Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Aktivist olarak video sanatı (?) üretmek – Hilal Şenel

0

Video sanatından ne beklenir? Belgeselle, eylemle, ekoloji politikle, propagandayla ayıran çizgi nerededir, var mıdır? Ekoloji ve iklim krizi gibi duyulurluğunun arttırılması gerektiğine inandığımız konular üzerinden şekillenmiş bir video ne derece örtük anlamlı olmalıdır? Örtük bir anlatı etkili olur mu? Olursa bu kimin üzerindedir, hem, etkili olmalı mıdır? “Antroposen sanatı” mı “sanatın antroposeni” mi?…

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Pera Müzesi işbirliğiyle geçtiğimiz nisan ayında ilki düzenlenen uluslararası konferans “Bendine Sığmayan İstanbul: Kente Çevresel Yaklaşımlar”ın birbuçuk sanat kolektifi tarafından hazırlanan video programı kapsamında Bahar Topçu’yla ürettiğimiz video videoAkışa Karşı, Akıntıyla Beraber”, farklı disiplinlerden iki iklim aktivistinin beraber video üretmek üzere buluştuğunda sorduğu yukarıdaki gibi soruları -ve mutlak anlamda çözümlemenin mümkün olmadığı onlarca daha fazlasını- içeriyordu. Çıkış noktamız “antroposen“, “ilişkisellik”, “kent”, “direniş” gibi iklim literatürü içerisinde önemli yer tutan kimi kavramları bir araya getirirken “estetik” bağlamında da düşünerek nasıl imgeleştirebileceğimizdi. Yani, iklim aktivizminin estetiği nasıl olurdu?

Kentin insan olmayan sakinlerini anlatmak…

Özellikle toplumsal meselelere, krizlere dikkat çeken herhangi bir üretimde, en azından önde gelen, belirleyici bazı kavramlar üzerine çalışarak girişilmesi bence elzem. Bu, sanatçının “sanatını” ne ölçüde “iyi” icra edeceğini belirlemez elbette ancak aksi taktirde, yüzeysel ve kolaycı bir yaklaşımla karşı karşıya kalınması da kaçınılmaz. Örneğin kentin insan olmayan canlıları üzerine bir iş yapıyorsanız, onlar “adına” konuşmak, onların “gözünden” bir şeyleri anlattığını iddia etmek pek çok durumda oldukça insan merkezci bir yaklaşım olur ve aşmaya çalışılan ağa geri takılıvermek anlamına gelir. Biz de, hali hazırda iklim/ekoloji jargonunuyla haşır neşir insanlar olsak da, Bahar’ın ufkumu genişleten kaynak önerileriyle(*), önce kavramsal olarak ilerledik.

 

Bunları, her mecra gibi kendince kısıtlılıkları ve tam da aynı sebepten özgürleştirdiği alanlar olan bir görsel mecraya, videoya nasıl aktaracağımıza gelince; videoyu hangi bağlamda kim için yaptığımız, ne kadar açıklayıcı olmamız gerektiği, anlaşılıp anlaşılamayacağı, biçiminin içeriğe nasıl katkısı olabileceği, antroposenin sınıfsal eleştirisini ne kadar dahil edebileceğimiz yani videonun işaret ölçeğinin ne kadar büyük ya da küçük olacağı… temel sorunlarımızı ve videonun hem içerik hem biçiminin en belirleyici sorularını oluşturdu. Bu soru(n)ları fark etmek önemli ki mümkün olduğunca bilinçli bir şekilde kendi pozisyonumuza, kabiliyetlerimize ve bağlama en uygun kararları almaya çalışabilelim. Dışarıda bırakılanın farkında olmak, dahil etmekte karar kılınan kadar mühim.

Biz, bir tür eylem yapmak istemediğimize karar verdik ama bu video sanatında eylemin yeri olmadığını düşündüğümüzden değildi. Onu sokakta yapıyorduk zaten, doğrudan. Akademik bir konferansta, kapalı bir anlatıma genişçe yer olacaktı. Yine de, altyapısı kişiyi şekillendirdiğinden, elbette üretimlerini de şekillendiriyor (bunu mimarların mimari araç ve bakışlarını oldukça yaratıcı şekilde işe dahil etmesi gibi, programdaki diğer videolarda da fark etmek mümkün). Günün sonunda videomuz; kentin çeperlerinden kıyısına hafriyat politikaları sebebiyle ormanlık alanlardan inen “yaban” domuzlarının boğazda yüzerek çıktığı, kentin dört farklı sosyo-ekonomik anlamda farklı noktasına megafon yerleştirerek, domuz seslerini yankılandırıp hatırlatarak bitti. Kentin rutin akışına karşı, boğazın akıntısının taşıdığı sesler.

‘Öteki’ olarak domuz

Kent dediğimizde akla ilk gelen insanlar olsa da, kentin sayısız insan olmayan varlığıyla paylaşıyoruz burayı. Hayvanlar, boğaz, ağaçlar, toprak… Kent politikaları betonla, hafriyatçı bakışla, ayrıştırıcı estetiğiyle bize yalnızca sınıfsal ötekiler yaratmıyor, yaban/kent ayrımını da dikte ediyor. Örneğin böceklerle ilişkilenemiyor, yabandan korkmayı öğreniyoruz.

Bahar, benimle domuzların boğazı yüzerek geçtiği haberlerini paylaştığında aklıma ilk gelen, domuzların kültürümüzde yerleşik olarak ötekinin de (yaban hayvanları) ötekisi olduğuydu. Nitekim, çekim sürecimiz de bundan etkilendi. Artık inşaat nedeniyle bir kıyısı olmayan Tophane tarafına doğru gerçekleştirdiğimiz çekimi, “cuma günü Tophane’de domuz sesi dinletemeyiz” endişesiyle cumartesiye kaydırdık -eh, iki kadın olmamız da avantajımıza değildi. Böylece cuma günkü çekimi Bebek sahiline kaydırdık. Kentin farklı bir dokusunu, estetiğini göstermek niyetiyle gittiğimiz Bebek Parkı’nda da parkın yenilenmesi sebebiyle inşaat vardı. Ayrıca cuma namazı da. Domuz sesi dinletmek için Bebek Camii’nin dışında namaz kılan topluluğun tamamen dağılmasını bekledik. Kargalar bağırırken, köpekler havlamaya devam ederken, domuz sesi söz konusu olduğunda kendi kendimize uygulamak durumunda kaldığımız bu sansür, belki otoriteyle derdi olan kanımı da kaynattığından, herhalde videoda işaret edemeyişimizin eksikliğini en çok hissettiğim mevzuydu.

Dışarıda kalanlar

İki hafta önce Bahar, bu hafta ben; bu yazıları kendi işimizi incelemek yahut açıklamaktan ziyade; öncelikle üretim sürecini görünür kılmak, arkasından da ekoloji & sanat ilişkisi ve aktivizmin estetiği üzerine düşünmeye nasıl devam edebiliriz gibi konuları bir nebze daha açabilmek niyetiyle yazdık. Elbette, nasıl bu yazı videonun dışındakilere dair kelimelerse, bunun da dışarıda bıraktığı pek çokları var.

Yazının kapsamadığı, “antroposen sanatı” & “sanatın antroposeni” ayrımı üzerine başka kelimeleri; birbuçuk’un, konferansın devamı niteliğinde düzenleyeceği, işler üzerine değerlendirme buluşmamızda “İklimin Estetiği: Antroposen Sanatı ve Mimarisi Üzerine Denemeler“ kitabının yazarı Eray Çaylı ile beraber sarf edeceğimizin haberiyle sonlandırayım. Ne kadar farklı veçhelerden ele alsak, konuşulur hale getirsek, hem şahsi hem toplumsal gelişimimiz adına o kadar verimli olacaktır düşüncesiyle… Ne kadar dallı bir ağaç o kadar çiçek, ümidimiz.

(*) Kaynaklardan bazıları:

  • Bruno Latour – Facing Gaia: Eight Lectures on the New Climate Regime
  • Jacques Rancière – Siyasalın Kıyısında, Metis Yayınları
  • Jacques Rancière – Aesthetics and Its Discontents
  • Jacques Rancière – The Distribution of the Sensible
  • Eray Çaylı – İklimin Estetiği: Antroposen Sanatı ve Mimarisi Üzerine Denemeler, Everest Yayınları
  • Begüm Özden Fırat & Ezgi Bakçay – Çağdaş Sanattan Radikal Siyasete, Estetik-Politik Eylem
  • TJ Demos – Contemporary Art and the Politics of Ecology

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.