‘En yoksun olduğumuz şey empati. Eğer empati yaparsak inanın ki sokak hayvanlarının su problemi de ortadan kalkacak.’
Havalar ısınıyor. Yağmurlar azalıyor. Sokaklarımızda çeşmeler de yok artık. Sokak hayvanlarının susuzluk sorunu günden güne büyüyor. Tabii betona ve asfalta kesmiş, yeşil alanları neredeyse kalmamış İstanbul’un sokak hayvanları söz konusu olduğunda tek mesele su değil. Barınma, sağlık ve daha pek çok temel yaşam haklarına dair ihlaller de beraberinde geliyor. Belediyeler bu konuyla ilgili ne yapıyor? Sivil toplumun hayvan haklarının sağlanması ve korunmasında rolü ne olmalı? Birey olarak sokak hayvanları için neler yapabiliriz? Akgün İlhan, bu soruları hayvan hakları aktivisti Tolga Öztorun’a sordu. Geçtiğimiz Salı Açık Radyo’da yayınlanan Sudan Gelen’e konuk olan Öztorun, sokak hayvanlarının yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışan yaratıcı, yapıcı ve kalıcı projelerini anlattı.
– Sevgili Tolga,sokak hayvanlarının yaşadığı sorunları dile getiren kısa filmler, fotoğraf projeleri, radyo ve TV programları gibi pek çok çalışmalar yaptın. Hayatın bu noktaya nasıl biraz anlatır mısın?
Bu bana kahramanım olan babamdan bir miras. Giderken benim gerçek bir insan olmamı sağlayıp öyle gitti. Ben daha küçücükken eve yaralı güvercinler ve hasta kediler getirirdi. Kendi bildim bileli köpeklerimiz oldu. Senelerdir engelli kedi ve köpeklerle beraber yaşıyorum. Barınaklarda sahalarda çalışıyorum. Yaşamımın doğal akışında hayvan hakları mücadelesi varoluş sebebim haline geldi. Zincirleme bir reaksiyon gibi gelişti bu süreç. Bu alanda herkesin yapabileceği bir şeyin mutlaka olduğuna inanıyorum. Mesleki veya ahlaki olarak hepimizin elinden bir şeyler geliyor. Burada esas olan durup seyretmek yerine mücadeleye el vermekte.
Sokak hayvanları için neler yapabilirim ki acaba diye düşünürken hepsi peşi sıra geldi aslında. Barınakta temizlik yaparak gönüllü olmuştum ama bu bana yetmemeye başlamıştı. Önce ilk kısa filmim olan “Ezber”i (2009) yaptık. 30 ünlü oyuncu ile hayvanlar kullanılmadan hayvan haklarına dikkat çeken bir film yaptım. Hemen ardından bu coğrafyanın barınak gerçeklerini anlatan ikinci kısa filmim olan “Sıradan Bir Gün”(2010) geldi. Kurgusuz bir biçimde tüm gerçeğiyle barınak nedir anlatmaya çalıştığım kısa metraj bir belgesel oldu bu. Ardından uzun seneler bir radyo serüvenim oldu. Alem FM ve Radyo D’de kendi hazırlayıp sunduğum Tolga Öztorun ile “Dost Muhabbeti” başladı. Hayvan haklarına dair yaptığım bu program uzun soluklu bir süreçti. Keşke hala devam etseydi diye düşündüğüm çok oldu. Yakın arkadaşlarım oyuncu Tuna Arman ve fotoğraf sanatçısı Ateş Kantürk ile “Farkında mısın?” adlı bir fotoğraf sergisi açarak 24 engelli hayvan ile 24 sanatçıyı bir araya getirdik. Okulları ve alışveriş merkezlerini gezdik sergimizle. Bu sayede 60 ton mama toplayıp barınaklara bağış yaptık. Sonra okullara gidip sokak hayvanlarını anlatmaya başladım. 2500 civarında çocuk ile sokak hayvanlarıyla barışık yaşama seminerleri yaptık. Bu seminerlerde fark ettim ki bu alanda pozitif kaynaklara ihtiyacımız var. Böylece barınaktan köpek sahiplendirmeyi anlatan bir çocuk kitabı yaparak işe başladık. Harika insan Kaan Güvercin ile “Küçük Ahmet Hayvan Barınağında” isimli ilk kitabımızı hazırladık. Son olarak ise bir deney laboratuvarından kaçan sıçanın hikâyesi olan “Latte Eve Gidiyor” oldu. Bu kitapları temin etmek isteyenler bana [email protected] adresimden yazıp ulaşabilir. Emin olduğum tek şey yaşadığım sürece hayvan haklarıyla alakalı projelerin içinde olacağım. Çünkü mücadelende kalıcı şeyler bırakmazsan yoksun.
– Havalar ısındıkça sokak hayvanlarının en elzem sorunlarının başında gelen susuzluk da başlıyor. Belediyelerin parklara yerleştirdiği suluklar iyi niyetli çalışmalar olsa dane sayıca ne de dağılım olarak yeterli değil. İstanbul gibi yeşil alanların hemen hiç olmadığı, betona ve asfalta boğulmuş kentlerde bu soruna nasıl çözüm getirilmeli?
Evet, biliyoruz ki bunlar yerel yönetimlerin görevi ama madem yapmıyorlar o zaman hava sıcaklığının 30 derecelere çıktığı günlerde bu sulukları temizlemek, her gün taze suyla doldurmak bizim görevimiz olmalı. Tabii aynı zamanda hayvanlara yardım etmeyi istemekten de hiç vazgeçmemek gerekiyor. Sadece evimizin ve işyerimizin önüne su koysak iş bitti diyebilir miyiz? Yetmese de bu çok önemli bir adım. Belki de çocuklarımıza bunu yapması gerektiğini anlatabiliriz. Böylece bu davranışı gelecek nesillere taşıyabiliriz. Sonuçta kapımızın önüne koyacağımız ufak bir kap su hayat kurtaracaktır. En yoksun olduğumuz şey empati. Eğer empati yaparsak inanın ki sokak hayvanlarının su problemi de ortadan kalkacak.
Öylesine beton içine kısıldık ki. Yıldız Parkı ve Maçka Parkı olmasa boğaz hattı neredeyse gri olacak. Direnmeliyiz ve elimizdekini vermemeliyiz diye düşünüyorum. Kendimiz ve yol arkadaşlarımız sokak hayvanlar için daha çok yeşil alan daha çok su kaynağı istemeliyiz. Bu yeşil alanlar kendi sağlığımız için de gerekli ve önemli elbette.
– Hepimizin bildiği gibi sokak hayvanlarının tek sorunu susuzluk değil. Hayvanlar kent hayatı içinde barınma ve sağlık haklarından da büyük ölçüde mahrumlar. Bununla ilgili İstanbul’daki mevcut durum nedir? Yerel yönetimler ve hükümetin temel görevi ne olmalı, neler yapmalı?
Bir kere bilmeliyiz ki yerel yönetimler hem sokak hem de yaban hayvanlarının temel yaşam haklarını korumak ve gözetmekle yükümlüdür. Aslında bunlar vatandaşın değil belediyelerin görevi. Elbette hepsi değil ama çoğu belediyebazı görevlerini yerine getirmiyor. Bu yetmezmiş gibi bu görevlerini bizler istemeden de yerine getirmiyor. Hatta çıkan haberlerden takip ediyorsunuzdur bu ülkede en zor şey sokak hayvanı olmak. İstenmeyen ve hor görülen olmak,İşkenceye maruz kalıp cinayete kurban gitmek sıkça duyduğumuz durumlar. Ama dediğimiz gibi yerel yönetimlerin görevi bu hayvanların sağlığını ve varlığını korumak. Belediyelerin var olma sebeplerinden biri de bu.
Peki, belediyeden hayvanlar için neler talep etmeliyiz? Su, yemek, barınma ve basit sağlık sorunlarının çözülmesi konularında belediyelerden taleplerimiz olmalı. Belediyelerden tüm bunları ücretsiz olarak isteyebiliriz. Hatta bunları istemek insan olarak her birimizin görevi. Bunlara ek olarak gözümüzün değdiği hayvanlara da hayatta kalabilmeleri için basit yardımlar etsek inan bana ortalık gül bahçesine döner. Örneğin kuduz, yerel yönetimlerin mücadele etmeleri gereken bir hastalık. Dünyada gelişmiş ülkelerde, neredeyse kökü kazınmışken bizim ülkemizde şehir merkezlerine yakın yerlerde bile görülüyor. İşte sadece bu bile yerel yönetimlerin görevlerini tam yapmadığını gösteriyor.
Ama öncelikle bu satırları okuyan sen haydi kapına su koy!
-Peki, Tolga hayvanların temel yaşam haklarını yerine getirmek ve korumak için vatandaşlar olarak biz neler yapabiliriz?
Galiba ben fazlasıyla bireysel savaşıyorum. Türkiye’de hayvan hakları derneklerinin çok büyük kısmının hakkıyla çalıştığını düşünmüyorum. Koca koca insanlar bile koltuk sevdasında olabiliyor. Hayvan korumanın insana kattığı yalancı itibarın peşindeler. Bu sebeple ben kendi başıma yoluma devam ediyorum. Çünkü daha insani bir çevrede yaşamak için, daha fazla yeşil alan olsun diye, daha fazla hayvan sağlıkla yaşasın diye, daha çok yaşanılası bir çevre için kimsenin onayına veya desteğine ihtiyacım yok. Ne demişler ilk olarak elinin uzanacağı yere ulaşmak ve sonra davanı hep bir adım öteye taşıman lazım.