Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yaşama sevinci diye bir şey kaldı mı?

0

Varlık dergisi son sayısında 80’nci yılı nedeniyle Garip akımı hakkında bir dosya yayımladı. Bu dosya (ve yıldönümü) vesilesiyle ben de uzun süredir açıp bakmadığım Garip şairlerinin kitaplarını ve bazı eski dergileri raftan indirdim hem o eski şiirleri hem de dönem ve şairler hakkında yazılanları okumak için.

Biliyorsunuz Garip deyince akla şairlerin isimlerinden bile önce bir yaşama sevinci gelir. Malum,

Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç…
(Orhan Veli)

Oysa akımın doğum tarihi, eğer Oktay Rifat ve Orhan Veli’nin Varlık dergisinde yayımlanan ve Melih Cevdet’e ithaf ettikleri Garip tarzı ilk şiirlerini alırsanız 1937’dir; Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet ortak imzasını taşıyan Garip kitabını alırsanız, 1941. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinden ve savaş yıllarından söz ediyoruz. Yani hava bugünkünden bile ağır olsa gerek. Ancak Garip akımının eski şiire, heceye ve şairane söyleyişe tepkisini bir yana bırakırsanız, bu şiir her şeyden önce yaşama sevincinin, dünyaya sıradan insanın iyimser gözüyle bakmanın şiiridir. Tabii Garip şairleri hem ilk kitapta hem de sonrasında toplumcu denebilecek bir şiir yazmışlardır, ama öfkeli bir toplumculuk değildir bu. Kavga şiiri değildir yani, ama yalnızlığın veya insanın iç sıkıntısının şiiri de değildir. Bana kalırsa fazla umutlu, klasik anlamda “geleceğe umutla bakan” bir hava da yoktur bu şiirlerde ama, bir nikbinlik şiiridir bu, Nazım Hikmet’in meşhur şiirine göndermeyle; âna dair bir gülümseyiş, iç aydınlığı vardır. Savaş yıllarının karanlığını,

Uçaklar gelecekmiş
Korkum yok benim
Kağıt gemilerim
Kurşun askerlerim hazır
Hem bunlar bozulursa
Babam yenilerini alır
(Oktay Rifat)

diye karşılayan bir ironiyle.

Cevat Çapan’ın bir yazısında (Notos 75, 2019) Oktay Rıfat için söylediği gibi “gündelik yaşantının her ayrıntısını olağanüstü bir dünyayla sanki o dünyanın insanları ve nesneleriyle birdenbire karşılaşmışçasına çocuksu bir sevinçle algılaması ve bunu coşkuyla dile getirmesidir” bu şiir. Demek ki dizelerden içimize işleyen bu sevinç, mühim…

***

Bu hatırlama beni bugünü düşünmeye sevk etti. Bugün o türden yaşama sevincine benzer bir şey kaldı mı? Doğaya, denize, uyuyan çocuğa, uçan kuşa, güneşin doğmasına, batmasına, “telgraf direğine ve kırlangıca”, hatta sevmeye ve tutkuya bu tür bir yaşama sevinciyle bakabiliyor mu bugünün insanı, emin değilim. Bu hep beraber hayattan bezmiş olduğumuz anlamına gelmiyor elbette, ama bugün başka türlü bir kolektif duygu durumu egemen hale gelmiş gibi geliyor bana. Bu bir tür savunma hali, bir tür kendini koruma, kötü sürprizlerden sakınma hali belki. Gardımızı alıp, tüyleri kabarmış bir kedi gibi bakıyoruz hayata. Bu da giderek koyulaşan, kıpırdamaz, akmaz hale gelen baskı ortamının nefes almayı zorlaştıran havasıyla ilişkili olsa gerek.

Gece 12’den sonra müzik yasağı, önceki içki yasağı denemesi gibi, işte bu havayı daha da ağırlaştıran bir saldırı oldu. Pandemi bahanesiyle başlayan yeni bir kampanya, müziği, sanat etkinliklerini, eğlenceyi ve tabii arkadaşlarla birlikte keyifle yiyip içmeyi uçlara sıkıştırmayı, “toplumdan uzak bohemlerin sapkınlığı” olarak kodlamayı, yeraltına itmeyi, sağlık tehdidi yaratan bir muzırlık olarak algılatmayı amaçlıyor. Kendi anladıkları tarzda bir steril toplum yaratmayı hedefliyor olsalar gerek. Beğenmeyen yurtdışına göç etsin, evine kapansın, depresyona girsin istiyorlar. Tabii eğlenceden, müzikten, sanattan ekmek yiyenler de (kendi kontrolleri altındaki tekelci sektör, TV kanalları vb. hariç) yiyemesinler, ayaklarını denk alsınlar! Çünkü bu alanı tüketicisi ve üreticisiyle istedikleri kadar kontrol edemiyorlar; oralarda bir şeyler dönüyor ve bu hoşlarına gitmiyor.

Oysa ister ana caddelerde ister ara sokaklarda olsun bütün bunlar, en çok da müzik, her şeyden önce yaşama sevinciyle ilgilidir. Yaşama sevinciyle dolu bir toplum da kolay kolay tek adamlara boyun eğmez, hukuk ortadan kaldırıldığında, devlet hazinesi boşaltıldığında sessiz kalmaz, yeşil alanlar yağmalandığında susmaz. Gezi eylemleri sırasındaki mizahla yoğrulmuş yaşama sevincini biz unutsak da onlar asla unutmuyor.

***

Şiire geri dönelim… Garip akımının çıkış döneminde yazdığı şiirlerden biri Orhan Veli’nin:

Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!

Çok daha sonraki yıllardan, Perçemli Sokak’tan iki Oktay Rifat şiiri:

Köşe başını tutan leylak kokusu
Yakamı bırak da gideyim

ve

Dibi görünen denize bak
Bak
Bak

Dönelim bakalım bugünkü çaya, leylak kokusuna ve dibi görünen denize…

Daha fazla yazmaya ne gerek!

Savaş döneminde, yoksul, en azından mütevazı hayatlarda, siyasi baskının da eksik olmadığı “siyah-beyaz” yıllarda, belki de hâlâ hatırlanır geçmişte kalmış olan istibdat yıllarının, mütarekenin, işgalin ve savaşların ardından bir yenilenme, durulma, kendine gelme dönemiydi bu yaşama sevincini açığa çıkaran. Zamanla (yine şiirden gidersek) baskı dönemleri 50’lerin, 80’lerin daha içe dönük şiirini getirdi. Bugün ise ülke tarihinin en ağır baskı dönemlerinden birinde, her şeye rağmen hayata inanan insanların yaşama sevincini, ellerinden müziği, sanatı ve keyifli anları da alarak öldürmeye çalışıyorlar. Yaşama sevincine düşman bir yönetimin polisi gökkuşağının altında, birlikte, kendileri olarak, özgürce yaşamak isteyen insanların yaptığı pikniğe saldırıyor. İnsanlar gülümseten mavi gökyüzünden, dirilten serin Boğaz suyundan körelten beton kulelere, ölümcül beton kanallara sürülüyor. Yaşama sevincinin kaynağı olan ağacın, ormanın, akarsuyun ve akan hayatın karşısına iş makineleri dikiliyor. Çünkü bu yaşama sevinci tiranın olmadığı bir gelecek ihtimaline inanmayı mümkün kılıyor.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar bu baskı dönemi de uzun sürmeyecek, yaşama sevinci galip gelecek. Belki de bu dönem kapanınca her yenilenme döneminde olduğu gibi yeni bir iyimser şair kuşağı gelir, kim bilir…

O halde gece yarısı bir müzik açıp Oktay Rifat’a kaldıralım kadehimizi:

(…)

Rumelihisarı’nda Orhan’ın mezarı
Ne gittim ne gördüm gitmek de istemem
Taze ekmek bir parça beyaz peynir
Şimdi olsa şuracıkta rakı içer
Denize mi bakar kim bilir

Ben rıhtımdan suya atlarım
Altımda balıklar
Üstümde bulutlar
Ağzımın kenarında çırpıntılı Boğaz suyu
Pembe yalıya doğru yüzerim

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.