerinde olası bir risk ortaya çıkması durumunda, eğitim kurumu yöneticilerine anlık bildirimler yapılacak.

Doktor Orhan Özdiller koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti

Türk Tabipler Birliği (TTB) bir sağlık çalışanın daha koronavirüs nedeniyle hayatını kaybettiğini duyurdu.

Birliğin sosyal medya hesabından #Ölüyoruz etiketiyle yapılan paylaşımda şu ifadelere yer verildi:

Elazığ’da çalışan kadın hastalıkları ve doğum uzmanı meslektaşımız Dr. Orhan Özdiller‘i Covid-19 nedeniyle kaybettik.

Ailesine ve tüm sağlık camiasına başsağlığı dileriz.

#Ölüyoruz

Sesimizi duyan var mı

TTB 14-18 Eylül tarihlerinde artan vaka sayısına dikkat çekmek ve yaşamını yitiren meslektaşlarını anmak için yurt genelinde eylem yapmışMilliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bunun üzerine Birliği “toplum sağlığı hakkında asılsız şaibe ve şüpheleri körüklediği için kapatılmalı” diyerek hedef göstermişti.

Bahçeli daha sonra da parti bünyesinde TBB hakkında bir inceleme heyeti kurduklarını söylemişti.

İstanbul Çevre Bülteni yayınlandı: En kirli hava Mecidiyeköy’de

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstatistik Ofisi, Eylül 2020 İstanbul Çevre Bülteni‘ni yayınladı.

Bültene göre kentte 1-31 Temmuz 2020 tarihleri arasında ortalama Hava Kalitesi İndeksi (HKİ) 33 iken 1-31 Ağustos 2020 tarihleri arasında yüzde dokuz oranında iyileşme göstererek 30’a düştü. Haziran ayına göre iyileşme ise yüzde 12 olarak gözlemlendi.

Ağustos’ta en yüksek hava kirliliği Mecidiyeköy, Kağıthane 2 ve Başakşehir istasyonlarında ölçüldü. En düşük hava kirliliği ise Maslak, Sarıyer ve Arnavutköy istasyonlarında kaydedildi.

On barajın ortalama doluluk oranları yüzde 42,57

2019 yılı ile 2020 yılının aynı dönemleri ile karşılaştırıldığında en büyük iyileşme Kandilli, Çatladıkapı, Kağıthane 1 ve Göztepe istasyonlarında kaydedildi. İstanbul’da son beş yılda en yüksek hava kirliliği 2017 yılında görüldü.

İstanbul’da son beş yıl için haziran-ağustos dönemi Hava Kalitesi İndekslerine göre en yüksek ortalama değer 36 ile 2017 yılında, en düşük ortalama değer ise 31 ile 2019 yılında ölçüldü.

14 Eylül itibariyle İstanbul’daki barajların doluluk oranı yüzde 42,57
İstanbul’a su veren on barajın 14.09.2020 tarihi itibarıyla ortalama doluluk oranları yüzde 42,57 olarak gerçekleşti. En yüksek doluluk oranları yüzde 75,17 ile Darlık ve yüzde 65,04 ile Ömerli Barajı, en düşük doluluklar ise yüzde 7,67 ile Pabuçdere ve yüzde 8,02 ile Kazandere Barajı oldu.

Son on yılın en yüksek baraj doluluk oranı 2014

Ömerli Barajı yüzde 65’lik doluluk oranıyla İstanbul’un barajlardaki suyun yüzde 41,4’ünü oluşturdu

Son on yıldaki baraj doluluk oranlarına bakıldığında en yüksek doluluk yüzde 65,56 ile 2011 yılında en düşük doluluk ise yüzde 14,71 ile 2014 yılında görüldü.

Son bir yıldaki aylık baraj doluluk oranlarına bakıldığında ise en yüksek doluluk yüzde 68,98 ile 2020 yılının nisan ayında en düşük doluluk ise yüzde 36,67 ile 2019 yılının aralık ayında görüldü.