Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

‘Hayat pahalı, emek ucuz’

0

[email protected]

Bu yazının başlığını “Enflasyon ve İşgücü Maliyeti” olarak düşünüyordum. Yazıyı yazarken bir tweet’te (Sn. Başaran Aksu’ya ait) bu ifadeyi gördüm. Bu yazıda vermek istediğim mesajı o kadar güzel ifade ediyordu ki, hiç düşünmeden yazının başlığını değiştirdim.

Neredeyse son bir yıldır enflasyon terimi, ekonomiyle ilgili her yazının başlığında ve/veya içeriğinde yer alıyor. Yaşadığımız enflasyonun seviyesi ve artış hızı dikkate alındığında bu kaçınılmaz bir durum. Türkiye, bu kadar yüksek bir enflasyonu bu kadar kısa sürede hiç yaşamamıştı. Pekiyi “işgücü maliyeti” nereden çıktı diye soranlarınız olacaktır. Açıklamaya çalışayım.

Hükümet çevrelerinde ve iş dünyasında Türkiye’nin küresel rekabetteki yeri veya ülkeye yabancı sermaye çekme gibi konular gündeme geldiğinde ilk telaffuz edilen şeylerden biri, “işgücü maliyeti”nin düşüklüğü. Bununla aslında şu dile getiriliyor: “Bizde emek çok ucuz, ayrıca sendikalaşma oranı çok çok düşük; Türkiye’ye yatırım yaparsanız işgücü maliyetiniz çok düşük olacağından rekabet şansınız yüksek olacaktır”. İşte bu yüksek enflasyon ortamında işgücü maliyeti daha da eridiğinden, emeğin sudan ucuz olduğu bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bunun sonuçları çok boyutlu ve çok sevimsiz. İşte bu tehlikeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

İşgücü maliyetinin düşük olması nedir?

Elimizde kapsamlı, sektör bazlı ücret bilgileri maalesef yok. Asgari ücret (AÜ) işgücü maliyetinin ana belirleyicisi olduğundan, bu yazıda işgücü maliyetinin göstergesi olarak AÜ’i kullanacağım. Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere zaten ücretli çalışanlar içerisinde AÜ alanların oranının en yüksek olduğu ülkeyiz. Bizde bu oran yüzde 57 iken AB ortalaması yüzde 8. Hollanda, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde bu oran yüzde 5’in bile altında. Yani bu ülkelerde çalışanların çok çok azı AÜ alıyor, gerisi bunun üzerinde ücret alıyor. Oysa bizde bu oran inanılmaz yüksekken, aynı zamanda birçok firmada çalışanlara çeşitli yöntemlerle AÜ’in bile altında ücret ödendiğini de biliyoruz.  Türkiye’de AÜ adeta azami ücrete dönüşmüş durumda. Bu nedenlerle, AÜ’i işgücü maliyeti olarak değerlendirmenin hiçbir sakıncası yok.

Şimdi de Türkiye’de AÜ’in seviyesini ve seyrini, zaman içerisinde nereden nereye geldiğini aşağıdaki üç tabloda karşılaştırmalı olarak izleyelim. Bir kere, 2022 itibarıyla Avrupa’da Arnavutluk’tan sonra en düşük AÜ’e sahip ülkeyiz.  AÜ’in zaman içerisindeki seyri de şu anki durumun vehametini net bir şekilde ortaya seriyor. Daha altı yıl önce bazı AB ülkelerinden (Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Macaristan ve Çekya) bile daha yüksek AÜ’e sahip olan Türkiye, günümüzde Arnavutluk dışında aday ülkelerin bile gerisine düşmüş halde. Bu durum, ücretlilerin ülkenin GSYİH’ndan gittikçe azalan bir oranda pay aldığını net ve tartışmasız bir şekilde gösteriyor. Kısaca, yukarıda bahsettiğim Türkiye’nin düşük işgücü maliyetli bir ülke olduğu ifadesi son derece doğru! Doğru olmasına doğru da, bunun sonuçları nedir diye düşünmeye başladığımızda görünen son derece can yakıcı.

İşgücü maliyetinin düşüklüğüyle küresel rekabette yer edinilebilir mi?

İşgücü maliyetinin üretim maliyetleri içerisindeki payına dair son yılları içeren bir veri setine maalesef erişemedim. Ancak, 2015’de yayımlanmış ve 2006-2011 dönemi verilerini içeren bir TCMB çalışma tebliğine ulaştım (H. Burcu GÜRCİHAN YÜNCÜLER ve Fethi ÖĞÜNÇ: Firma Maliyet Yapısı ve Maliyet Kaynaklı Enflasyon Baskıları, TCMB, 2015). Bu çalışmaya göre 20’den fazla işçi çalıştıran firmalar baz alındığında, işgücü giderlerinin payı imalat sanayiinde yüzde 16.0 ve hizmetler sektöründe yüzde 33.3. Bu dönemin Türkiye’de AÜ’in göreli olarak oldukça yüksek olduğu bir dönem olduğunu unutmayalım. Son yıllarda enflasyon nedeniyle AÜ’te yaşanan erozyon sonucunda bu oranların çok daha aşağı geldiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.

Bu rakamlara baktığımızda, zaten ihracatımızın ana omurgasını oluşturan imalat sanayiinde işgücü maliyeti oranının (yüzde 16) oldukça düşük olduğunu görüyoruz. İmalat sanayiinde tekstil gibi emek yoğun bazı alt sektörlerde bu oran biraz daha yüksek olabilir ve AÜ’in daha da düşmesi bu sektörlerdeki bazı firmalara küresel rekabette göreli bir avantaj sağlayabilir. Ancak, bu sektörler zaten ihracatımızdan gittikçe azalan pay alan ve ücretlerin daha da düşük olduğu Güneydoğu Asya ülkelerine kayan sektörler. Yani, Türkiye için artık geleceği fazla olmayan sektörler.

Diğer yandan, hizmetler sektöründe yer alan turizm alt-sektörü emek yoğun bir sektör ve burada ücretlerin payı oldukça yüksek (yüzde 33.3). Bu sektörün en düşük ortalama ücreti veren sektör olduğunu da biliyoruz. Buradaki ücret düşüklüğü ülkemize belirli bir avantaj sağlayabiliyor ve zaten sağlıyor da. Bunun sonucunda günümüzde ancak AB’nin en düşük gelirli gruplarını ve bölgenin görece fakir ülkelerinden turistleri çekebiliyoruz. Neticede turist başına düşen turizm gelirleri sürekli bir şekilde azalıyor. İstediğimiz bu mu? Turizm personelinden esirgenen geliri ucuzcu yabancı turistlerin Türkiye tatillerini sübvanse etmek için mi kullanacağız?

Özetle, işgücü maliyetinin düşüklüğüyle sağlayabileceğimiz ihracat/turizm avantajı son derece sınırlı ve geleceği/sürdürülebilirliği olmayan avantajlar. Ucuz emek kanalıyla Türkiye adeta yabancı ülkelere gelir ve refah transferi yapmış oluyor. İhracatını sürekli ve istikrarlı bir şekilde artıran G. Kore’ye ve diğer gelişmiş ülkelere baktığımızda ağırlığın emek yoğun sektörlerde değil, teknolojiye dayalı ve katma değeri yüksek üretim alanlarında olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. G. Kore, kendilerince geliştirilmiş teknolojileri kullanan Kore firmalarının ürettiği arabalarla, yine kendi geliştirdiği teknolojilerle ve markalarla üretim yapan elektrik-elektronik firmaları, gemi inşa firmaları, iş makinaları üreticileri vb kanalıyla ihracatta kalıcı ve yüksek katma değerli bir yer ediniyor. Çin gibi düşük emek maliyetiyle küresel ekonomide müthiş bir çıkış yapmış bir ülke bile artık ücretlerin yükselmesiyle fabrikalarını kaybediyor. Çin’den ayrılan firmalar Vietnam, Kamboçya ve Bangladeş gibi daha düşük emek maliyeti olan ülkelere yöneliyor. Bugünün ve geleceğin teknolojide (dolayısıyla araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde) olduğu artık gün gibi aşikarken, hala “düşük işgücü maliyeti” üzerine kurulmuş bir üretim ve ihracat yapısında ısrar etmek bugünü kaybettiğiniz gibi geleceği de kaybetmekte kararlı olduğunuzu gösteriyor. Bu nedenle de iç karartıcı ve umut kırıcı oluyor.

İşgücü maliyetinin düşüklüğünün ekonomik ve sosyal sonuçları

Düşük işgücü maliyeti üzerine kurulu bir ekonomik yapı kurma iddiasında olmanın en vahim sonuçları kendisini ülke içi ekonomide ve gelir dağılımında gösterir. Neden? Çünkü ücret bir yandan maliyet unsuruyken diğer yandan ülke ekonomisi açısından talep ve sosyal adalet unsurudur. Bunları biraz açalım. Önce talep cephesine bakalım. Her şeyden önce ücretli çalışanlar Türkiye nüfusunun en kalabalık kesimini oluşturuyor. Bu kadar insan Türkiye’de olduğu gibi çok az ücret aldığında ancak yiyecek ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını giderebilir. Günümüzde büyük şehirlerde bu bile mümkün değil. Bunun ötesinde harcama yapacak imkanları yoktur. O zaman kaçınılmaz olarak ülke içi talep de sınırlanır. Çünkü en üst gelir ve servet grubundakiler zaten her şeye sahip olduklarından ellerine geçen ilave gelirin çok çok azını tüketime yöneltirler. Yani çok az harcama yaparlar. Bu da ekonomilerin sürdürülebilir ve istikrarlı büyümesi önündeki en büyük engeldir. Gelişmiş ülkelere baktığımızda gördüğümüz şey emeğin pahalı olmasıdır. Yani ücretler yüksektir. Dolayısıyla bir işçi veya memur da tatilini yapabilir, araba alır, dışarıda yemek yer, giysilerini yeniler, eğlence için para harcar. Bunlar da ekonomide toplam iç talebin artmasına katkıda bulunur ve ekonomi istikrarlı bir şekilde büyür.

Sosyal adalet konusu daha da önemli. Çalışanlara yeterince ücret verilmediğinde ülkedeki gelir ve servet dağılımı daha da bozulur. Az sayıda kişi gelir ve servetin büyük kısmına el koyar. Hükümetler vergi ve asgari ücret gibi alanlarda sosyal adaleti gözeten politikalar uygulamadıklarında ülke içinde sosyal adalet dengesi bozulacağından politik ve ekonomik istikrar da sağlanamaz. Bu tür bir ortam, insanların ufkunu daraltır, derin sosyal yaralara neden olur ve gençleri umutsuzluğa sürükleyip, gurbet ellerde maceralara yöneltir.  Durum daha da vahimleşirse Sri Lanka, Lübnan ve Arjantin gibi ülkelerde gördüğümüz gibi çok ciddi sosyal ve politik çalkantılara yol açabilir.

Özetle, düşük işgücü maliyetiyle övünmeyelim, buna dayalı bir ekonomik yapıdan kaçınalım ve herkesin insanca yaşayacağı bir sosyal adalet sistemini hedefleyelim!

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.