DünyaKadınManşetSpor

Canan Koca: Her olimpiyat toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tarihe farklı notlar düşer

0

Röportaj: Cansu KILINÇARSLAN 

*

Pandemi nedeniyle bu yıla ertelenen 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşti. “Spora katılım” uluslararası kurumlarca da temel bir hak olarak vurgulansa da  bu hakka erişim,  eşit ve adaletli bir katılımın varlığı her zaman olduğu gibi yine gündeme geldi, tartışmalar yaşandı

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nden çıkan(CEİD) “Sporda Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği” raporunun yazarı Prof. Dr. Canan Koca ile olimpiyatlarda toplumsal cinsiyet eksenini, geride kalan olimpiyat oyunlarını ve değişen kurumsal yapıları konuştuk.

Cansu Kılıçarslan: Biliyoruz ki kadınların olimpiyatta yer alması dahil, spor alanında ilerleme süreçleri büyük bir mücadele tarihi üzerinde yükseliyor. Madalya törenlerinde kadın sporcuların yaptıkları konuşmaların her birinde cesaret” vurgusu ve ödüllerini diğer kadınlara ithaf ettiklerine dair samimi ifadeler duyuyoruz. Bu çok güzel ve güçlendirici olsa da bize eşitsizlik karşısında dayanışmanın işaretini de vermiyor mu? Genel bir soru olacak, ama sohbet içinde açacağımızı umduğum için soruyorum, bu dayanışmanın ardında ne tür bir mücadele deneyimi var?

Canan Koca: Her bir Olimpiyat Oyunu, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından tarihe farklı notlar düşer. Tokyo 2020, Olimpik ve Paralimpik Oyunlar tarihinde kadın sporcu oranıyla spora katılımda toplumsal cinsiyet eşitliğinin en üst düzeyde olduğu oyunlar olarak tarihe geçti. Bununla beraber en çok göze çarpan kadın sporcuların kendi bedenleri ve perfomanslarına dair seslerini yükselttikleri, politikaları değiştirmek için kurumları zorladıkları ve performans sporunu sporcuların (kadın) yararına değiştirebileceklerine dair gücü hissettikleri ve hissettirdikleri oyunlar oldu.

Güçlendirici pratiklere ve dayanışmanın işaretlerine dair dünyadan ve Türkiye’den yazacak, vurgulayacak o kadar çok örnek var ki.. Yıllardır spor feministlerinin, kadın sporcuların verdiği mücadelenin bir parçası olanlar ve tanığı olanlar için bu, büyük bir gurur kaynağı.

En önemli mücadele alanı spora katılım, yani olimpiyatlara katılımdır: Kadınların katılımının yasak olduğu modern olimpiyatlardan kadınların her spor dalına her düzeyde katılabilme mücadelesidir. Bir diğer mücadele alanı medyada eşit temsil. Uluslararası bir organizasyonun temsiliyeti olan ülkelerde takip edilmesinin tek yolu medyadır. IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) 2018 yılında oyunların medyada temsilinde toplumsal cinsiyet dengesinin nasıl sağlanacağına dair pratik bilgiler içeren bir kılavuz yayınladı. Bir diğer mücadele alanı toplumsal cinsiyet temelli şiddet. IOC cinsel taciz ve istismar politikalarının geliştirilmesine spor sosyoloğu ve eski sporcu/ antrenör olan Celia Brackenridge ve Kari Fasting danışmanlık yaptılar. (Söylemekte fayda var; iki araştırmacı 2010 yılında Türkiye’ye gelerek deneyimlerini bizlerle paylaştılar.) 2017’de IOC tarafından geliştirilen araç kiti, uluslararası spor federasyonları ve milli olimpiyat komitelerinin kendi spor dallarında ve politika alanlarında sporcuların taciz ve istismardan korunmasına yönelik politika ve prosedürleri sunmaktadır.

Kadın sporcuların temsilinde medyanın rolü

IOC’nin güçlü bir Kadın ve Spor Komisyonu var. Bu Komisyon tarafından ulusal olimpiyat komitelerini ve olimpiyat oyunlarının organizasyonunu etkileyen uluslararası toplumsal cinsiyet politikaları geliştirirler. Politikaların geliştirildiği stratejik alanlar arasında, karar alma mekanizmalarında kadın temsiliyetinin artırılması, medyada toplumsal cinsiyete duyarlı sunum, sporcu oranında toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlar yer alır. Örneğin, 2000’de karar alma mekanizmalarında %10 kadın kotası 2005 yılında %20, 2016’da %30 olarak revize edildi.

Sporun Toplumsal Cinsiyet Halleri kitabında Sporda kadın sporcu bedeni neden belalıdır?” diye soruyorsunuz. Olimpiyatlardaki forma tartışmalarını düşünüyorum; Almanyalı cimnastikçiler bikini yerine uzun taytlar giydiler. Bu tepkiyi nasıl değerlendirelim?

Tokyo 2020 öncesinde başlayan bir tepkiydi bu. Uluslararası Cimnastik Federasyonu’nun geliştirip uyguladığı kadın sporculara yönelik kıyafet kodlarına bir tepkiydi. Bu tepkiyi sadece kıyafet kodlarına bir tepki olarak izole ele almak bağlamından kopartmak olur. 2018 yılında ABD cimnastik sporcularının maruz bırakıldıkları Larry Nassar vakası (ABD olimpik cimnastik takımının eski doktoru Larry Nassar 150’den fazla kadın sporcuya cinsel taciz ve çocuk pornosu suçlarından 2018’de 175 yıl hapis cezasına çarptırıldı) uluslararası cimnastik federasyonunun kendi politikalarını ve uygulamalarını gözden geçirmesine sebep oldu. Önemli toplantılar yapıldı, bazı ulusal federasyonlar politikalarını değiştirdiler. Yeni Zelanda ve Hollanda federasyonları kıyafet kodlarının esnetileceği kararını aldı.

Canan Koca.

Medyanın kadın sporcuların temsili açısından öğrenmesi gerekenler neler? Olimpiyat yönetiminin Japonya medyasının yayınlarına cinsiyet eşitliği hedefi koyması gibi bir durumla karşılaştık. Bu gündeme almak gereken bir konu sanırım. 

IOC 2018 yılında oyunların medyada temsilinde toplumsal cinsiyet dengesinin nasıl sağlanacağına dair pratik bilgiler içeren bir kılavuz yayınladı. Kadın sporcuların eşit temsilinden yazılı ve görsel metinlerde toplumsal cinsiyete duyarlı sunuma kadar çeşitli bilgileri içeriyor bu kılavuz… Tokyo 2020’yi medyadan takip ettiğim kadarıyla da önemli gelişmeler var; kadın sporcuların kadınlıklarından ziyade sporcu kimliklerinin ve aktif performanslarının sunulması ve başarıların arkasındaki mücadelelerin sunulması gibi…

Trans sporcu tartışması

Dikkate alınıyor belli ki… Japonya’da olimpiyat komitesi başkanı “kadınlar çok konuşuyor” gibi bir söz etmiş tepkiyle karşılaşmıştı. Bu, kamuoyunun hızlı refleksleri olduğunu düşündürüyor. Uluslararası kurumların da bu anlamda koruyucu mekanizmaları var  mı?

Uluslararası kurumların başında IOC geliyor. IOC tüm süreci takip ediyor ve hemen harekete geçebiliyor. Bunun yanında elbette kadın ve spor örgütleri var ki IOC’nin bu refleksini geliştiren de bu örgütlerdir. Uluslararası Kadın ve Spor Çalışma Grubu (IWG), Uluslararası Kadınlar ve Kız Çocukları için Beden Eğitimi ve Spor Birliği (IAPESGW), Kadın Spor Kurumu (WSF), …  gibi

Olimpiyatlar barış geçmişi ve çağrışımı yapsa da, bazen bunu zedeleyen bir rekabet diliyle karşılaşıyoruz. Rekabet yoğunlaştıkça tartışmalar da değişiyor. Mesela LGBTİ+ sporcular üzerinden yapılan tartışmalar… Bu sefer Yeni Zelandalı halterci Laurel Hubbard üzerinden sporda adil yarışma eşitlik gibi değerler tartışmaya açıldı. Trans olması üzerinden avantaj sağlayacağı belirtildi, ama rakiplerine göre yaş üzerinden dezavantajlı olup olmadığı pek konuşulmadı. Bu tartışmaların nasıl etkileri olur? Hormon testleri ve ilaç kullanma baskısı ile LGBTİ+ sporcuların alanın dışına atılması bir tehlike mi?

Olimpiyatlar öncesi tartışmaları yeterince takip etmediğimi söylemeliyim. Olimpiyatlara ve genel olarak performans sporu müsabakalarına trans sporcuların katılımına yönelik çok yönlü bir tartışma ve politika geliştirme süreci yaşanıyor. 2015 öncesi IOC trans sporcular politikasına göre, sporcuların dış genital organlardaki değişiklikler de dahil olmak üzere cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirmesi, sporcuların cinsiyetleri için yasal olarak tanınmaları ve iki yıldır hormon tedavisi görüyor olmaları gerekiyordu. Bu politika, özellikle hormon tedavileri sporcuların sağlığını olumsuz yönde etkilediği için çok eleştirildi.

2015 yılında değişen politika gereği, trans sporcular politikası ise yalnızca trans kadınların cinsiyetlerini beyan etmelerini ve bu iddiayı dört yıl boyunca değiştirmemelerini ve ayrıca yarışmadan en az bir yıl önce ve uygunluk süresi boyunca litre başına 10 nanomolden daha az bir testosteron seviyesi göstermelerini gerektiriyor. Kadından erkeğe geçiş yapan sporcular kısıtlama olmaksızın yarışabilirler. Tokyo 2020’ye katılan trans sporcular bu politika doğrultusunda katıldılar. Bu politikanın Tokyo 2020 sonrasında yeniden gözden geçirileceği söyleniyor.

Simone Biles’ın bazı yarışlardan psikolojik durumunu gerekçe göstererek çekilmesi, medyanın bunu ele alış biçimi de başka bir tartışma yarattı. (Benzer durumu yakın zamanda tenisçi Osaka da yaşamıştı.) Spor endüstrisinin, medya ile ilişkiler açısından sporcular üzerindeki etkisi eskisinden farklı mı?

Tokyo 2020’yi büyük oranda sporcuların sosyal medya hesaplarından ve kurumsal hesaplardan takip ediyorum. Simone Biles’ın kararının medyada olumsuz sunumuna dair haber okumadım, muhtemelen gözümden kaçmıştır. Spor endüstrisinin, özellikle sponsor kurumların sporcularla imzaladıkları sponsorluk anlaşmalarının her zaman sporcuların yararına olmadığını son bir kaç yılda gördük. Örneğin, dünyanın en başarılı olimpik kadın sporcuları Nike’ı eleştirip sponsorluklarını sonlandırdılar. Madalyalı sporcu Allyson Felix, Nike’ın doğumdan sonra %70 daha az ödeme yapmak istediğini söyledi. Felix, Nike sponsorluğunu sonlandırdı ve sadece başarıya ve sportif performansa odaklanmayıp, sporcuyu bir bütün olarak ele aldığını ifade ettiği daha küçük bir marka (Athletica) ile sponsorluk anlaşması yaptı. Athletica, Simone Biles’ın da sponsoru, onun olimpiyatlardaki kararını destekledi.  Simone’un diğer sponsoru Visa da bu kararının çok cesurca olduğunu ve onun her kararının arkasında olduğunu söyledi.

Hacettepe Üniversitesi’nden çalışma arkadaşım Merve Altun Ekinci ile Tokyo 2020 Olimpiyatlarına katılan Türk kadın sporcuların sponsorluk anlaşmalarına ve bu doğrultuda yaptıkları sosyal medya paylaşımlarını araştırıyoruz. Türkiye’de farklı sosyo-kültürel bağlamın şekillendirdiği ama eski gelenekselleşmiş sponsorluktan farklılaşan kadınların spor yoluyla güçlenmesini de odağına alan bir sponsorluğun ortaya çıkmakta olduğunu söyleyebilirim.

Yıllar süren mücadelelerin sonucu

Ben rekabetin olumsuz taraflarına odaklanmıştım, ama bir yandan da başarıların, özellikle erkeklerle eşleştirilen dallarda kadınların başarılarının ezber bozması bana keyifli geliyor. Busenaz’ların başarıları neleri değiştirebilir?

Türkiye’de spor ekosisteminde son bir kaç yıldır toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmeleri görüyoruz fakat en az 20 yıldır bu alanda bir mücadele yürütülüyor. Örneğin, 2020 yılında antrenör eğitim müfredatlarına toplumsal cinsiyet eşitliği konusu eklendi ve eğitim içeriğinde Türkiye’de “erkeklikle özdeşleştirilen” sporların başında gelen güreşten Yasemin Adar ile “kadınlıkla özdeşleştirilen” cimnastikten Ferhat Arıcan örneği verildi. Ve bu iki sporcu da Tokyo 2020’de madalya aldılar. Buse Naz Çakıroğlu ile Busenaz Sürmeneli’nin başarılarının bazı direnç noktalarını sarsması çok olası… Ben notumu aldım; bu sporcuların kulüplerine spor okullarına kız çocukları için boks branşının dahil edilmesine yönelik bir çalışma yürüteceğim. Buse Naz Çakıroğlu’nun sporda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik bir videosunun olduğunu belirteyim.

CEİD’le Sporda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması (2018) yapmıştınız, güncellenerek devam ediyor sanırım. Orada izlediğiniz değişimden hareketle buradaki gidişatı değerlendirebilir misiniz? Olimpiyatların ardından konuştuğumuz meseleler, bu izlemede de karşınıza çıkıyor mu?

CEID raporunda kullandığımız stratejik alanlar ve göstergeler çok güncel. Maalesef Türkiye’de spor verisi çok çok sınırlı olduğu için izleme yapılabilen gösterge sayısı da çok az oluyor.

Raporu güncellediğinizde bir iyileşme olarak BM Kadın Birimi liderliğinde Nesiller Boyu Eşitlik için Spor İlkeleri”nin hayata geçirildiğini yazmıştınız. Bu ilkelerden bahsedebilir misiniz? Kapsayıcı bir spor ortamını nasıl destekler?

Bu ilkeler doğrultusunda BM Kadın Birimi Türkiye Ofisi Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Spor Kurumu Rehberi geliştirdi. Uluslararası bir rehber bu. Türkiye spor ekosisteminin aktörlerinin katıldığı bir çalıştayda da bu rehberin nasıl kullanılacağına yönelik bilgi paylaşımında bulunuldu. Prensipler şunlar:

  • Kadınların liderliğini ve yönetişim modellerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmek,
  • Sporda kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddeti önlemek ve kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddete spor aracılığıyla cevap vermek,
  • Kadınların yaptıkları sporlara yatırımdaki boşluğu kapatmak ve kadınlar ve kız çocukları için eşit ekonomik fırsatları teşvik etmek,
  • Spor medyasında kadınların eşit katılımını ve önyargılardan bağımsız sunumunu teşvik etmek için çaba sarf etmek; zararlı toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını ortadan kaldırmak ve olumlu rol modelleri teşvik etmek,
  • Spor, fiziksel aktivite ve beden eğitiminde kız çocukları için eşit fırsatları desteklemek,
  • Yıllık bazda ilerlemeyi izlemek ve kamuoyuna raporlamayı kabul etmek.

Türkiye’de spor ve toplumsal cinsiyet ilişkisi sivil toplum tarafından emek verilen bir alan. Ben de BoMoVu ekibiyle alanda aktif olmaya çalışıyorum. Büyük spor kurumları düzeyinde bu çabaların etkisini nasıl görüyorsunuz?

Bu ilişkinin sivil toplumda çok emek verilen bir alan olduğundan emin değilim. Son bir kaç yıldır projelerin arttığını görüyoruz. KASFAD (Kadınlar için Spor ve Fiziksel Aktivite Derneği) , sadece kadın ve spor alanına odaklanan bir dernek, o da 2012 yılında kuruldu. Yeni bir dernek. BoMoVu (Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği), Kızlar Sahada, Kızlar Atakta gibi derneklerin/sivil girişimlerin çalışmaları farklı platf ormlarda farklı sosyal etkiye sahip. Heforshe kapsamındaki çalışmaları sebebiyle Fenerbahçe Spor Kulübü’nü de dahil etmeliyiz bu alana…

KASFAD’ı daha iyi bildiğim için söyleyebilirim; yönetim kurulunda ve üyelerinde milli sporcular, antrenörler, hakemler ve akademisyenler olması sebebiyle sporun merkezinde yer alan bir yapısı var ve hem bireysel hem de kurumsal olarak spor kurumlarıyla ilişkileri var. Faaliyetlerinin merkezinde bilimsel bilgi ve veri temelli politika geliştirmek olduğu için kurumlarla çalışmalar yapıyor. Spor kurumlarının (Federasyonlar ve Gençlik ve Spor Bakanlığı) bazılarının toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik çalışmaları var ama sürdürülebilirliğine dair sorunlar var, sonucu/kazanımları görmek kolay değil. Bu çalışmalara yönelik izleme faaliyeti yapılmıyor. Kamuyla yeterince paylaşılmıyor…

More in Dünya

You may also like

Comments

Comments are closed.