KadınManşet

İnsan hakları alanındaki üç kadın aktiviste, “İdam cezası” talebini sorduk

0

Mersin’in Tarsus ilçesinde Çağ Üniversitesi’ndeki kampüsünden Mersin’deki evine gitmek isterken yolcu minibüsü şoförü tarafından kaçırılıp vahşi bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan’ın katili ile ona yardım eden babası ve arkadaşına verilecek cezanın idam olması üzerinden bir tartışma devam ediyor son günlerde.

İnsan Hakları aktivistleri’nin itidal çağrıları ise bu hınç kasırgasının arasında nerdeyse görünmez kalıyor. Yeşil Gazete olarak insan hakları alanında çalışmalar yapan, kadına karşı erkek şiddetini önleme mücadelesinin en ön saflarında mücadele üç kadına bu konudaki düşüncelerini sorduk.

Şebnem Korur Fincancı, Sevil Turan ve Sennur Baybuga idam cezasının bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir

Şebnem Korur Fincancı, Sevil Turan ve Sennur Baybuga idam cezasının bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü Sevil Turan ve insan hakları aktivisti avukat Sennur Baybuga‘ya, “Sosyal medyada yayılan ve katillerin idam edilmesini isteyen çok sayıda mesajın ardından Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de “Özgecan Aslan gibi insanlığın katledildiği cinayetler için idam cezasını getirmeyi, hassasiyetle tartışmamız ve getirmemiz gerekiyor” şeklinde bir beyanat verdi. Öte yandan kadınlara yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlerin idam cezasının geri getirilmesi için kullanılması ayrı bir tehlike olarak görülüyor. Siz idam cezasının geri getirilmesine yönelik bu tür öneriler konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusunu yönelttik.

İşte üç kadın aktivistin “idam cezasının geri getirilmesi” talebi hakkındaki görüşleri;

“İdam cezası ortaçağdan kalma bir uygulamadır”

Şebnem Korur Fincancı – Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı

Şebnem Korur Fincancı

Şebnem Korur Fincancı

“Evrensel’deki son köşe yazımda buna değindim aslında, bir de tabii 2 yıl önce yazdığım bir yazım “Öldürme Yetkisi” başlıklı bir yazım var.

İdam cezası ortaçağ zihniyetinin kısasa kısas uygulamasıdır. İntikam almaya dayanır ve bireysel olarak bu tür duygulanımlar olsa dahi toplumların intikam alma güdüsü olamaz, olmamalıdır çünkü intikam almaya başlandığında kimlerin o intikama kurban edileceğini denetleyemezsiniz.”

Şebnem Korur Fincancı’nın son yazısından bir bölüm alıntılıyoruz:

“Kadın katliamları aralıksız sürerken, bizleri topluca kaynama noktasına getiren son vahşet ardından idam cezasına özlemin tutkuyla dile getirilmesi bu yazıyı yeniden aklıma düşürdü. Avukatların savunmayı reddetmesi, gözaltı giriş ve çıkış muayenelerini yapacak meslektaşlarımın nasıl bir tutum alacaklarını düşünmeme yol açtı. Zaten yaşanan infialin idamın yanı sıra bir diğer yansıması da, hangi işkence yöntemlerinin kullanılabileceğine ilişkin yöntemler ve tecavüzcülere geçmişte verilen cezaların ballandırılarak paylaşıldığı sosyal mecralardaki dehşet görüntüleriydi.

Aradan geçen yarım yüzyıllık sürede insan haklarının korunması adına pek çok gelişme yaşanmış olsa da, toplumda hak bilincinin oluşmasının aynı hızla ilerlediğini söylemek zor. Haktan dem vurulduğunda, önemli ölçüde bireyin kendisi ile sınırlı bir hak algısından söz edilebilir. Öfkesini dile getirmek için toplanan kadınların yolu kapatmasını kendisine yönelik bir hak ihlali olarak değerlendiren erkeğin aracından çıkıp kadınların üzerine yürümesinde olduğu gibi… ‘Benzerleri’ için hak talebiyle 800 yıl önce yazılan Magna Carta Libertatum düzeyinde olsa olsa. Oysa insan hakları belgelerinin en önemli özelliği bireysel olarak başa çıkmakta zorlanacağımız koşullarda da tüm insanlık için ayrımsız hakların güvence altına alınmasıdır. Örneğin bu dehşet verici durumda dahi kim olduğundan ve ne yaptığından bağımsız olarak, istisnasız işkence yasağı, intikam güdüsünü dışlayan adil yargılanma hakkı ve dolayısıyla bir avukattan yardım alma olanağının sağlanması olmalıdır.

Kaynama noktasına ulaşıldığında insanlık adına yüzlerce yıl içinde geliştirilen değerlendirme mekanizmaları işlemezse, sıkıştırılmış bir ortamda patlamanın kimlere zarar verebileceği yarım yüzyıl önceki yazıda gizlidir. Tam da o nedenle en zor durumlarda dahi ‘öteki’nin hakkını koşulsuz talep etmek zorundayız. Sonuçları değil, sebepleri tartışmadan çözüm üretebilmek olanaklı değil. Bu topraklarda yaşanan şiddetin, tüm dünyada yükselen şiddet ivmesinin vahşi kapitalizmle ilişkisini kurmadan, ataerkil kısır döngüyü kırmadan yol alamayız. İnsanlık adına kazanımlarımızı da feda ederek, hiç olmaz!”

“İdam cezası yerine kadına yönelik şiddetin kökenlerine inilmeli”

Sevil Turan (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü)

“Toplumda büyük travma yaratan vakalarda, sorunun özüne dokunmayan ve yeni mağduriyet alanları yaratacak öneriler çözüm olarak gündeme getiriliyor.

Sevil Turan

Sevil Turan

İdam da bu yaklaşımın bir parçası. İdam cezası, kökleşmiş ve günlük hayatta sürekli karşılaşılan kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet sorununu çözemez.

Sorunun kökenleri derinde; kadına yönelik ayrımcılık ve cinsiyetçi yaklaşım, eğitim politikalarından kültürel hayata, ekonomi ve istihdam politikalarına kadar toplumsal yaşamın bütününde hakim. Kadınlar, bu yaklaşımndan kaynaklanan taciz, tecavüz, şiddet tehdidi ile baş başa.

Özgecan’ın katlinde olduğu gibi toplumda infial yaratan benzer olaylara idam cezası verilse bile yaşamın diğer alanında kadının karşılaştığı ayrımcı uygulamalar ve şiddetle yani sistematikleşen suçlarla nasıl başa çıkılacak?

Verilen cezanın caydırıcı ve onarıcı olması gerekli . İdamdan önce yasada tanımlanan cezaların uygulanması gerekiyor. Şimdiye kadar yaşanan vakalarda, kadını mağdurluktan suçluluğa taşıyan bakış açısı, işlenen suçları tahrik indirimleri ve cezasızlıkla sonuçlandırdı.

Bu nedenle, ölüm korkusu ile şiddeti önlemeye çalışmak yerine mevcut yasaların etkin uygulanması ve kadının toplumda eşitliğini sağlayacak köklü bir reformun yapılması gerekiyor. En başta devletin kendisinde hakim olan cinsiyetçi yaklaşımın, ayrımcı uygulama ve politikaların değiştirilmesi zorunlu.

Diğer yandan, kadın özgürlük mücadelesi insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Kadın hakları mücadelesi yürütürken sadece sonuca odaklanan idam cezası gibi insan haklarına aykırı ilkel bir uygulamanın kabul edilmesi mümkün değil.”

“İdamın dile getirilmesi bile utanç verici”

Sennur Baybuga – Avukat

“Özgecan Aslan’ın canavarca hisle öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yaralanan ülke vicdanı,tekrar kendini tamir etmek için, kadına yönelik son yıllarda artarak devam eden şiddetin köklerini araştırmak yerine suçlu olarak tespit ettikleri olayın görünen faillerinin en ağır cezaya çarptırılması talepleri üzerinden yine ve aslında sosyolojik bir yara alan olayın kıyısından dolanma yolunu seçmiş bulunuyorlar.

Sennur Baybuga

Sennur Baybuga

Faiilerin en ağır cezaya çarptırılması talebi siyasi iktidar tarafından da –yargı bağımsızlığı yine yokmuş gibi davranılarak ama bu sefer toplmsal kabulle- dile getiriliyor. Ceza yasasındaki hapis cezası ile yetinmeyen toplumdan idam cezasının geri getirilmesine ilişkin talepler de yükselmeye başlandı.

İdam cezası 1999 yılında uzun yıllar süren siyasi-hukuki mücadele sonunda kaldırılmış ilkel bir cezalandırma biçimidir. Kamu adına devlete insan öldürme hakkı veren bu cezanın gerek suçların önlenmesinde ve gerek kamu vicdanın rahatlamasında aslında hiç de umulan faydayı sağlamadığı dünyada türlü deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Bunun denenecek bir yanı yoktur. İdam cezası uygulanan fiillerin işlenmesinde bu ceza tipinin bir azalmaya yol açmadığı tüm dünyadan edinilmiş deneyim ve istatistiklerle sabittir. Kaldı ki tüm toplumun nefretini çeken bir suçu ya da olayı fırsat bilerek bu cezanın tekrar tartışmaya açılmasının çok tehlikeli olduğunu da görmek gerekir.

Bir kez daha bu ceza tipine evet diyen bir toplum çoğunluğunun zaten yargısı problemli ve tarafsız olmaya başaramamış bir ülkede yol açacağı sakıncaların bilinmesi gerekir. TC tarihi adlilerden çok siyasi hükümlülerin acımasızca idam edildiği skandal mahkeme kararlarından oluşmaktadır. Bu anlamda bu tehlikeli zeminden biran önce uzaklaşmak gerekir.

Konuyu yaşama hakkı bağlamında değerlendirmeye gerek bile duymuyorum.Modern bir hukuk devletinde artık kimsenin kendi adına insan öldürülmesini savunmaması gerekir. Bunun dile getirilmesi bile utanç vericidir. Esas olarak faile bu olayda en ağır cezanın mümkünse idamın verilmesi talebinin başta da söylediğim gibi problemi kişiselleştirerek asıl nedenlerden uzaklaşmaktan başka bir anlamının da olmadığını düşünüyorum. Kadına yönelik şiddetin derecesi ne olursa olsun ciddi bir biçimde mücadele edilmesi gereken sosyal bir sorun olduğunu ceza hukukunu alanına girsin ya da girmesin bu sorundan bu şekilde kaçmanın hastalıklı olduğunu düşünüyorum.”

(Yeşil Gazete)

 

More in Kadın

You may also like

Comments

Comments are closed.