Bize yazık değil mi?

Türkiye’nin yüzünü döndüğü Batı ülkelerinden en büyük farkı, yapısal sorunlarının olması ve bu sorunlara dair önlemleri sorunlar kendini gösterdiği zaman almaya çalışması. Bu durum da gündeminin çılgınca değişmesini ve büyük çoğunlukla da takip edilemez olmasını getiriyor. Belçika’da bu son hükümet krizi çıkana kadar, her sene en büyük yerel problemin “Bu sene iyi midye çıktı mı? Çıkmadı mı?” olduğunu öğrendiğimde ilk önce Belçikalıların şanslı insanlar olduğunu düşünmüştüm. Sonra biraz daha üzerinde durunca, Türkiye’ye alışmış biri olarak bunun çok sıkıcı gelebileceğinde karar kıldım. Bu durum içimize işledi çünkü. Biz gündem hastalığına tutulduk gidiyoruz…

Bu hastalık o kadar yoğun seyrediyor ki, aslında gündeme dair hiçbir net bilgi aklımızda kalmıyor, hiçbir konunun üzerinde de durulamıyor. Dedikodular, skandallar, görüntüler, haberler bir bant üzerinden akıp geçiyor; biz de refleks tepkiler veriyoruz ve bekliyoruz. Boş boş bakarak bekliyoruz. İnternetin getirdiği hız da buna hizmet ediyor. Son dakikalar birbirini izliyor, biz de onları izliyoruz. Gündem hastalığına tutulmuş ülkenin vatandaşı (GHTÜV) olmak böyle bir şey olsa gerek.

Şu günlerde bakarsak, iki önemli konumuz varmış gibi duruyor. Futbolda şike birinci konumuz. TBMM’de yemin etmeyen ya da tutuklu vekiller de ikinci konumuz. Ağırlıklı olarak bunlar üzerine konuşuyoruz. Bu iki güncel konuyu tamamen ortadan kaldıralım, konuşacak bir şey bulamaz mıyız? Buna bulamayız diyecek bir Türkiyeli var mı? Peki bu kadar bol gündemimiz var da; kim derinlemesine konuşabiliyor herhangi biri üzerinde? Ya da şöyle sorayım: Bir GHTÜV, gündemle alakalı bir konuda derinlemesine bir analiz yapabilir mi? Ya da yapılsın ister mi? Hayır! Çünkü bu hastalıkta, belli konular üzerinde durmak değil, bütün konular üzerinden hızlıca geçmek; sonsuz yorumla işlenebilecek ufak bilgi kırıntılarına sahip olmak yeterlidir. Bu yüzden de toplumsal muhalefet hiçbir konuda bir güç toplayamıyor. Birikme, tartışma, analiz etme ve çözüme yönelik olarak hareket etme süreçlerine başlamışken, gündem değişiveriyor. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar diye bir gündemimiz olması gerekirken şu anda, kimse bu konu üzerinde durmuyor bile. “Abi, her şeyin geniyle, tohumuyla oynadılar, hiçbir şeyin tadı yok valla!” sığ cümlesinin ötesine geçmeye yarayacak bilgiyi edinmek için bir zaman gerekiyor ama o zamanı hemen başka bir konu dolduruyor! “GDO önemli ama bak Kütahya’da deprem oldu. O daha öncelikli şimdi…”

Peki neden oluyor bu? Bir kere, Türkiye’nin büyük yapısal sorunlar yaşadığı, bize anlatılan istikrar masallarına rağmen nereye el atılsa, oranın elde kaldığı bir gerçek. Bununla birlikte kimsenin hiçbir yere el atmadığı bir durumda olduğumuz için; neresi patlarsa o konuşuluyor ve gündem böyle devam edip duruyor. Biz sorunları aramıyoruz, sorunlar bizim gözümüze giriyorlar. Bir gün ülkedeki lunaparklarda sıfır denetim olduğu ortaya çıkıyor. Değil orayı düzeltmek, olayı unutmaya bile fırsatımız olmadan da bir başka konu geliyor. Çok mu iddialı olacak bilemiyorum ama Türkiye’de düzgün işleyen bir yer bulmak gerçekten imkansız gibi. Yapısal problemleri olan bir ülkenin de gündeminin boş kalması beklenemez.

Bu yoğunluk neleri getiriyor? İlk önce, yazdığım gibi muhalefet etme olanağını ortadan kaldırıyor. Hangi birine muhalefet edeceksiniz? Muhalif hareketler olarak da her olayın peşinden tek tek koşmayı bir bütüncülük olarak, kapsayıcılık olarak algıladığımız için hiç bir ilerleme kaydedemiyoruz. Özellerle uğraşırken, geneli unutuyoruz. Sonra bu yoğunluk, bir çeşit duyarsızlaşmayı da getiriyor. Türkiye’de olanlar artık kimseyi şaşırtmıyor. Şike olayları sizi şaşırttı mı? Ya da buna benzer bir örgütlenme bambaşka bir yerde çıksaydı şaşırır mıydınız? Görmüşüzdür ya da yaşamışızdır, bir yerde bir protesto gerçekleşir, 50 kişi olanca öfkesiyle ya da tutkusuyla protesto yapar. Yanlarından binlerce insan geçer, gider. Ne protesto edenler, ne de edilen(ler) önemli değildir çünkü. Birileri orada bağırıyordur. Nasılsa üzerinde durmadan geçip gidecek. Böyle gelmiş, böyle gidecek… Duyarsızlaşmıştır insanlar.

Sonuç olarak, Türkiye, aslında huzursuz ama duyarsızlığın mutlulaştırdığı insanlar ülkesi olarak günlerini geçiriyor. Gündemin aptallaştırdığı bireyler olarak yaşamaya çalışıyoruz, bu aptallaştırmanın altında mücadele ediyoruz. Burada sormak gerek: Bize yazık değil mi?

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

Koray Doğan Urbarlı
Koray Doğan Urbarlıhttp://urbarli.net
İzmir’de doğdu. İzmir Kız Lisesi’nden sonra Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. İlk önce Ege Üniversitesi Sosyoloji’de, sorasında da Ankara Üniversitesi Sosyoloji’de yüksek lisans yapmaya başladı. İkincisine devam ediyor. Bir kamu belediyesinin Dış İlişkiler Müdürlüğü’nde beyaz yakalı işçi olarak hayatına devam ediyor. Yeşil Gazete ekibine köşe yazıları, Türkiye, spor ve Dünya haberleri ile katkı sunuyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Radikalizm ve uzlaşmacılık arasında

Kent yoksullarının adaletsiz ve acı verici konumunun değişip iyileşmesi yerel yönetimlerin toplumla demokratik ve katılımcı bir ilişki kurmasıyla mümkün olabilir mi? 

Gürcistan Tiyatro Festivali’nde distopik bir geleceğe bakış – Seda Elhan

Distopyanın kapsülünde sergilenen bir gelecek sorgulaması olan 'Home, To Zero' çevre bilinci üzerine kafa yoran herkesin ilgisini çekecek bir yapım. Tiflis'e yolunuz düşerse mutlaka izleyin.

Doyranlılar, nehirlerine HES yapılmasına karşı kararlı: İzin vermeyeceğiz!

Suyu ancak bölge halkının ihtiyaçlarını giderebilen Doyran Nehri 'ne HES projesinin ÇED toplantısı, halkın güçlü itirazlarına sahne oldu.

Kardeşimi kim öldürdü?

Ne Reşit Kibar cinayeti ne Narin Güran cinayeti ne de Ayşenur Ezgi Eygi cinayeti münferit ve tesadüf cinayetler değil. Hepsinin tetikçisi aynı.

Barış

Barış sözcüğünü dünyanın pek çok bölgesindeki savaş ortamlarıyla yan yana getirildiğinizde 'nasıl, ne pahasına ve ne kadar sürdürülebilir' barış sorularıyla karşılaşıyoruz.

EN ÇOK OKUNANLAR