Hafta SonuManşet

MUBI’den kıyak veya Benim Sinemalarım

0

Bu sinema yazma işine daha önce de merak salmıştım hatırlarsanız. Bir helecan o hafta sonu vizyona girecek filmleri cebren ve hile ile indirmiş, kimsecikler görmeden kendim göreceğim hırsı ile ikişer ikişer izlemiş ve ilk haftayı kotarmıştım. Şansıma o ilk hafta vizyona giren filmler hem dişe dokunur hem de sinema keyfimi cilalar nitelikteydi. Ne var ki ardılı hafta şansım yaver gitmedi, cebren ve hile ile indirdiğim filmleri izlemek bir Freddy Krueger kabusuna döndü. Filmler o denli kötü, o denli kötü idi ki atlaya zıplaya izlesem de azabımı dindiremedim. Hem atlama zıplama sırasında filmin bir yerinde, “oğlum bu adam da nerden çıktı lan?” kendime sorusu ile hoop en başa, “o adamın nereden çıktığı” araştırmalarına dalmış buluyordum kendimi. Sonunda pes ettim, sinema yazarlarına olan saygımda katbekat arttı. Sinema harika bir şey, hayatını da muhteşem dolduruyor, tamam, amenna ama

(işte tam burada kesilmiş dün akşam Pedro Almodovar’ın “Volver”ini seyrettikten hemen sonra taslaklara kaydedip bu sabah son şeklini verdiğim yazı, sabah sosyal medyada paylaşıp tashihi var mı diye birkaç kez de okumuştum üstelik, lakin zarar yok, nazım hikmet ustamızın da değindiği gibi, “yeter ki solmasın sol mememizin altındaki cevahir”, yeniden yazarız o zaman, yeniden yaparız yıkılmış olanı, işin daha tuhafı, ben bu durumu, yazının nerdeyse tamamının bir şekilde uçtuğunu reha erdem’in “kozmos” filmini izlerken bir arkadaşımın maili ile öğrendim, “kozmos” filminde de ana karakter gittiği yere önce şifa götürür, herkesi bir umut halesi kaplar her şeyin iyi olacağına dair, lakin sonradan sarpa sarar işler, o “yapan” “iyi eden” “şifa veren” kozmos “yıkan” “kötü eden” “şifa alan”a dönüşür, kaçar gide o da filmin başında hikayenin geçtiği yere kaçarak geldiği gibi, yeni bir yere, yeni umutlara, yeniden yapıp yeniden yıkmaya. Biz de Kozmos gibi yapalım. Madem yaptığımız yıkılmış, yıkılmışı yeniden yapalım)

MUBI derler bir site var, duymuş muydunuz hiç. Ben nicedir haberdarım lakin benim bile öğrendiğimi herkes zaten biliyordur sakil düşüncesinden kimselere haber etmemiştim daha önce. MUBI hakkında kulaktan dolma bildiklerim, Harvard öğrencisi ve Türkiye vatandaşı sinema meraklısının internette bir sinema platformu oluşturduğu ardından da önemli sinema insanlarının kapısını çalmaya başladığı. Bu çalınan kapıların birinin ardında olan Martin Scorcese’nin de bu projeye el verdiği. Ben MUBI’nin tam içeriğini bilemesem de beni ilgilendiren kısmı kadar malumat verebileceğim. MUBI’de sinema sanatının en iyi yapıtlarını çok cüzi miktarlara izleme imkanınız var, sitede gezindiğinizde bunu siz de farkedeceksiniz zaten. Bunun dışında MUBI’nin yaklaşık 1 sene kadar önce (tarih algımın hayli çetrefilli olduğunun da altını çizerek yazıyorum) başlattığı Ayda 4,99 TL’ye hergüne 1 film uygulaması bulunuyor. Bu miktarı ödeyip 30 gün süresince her gün MUBI’ye eklemlenen filmleri izleyebiliyorsunuz.

MUBI her güne 1 film eklediği gibi her günden de 1 filmi çıkarıyor. 30 gün boyunca sitenin ilgili uygulamasına abone olanların izleyebildiği filmi 31.gün gösterimden kaldırılıyor. Bu önce sakıncalı bir durummuş gibi gözükse de filmlerin izlenirliliğini arttırması açısından bence faydalı. Ben kendim bilgisayarıma indirdiğim filmlerden de biliyorum ki “nasıl olsa izlerim” dediğim filmleri hiçbir zaman izlemiyorum. Kapitalizmin “sahip olma” dürtüsünün tuzaklarından biri aslında bu. “Nasıl olsa benim” dediğiniz anda o arzu nesnesi ile ilgili motivasyonunuzu anında kaybediyorsunuz. Sinema için de geçerli bu. MUBI’nin site kullanıcısına tanıdığı 1 aylık süre “nasıl olsa benim” duygusundan arındırıyor izleyeni ve film vizyondan kalkmadan önce filmi izlemek ihtiyacı hissediyorsunuz.

Ben de uzun bayram sonrası yenilediğim “Ayda 4.99 TL’ye her güne 1 film” uygulaması kapsamında izlediğim filmleri hem sizinle paylaşmak hem de bu vesile ile MUBI harikası ile sizleri de tanıştırmak istedim. Yukarıda bahsettiğim vizyondan kalktı-kalkacak filmleri izledim öncelikle. Bu filmler kendi izleme sıralamam ile George Romero’nun, “Yaşayan Ölülerin Gecesi“, François Truffaut’un “400 Darbe“si, Woody Allen’in “Yaramaz Harry“si ve son olarak Pedro Almodovar’ın “Volver“i.

George Romero’yu ben Altyazı dergisinden tanırım. Korku filmlerinin ustası olarak tanıtılır, “Yaşayan Ölülerin Gecesi” ise onun başyapıtı olarak belirtilir.  Filmi vizyondan kaldırılacağı günün son saatlerinde izlemek zorunda kaldığım için bir parça tedirgindim. Korku filmleri ile aram hiçbir zaman iyi olmamıştır. Fakat Romero’nun zombi filmi konu itibarı ile korku filmi janrına girse de aslında şu anda bildiğimiz anlamda  bir korku filmi değil. Güç dengeleri ve zalim ile mazlumluk hallerinin değişkenliği hakkında bir film esasında “Yaşayan Ölülerin Gecesi”. Filmin başında bir eve kıstırdıkları bir grup insanın peşindelerken hem güçlü hem de zalim olan zombiler, gecenin sonunda silahlı grupların bölgeye gelmeleri ve kendilerini keklik gibi avlamaları epizodunda hem zayıf hem de mazlum durumuna düşüyoırlar.

Filmde silahlı grupları yöneten abimizin televizyon muhabirine verdiği mülakatta söyledikleri önemli. Aynı sözleri günümüzde güçlü ve zalim olan hangi kesime eklemlerseni eklemleyin sırıtmaz. Abimiz son derece üst perdeden ve haddinden fazla lakayt konuşuyor. “Sık beyinlerine ölsünler, zaten yavaş hareket ediyorlar” gibi cümlelerle düşmanını aşağılayarak konuşuyor. Günümüzde hele ki son günlerde ülke medyasını kısaca taradığımızda filmdeki abimizin tarzında beyanat verenleri hemen farketmek mümkün.

İkinci filmimiz Fraonçois Truffaut’un 1959’da çektiği ve Cannes’da en iyi yönetmen ödülü ile taçlandırıldığı ilk filmi “400 Darbe“. Sorunlu bir çocuğun yaşadıklarını çocuğun gözünden izliyoruz. Yalan söylüyor, hırsızlık yapıyor, kuralları kendine göre yorumluyor, iflah olacak gibi de gözükmüyor. Toplum içinde bu denli asi bir görünümde iken kendiyle kaldığında ise kitap okuyor, yazı yazıyor, sinemayı yakından takip ediyor. Truffaut’un bu ilk filminin kendi gençliğinden esinlendiğini belirtmiş MUBI, tanıtım yazısında. Filmde izlediğiniz okul hayatını hangi zamana hangi coğrafyaya taşırsanız aslında üç aşağı beş yukarı filmdekine yakın şeylerle karşılaşırsınız. Eleştiri kabul etmeyen öğretmenler, başına buyruk öğrenciler, toplu gezilerde peşpeşe firar edenler.

Woody Allen abim ve onun içinde kahkahalarla cirit attığınız dünyası, güldürürken düşündüren sözü bu abime cuk oturuyor. “Yaramaz Harry“i ben sinemalarda gösterildiği 1997 yılında da izlemiştim. Ne var ki 15 sene önce hem ingilizcemin yetersizliği hem de bu bol diyaloglu filmde filme mi altyazıya mı yetişeğimin telaşı ile pek birşey anlamamıştım. Yaşadıklarını yazan bir yazarı anlatıyor Yaramaz Harry. Ama her detayı ile yazan, tüm kirli çamaşırlı haliyle. Bu durum da yakın çevresini çileden çıkarıyor.

Cehennemde şeytanla dolanırken hayat görüşünü aktarıyor iflah olmaz yazarımız. “Klima mı Papa mı desen ben klimayı seçerim” diyor. Faydacı açıdan bakıyor hayata. Bana hayrı varsa hayatımda yeri vardır görüşünde. Fahişelerden vazgeçemem diyor. Ne istersen onu alır karşılığını ödersin ve biter diye de ekliyor. Öncesinde Prousttan analizler yapmana, edebi inciler döktürmene gerek kalmaz.

ve Pedro Almodovar dünyasından “Volver“. Erkeklerin yıktığı ama kadınların yıkılmadığı hayatlara dair bir film “Volver”. Bir kadın filmi. Filmde erkek karakter neredeyse hiç yok. Filmin başlarında sezdirdiği ensesti finalde açık açık söyletiyor Almodovar. Akılma tabi hemen ülkemizde bu konuda yapılan ilk film olan İlksen Başarır’ın “Atlıkarınca”sı geldi. Başarır’ın filminde erkek yani sebep tüm film boyunca ekranda idi, Almodovar ise kendi filminde sonuca yani kadına odaklanmış. Ensestin kapalı kapılar ardında bir sır gibi saklanması gerçeği her iki filminde temel izleği.

MUBI’de seyrettiğim ve hakkında kelam ettiğim filmler vizyondan kalkmak üzere olan filmlerdi. MUBI’ye bugünden sonra üye olduğunuzda bu filmleri yukarıda anlatmaya çalıştığım uygulama kapsamında izleme olanağınız maalesef yok ama MUBI’de Reha Erdem’in son filmi “Kozmos”u (pazartesi günü vizyondaki son günü), Metin Erksan ustadan bize yadigar kalan “Sevmek Zamanı”nı, Hitchcock’un başyapıtı “Arka Pencere”yı, Monthy Python klasiği “Kutsal Kase”yi ve bilindik bilinmedik 30 filmi izlemeniz mümkün.

MUBI’ye hergün eklenen filmlerin seçiminde belli bir kıstas -benim gördüğüm kadarı ile- yok. Holwwood’dan da gelebilir, Tayvan sinemasından da, Animasyon’da olabilir korku filmi de. Her zevke her sinema anlayışına uygun filme erişmek mümkün. 365 günlük sinema festivali desem yanlış bir tabir kullanmış olmam sanırım.

MUBI’ye sizi de bekleriz.

anavarza

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.