Yazarlar

Bir büyüme (ve sermaye birikimi) modeli olarak kamusal değerlerin yağmalanması – Haluk Levent

0

“…Hükümetin TBMM’ye sunduğu bazı kanunlarda değişiklik öngören Tasarı ve Teklif’in Plan ve Bütçe Alt Komisyonu’ndaki görüşmelerinde AKP önergeyle bir madde getirdi. Belediyelerin ellerindeki binaların derneklere bedelsiz verilmesine ilişkin düzenleme AKP’li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi…”
Taraf gazetesi 13 Haziran 2014 Cuma, “Adrese Teslim Yasa” başlığıyla yayınlanan haber

Yukarıda haberin küçük bir bölümünü oluşturan alıntının devamında, SGK vb. gibi kamuya olan borçların affı ile ilgili yasa tasarısına eklenen maddelerin sadece bundan ibaret olmadığını “Üniversiteler borç için arazilerini satabilecek” alt başlığından anlıyoruz. Bu iki önergeyi birlikte değerlendirdiğimizde ise şehirlerde kapsamlı bir yağmanın yaşanacağı anlaşılmaktadır. Kamunun elindeki tüm varlıkların bedelsiz olarak (“düşük bedel” gibi tanımı belirsiz bir ifadenin anlamı sembolik nitelikte 1 TL gibi bir fiyat olabilir) özel mülke dönüştürülmesi mümkün olabilecektir; elbette yüksek “kamu yararı” için. Bu yasa tasarısı yürürlüğe girdi.

Aslında kapitalizme özgü bu yağma yöntemi coğrafya ile sınırlı olmadığı gibi tarihle de sınırlı değildir. Herhangi bir tarihte herhangi bir coğrafyada çiftlerinden çubuklarından zorla kopartılıp kıyıma veya soykırıma uğratılan, etnik temizliğe tabi tutulan, baskıyla ve tehditle korkutulup kaçırtılan azınlıkların malına mülküne el koymaktan ibaret sermaye birikimi modeli oldukça yaygındır. Belki, bugünlerde biraz daha rafine ve “kurallara” uygun hale gelmiş olabilir. Örneğin, kutuplarda buzlar iklim değişikliği nedeniyle kalıcı bir şekilde eridiğinde dünyalılar karalar bağlayıp başlarına gelecek felaketleri tahmin etmeye çalışırlarken, şirketler kutuplarda ortaya çıkan yeni “imkanları” nasıl değerlendiririz diye plan yapmaya başlamışlardı bile. Dünya ölçeğinde bir kamusal alan sayılabilecek kutuplarda özel mülkiyet tesisinin hangi meşruiyete ve yasal temele dayandığı ise ayrıca değerlendirilmelidir.

İktisadi faaliyetin temeli yağma olunca iktisadi politika araçları da doğrudan kaba kuvvet olmaktadır. Kutuplara el koyan Gazprom şirketi Rus Donanması eşliğinde “iktisadi faaliyete” girişmektedir. Ya da piyasalara gönderilecek sinyaller elde budaklı odun marifetiyle gerçekleştirilmektedir. Politika yapıcı kurum piyasaya sinyal gönderme konusunda zaman zaman zor durumda kalabilir. Sevgili Hasan Ersel bir konuşmasında anlatmıştı; yanılmıyorsam TCMB’de, 1989’da finansal serbestleşmenin hemen sonrasında para politikasını yürütmek üzere piyasaya çeşitli sinyaller gönderdikten sonra bir de bankaları telefonla arayıp “biliyor musunuz az önce bir sinyal gönderdik” demek zorunda kalırlarmış. Piyasa aktörleri o zamanlar bu sinyalleri anlayıp pozisyonlarını oluşturabilecek yetkinlikte değillerdi; şimdi, çok sayıda iyi yetişmiş çalışanı ile bu aşamayı çoktan geçmiş durumdalar ama bu defa da en tepeden sinyal gönderenlerin fıtratları bu hassas piyasa mekanizmasını dikkate almaya uygun değil. O yüzden, konut piyasası yavaşlayınca büyüme kötü etkilenebilir korkusu ile, “dinleyin ey banka müdürleri, faizleri düşürün yoksa kötü olur, çeşitli idarelerden öyle adamlar gelip kapınızı çalar ki aklınız şaşar; sen de dinle ey TCMB…” şeklinde bir iktisadi politika aracı kullanılabilir. Seçimlerde alınan oyları meşruiyet temeli sayarak kamusal değerleri yağmalamaya dayalı bir ekonomide iktisat politikası başka nasıl olabilirdi ki?

Bu bakımdan yukarıda yapılmak istenen yasal değişiklik önemli bir aşamadır. Bugüne kadar yaşanan pratiğe baktığımızda, AB ile uyum çerçevesinde hazırlanan ve yapıldıktan sonra 165 kere değiştirilen ihale yasası bu haliyle aslında bizim devlet geleneklerine uygun değildir. Bizim geleneklerimizde kağıt üzerinde “en ileri olmak” esastır. Örneğin, iş kanunu kağıt üzerinde dünyanın “en katı” kanunlarından biridir ama işçiyi korumaz. Çevre koruma konusunda ilgili yasalar yer yer AB’den bile ileri hükümler içermektedir ama başka yasalar ve çoğunlukla yönetmelikler ile pek çok kez de fiili olarak bu yasaların uygulama alanları “üstün kamu yararı” gereği “sıfırlanmaktadır”. Bu tasarı yasalaştığına göre ihale yasasında yapılan 165 değişikliğin çok büyük bir bölümü iade edilerek başlangıçtaki haline, AB standartlarındaki yasaya geri dönülebilir. Kamu varlıklarının bedelsiz olarak elden çıkartılabilmesi mümkün olunca zaten ihale yapmaya gerek kalmaz. İhale yapmaya gerek kalmayınca, AB standartlarından bile ileride bir ihale yasamızın olması her açıdan çok şık olur. Bu şık yasaya dayanarak arada Almanya’ya, Fransa’ya ayar vermek bile mümkün olabilir.
Ayrıca, yağmalamayı düzenleyen yasanın büyümeye de çok güzel etkileri vardır. Biraz düşünün bakalım sayın okuyucular, şimdi azalmıştır ama, halen toplam arazilerin %35’inden fazlasını elinde tutan hazine bu arazilerde ne yapmaktadır? Hiç… Peki, Devlet katından resmi olarak ilan edilen 2023’de kişi başına 25,000 USD gelir hedefine nasıl ulaşacak bu memleket?

Yeni yasanın bu açıdan önemini kavramak amacıyla ve meseleyi netleştirmek için önce basit bir hesap yapalım:

• 2023’e şunun sırasında 10 yıl kaldı. TÜİK’in nüfus projeksiyonlarına göre 2023 yılında nüfusumuz 84,2 milyon kişi olacakmış; hesabı basitleştirmek için 84 milyon olacağımızı kabul edelim.
• Bu durumda, 2023 için öngörülen GSMH büyüklüğümüz: 84M * 25,000 USD = 2,1E+12 olur. Yani 2’nin yanına 12 adet sıfır koymak gerekir, yazıyla 2.1 trilyon USD.
• 2013 sonu itibariyle GSMH yaklaşık 850 Milyar USD, hedef de 2.1 trilyon USD olunca 10 yılda %147 büyümemiz gerek.
• Bu durumda kutsal hedefe ulaşmak için yıllık ortalama büyüme hızımız ise %9.4 olmalı. Yani 2014 yılından başlayarak 2023’e kadar her yıl %9.4 büyümeliyiz.
• Fakat kahrolası 2014 yılından kötü haber var; 2014 yılı için büyüme oranımızın %4.3 olacağı tahmin ediliyor, biz kendimize güvenip %4.5 büyüyeceğimizi varsayalım. Bu durumda yine de 2015 – 2023 büyüme hedefini revize etmemiz gerek. Yeni duruma göre 2023 hedefine ulaşabilmek için 2015 – 2023 yılları arasında, artık yıllık ortalama %10 büyümemiz gerekiyor.
• Türkiye son 50 yılda, bırakın 9 yıllık seriyi, bir yıl için bile %10 büyümüş mü? Hayır.
• Peki, nasıl olacak bu iş? Kaynaklarımız ve ekonominin yapısı 9 yıl boyunca yılda ortalama %10 büyümeye izin vermiyorsa ne yapacağız?

Eğer devlet katında dikkate alınacak olursa bende çeşitli öneriler var! Bu yazıyı fazla uzatmamak için bu kapsamlı önerilerimi bir başka yazıya veya daha iyisi Ankara’dan gelebilecek bir telefona bırakıyorum; geçerken not olarak belirteyim, bu öneriler için herhangi bir yönetim kurulu üyeliği talebim falan da yok. Yurttaşlık görevi olarak yaparım.

Ancak, bu yasanın işimizi bir nebze de olsa kolaylaştıracağı açık. Örneğin, hazinenin veya bir vakfın ya da bir kişinin elinde boğaz kıyısında bir koru olduğunu düşünelim. Koru, koru olarak kaldıkça belki bizim refahımıza bir katkıda bulunur ama büyümeye hiçbir faydası yoktur. Oysa aynı “kupon” koru üzerine şöyle 10 milyon USD harcayarak 10 tane süper lüks villa yapılsa, tanesi 15 – 20 milyon USD etmez mi? Eder. Bu durumda bizim koru bir yıl için de olsa 150 – 180 milyon USD katma değer üretmiş olur. Türkiye’nin büyüme serüvenine ve inşaat sektörünün hikmetine bir de bu açıdan bakmakta yarar vardır.

Şimdi, evet ama bu bir kere olur ve her arazi de bu kadar değerli değil, ayrıca Boğaziçi İmar Yasası var, diye söylenebilirsiniz. En sonuncusundan başlayalım, sanki münhasıran Sevda tepesinin sahibi Suudi Kralı için bu yasada küçük bir değişiklik gerekiyor gibi; başka korular niçin bundan faydalanmasın? İlkine gelecek olursak, doğal Boğaz bir tane olabilir ama doğalından daha iyisini hükümetimiz inşa etmeye ve geniş bir coğrafyanın arazi değerini artırmaya kararlı gözüküyor. Gerçi ömrünü ve kariyerini Karadeniz ve Marmara çalışarak geçirmiş deniz bilimciler bu gereksiz projenin, Marmara’yı inorganik denize dönüştüreceğini ve bütün çevresini eski Haliç gibi kokutacağını söylüyorlar ama nasılsa kokuşmanın gerçekleşmesi 2030’u bulur. Çaresini o zaman düşünsünler, her şeyi bugünden planlamak şart değil.

Ayrıca bu konularda partilerin arasında önemli bir konsensüs de var, CHP, MHP ve AKP arasında imar oyunları ile kamu değerlerine el koyma ve yağmalama konusunda bir fark yok(eser miktardaki dürüst insanı tenzih ediyorum); bakınız CHP’li Bakırköy Belediyesi Ataköy sahilini “değerlendirmek” için elinden geleni yapıyor (Radikal 13 Haziran 2014 ). O zaman bu yasayı hızlı büyümenin önündeki bir engeli daha kaldıran önemli bir yapısal reform hareketi olarak değerlendirmek yerinde olur. Ancak, 9 yıl boyunca ortalama %10 büyümek için tek başına bu yasa yeterli olmaz, daha başka reformlar da yapılmalıdır. Ege’nin binlerce yıllık zeytinliklerini külliyen madenlere feda etmek düşünülebilir ama o da yeterli olmaz, mümkünse sınır ötesi reform hareketlerine girişmek çok yerinde olur.

Unutmadan, bu gibi reformlar tarihe not düşülür; imanlı kişilere göre, amel defterine de yazılır. Bu yasayı teklif edenler, önerileri ile zenginleştirenler, parmaklarıyla onaylayanlar, bu yasalar yoluyla zenginleşenler, bütün bunlara yol verip payını vakfedenler ve haydutluk yapan şirketler için ise zaman aşımı olmaz. Günah sayılan en yüksek faiz kazancından onlarca kat daha yüksek oranda rant elde edilen faaliyetleri amel defterine yazılmış imanlı kişilerin ve bu işlemleri fetva ile aklayanların öbür dünyada vereceği hesap ise bizi ilgilendirmez.

haluk

Haluk Levent

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.