Hafta SonuKitapKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ekoloji politik yazılar üzerine

0

Doğayı, emeği, yaşamı korumak…

Hayatını, saydığımız meseleler üzerine mücadeleye adamış Beyza Üstün’ün kitabı, bu başlıkla İletişim Yayınları’ndan çıktı.

Beyza Hoca’yı Antalya’da uzun yıllar önce verdiği bir su konferansında tanımıştım. Bittiğinde iyi ki böyle bir insanı tanıma fırsatı buldum dediğim konferansta en dikkatimi çeken şey ise hocanın pet şişede suyu istemeyip matarasıyla kendi suyunu yanında taşıyor olmasıydı. İnsanın düşündüğü şeyi, hemen şimdi hayata geçirmesi konusunda özel bir hassasiyetim olduğu için bu durum minimal bir duyarlılık olarak görülse bile çok hoşuma gitmişti. Bunun plastiğin yarattığı doğa kirliliği dışında sağlıksız olduğunu da türlü sebeplerle bilen birisi olarak hep musluk suyunu tercih etmişimdir. Ayrıca belediyelerin asli görevi içilebilir nitelikte temiz su sağlamaktır. Yoksa yurttaşı ticari içerikli damacana suyuna yönlendirmek değil.

Beyza Hoca, kitapta Yunus Öztürk’ün dedesinden aktardığı bir anekdotla “Oğul iki taşın arasından akan suyu içebilirsin” mevzusuna ne diyorsunuz sorusuna şöyle cevap veriyor: “Çok doğru. O bambaşka bir şey. Pet şişelerde su diye içtiklerimiz, esasen su değil. Cidden değil, hidrojen ve oksijen iyonlarından oluşan sıvıdır. Menbaından getirilmiş durumda, içindeki bütün mineraller alınmış durumda, yani iki taşın arasından akan su bu değil….” [1] Yeri gelmişken kimi kentlerde belediyelerden sokakta su temin noktaları talep eden matara hareketinin varlığını da söyleyelim.

‘Sahaya inen’ akademisyen

Su meselesine oldukça politik bir yerden bakan Beyza Üstün, en önemli sorunumuzun HES’ler ve şişeleme su satışı aracılığıyla suyun özel şirketlerin kontrolüne geçtiği olgusuna dikkat çeker. Beyza Hoca bunu yaparken de akademik birikimini ve eylemci kimliğini müthiş bir şekilde birleştirir. Kanal İstanbul Projesi’nin ekosisteme vereceği zararı tüm yönleriyle ortaya koyması ve mücadelesini aktif bir şekilde yürütmesinden dolayı da şu an cezaevinde olduğu aşikardır. Beyza Hoca, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği özellikle su politikaları derslerinin yanında, yetişebildiği her yerde su hakkı mücadelelerinin içerisinde yer almıştır. Beyza Hoca için su konusu ekoloji sorununun en temel paydasıdır. O, gittiği her havzada suyun ve ekolojik mücadelenin hayati önemini erkeklerden çok daha iyi görüp eyleme geçen kadınlarla müthiş bir frekans yakalamıştır.

Ekoloji mücadelesine önemli bir entelektüel katkıda bulunmuştur hem de yerelle organik bağlar kurarak. Akademik camianın sahaya çok az indiği ülkemizde bunun önemi yadsınamaz boyuttadır. Kadın hareketi ile ekoloji mücadelesinin birbirinden etkileşimi ve beslenmesi konusunda Beyza Üstün’ün çabaları zengin bir deneyim yaratmıştır. İçerisinde yer aldığı Ekoloji Meclisi aracılığıyla “ Ekoloji mücadelesinin; antikapitalist, sınıfsal, kadın özgürlükçü, hiyerarşik olmayan, her bileşenin eşit hakkının olduğu yatay örgütlenmeye olan ihtiyacı olduğunu da ortaya çıkardı.” [2]

Kitapta yer alan ve suyun, enerjinin uluslararası plandaki kontrolüne yönelik projelerin dökümü, Türkiye’nin doğa tahribatında üstlendiği rol açısından çok dikkat çekici. Buna göre neredeyse el değmedik vadi kalmayacak. Sistemin buna dair savunusu gelişme, ekonomik büyüme ve istihdam üzerinden yapılırken en temel argümanı ekolojistlerin bunu istemediği üzerinden ortaya konulur. Bu çarpıtılmış tek yönlü aktarım çoğunlukla işçilerin ekoloji mücadelesi sonucu işsiz kalacağı gibi bir algıya sebep olur. Beyza Hoca özellikle 3.Havalimanı işçileriyle diyaloglarında bunun tersine çevrilmesinde büyük bir farkındalık yaratmış ve sempati kazanmıştır. Hoca kitabında 3.Havalimanı işçileriyle kurduğu ilişkiye özel bir önem atfetmektedir. Pandemiyle sermayenin “hız ortaklığı” ise genel olarak tüm sektörlerdeki işçilerin sömürüsünü katmerlendirmiştir.

Kitapta yer alan önemli bir başlık ise ekoloji aktivistlerinin ve mücadele içerisindeki yerel halkın baskı, tehdit ve kolluk güçlerinin zor kullanımı aracılığıyla sindirilmeye çalışılması olmuş. Ancak bu konuda gözden kaçan bir eksikliği belirtmek isterim. Birçok olay ve kişiye bu bağlamda yer verilirken Antalya’da taş ve mermer ocaklarına karşı mücadele verirken öldürülen sevgili Ali-Aysin Büyüknohutçu unutulmuş. Zira bu olay Türkiye’deki en büyük ekoloji aktivisti katliamıdır. Ve mayıs ayında dördüncü yılını dolduracak cinayet, her şey ortada olmasına rağmen halen aydınlatılmamıştır. Ayrıca Tanıl Bora’nın editörlüğünü yaptığı kitabın daha bütünleyici bir izleğinin olmasını beklerdim. Makaleler kendi içerisinde çok önemli ve iyi olmasına rağmen kitapta dağınık bir sunum göze çarpıyor.

Yazılarını ve çabalarını takdirle takip ettiğim Beyza Hoca’dan 2020 yazında, editörlüğünü yapacağım Doğu Batı Düşünce Dergisi’nin Ekolojik Kriz Son Dönemeç (95.sayısı)  için su politikalarıyla ilgili bir yazı istemiştim. Hoca seve seve yazacağını söylemişti ancak 25 Eylül 2020’de gözaltına alınıp sonra da tutuklandığı için başladığı yazısını tamamlayamadı. Derginin Kasım 2020’de yayınlanan ekolojinin alanına giren her türlü biyolojik ve toplumsal sorunu ele almaya çalışan sayısını Beyza Hoca’ya atfedip, en kısa sürede aramızda olmasını dileyerek bitirelim.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.