ManşetHafta SonuKöşe YazılarıYazarlar

Şirketleri çözümün parçası haline getirmek: Kurumsal Sosyal Sorumluluk

0

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS)  İngilizcedeki Corporate Social Responsibility (CSR) teriminin doğrudan çevirisi. Şirketlerin, zorunlu olmadıkları halde, bazı sosyal ilkelere uymayı kabul etmeleri durumunu anlatmak için kullanılıyor.

Bu tanım aklımıza en az üç soru getiriyor: Birincisi, “şirketler neden zorunlu olmadıkları halde bazı ilkelere uymayı kabul ederler?”; ikincisi, “bu ilkeler nelerdir?”; üçüncüsü, “eğer bunlar önemliyse neden zorunlu değiller?”

Eminim sizin aklınıza başka sorular da gelmiştir. Benimle paylaşırsanız onlara da cevap bulmaya çalışırız. Soruları yanıtlamadan önce şirketlerin evrimine hızlıca bir göz atalım.

Bir velinimet olarak müşteri

Şirketlerin asıl faaliyet amacı, müşterileri için mal ve hizmet üretmek, bunu yaparken de para kazanmak.  Bu nedenle, yaklaşık 50 sene öncesine kadar şirketlerin dikkate aldıkları tek grup tüketici, yani müşteri grubu olmuş. Hatırlarsınız, “müşteri velinimetimizdir” ilkesi ülkemizde epey yaygın kabul görmüş bir söz.

1980’li yıllardan itibaren, öncelikle halka açık şirketlerin yoğun olduğu ABD ve İngiltere gibi ülkelerde, ardından diğer gelişmiş ekonomilerde tüketici yanısıra şirket ortakları da önem kazandı. Bunun sonucunda şirket yönetimleri, ortakların beklentilerini (yani “kar”!) karşılamayı da önemsediler. Bu ortamda özellikle şirketlerde büyük paylara sahip olan dev kurumsal yatırımcılar yönetim üzerinde ciddi etkiler yaratıp, şirketlerin daha kısa vadeli düşünmelerine ve kar motifinin ön plana çıkmasına yol açtılar.

Diğer paydaşlar dahil oluyor

1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nin çökmesi, ardından küreselleşmenin derinleşmeye başlamasıyla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren müşteri ve ortaklar yanısıra diğer paydaşlar da şirketlerin radar ekranına girmeye başladılar. Kimdi bu paydaşlar? Şirketin personeli, tedarikçileri, muhatabı olan düzenleyici ve kamu kurumları, STK’lar, içinde faaliyet gösterdikleri şehirler ve ülkeler ve buralarda yaşayan insanlar…Liste uzayıp gidiyor.

Şirketler cephesinde bunlar olurken, diğer yanda dijital çağın başlamasıyla birlikte bilgiye ulaşma kolaylaştı ve insanlar araştırmaya, soru sormaya ve talep etmeye başladı. Bireyler, tüketici, hisse sahibi veya çalışan olarak gücünün farkına vardı. Vatandaşlar, güçleri ve saygınlıkları gittikçe azalan kamu kurumları yanısıra şirketlerden de bazı adımlar atmalarını beklemeye başladı. Örneğin çevre, cinsiyet eşitsizliği, eğitim, sağlık, çalışma koşulları gibi alanlarda şirketlerin de sorumluluk almalarını talep ettiler. Talep etmekle kalmayıp, yeni farkına vardıkları güçlerini kullanmayı akıllarına getirdiler. Sesini çıkarmak, tüketmemek, “beğenmek veya beğenmemek”, gösteri yapmak yaygınlaştı. Aynı süreçte siyasal partiler, sendikalar ve kooperatifler gibi kolektif hareket eden kurumlar gözden düştü ama insanlar sosyal medya aracılığıyla bireysel bir güce kavuştu.

Şimdi birinci soruyu yanıtlayalım: Yukarıda özetlenen ortamda şirketler yerel veya küresel düzeyde ciddi grupların talepleriyle karşılaşmaya başlayınca kendilerinin de içinde bulundukları ülkelerin sorunlarına karşı bir şeyler yapmak, en azından duyarlı olmak zorunda kaldılar. Bazen tüketiciler, çalışanlar, ortaklar veya şirketin fabrikasının bulunduğu yerde yaşayan insanlar ciddi baskı ve eylemlerle şirketi bu yönde hareket etmeye zorladılar. Bazen de şirketin vizyon sahibi yöneticileri gelişmeleri görüp, adım attılar. Kimi zaman da ulusal veya küresel rekabet şirketi bu yönde davranmaya zorladı. Tüketicilerin sosyal sorumluluk adımı atan rakip firmanın ürünlerine yöneldiğini görünce, buna koşut girişimlerde bulunma zorunluluğu hissetti.

Ülkeye ve sektöre göre farklı ilkeler

İkinci soruya gelince, KSS ilkeleri standart, her ülkede ve her şirkete uygulanabilir bir liste değil. Gönüllülük esas olduğundan ve her ülkenin ve sektörün/firmanın koşulları farklı olduğundan, çok farklı ilkeler söz konusu olabilir. Ama, sizlere bir fikir vermesi açısından, Birleşmiş Milletler Global Compact tarafından hazırlanmış ve üzerinde konsensüs oluşmuş 10 temel ilkeyi dört ana başlık altında vereyim. a) İnsan Hakları: Şirketler insan haklarına saygı gösterir, korur; bu konudaki ihlallere katılmaz. b) İş Hayatı: Çalışanların sendikalaşma ve toplu pazarlık haklarını korur; zorla çalıştırmaya karşıdır; çocuk işçi çalıştırmaz ve istihdamda ayrımcılık yapmaz. c) Çevre: Çevre sorunlarına karşı önleyici tedbirleri alır ve destekler; çevreyle ilgili inisiyatif ve sorumluluk alır; çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi ve uygulanmasını destekler. d) Yolsuzluk: Rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla mücadele eder.

Görüldüğü üzere, oldukça genel ama kabul görmüş bu ilkeler yanısıra ülkelerin kendine özgü koşulları nedeniyle ortaya çıkan KSS uygulamaları da var. Türkiye’den bir örnek: Kız çocuklarının okullaşma oranının düşüklüğünü gidermek için birçok şirket kampanyalar açmış, maddi destek sağlamış veya bu konuda çalışan STK’lara destek olmuş ve olmaktadır.

Neden zorunlu değil?

Son soruya gelelim. Madem bu ilkeler bu kadar önemli, neden zorunlu olmuyor? Parlamentolar yasaları yapar ve kamu otoriteleri bunları uygulayarak bu sorunları çözerler. İdeal bir dünyada bu tabii ki olabilir ama maalesef orada değiliz. Bazı ülkeler (genellikle gelişmişler) zaten bunların birçoğunu yasa haline getirmiş durumdalar. Örneğin çocuk işçi çalıştırma ve rüşvet birçok gelişmiş ülkede yasaklanmış ve uygulamada da sıkı bir şekilde denetlenmekte.

Buna karşın birçok gelişmekte olan ülkede bu konularda herhangi bir yasal düzenleme bulunmuyor. Olanlarda ise denetim ve yaptırım olmadığından pratikte düzenleme yok hükmünde oluyor. Örneğin bazı Uzak Doğu ülkelerinde artık çocuk işçi çalıştırmak yasak olduğu halde fakirlik ve işsizlik yaygın olduğu ve kültürel/sosyal normlar bunu kabul ettiğinden uygulamada göz yumuluyor.

Bir başka faktör, şirketlerin yaptıkları çok etkili lobi faaliyetleri. Şirketler, maliyetlerini etkileyecek adımları atmamak için siyasi mekanizmalar üzerinde ciddi baskı kurmakta, teknik bir dizi gerekçe veya rekabet gücünün azalacak olması gibi sebepler öne sürerek bunların yasalaşmasını engelleyebilmekte. Diğer yandan, her sektör ve firma için farklı ve detaylı KSS ilkelerini belirlemek ve bunları yasayla düzenlemek kolay bir iş de değil. Teknolojinin geldiği nokta ve üretim süreçlerinin son derece karmaşıklaşması dikkate alındığında, kamunun ön alması çok zor. Ama, belli bir sorun kamuoyunda tartışılmaya başlanıp, destek bulunca siyasi makamlar üzerinde baskı oluşturup yasal düzenlemeler yapılması yönünde girişimlerde bulunulması mümkün.

Aslında KSS hareketinin temelinde, “uzun vadede şirketlerin ve toplumun menfaati örtüşür” anlayışı yatmakta. Kısa vadede şirket sadece daha fazla kar etmeyi hedefleyebilir ama orta-uzun vadede eğer bugün yaşadığımız Covid-19 salgını veya küresel ısınma gibi sorunlar herkes için yaşamı felç edecekse veya insanların alım gücü düştüğü için şirketin mal ve hizmetlerine talep olmayacaksa karın ne anlamı var?

İşte işin özü, bu orta-uzun vadeli bakış açısını şirketlerin (ve yöneticilerin) gündemine sokmak ve onları da çözümün bir parçası haline getirmek!

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.