Ana Sayfa Blog Sayfa 1327

Canan Koca: Her olimpiyat toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tarihe farklı notlar düşer

Röportaj: Cansu KILINÇARSLAN 

*

Pandemi nedeniyle bu yıla ertelenen 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşti. “Spora katılım” uluslararası kurumlarca da temel bir hak olarak vurgulansa da  bu hakka erişim,  eşit ve adaletli bir katılımın varlığı her zaman olduğu gibi yine gündeme geldi, tartışmalar yaşandı

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nden çıkan(CEİD) “Sporda Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği” raporunun yazarı Prof. Dr. Canan Koca ile olimpiyatlarda toplumsal cinsiyet eksenini, geride kalan olimpiyat oyunlarını ve değişen kurumsal yapıları konuştuk.

Cansu Kılıçarslan: Biliyoruz ki kadınların olimpiyatta yer alması dahil, spor alanında ilerleme süreçleri büyük bir mücadele tarihi üzerinde yükseliyor. Madalya törenlerinde kadın sporcuların yaptıkları konuşmaların her birinde cesaret” vurgusu ve ödüllerini diğer kadınlara ithaf ettiklerine dair samimi ifadeler duyuyoruz. Bu çok güzel ve güçlendirici olsa da bize eşitsizlik karşısında dayanışmanın işaretini de vermiyor mu? Genel bir soru olacak, ama sohbet içinde açacağımızı umduğum için soruyorum, bu dayanışmanın ardında ne tür bir mücadele deneyimi var?

Canan Koca: Her bir Olimpiyat Oyunu, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tarihe farklı notlar düşer. Tokyo 2020, Olimpik ve Paralimpik Oyunlar tarihinde kadın sporcu oranıyla spora katılımda toplumsal cinsiyet eşitliğinin en üst düzeyde olduğu oyunlar olarak tarihe geçti. Bununla beraber en çok göze çarpan kadın sporcuların kendi bedenleri ve perfomanslarına dair seslerini yükselttikleri, politikaları değiştirmek için kurumları zorladıkları ve performans sporunu sporcuların (kadın) yararına değiştirebileceklerine dair gücü hissettikleri ve hissettirdikleri oyunlar oldu.

Güçlendirici pratiklere ve dayanışmanın işaretlerine dair dünyadan ve Türkiye’den yazacak, vurgulayacak o kadar çok örnek var ki.. Yıllardır spor feministlerinin, kadın sporcuların verdiği mücadelenin bir parçası olanlar ve tanığı olanlar için bu, büyük bir gurur kaynağı.

En önemli mücadele alanı spora katılım, yani olimpiyatlara katılımdır: Kadınların katılımının yasak olduğu modern olimpiyatlardan kadınların her spor dalına her düzeyde katılabilme mücadelesidir. Bir diğer mücadele alanı medyada eşit temsil. Uluslararası bir organizasyonun temsiliyeti olan ülkelerde takip edilmesinin tek yolu medyadır. IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) 2018 yılında oyunların medyada temsilinde toplumsal cinsiyet dengesinin nasıl sağlanacağına dair pratik bilgiler içeren bir kılavuz yayınladı. Bir diğer mücadele alanı toplumsal cinsiyet temelli şiddet. IOC cinsel taciz ve istismar politikalarının geliştirilmesine spor sosyoloğu ve eski sporcu/ antrenör olan Celia Brackenridge ve Kari Fasting danışmanlık yaptılar. (Söylemekte fayda var; iki araştırmacı 2010 yılında Türkiye’ye gelerek deneyimlerini bizlerle paylaştılar.) 2017’de IOC tarafından geliştirilen araç kiti, uluslararası spor federasyonları ve milli olimpiyat komitelerinin kendi spor dallarında ve politika alanlarında sporcuların taciz ve istismardan korunmasına yönelik politika ve prosedürleri sunmaktadır.

Kadın sporcuların temsilinde medyanın rolü

IOC’nin güçlü bir Kadın ve Spor Komisyonu var. Bu Komisyon tarafından ulusal olimpiyat komitelerini ve olimpiyat oyunlarının organizasyonunu etkileyen uluslararası toplumsal cinsiyet politikaları geliştirirler. Politikaların geliştirildiği stratejik alanlar arasında, karar alma mekanizmalarında kadın temsiliyetinin artırılması, medyada toplumsal cinsiyete duyarlı sunum, sporcu oranında toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlar yer alır. Örneğin, 2000’de karar alma mekanizmalarında %10 kadın kotası 2005 yılında %20, 2016’da %30 olarak revize edildi.

Sporun Toplumsal Cinsiyet Halleri kitabında Sporda kadın sporcu bedeni neden belalıdır?” diye soruyorsunuz. Olimpiyatlardaki forma tartışmalarını düşünüyorum; Almanyalı cimnastikçiler bikini yerine uzun taytlar giydiler. Bu tepkiyi nasıl değerlendirelim?

Tokyo 2020 öncesinde başlayan bir tepkiydi bu. Uluslararası Cimnastik Federasyonu’nun geliştirip uyguladığı kadın sporculara yönelik kıyafet kodlarına bir tepkiydi. Bu tepkiyi sadece kıyafet kodlarına bir tepki olarak izole ele almak bağlamından kopartmak olur. 2018 yılında ABD cimnastik sporcularının maruz bırakıldıkları Larry Nassar vakası (ABD olimpik cimnastik takımının eski doktoru Larry Nassar 150’den fazla kadın sporcuya cinsel taciz ve çocuk pornosu suçlarından 2018’de 175 yıl hapis cezasına çarptırıldı) uluslararası cimnastik federasyonunun kendi politikalarını ve uygulamalarını gözden geçirmesine sebep oldu. Önemli toplantılar yapıldı, bazı ulusal federasyonlar politikalarını değiştirdiler. Yeni Zelanda ve Hollanda federasyonları kıyafet kodlarının esnetileceği kararını aldı.

Canan Koca.

Medyanın kadın sporcuların temsili açısından öğrenmesi gerekenler neler? Olimpiyat yönetiminin Japonya medyasının yayınlarına cinsiyet eşitliği hedefi koyması gibi bir durumla karşılaştık. Bu gündeme almak gereken bir konu sanırım. 

IOC 2018 yılında oyunların medyada temsilinde toplumsal cinsiyet dengesinin nasıl sağlanacağına dair pratik bilgiler içeren bir kılavuz yayınladı. Kadın sporcuların eşit temsilinden yazılı ve görsel metinlerde toplumsal cinsiyete duyarlı sunuma kadar çeşitli bilgileri içeriyor bu kılavuz… Tokyo 2020’yi medyadan takip ettiğim kadarıyla da önemli gelişmeler var; kadın sporcuların kadınlıklarından ziyade sporcu kimliklerinin ve aktif performanslarının sunulması ve başarıların arkasındaki mücadelelerin sunulması gibi…

Trans sporcu tartışması

Dikkate alınıyor belli ki… Japonya’da olimpiyat komitesi başkanı “kadınlar çok konuşuyor” gibi bir söz etmiş tepkiyle karşılaşmıştı. Bu, kamuoyunun hızlı refleksleri olduğunu düşündürüyor. Uluslararası kurumların da bu anlamda koruyucu mekanizmaları var  mı?

Uluslararası kurumların başında IOC geliyor. IOC tüm süreci takip ediyor ve hemen harekete geçebiliyor. Bunun yanında elbette kadın ve spor örgütleri var ki IOC’nin bu refleksini geliştiren de bu örgütlerdir. Uluslararası Kadın ve Spor Çalışma Grubu (IWG), Uluslararası Kadınlar ve Kız Çocukları için Beden Eğitimi ve Spor Birliği (IAPESGW), Kadın Spor Kurumu (WSF), …  gibi

Olimpiyatlar barış geçmişi ve çağrışımı yapsa da, bazen bunu zedeleyen bir rekabet diliyle karşılaşıyoruz. Rekabet yoğunlaştıkça tartışmalar da değişiyor. Mesela LGBTİ+ sporcular üzerinden yapılan tartışmalar… Bu sefer Yeni Zelandalı halterci Laurel Hubbard üzerinden sporda adil yarışma eşitlik gibi değerler tartışmaya açıldı. Trans olması üzerinden avantaj sağlayacağı belirtildi, ama rakiplerine göre yaş üzerinden dezavantajlı olup olmadığı pek konuşulmadı. Bu tartışmaların nasıl etkileri olur? Hormon testleri ve ilaç kullanma baskısı ile LGBTİ+ sporcuların alanın dışına atılması bir tehlike mi?

Olimpiyatlar öncesi tartışmaları yeterince takip etmediğimi söylemeliyim. Olimpiyatlara ve genel olarak performans sporu müsabakalarına trans sporcuların katılımına yönelik çok yönlü bir tartışma ve politika geliştirme süreci yaşanıyor. 2015 öncesi IOC trans sporcular politikasına göre, sporcuların dış genital organlardaki değişiklikler de dahil olmak üzere cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirmesi, sporcuların cinsiyetleri için yasal olarak tanınmaları ve iki yıldır hormon tedavisi görüyor olmaları gerekiyordu. Bu politika, özellikle hormon tedavileri sporcuların sağlığını olumsuz yönde etkilediği için çok eleştirildi.

2015 yılında değişen politika gereği, trans sporcular politikası ise yalnızca trans kadınların cinsiyetlerini beyan etmelerini ve bu iddiayı dört yıl boyunca değiştirmemelerini ve ayrıca yarışmadan en az bir yıl önce ve uygunluk süresi boyunca litre başına 10 nanomolden daha az bir testosteron seviyesi göstermelerini gerektiriyor. Kadından erkeğe geçiş yapan sporcular kısıtlama olmaksızın yarışabilirler. Tokyo 2020’ye katılan trans sporcular bu politika doğrultusunda katıldılar. Bu politikanın Tokyo 2020 sonrasında yeniden gözden geçirileceği söyleniyor.

Simone Biles’ın bazı yarışlardan psikolojik durumunu gerekçe göstererek çekilmesi, medyanın bunu ele alış biçimi de başka bir tartışma yarattı. (Benzer durumu yakın zamanda tenisçi Osaka da yaşamıştı.) Spor endüstrisinin, medya ile ilişkiler açısından sporcular üzerindeki etkisi eskisinden farklı mı?

Tokyo 2020’yi büyük oranda sporcuların sosyal medya hesaplarından ve kurumsal hesaplardan takip ediyorum. Simone Biles’ın kararının medyada olumsuz sunumuna dair haber okumadım, muhtemelen gözümden kaçmıştır. Spor endüstrisinin, özellikle sponsor kurumların sporcularla imzaladıkları sponsorluk anlaşmalarının her zaman sporcuların yararına olmadığını son bir kaç yılda gördük. Örneğin, dünyanın en başarılı olimpik kadın sporcuları Nike’ı eleştirip sponsorluklarını sonlandırdılar. Madalyalı sporcu Allyson Felix, Nike’ın doğumdan sonra %70 daha az ödeme yapmak istediğini söyledi. Felix, Nike sponsorluğunu sonlandırdı ve sadece başarıya ve sportif performansa odaklanmayıp, sporcuyu bir bütün olarak ele aldığını ifade ettiği daha küçük bir marka (Athletica) ile sponsorluk anlaşması yaptı. Athletica, Simone Biles’ın da sponsoru, onun olimpiyatlardaki kararını destekledi.  Simone’un diğer sponsoru Visa da bu kararının çok cesurca olduğunu ve onun her kararının arkasında olduğunu söyledi.

Hacettepe Üniversitesi’nden çalışma arkadaşım Merve Altun Ekinci ile Tokyo 2020 Olimpiyatlarına katılan Türk kadın sporcuların sponsorluk anlaşmalarına ve bu doğrultuda yaptıkları sosyal medya paylaşımlarını araştırıyoruz. Türkiye’de farklı sosyo-kültürel bağlamın şekillendirdiği ama eski gelenekselleşmiş sponsorluktan farklılaşan kadınların spor yoluyla güçlenmesini de odağına alan bir sponsorluğun ortaya çıkmakta olduğunu söyleyebilirim.

Yıllar süren mücadelelerin sonucu

Ben rekabetin olumsuz taraflarına odaklanmıştım, ama bir yandan da başarıların, özellikle erkeklerle eşleştirilen dallarda kadınların başarılarının ezber bozması bana keyifli geliyor. Busenaz’ların başarıları neleri değiştirebilir?

Türkiye’de spor ekosisteminde son bir kaç yıldır toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmeleri görüyoruz fakat en az 20 yıldır bu alanda bir mücadele yürütülüyor. Örneğin, 2020 yılında antrenör eğitim müfredatlarına toplumsal cinsiyet eşitliği konusu eklendi ve eğitim içeriğinde Türkiye’de “erkeklikle özdeşleştirilen” sporların başında gelen güreşten Yasemin Adar ile “kadınlıkla özdeşleştirilen” cimnastikten Ferhat Arıcan örneği verildi. Ve bu iki sporcu da Tokyo 2020’de madalya aldılar. Buse Naz Çakıroğlu ile Busenaz Sürmeneli’nin başarılarının bazı direnç noktalarını sarsması çok olası… Ben notumu aldım; bu sporcuların kulüplerine spor okullarına kız çocukları için boks branşının dahil edilmesine yönelik bir çalışma yürüteceğim. Buse Naz Çakıroğlu’nun sporda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik bir videosunun olduğunu belirteyim.

CEİD’le Sporda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması (2018) yapmıştınız, güncellenerek devam ediyor sanırım. Orada izlediğiniz değişimden hareketle buradaki gidişatı değerlendirebilir misiniz? Olimpiyatların ardından konuştuğumuz meseleler, bu izlemede de karşınıza çıkıyor mu?

CEID raporunda kullandığımız stratejik alanlar ve göstergeler çok güncel. Maalesef Türkiye’de spor verisi çok çok sınırlı olduğu için izleme yapılabilen gösterge sayısı da çok az oluyor.

Raporu güncellediğinizde bir iyileşme olarak BM Kadın Birimi liderliğinde Nesiller Boyu Eşitlik için Spor İlkeleri”nin hayata geçirildiğini yazmıştınız. Bu ilkelerden bahsedebilir misiniz? Kapsayıcı bir spor ortamını nasıl destekler?

Bu ilkeler doğrultusunda BM Kadın Birimi Türkiye Ofisi Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Spor Kurumu Rehberi geliştirdi. Uluslararası bir rehber bu. Türkiye spor ekosisteminin aktörlerinin katıldığı bir çalıştayda da bu rehberin nasıl kullanılacağına yönelik bilgi paylaşımında bulunuldu. Prensipler şunlar:

  • Kadınların liderliğini ve yönetişim modellerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek,
  • Sporda kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddeti önlemek ve kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddete spor aracılığıyla cevap vermek,
  • Kadınların yaptıkları sporlara yatırımdaki boşluğu kapatmak ve kadınlar ve kız çocukları için eşit ekonomik fırsatları teşvik etmek,
  • Spor medyasında kadınların eşit katılımını ve önyargılardan bağımsız sunumunu teşvik etmek için çaba sarf etmek; zararlı toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını ortadan kaldırmak ve olumlu rol modelleri teşvik etmek,
  • Spor, fiziksel aktivite ve beden eğitiminde kız çocukları için eşit fırsatları desteklemek,
  • Yıllık bazda ilerlemeyi izlemek ve kamuoyuna raporlamayı kabul etmek.

Türkiye’de spor ve toplumsal cinsiyet ilişkisi sivil toplum tarafından emek verilen bir alan. Ben de BoMoVu ekibiyle alanda aktif olmaya çalışıyorum. Büyük spor kurumları düzeyinde bu çabaların etkisini nasıl görüyorsunuz?

Bu ilişkinin sivil toplumda çok emek verilen bir alan olduğundan emin değilim. Son bir kaç yıldır projelerin arttığını görüyoruz. KASFAD (Kadınlar için Spor ve Fiziksel Aktivite Derneği) , sadece kadın ve spor alanına odaklanan bir dernek, o da 2012 yılında kuruldu. Yeni bir dernek. BoMoVu (Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği), Kızlar Sahada, Kızlar Atakta gibi derneklerin/sivil girişimlerin çalışmaları farklı platf ormlarda farklı sosyal etkiye sahip. Heforshe kapsamındaki çalışmaları sebebiyle Fenerbahçe Spor Kulübü’nü de dahil etmeliyiz bu alana…

KASFAD’ı daha iyi bildiğim için söyleyebilirim; yönetim kurulunda ve üyelerinde milli sporcular, antrenörler, hakemler ve akademisyenler olması sebebiyle sporun merkezinde yer alan bir yapısı var ve hem bireysel hem de kurumsal olarak spor kurumlarıyla ilişkileri var. Faaliyetlerinin merkezinde bilimsel bilgi ve veri temelli politika geliştirmek olduğu için kurumlarla çalışmalar yapıyor. Spor kurumlarının (Federasyonlar ve Gençlik ve Spor Bakanlığı) bazılarının toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik çalışmaları var ama sürdürülebilirliğine dair sorunlar var, sonucu/kazanımları görmek kolay değil. Bu çalışmalara yönelik izleme faaliyeti yapılmıyor. Kamuyla yeterince paylaşılmıyor…

Haiti’de meydana gelen depremde bin 297 kişi hayatını kaybetti

Haiti Sivil Savunma Ajansı, Haiti’de cumartesi günü meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde hayatını kaybedenlerin sayısının bin 297’ye yükseldiğini, yaralı sayısının ise 5 bin 700’ü geçtiğini açıkladı.

Yetkililer, enkaz altındaki arama kurtarma çalışmalarının devam ettiğini de kaydetti.

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi, (USGS) 7,2 büyüklüğündeki depremin merkez üssünün Saint-Jean-du-Sud’un 12 kilometre kuzeydoğusu olduğunu duyurmuştu.

Bir aylık OHAL ilan edildi

Haiti Başbakanı Ariel Henry depremle ilgili yaptığı bir açıklamada, depremde geniş çapta hasar meydana geldiğini ifade etmiş ve ülkede bir aylık olağanüstü hal ilan edildiğini kaydetmişti.

Ülke yönetimi, uluslararası yardım çağrısı da yapmıştı.

12 Ocak 2010’da meydana gelen ve büyük bir yıkıma sebep olan Haiti’deki depremde, resmi rakamlara göre 316 bin kişinin öldüğü, 300 bin kişi yaralandığı ve 1,3 milyon kişinin de evsiz kaldığı açıklanmıştı.

Son Ermeni köyünde Hrisi kazanları Meryem Ana için kaynadı

Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

Hıristiyanlar için en kutsal günlerden Meryem Ana Yortusu ve Üzüm Bayramı dün kutlandı. Türkiye ve dünyanın birçok yerinde dualar edildi, üzüm oruçları açıldı. Hatay ve çevre illerden Hıristiyanlar, kutlama için Samandağ’da bir yayla köyü; ‘son’ Ermeni Köyü Vakıflı’da bir araya geldi. Üzümler yenildi, Hrisi kazanları yakıldı.

15 Ağustos Hıristiyanlar için önemli bir gün. Hz. Meryem’in göğe yükselmesi ve Hıristiyanlıkta Hz. İsa’ya eşdeğer kutsallığı olan üzüm bayramı; Meryem Ana Yortusu ve Üzüm Bayramı olarak kutlanıyor. Üzüm orucu tutan Hıristiyanlar, Üzüm Bayramı’nda yapılan törenle orucunu bozuyor.

Daha iyi bir dünya için dualar edildi, ilahiler okundu

Türkiye’nin ‘tek’ kimilerine göre ‘son’ Ermeni Köyü Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Vakıflı köyünün bahçesi, kilisesi içi Üzüm Bayramı vesilesiyle hınca hınç doldu. Törene Samandağ Belediye Başkanı Refik Eryılmaz, Islahiye Belediye Başkanı Kemal Vural, HDP Adana Vekili Tülay Hatimoğulları, HDP Hatay İl Eş başkanı Kerem Nalbant, HDP Samandağ İlçe Eş başkanı Sevgi Kurtdere, SYKP Samandağ İlçe Eş başkanı Yusuf Kimyon ve Samandağ, Antakya, İskenderun‘dan çok sayıda kişi katıldı. Barış, kardeşlik, daha iyi bir dünya için dualar edildi, ilahilerin okundu. Hatay’da her inancın ortak yemeği; etle buğdayın dövülmesiyle yapılan Hrisi (keşkek) kazanları, Meryem Ana için kaynatıldı.

Tüm Hristiyanların Meryem Ana Yortusu’nu kutlayan HDP Adana Vekili Tülay Hatimoğulları, bu topraklarda Türkiye’ye, Ortadoğu’ya, dünyaya model olacak bir kardeşliğin olduğunu söyledi.

Manisa’daki Marmara Gölü kuruma noktasında

Manisa‘nın Saruhanlı, Salihli ve Gölmarmara ilçeleri arasında bulunan Marmara Gölü‘nde sular neredeyse tamamen çekildi, göl kuruma noktasına geldi. Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından 1945’te tarımsal sulama amacıyla oluşturulan Marmara Gölü’nü kuraklık ve kaçak sulama etkiledi.

Bir dönem tepeli pelikan, küçük karabatak gibi çok sayıda su kuşuna ev sahipliği yapan ve çevresindeki mahalle sakinlerince sazan avlanan gölde bu yaz sadece kuzeybatısındaki küçük bir alanda ve yaklaşık 10 santimetre yüksekliğinde su kaldı.

DSİ 2. Bölge Müdürü Birol Çınar, Marmara Gölü’nde yazın çok sıcak geçmesi, buharlaşmanın hızlı olması ve kaçak sulama nedeniyle “yok” denilebilecek kadar az su kaldığını belirtti.

Çınar, gölde su kaybının sıcak geçen ağustos ve eylülde de devam edeceğini öngördüklerini dile getirerek, “Normalde barajlarda ‘ölü hacim’ dediğimiz ve doğal hayatı korumak için bırakılan bir seviyesi vardır. Yazın başında da Marmara Gölü’nde su seviyesi ölü hacim seviyesindeydi ancak sıcaklıklara bağlı hızlı buharlaşma ve kaçak su kullanımı nedeniyle gölde su seviyesi bugünkü durumuna geldi” dedi.

Bir haftalık ömrü kaldı

Göl alanının tarım amaçlı işgali ve kaçak sulamanın tespiti için yoğun çalışmalar yaptıklarını aktaran Çınar, “Gölün su seviyesi düştüğünde ortaya çıkan alanlarda tarım yapanları tespit ettik ve gerekli cezai işlemlerin yapılması için kaymakamlıklara bildirdik. Bunlara kanunların emrettiği maddelere göre yaptırım uygulandı” diye konuştu.

Çınar, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de Gördes Barajı’ndan 1 milyon metreküp suyu Marmara Gölü’ne verme talebini değerlendirdiklerini belirtti:

“İzmir Büyükşehir Belediyesinin göle içme suyu hissesinden 1 milyon metreküp su salınması talebiyle alakalı, İZSU Genel Müdürlüğü’ne verdiğimiz yanıtta; ‘Bu konuda kapsamlı bir teknik çalışma yapılması gerektiğini, Gördes Barajı’ndan salınacak 1 milyon metreküp suyun, toprak kanal ve tabii dere yatağından yaklaşık 33 kilometre yol katederek göle ulaşacağını, bırakılacak suyun uzun bir dönemdir suya aç olan bu güzergahta yatağın doygunluğa geçtikten sonra akışa geçeceğini, dolayısıyla 1 milyon metreküp suyun tamamının göle ulaşamayacağını, ulaşan kısmının ise sıcak geçen bu aylarda hızlıca buharlaşabileceğini, bu hususların ve İzmir’in içme suyu ihtiyacının da göz önünde bulundurularak talebin yeniden değerlendirilmesini’ istedik.”

Göl kıyısında Salihli ilçesine bağlı kırsal Tekelioğlu Mahallesi’nin muhtarı Selim Selvioğlu da bu yaz gölün neredeyse tamamen kuruduğunu belirterek şunları söyledi: “Yağışlar da yetersiz olunca gölümüz tamamen kurumak üzere, kurudu da. Gölde şu anda bir haftalık su kaldı. Bir hafta sonra tamamen kuruyacak. 2 yıl önce bu zamanlar doluydu, çevresindeki 7 köy bu gölden balık avlayarak geçiniyordu. Bu göl sayesinde Gediz Ovası, Menemen’e kadar sulanıyordu.”

Gölmarmara Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Rafet Kerse ise göle artık “tamamen kurudu” gözüyle baktıklarını anlatarak, “Şu anda tahminen 10 santimetre civarında su var. O su da sadece karşı bölgede az bir alanda. Gölün doğu kısmı tamamen kurudu, yüzde 90’ı tamamen kurudu diyebilirim” dedi.

TBMM İklim Araştırma Komisyonu: Aşırı hava olayları Türkiye’nin normali haline gelecek

Türkiye Büyük Millet Meclisi İklim Araştırma Komisyonu‘nun taslak raporunda, iklim krizi ekseninde aşırı hava olaylarının şiddetleneceği ve bunun Türkiye’nin normali haline geleceği kaydedildi.

İklim Değişikliği’nin Nedenleri ve Etkileri adı verilen ve dört bölümden oluşan taslak raporda, iklim krizinin kara ve deniz sıcaklıklarını artırması, yağış miktarı ve şiddetini değiştirmesi sonucunda, hava ile bağlantılı doğal afetlerin şiddetinde artışlar meydana geldiği ifade edildi. Yaşanan can ve mal kayıplarıyla ilgili de “Aşırı hava olayları, büyük ekonomik ve sosyal etkilere neden olmaktadır” denildi.

Güneydoğu Anadolu’da risk daha yüksek

Söz konusu raporda, yağışları tetikleyen buharlaşma konusuna değinildi ve 100 yıllık bir tahmin yapıldı. Buna göre, yıllık ortalama 1,1 milimetrelik buharlaşma yaşanacak.

Raporda, kuraklıkla ilgili 10’ar ve 30’ar yıllık periyodlarla değerlendirmelere de yer verilerek, “2016-2040, 2041-2070 ve son olarak 2071-2098 periyotları boyunca kuraklığın hem frekansında hem de şiddetinde artış olacağını öngörüyoruz” denildi.

Güneydoğu Anadolu’da riskin daha yüksek olduğuna da vurgu yapıldı.

Yağış miktarı azalacak, şiddeti artacak

Raporda, ayrıca “Küresel iklim değişikliği ile sıcaklıklar artacak, sıcaklığın artışına bağlı olarak da atmosferdeki su buharı salınımı daha fazla olacak. Bu yüzden özellikle yağışların şiddetinde ve şiddetli yağışların frekanslarında da artış yaşanacak” denildi.

Yağışların miktarındaki azalmaya rağmen, şiddeti ve frekansının artacağı da vurgulanan raporda, yağış rejiminin değişerek 2040’a kadar ciddi azalma olacağı, 2040-2071 periyodunda ise azalmanın yüzde 30’a varacağı belirtildi.

Afetlerin 1940-2020 arası dağılımına yer verilen raporda; sel, fırtına, hortum, yıldırım, heyelan, kum fırtınası ve dolu felaketlerinin 2016’dan sonra katlanarak arttığı vurgulandı.

‘Yapısal tedbirler artırılmalı’

Yaşanacak bu gelişmelerle birlikte, can ve mal kayıplarının azaltılmasına yönelik özellikle şehirlerde yapısal tedbirlerin artırılmasına vurgu yapılırken, mevcut şehir planlarının ve altyapılarının da yenilenmesi, ihtiyaç olması halinde de yasal bir düzenlemenin yapılmasının zorunlu olduğuna işaret edildi.

Betonlaşmanın, aşırı yağışlardan kaynaklı sellerin artmasına sebebiyet verdiği kaydedilirken, yağmur sularının depolanarak sulama için yeniden kullanılması gerektiği kaydedildi.

Akbelen’de henüz her şey bitmedi!

Geçen hafta içinde üst üste gelen iki mahkeme kararı şimdilik Akbelen Ormanı’nı kesilmekten ve yok olmaktan kurtardı. İkizköylüler haklı bir sevinç ile zor şartlarda yaptıkları orman savunmasının sonuç vermesini kutluyor.

Muğla 1. İdare Mahkemesi, ‘Muğla ili, Milas ilçesi, İkizköy Mahallesi sınırları dahilindeki orman sahası için Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret Anonim Şirketi adına maden açık işletme izni verilmesine ilişkin 28/11/2020 tarihli Tarım ve Orman Bakanlığı işleminin yürütmesinin durdurulmasına’ karar verirken, Muğla 3. İdare Mahkemesi de aynı gün ‘2020 /1208 E. sayılı dava dosyası ile görülen davada mahkeme 09.08.2021 günü oy birliği ile Muğla ili, Milâs ilçesi, İkizköy Mahallesi mevkisinde, Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Dağıtım A.Ş tarafından işletilmekte olan termik santral projesi kapsamında özelleştirmeyle alınan ve Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti bulunan IR 2407 ruhsat numaralı (güncel 86541 ruhsat numaralı) sahadaki maden işletme faaliyetinin ve bu sahadaki konveyör bant inşası faaliyetinin ÇED sürecine tâbi tutulması talebiyle davacılar tarafından yapılan başvurunun reddine ilişkin Muğla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün 25/08/2020 tarih ve 40810 sayılı işleminin de de yürütmenin durdurulması kararı’ verdi.

Özetlemek gerekirse her iki mahkeme de kesin kararını verinceye kadar Orman Genel Müdürlüğü tarafından Yeniköy ve Kemerköy kömürlü termik santrallerini işleten şirkete satılan Akbelen Ormanları yok edilemeyecek ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün kararına dayanılarak ÇED yapılmadan bölgede kömür madeni açılamayacak. Böylece Muğla’nın tüm orman varlığının %8’ni yok eden yangınlar bölgede devam ederken Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.nin başlattığı ve 105 ağacı yok eden kesimler şimdilik bölge halkının haklı tepkisi durduruldu.

Her iki mahkemenin aynı gün verdiği yürütmeyi durdurma kararı İkizköylülerin ve yaşam savunucularının mücadelesinin ne kadar haklı ve meşru olduğunu bir kez daha çok açık olarak ispatlıyor. Şimdi İkizköylüler ve yaşam savunucuları başta Milas Kaymakamı ve Muğla Valisi olmak üzere tüm yetkililerden mahkeme kararlarının uygulanmasını sağlamalarını, Akbelen Ormanı’nı ve onun binlerce ağacını korumalarını ve şirket tarafından müdahale edilen doğal ortamların eski haline getirilmesini bekliyor.

Henüz süreç bitmedi destek sürmeli

Peki, bundan sonra ne olacak? Öncelikle belirtelim, henüz Akbelen Ormanı yok olmaktan tam anlamıyla kurtulmuş sayılmaz. Her iki mahkemede dosyaları belirlediği bilirkişilere gönderdi. Şimdi bölgede özellikle de; Muğla 1. İdare Mahkemesindeki ormanın yok edilerek kömür madenine çevrilmesinin iptali ile ilgili davada bilirkişilerin yapacağı keşif ve hazırlayacağı rapor çok önemli. Bu nedenle ülkemizin her tarafından yaşam savunucularının İkizköylülere; Akbelen Ormanlarını savunmak için verdiği desteğin sürmesi gerekiyor.

Bölgede birçok orman alanını yok eden, açtığı kömür madenleri ve her türlü atığı ile bölgedeki tüm ekosistemi yok eden Gökova’daki Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerinin inşaatları yaşam savunucuları ve ekolojistlerin tüm direnişlerine rağmen bundan neredeyse 40 yıl önce,  80’li yıllarda başlamıştı. O dönemde de bölge halkı yaşam savunucuları ve ekolojistlerle bir araya gelerek her iki santralin yapılmaması için direnmişti. O dönem yürütülen çevre mücadelesine ve kazanılan davalara rağmen;  inatla yapılan iki santral de yaklaşık 35 yıldır çalışıyor ve bölgenin ormanlarını, tarım alanlarını, Gökova’nın doğal güzelliklerini yok ediyor. Bölgede kül ve curuf atıkları dağlar oluştururken, özellikle de pm 10 ve pm 2,5µg parametreleri başta olmak üzere ciddi bir hava kirliliğine neden oluyor. 2000’li yılların başında, başta Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yürüttüğü bilimsel çalışmalar bölgedeki üçüncü kömürlü termik santralin bulunduğu Yatağan’da başta akciğer hastalıkları olmak üzere, hava kirliliğine bağlı sağlık sorunlarının arttığını gösteriyor.

İzmirli bir avuç ekolojist tarafından Eylül 1992’den Temmuz 2001’e kadar 38 sayı olarak yayınlanan ve Türkiye’nin ilk alternatif ekolojist dergisi olan Ağaçkakan, o yıllarda Kemerköy ve Yeniköy kömürlü termik santrallerinin yapacağı çevre yıkımı ile ilgili çok sayıda bilimsel makale yayınlamıştı.

Bölgedeki yangınlar nedeniyle sosyal medyada çok paylaşılan bir video var; dönemin başbakanı Turgut Özal’la yaşamdan yana olan Gökovalı bir genç kızın konuşmasını aktaran… Gökovalı genç kız yaşamdan, yaşamın sürdürülebilirliğinden söz ediyor; anlatmaya çalışıyor o dönemin başbakanına; iklim değişikliğini, fosil yakıtları ve kömürün çevre ve insan sağlığı üzerine etkilerini… Başbakan dinlemiyor bile onu; ‘Şu dağları villalarla, otellerle, santrallerle doldursak ne güzel olur’ diyor. Hatırladım o günleri… Üniversitelerden akademisyenler ve meslek odası temsilcileri, o dönemin yeşilleri, SOS Akdeniz Derneği’nin üyeleri ve derneğin çıkarttığı Türkiye’nin ilk alternatif ekolojist dergisi Ağaçkakan’ın çevresinde toplananlar… Belki o dönem dünyanın en güzel köşelerinden olan Gökova’da iki termik santral birden yapılmasının önüne geçilemedi ama sağlıklı bir çevrede yaşam haklarına her şart altında sahip çıkan bir nesil yaratıldı Muğla’da. Bugün Akbelen Ormanlarına sahip çıkan nesil de o dönemin mirasını taşıyor; onlar o dönem ‘sağlıklı bir çevrede yaşam hakkına’ sahip çıkan ve tüm ülkeye örnek olan neslin çocukları…

Evet; biraz soluklanalım, sevinelim ama Akbelen Ormanı’nda mücadele bitmedi… Yöre halkı ile dayanışma içinde kesin mahkeme kararı çıkıncaya kadar ormana, ota, böceğe; sağlıklı bir çevrede yaşam hakkına sahip çıkmaya devam… Ayrıca Akbelen Orman’ının kurtarılması ile de bitmiyor bu mücadele… Son kömürlü termik santral çalışmasını durduruncaya kadar, son kömür madeni kapatılıncaya kadar mücadeleye devam etmeliyiz. Çünkü yaşamı sürdürebilmek için, küresel iklim krizini durdurabilmek için, başka seçeneğimiz yok…

 

Sağlık Bakanlığı’ndan yeni aşı kararları: 15 yaş üstü ve Sinovac olanlara dördüncü doz

Sağlık Bakanlığı, koronavirüs aşılaması ile ilgili takviminde güncelleme yaptı. Buna göre, tüm 15 yaş üstüne ve kronik hastalığı olan 12 yaş üstüne aşı hakkı tanımlandı.

 

Afganistan’da son durum: Taliban başkent Kabil’de 

Afganistan’da güç kazanan Sünni İslamcı grup Taliban, ülkenin başkenti Kabil’e girdiğini açıkladı. Taliban’ın bu açıklaması üzerine Cumhurbaşkanı Eşref Gani ülkeyi terk etti.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Afganistan’dan çekilme kararı alması ve Afganistan yönetimiyle Taliban’ın barış görüşmelerinden olumlu bir sonuç çıkmamasının ardından, Taliban ülkede kontrolüne geçen il sayısını yükseltmişti. Afganistan hükümetinin kontrolünde kalan tek büyük şehir başkent Kabil’e girildiği de dün açıklandı.

‘Afganistan’daki savaş bitti’

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Taliban Sözcüsü Muhammed Naeem, Al-Jazeera televizyonuna yaptığı açıklamalarda Afganistan’daki savaşın bittiğini kaydetti. Naeem, şu açıklamalarda da bulundu:

Vatandaşların ve diplomatik misyonların güvenliğini sağlayacağımıza herkesi temin ederiz. Tüm Afgan figürleriyle diyalog kurmaya ve güvenliklerini korumaya hazırız.”

Havalimanına akın

Bunun yanında, Taliban’ın ülkeyi terk etmek isteyen kişilere imkan tanınacağını söylemesinin ardından Kabil’i terk etmek isteyenlerin havalimanına akın ettiği görüldü.

ABD Başkanı Joe Biden, Kabil Büyükelçiliği personelinin tahliyesine yardım etmek için bin asker daha göndereceğini açıkladı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin (BMGK), Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından bugün acil olarak toplanacağı açıklandı.

‘Kadın haklarına saygı göstereceğiz’

Taliban sözcüsü Suheyl Şahin, tüm Afganların katılacağı, kapsayıcı bir Afgan hükümeti arayışında olduklarını ileri sürdü. Suheyl, “Kadın haklarına saygı göstereceğiz” ifadesini kullanırken, “Politikamız, bütün kadınların eğitime ve işe erişimi olması, hicab takması yönünde” dedi.

Ayrıca, kadınların evden yalnız çıkmalarına da izin verileceğini kaydetti.

İslam Emirliği ilan edilebilir

Taliban’nın Kabil’de kamu binalarını aldıktan sonra Başkanlık Sarayı’na da girdiği belirtildi. Başkanlık Sarayı’nda yakında Afganistan İslam Emirliği‘nin ilanın yapılacağı da söylentiler arasında.

NATO ise ülkeden tahliyelerin devam etmesi için Kabil havalimanının güvenliğinin sağlamasını sürdüreceğini açıkladı.

Elçilikler havalimanına taşındı

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Kabil Büyükelçilik yerleşkesinin havalimanına taşındığını açıkladı. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas‘ın da elçilik çalışanlarının havalimanına taşınması kararı verdiği belirtildi. Bu akşama kadar Roma’ya dönmesi beklenen İtalyalı diplomatlar da havalimanında askeri bir uçak bekliyor.

Fransa ile Danimarka da elçiliklerini olası tahliyeyi kolaylaştırmak için havalimanının yakınına taşıma kararı aldı.

‘Türkiye’yi müttefik görüyoruz’

Taliban’ın en önemli isimlerinden, eski lider Muhammed Ömer’in de oğlu olan Molla Muhammed Yakup Türkiye’yle ilgili bir açıklama yaptı. Yakup açıklamasında, “Erdoğan’nın bize karşı saygılı olmasını arzuluyoruz. Türkiye, birçok Afgan’ı barındıran ve yakın ilişkiler kurmak istediğimiz bir ülke. Türkiye’yi bir düşman olarak değil müttefik olarak görüyoruz” dedi.

Batı Karadeniz’deki sel felaketinde son durum: Ölü sayısı 70’e çıktı

11 Ağustos’ta Batı Karadeniz’i etkisi altına alan yoğun yağışın neden olduğu sel felaketi sebebiyle ölü sayısının 70’e çıktığı açıklandı.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, (AFAD) Kastamonu’da 60, Sinop’ta dokuz, Bartın’da bir kişinin hayatını kaybettiğini, sekiz kişinin de tedavilerine devam edildiğini belirtti.

Bir kişi gözaltına alındı

Sel felaketi sebebiyle başlatılan soruşturma kapsamında, Kastamonu’daki yıkılan bir binanın müteahhidiyle ilgili gözaltı kararı verildi.

İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

İnebolu Başsavcılığımızca İnebolu, Bozkurt, Abana ve Küre ilçelerinde 11.08.2021 tarihinde yaşanan sel felaketinde yıkılan binalarla ilgili soruşturma başlatılmıştır.

Yapılacak teknik inceleme ve bilirkişi raporları doğrultusunda gereğine tevessül edilecek olup yıkılan bir binanın müteahhidi hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Ayrıca ölen vatandaşlarımızın kimlik tespit çalışmaları ile ölü muayene ve otopsi işlemleri de devam etmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Tahliye çalışmaları

AFAD, Bartın’ın Ulus İlçesinden sel felaketi nedeniyle 359 kişinin, Kastamonu’da bin 480 kişinin, Sinop’tan 539 kişinin tahliye edildiğini açıkladı.

Ayni yardımlar

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, sel bölgesine gönderilecek ayni yardımların Bakanlık ve AFAD koordinasyonunda gerçekleştiğini, bağış yapmak için 144’ün aranması gerektiğini kaydetti:

Sel bölgesine gönderilecek ayni yardımlar Bakanlığımız ve
@AFADBaskanlik koordinasyonunda gerçekleştirilmektedir.

Batı Karadeniz’de selden etkilenen bölgelere ayni bağış yapmak için Bakanlığımız Sosyal Yardım hattı ALO 144’ü arayabilirsiniz.”

Piyale Madra çiziyor

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “Yeşil Gündem”ini yorumluyor.