Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

İnsan nasıl bir varlık olarak şekilleniyor?

0

Yeni yılın ilk yazısını uzun süredir üzerinde düşündüğüm teknolojinin getirildiği nokta hakkında yazmak istedim. Elbette bu yazı konuya giriş niteliğinde olacak. Daha doğrusu kapitalizmin teknolojiyi insan duygularını dahi yapay hale getirdiğine gün be gün daha fazla tanık oluyoruz ve konu çok boyutlu ele alınmalı.

Bu durumu “teknolojinin geldiği nokta” olarak ele almamız yanlış olur. Çünkü teknoloji aktif bir özne değil. İnsan aklı ve eliyle yönlendiriliyor. Ayakları ve başı yok. Hele aklı hiç yok. Fakat ne yazık ki bugün artık ‘akıllı teknolojilerin’ bizi yönetmesine (hatta neredeyse teslim almasına) izin verir noktaya getirildik. Dünyada teknolojik gelişmeleri insan aklını teknolojiyi kendi amaçları doğrultusunda kendi hizmetine almış olan bir avuç insan var. Algoritma çağında onlara duygularımızı ve aklımızı satmamız isteniyor. 21. YY’da özellikle duygu yönetimine odaklanmış durumdalar. İnsan duygusal bir yaratık olduğundan duyguları ne kadar yönlendirilirse o denli kendi istekleri doğrultusunda tüketim yapabilirler.

Covid-19 merkeziyetçiliği nasıl hızlandırdı?

Halen 2019 yılından bu yana yaşadığımız korona sağlık krizi içindeyiz. Ülkeler düzeyinde belli politikalar üretilir gibi görünse de uygulama ulusal sınırlar çerçevesinde farklı değil. Bedenlerimizin ve duygularımızın verileri toplanıyor, yönetiliyor. Buna biyopolitika deniyor. Bedenin ve ruhun tüketim ekonomisine yönelik kısmı kilit noktayı oluşturuyor.

Tüketim ekonomisinde aslında çoğu şey uzaktan yönetilir duruma getirilse de nedense hala duygular çok önemseniyor. Dünya finans kapitalinde en baş rol oynamak isteyenler bu konuya odaklanmış durumda. Bu gidişle uyanık olmazsak duygularımız ön plana çıkartılarak daha çok manipüle edilecek gibi görünüyor. Elbette bu insan ilişkilerine hatta evdeki evcil hayvanımıza bahçedeki bitkilerimize de yansıyacak. Hatta bu durum biyo politikada  vücudun tüketimde elimizi gelecek 10 dakikada ne tarafa oynatabileceğimize kadar veri biriktirilmeye çalışılıyor. Burada verilerin ne kadar fazla olması yanında ne kadar merkezi bir depoda toplanmış olduğu da önem taşıyor.   Google ve Facebook bunların başında geliyor olabilir. Böylece pazar hakim olma gücü artıyor.

Algı yönetiminde artık emojilerle sevgilimiz kırmızı gül mü göndermiş meramından öte bir duygu girdabı içindeyiz demektir. Bu da güvensizliği artırabilir. Sevgilimizin siber bir robotla sevişmesi, onun bizde bulamadığını kendi eliyle kodlayıp kendini tatmin etmesi duyguların bir noktaya kadar doyurulması bize karşı ilişkiyi geliştirir mi?  Yoksa kullan at mantığıyla yenisi pazarda zaten var diye mi düşündürür. Bence ikincisi.

Bunun yanında ben duygularımı yaşıyorsam nesne gerçek mi yapay mı fark etmez diyen insanların yorumlarına da sıkça rastlıyoruz. Patriyarkal toplumda bunların çoğunun erkek olması da şaşırtıcı değil. Bu arada tarihin akışından bu yana teknolojik gelişmelerin eril zihniyetle ilerletildiğini belirtmek gerekir. Bu konuda sayısız doktora tezi dahi bulabilirsiniz.

Artık her yaştan insanın (hatta insanların evcilleştirdiği hayvanların belki bitkilerin de) duyguları yönlendirilir duruma geliyor olması bir gerçek. Çünkü bunlar ciddi boyutta alınıp satılabilme potansiyeline sahip. Pandemi  nedeniyle alışverişimizi büyük bir zincirin sanal marketinden yapıp kapımıza getirilme konforundan öte bir durum içindeyiz.

Seçimlerimiz de merkezileşiyor

Sizce seçme özgürlüğümüz var mı? Bütçemize ve gönlümüze göre bir seçimden söz ediyorum. Artık seçimlerimizin her biri bir veri bankasını destekler durumda. Bu veriler alınıp satılır halde iken bir seçme özgürlüğünden söz edilebilir mi? Hatta bizi teknoloji de değil, veri bankaları yönetir hale getirilme yolundayız.

Bir başka deyişle konu yalnızca Facebook’un adının Meta(verse) olarak değiştirilmesi değil. Konu gerçekle yapay olan bir dünyanın iç içe geçmiş duruma getiriliyor olması.

Yoksa gerçek bir dünyada yaşamayan insanlar haline mi getiriyoruz? Çünkü İnsanın kendini tek bir düğmeye basarak gençliğine, hatta çocukluğuna götürülebileceği algı yönetimi de söz konusu. Sosyal medyada 80 yaşında neye benzeyeceksin bir bakmak ister misin simülasyonları da bu veri toplama kanallarından biri olabilir.

Gerçeği sorgulamak ve aramak

Gerçeği sorgulamak ve aramanın her zaman var olacağına inanıyorum. Yeldeğirmenlerine karşı savaş açan Don Kişotlar  gibi… Azınlık da olsa onlar hep var olacaktır. Bebekler bilinç geliştirmek için aynalama usulünü kullanırmış. İnsanlığın da aynada bakıp kendisine gelmesine davet etmeliyiz. Elbette insanlık derken teknolojiyi yönlendiren finans kapitale sahip olanların elinden teknolojiyi alıp doğanın bir parçası olduğumuz sorumluluğunu hissettirecek insanı ölçekteki teknolojiden söz ediyorum. Kısacası teknolojinin ne duruma getirildiği ve kimlere teslim edildiği oldukça önem taşıyor. Doğayı ve canlıları ve hatta onların duygularına nesneleştiren bir teknolojiye hayır demeliyiz.

Bu durumdan çıkmanın ciddi bir çaba gerektirdiği açık. Bebenin dahi oyalanması için eline cep telefonu gibi cihazların verilmesi düşünüp sorgulamayan kuşaklar yetiştirilmesi demektir.

Çözüm teknolojik gelişmelerde toplumun sorgulayıp değiştirebileceği açık kaynak teknolojileri düşünülebilir. Örneğin şu anda dinlemekte olduğum toplum desteğiyle ayakta duran bir radyo ‘sen bir müzik radyosu dinliyorsun. algoritma değil’ diyor. Ancak bu konuda samimi olanlar gerçek koku, tat ve duyum içinde olabilirler.

Sonuç yerine

1999 yılında ortaya çıkan Matrix filim dizisini anımsayalım. Matrix’de insan güya kendi  gerçekliğini yaratır ve onun peşinde gider. O günden bu yana üzerimizden bir Covid-19 da geçtiğine göre uyanıp harekete geçmek için epey ciddi çaba sarf etmemiz gerek.

Bugün görselliğin plastisitesinden söz edenler iyileşme endüstrisi (welness industry)  her şeyin akışkanlığından söz edip duruyor. Bir şeyleri akışa bırakmadan sıkça söz ediliyor. Akışta geminin batmasına da seyirci kalmayı öğütlüyor sanki… Sizce bir türlü iyileşemeyip bir iyileşme programından ötekine koşan bu insanlar çoktan bu akışkanlığın plastikliğine kapılmış durumda değil mi? Bir başka deyişle her şeyin akışkan sayıldığı günümüzde gerçekle sahtekarlığın iç içe geçtiği zamanlardayız. Matrix  film dizisinde başrol oynayan Keanu Reeves’in tüm bunlara insanlığın yaratıcılığı olarak bakmasına karşı kadın sanatçı Carrie-Anne Moss’un söylediği gibi ‘Teşekkürler. Ben almayayım.’

Gidişatta uyanık olmak temelinde Rainer Maria Rilke’nin bir şiiriyle bitirelim:

ilkçağ esintisi denizden,
deniz yeli geceleyin:
kimseye değil bu gelişin;
uyanık bekleyen
anlamak zorundadır.

İllustrasyon:  Zoë van Dijk

(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.