Geçen hafta Merkez Bankası, enflasyonun artmayı sürdürdüğü, FED’in global likiditede daralma sinyalleri verdiği, dolayısıyla kırılganlıkların arttığı bir dönemde faizleri yüzde 19’dan yüzde 18’e indirerek, 1 puan düşürmüş oldu. Bir süredir ülkemizin koskoca Merkez Bankası, ekonomik yaşamımız için o pek önemli faiz kararlarını adeta sadece bir kişiyi düşünerek, onu mutlu etmek için alıyor gibi. Ekonominin istikrarı, enflasyonu dizginlemek ve beklentileri olumlu etkilemek gibi “önemli” olması gereken hedefler göz ardı ediliyor ya da ikincil plana itiliyor. Yeter ki o kişinin isteği ve beklentileri karşılansın.
Kısaca faiz, paranın fiyatıdır. Parayı borç verdiğinizde ya da borç aldığınızda faiz getiri veya maliyet olarak hesaba girer. Elbette bu fiyatın düşük olması herkes için iyidir ama bunun başka cepheleri de var. En son açıklanan resmi yıllık enflasyon oranı yüzde 19,25 iken, birçok bağımsız kaynak tarafından ölçülen gerçek enflasyon oranı yüzde 45’lerde dolaşırken faizi düşürmek çok riskli bir karar. Çünkü insanlara anlamlı bir reel (enflasyonun üzerinde) faiz vermezseniz kimse elinde TL tutmak istemez, TL cinsinden tasarruf etmeyi de bırakır. Ayrıca, ekonominizin kırılganlığı son derece yüksek, dövize olan talep faiz oranlarına bu kadar duyarlıyken reel faizleri negatife döndürürseniz, dövize olan talep daha da artar ve kurlar yükselir. Nitekim, faiz kararı sonrasında kurlar yüzde 7 civarında yükseldi. Zaten uzunca bir süredir yaşadığımız sarmal bu. Bu anlamda aslında garp cephesinde yeni bir şey yok. Bizler de aynı ya da benzer şeyleri yazıp-çizmek dışında yeni bir şey söyleyemiyoruz.
İşletmeler ve faiz
İşletmeler için faizin düşük olması yatırım iştahını ve büyümeyi artırır. Faizler düşükse işletmeler için borçlanma maliyeti düşeceğinden daha fazla makine/araç alırlar, yeni dükkanlar açarlar, daha fazla ürün alarak çeşitlerini artırırlar vb. Diğer yandan, faizlerin düşük olması tüketicilerin borçlanmasını kolaylaştıracağından onları daha fazla tüketmeye yöneltir ve firmaların ürün ve hizmetlerine talebi artırır. Bu anlamda faiz düşürme kararı son derece işletmelerin lehine bir karar gibi duruyor değil mi?

Pekiyi neden muhalefet ediyoruz bu doğru karara? Şu nedenle: Enflasyon bu kadar yüksekken faizi düşürürseniz bu karar faydadan çok zarar getireceği için. Mekanizma şöyle işliyor: Reel faizler düşünce vatandaş ve firmalar TL’den dövize yöneliyor, bunun sonucunda kurlar artınca enerji ve ithalata bağımlı birçok girdinin fiyatı artıyor. Bu da işletmelerin maliyetini artırıyor. Maliyetler artınca ürün ve hizmet fiyatları yükseliyor. Fiyatlar yükselince tüketici bunları yeterince tüketemiyor ve ekonomide beklenen o canlanma bir türlü oluşmuyor. Bu arada enflasyon da daha fazla artmış oluyor ve fasit dairenin başlangıcına dönmüş oluyoruz. Son üç senedir bu senaryo sürekli yineleniyor. Her denemenin sonucunda enflasyon bir kademe daha artıyor.
Bu noktada çok yüksek açıklanan büyüme rakamlarına gönderme yaparak, aslında iyi bir büyüme oranı yakaladığımızı söyleyebilirsiniz. Hatırlarsanız, Covid-19’un etkisiyle 2020 yılında ekonomide ciddi bir daralma yaşamıştık. Büyüme oranındaki artış büyük ölçüde bu düşük baz etkisinden kaynaklanıyor. O nedenle bu büyüme oranlarının geçici olduğunun ve sürdürülebilir olmadığının iyi anlaşılması gerek.
Faiz kararı ve bireyler
Şimdi biraz da bireyler veya tasarruf kapasitesi olanlar cephesinden konuya bakalım. Ülkemizde günü kurtarmanın ötesinde tasarruf edebilen ve faiz kararlarını bu açıdan izleyen bireyler aslında çok küçük bir azınlık. İnsanların çoğu ay sonunu zor getiriyor. Hatta birçok insan kazandığıyla geçinemediğinden kredi kartı borçları veya tüketici kredileriyle günü kurtarmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla faiz kararı tasarruf imkanı olanları “getiri” yönüyle, borçlanmak zorunda kalanları ise “maliyet” boyutuyla ilgilendiriyor.
Birey olarak tasarruf edebilen azınlıktaysanız, enflasyon oranı veri iken faizlerin düştüğünü gördüğünüzde haklı olarak bankadaki mevduatınızın getirisini düşünüyorsunuz. Enflasyonun düşmediği, çeşitli operasyonlarla düşük gösterildiği veya referans enflasyon tanımı değiştirilerek olumlu bir imaj yaratılmaya çalışıldığı bir ortamda artık reel bir faiz alamadığınızı görüyorsunuz. O zaman aklınıza hemen alternatif yatırım araçları geliyor. En kolay gidilebilen yatırım araçlarından birisi döviz. Yukarıdaki grafikte göreceğiniz gibi, 2001 krizinde yüzde 61’e kadar çıkmış olan bankalardaki mevduatın içindeki döviz oranı, yaklaşık 10 yıl önce yüzde 27’lere düşmüştü. Son üç yıldır izlenen yanlış ekonomi politikaları sonucunda bu oran yine yükselmeye başladı ve yüzde 50’yi geçti. Bireylerin dövize yönelmesi dövizin fiyatı olan kurları yükseltiyor. Kurların yükselmesi ise bir önceki bölümde ayrıntılı anlattığım sonuçları doğurarak ekonomiyi olumsuz etkiliyor.
Mücadele edilmesi gereken asıl düşman: Enflasyon
Türkiye’nin birçok ekonomik sorunu var. Ama bunların içerisinde öncelikle mücadele edilmesi gereken en büyük düşman enflasyon. Neden enflasyon? Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin sürekli yükselmesi halidir. Normal koşullarda ve rekabet ortamında fiyatlar inerek veya çıkarak arz ve talebe cevap verip ekonomik dengeleri korurken enflasyon ortamında hepsi sürekli artmaya başlar. Bu seneki fiyat artışlarında Covid-19 nedeniyle üretim ve lojistik cephesinde yaşanan sorunların da elbette payı var. Buna bir de endeksleme eklenirse, yani ücretler, faiz oranları ve döviz kurları enflasyona göre ayarlanmaya başlanırsa bu artışlar bir sarmala dönüşür ve enflasyon kalıcı bir hale gelir. Enflasyon ahlakı bozar ve toplumun psikolojisini derinden etkiler.

Enflasyonun kalıcı hale getirilmemesi için ilk fırsatta bu tehlikeyle ciddi bir şekilde mücadele edilmesi şarttır. Enflasyon ortamında en fazla zararı toplumun ücretli çalışanları, çiftçiler ve fiyatlar üzerinde hiçbir kontrolü olmayan tüketiciler görür. Enflasyon, gelir dağılımı eşitsizliğini daha da kötüleştirerek toplumsal barışı da bozar. Türkiye maalesef 1990’larda yaşadığı ve 2001 krizinden sonra büyük ölçüde kurtulduğu bu sarmala tekrar girdi. Son üç senedir enflasyon, ciddi hiçbir adım atılmayarak, aşama aşama kalıcı hale getirildi.
Pekiyi enflasyon bu kadar zararlıysa “Neden enflasyonun üzerine gidilmiyor?” diye sorabilirsiniz ve çok anlamlı bir soru olur. Kanaatimce bunun iki nedeni var. Birincisi, anti-enflasyonist bir ekonomi programı kararlılık, tutarlılık, inandırıcılık ve uzunca bir süre gerektirir. Maalesef bu hükümetin böyle bir niyeti, kapasitesi ve zamanı yok. Sadece günü kurtarmaya çalışıyorlar. Nereye kadar? Bilemiyorum. İkinci neden, enflasyonu hedef alan bir ekonomi programının ilk atması gereken adım faizleri bir şekilde yükselterek tasarrufa ciddi reel faiz vermektir. Bu ise enflasyon rakamlarının güvenirliğini ve faiz artırma cesaretini gerektirir. Yazının girişinde açıkladığım nedenlerle günümüz koşullarında bunun da imkanı yok görünüyor. Yazık oluyor ülkemize, ekonomimize ve en önemlisi insanımıza!