Konuşturmamak

Roni Margulies’e yapılan boyalı saldırının üzerinden fazla zaman geçmeden, önceki hafta sonu Nabi Yağcı da bir panel konuşması sırasında susturulmak istendi. Bir yandan da yumurta, kamuoyunun en önemli politika ve mizah malzemelerinden biri olmayı sürdürüyor. Bu konu üzerine yazılacak fazla bir şey kaldı mı bilmiyorum. Öyle ya, yumurtanın tarihi bile yazıldı…

Roni Margulies’e yapılan boyalı saldırının üzerinden fazla zaman geçmeden, önceki hafta sonu Nabi Yağcı da bir panel konuşması sırasında susturulmak istendi. Bir yandan da yumurta, kamuoyunun en önemli politika ve mizah malzemelerinden biri olmayı sürdürüyor. Bu konu üzerine yazılacak fazla bir şey kaldı mı bilmiyorum. Öyle ya, yumurtanın tarihi bile yazıldı… Ama meselenin basit yanı, yani bu eylem biçiminin anlamı, yapanlar ve niyetleri kadar fazla kurcalanmadı sanki. Öğrencilerdeki yumurtalı kıpırdanmayı fazlaca eleştirip hükümete yakın görünme kaygısının da bunda etkisi olabilir.

Benim aklımı kurcalayan işin bu basit yanı. Çünkü bu ülkede insanlar düşüncelerini dile getirirken devletten gelebilecek baskılardan dolayı iki kere yutkunmaya alışmışlarken, şimdi bir de “sol”dan gelebilecek baskıdan dolayı mı yutkunacaklar diye merak ediyorum. Kimi konuşmacıların panellere giderken yanlarına yedek giysi almaları da bana demokrasi açısından çok parlak bir tablo gibi gelmiyor.

Yoksa yeni öğrenci hareketimiz kendini düşüncelerini beğenmediği yazarları veya politikacıları “susturan” bir hareket olarak mı kurmak istiyor? Aslında pek sanmıyorum. Onlar da protestolarının medyatik hale gelmesinin şehvetine kapılmış olsalar gerek. Bu nedenle bu tür protestoları daha da geleneksel hale getirmek üzere kafa patlattıklarını tahmin ettiğim arkadaşlardan durup biraz daha düşünmelerini rica ediyorum.

***

Bana sorarsanız bir toplantıya konuşma yapmaya gelen bir kişinin sözünü kesmek, hakaret etmek, üzerine yumurta veya tuvalet kağıdı atmak veya boya dökmek bir tek ortak amaç taşıyor demektir: Konuşturmamak.

Amacınız gerçekten insanların konuşmasını engellemek mi, galiba önce bunu düşünmeniz gerekiyor.

Çünkü protesto başka bir şey olabilir.

Bir toplantıda yalan söylendiğini veya dezinformasyon yapıldığını düşünüyor olabilirsiniz. O toplantının yapılmasını (veya sizin orada yapılmasını), veya sizi ilgilendiren bir konuda, talep ettiğiniz halde size söz hakkı verilmemesini protesto etmek isteyebilirsiniz. Hatta sadece fırsattan istifade sesinizi duyurmak istiyor bile olabilirsiniz. Ama bunun için yapılacak şeyler sınırlıdır. Örneğin kapının önünde pankart  açabilirsiniz. Veya salonda pankart açabilirsiniz. Bildiri dağıtabilirsiniz. Söz alıp itirazınızı dile getirebilirsiniz. Size söz verilmezse yüksek sesle itiraz edebilir, söz verilmesini talep edebilirsiniz. Müdahale edildiğinde pasif direniş yapabilirsiniz. Ya da daha yaratıcı yollarla sesinizi duyurmaya, sözünüzü söylemeye çalışabilirsiniz.

Bence bütün bunlar protestodur.

Ama bir konuşmacının söz söyleme hakkına müdahale etmeye, birilerini korkutmaya veya sindirmeye çalışmak protesto değildir.

Buna susturmak denir.

Konuşmacının bir yazar, bir akademisyen veya bir milletvekili olması da pek bir şey değiştirmiyor doğrusu. Solcu veya sağcı olması da. Bazı yazılarda sadece solcuların solcuları susturması yanlış bulunuyor. Bana kalırsa sağcıların solcuları susturması da yanlış, veya geçen gün Maraş’ta olduğu gibi gözdağı vermesi de… Bu durumda solcuların sağcıları susturması da doğru olmasa gerek.

Tabii “iktidara” yönelik protestoların içimizi soğutacak dozu iktidarın baskı düzeyine göre değişebilir. Sizi köşeye sıkıştıran polis barikatı veya Tianenmen meydanına dalan tank başka bir şeydir. O durumlarda bile idolümüz tüfeğin namlusuna takılan çiçek değil mi? Bu nedenle bir köşe yazarının sözüyle muktedirin tankını eşitleyenlerin düz mantığına diyecek sözüm yok.

Benim burada sormaya çalıştığım tek soru şu: “Konuşturmamanın” doğru bir mücadele biçimi olduğuna emin misiniz?

Eğer susturuluyorsanız, buna karşı mücadeleyi ancak söz hakkınızı ve en az bunun kadar sizin gibi düşünmeyenlerin söz hakkını da savunarak verebilirsiniz. Demokrasi mücadelesi en çok da özgürce konuşma ve sözünü söyleme mücadelesi değil midir?

***

Meselenin bir de “saik” yanı var. Roni Margulies’e yapılan saldırıyı ırkçı olarak nitelendirdiğim için epey eleştirildim. Saldırıyı yapanlar solcu oldukları, dolayısıyla ırkçı olmadıkları için yorumum yakışıksız bulundu. Ama malum, ırkçılık pek makbul bir şey değildir. Irkçılık övünülecek bir kimlik olmaktan çok, en olmadık yerlere sinen kötü bir koku sayılabilir. Bu nedenle bu saldırıların görünürdeki nedeni kadar, arkasında yatan muhtemel saikleri anlamaya çalışmak da yanlış olmasa gerek.

Bir sosyalist ve Yahudi olduğu için zaten “öteki” saydıkları her şeyin düşmanı olan aşırı sağcılardan ölüm tehditleri alan yazar Roni Margulies’e daha önce de boyalı saldırı yapanlar, bu ithamlardan pek de alınmayıp saldırılarına (hem de azınlık haklarının konuşulduğu bir panelde) devam ediyorlarsa, burada bir sorun var demektir. Yumurta atmanın Avrupa’da da bir protesto biçimi olduğunu vazeden arkadaşların da, Avrupa’da bir Yahudi sosyalist yazara böyle bir saldırı yapıldığında neler olabileceğini düşünmelerini isterim doğrusu.

Bugün Roni Margulies ve Nabi Yağcı gibi sosyalist yazarları saldırarak ve hakaret ederek susturmaya çalışanlar, yarın birileri gelip kendilerini susturduğunda kimden dayanışma bekleyecekler, bunu da merak ediyorum. Roni Margulies’i ölümle tehdit eden ırkçılardan mı acaba? Yoksa Nabi Yağcı’yı senelerce sürgüne ve hapse mahkum eden devletten mi?

Daha demokratik değil, daha otoriter bir sisteme kaydığımızı düşünenlerin, bu durumu protesto etmek için başkalarını susturmaya çalışıp demokrasiyi daha da yaralaması bana pek akıllıca gelmiyor. Ama belki de onların ideolojilerinde çelişkiler böyle keskinleştiriliyordur,onu bilemem tabii.

Ben ise daha düz yollardan yanayım. Şiddetsizliğe ulaşmak için şiddetsiz eylemi, demokrasiye ulaşmak için düşünce özgürlüğünü savunmak bana daha doğru geliyor.

Yanımda yedek giysi taşımak da istemiyorum.

Ümit Şahin
Ümit Şahinhttp://umitsahin.blogspot.com/
Yeşil Gazete’de iklim değişikliği başta olmak üzere ekoloji ve yeşil politika alanlarında yazar ve editör. Halen Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde uzman ve iklim değişikliği çalışmaları koordinatörü olarak çalışan Ümit Şahin 1991’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Halk Sağlığı doktorası yaptı, Çevre Sağlığı alanında yoğunlaştı. Çevre İçin Hekimler Derneği, Üç Ekoloji dergisi ve Yeşiller Partisi’nin kurucularındandır. Bir dönem Yeşiller Partisi Eşsözcülüğü yaptı, yeşil politika ve ekoloji üzerine seminerler düzenledi. Halen Açık Radyo’da Ömer Madra ile birlikte Açık Yeşil’i hazırlayıp sunuyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

Güzelliğe, iyiliğe açık kalmak için Açık Radyo

Kötülüğün eşiği aşıldı. Elimizdekileri kaybetmememiz ve kötülüğe karşı durabilmemiz için Açık Radyo açık kalmalı. Sesimize ve sözümüze sahip çıkmak için elimizden geleni yapmalı, dayanışmayı büyütmeliyiz.

EN ÇOK OKUNANLAR