Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[2023’ün ardından] Ekonomide toplumun çifte bedel ödeme yılı

0

2023’ün ilk yarısı, göz göre göre, bilime, teoriye ve pratiğe aykırı olarak 2021 Eylül’ünde başlayan faiz indirme operasyonunun bedelini toplum olarak ödemeye devam ettiğimiz bir dönem oldu.

Seçimi takiben ise ekonomide yeni bir sayfa açıldı. Adeta yeni bir parti iktidara gelmişcesine, yeni bir bakan ve Merkez Bankası başkanı ile yeni bir sayfa açılarak yeni politikalar uygulamaya konuldu. Yanlışların bedelini geride bıraktığımız iki yıl boyunca ödediğimiz yetmiyormuş gibi yılın ikinci yarısı da bu yanlıştan dönmek için izlenen yeni politikaların doğurduğu maliyeti ödemekle geçti. Bu bedel ödeme süreci görünür gelecekte de devam edecek, kurtuluş yok.

Siyasetçiler tarafından yapılan politika hatalarının bedeli “siyasi” olarak ödenir. Bu konudaki yoğun beklentilere rağmen mayıs ayındaki seçimlerde bu bedel tahsil edilemedi. Toplumun çoğunluğu iktidar partisine izlediği ekonomi politikalarından dolayı bir bedel ödetme ihtiyacı hissetmedi. Bunun nedeninin bu insanların yaşanan krizden etkilenmemesi olduğunu söylemek zor. Siyasi ve sosyal tercihlerin, kimlik siyasetinin, muhalefetin yanlışlarının vb bu sonuca yol açtığı söylenebilir. Bu derin tartışmayı konunun uzmanlarına bırakıyorum.

Göz göre göre yapılan hatalar

İktidarın benzer yanlışları ve keskin geri dönüşleri başka alanlarda da var. Örneğin dış siyasette. Yunanistan, Mısır, Körfez ülkeleri ve Suriye gibi ülkelerle ilişkiler çeşitli fevri çıkışlarla neredeyse tamamen kesilmişken şimdi hepsiyle bir balayı dönemi başlatılmaya çalışılıyor. Bir başka örnek 2,5 milyar dolar ödenerek Rusya’dan satın alınan S-400 savunma sistemi. Bunun sonucunda ABD’nin F-35 programından çıkarılarak hem bu uçaklardan hem de bu programdan kazanacağımız 10 küsur milyar dolardan olduk. Yapılanın hata olduğu anlaşılınca sistem aktive edilmedi ama 12,5 milyar dolarlık ekonomik zarar yanımıza kar kaldı. Yanlışlardan dönmek büyük bir erdem ancak bu yanlışların bedelini görünce, “neden bu yanlışları göz göre göre yapıyor ve ardından bu bedelleri ödemek zorunda kalıyoruz?” sorusunu sormadan da edemiyoruz. Aynı lider, aynı parti iktidarı 2-3 sene arayla aynı konularda birbirinden 180 derece farklı politikaları uygulamaya koyabiliyor. Öyle görünüyor ki, yanlışların bedeli toplum tarafından tahsil edilmediği sürece benzer süreçleri yaşamaya devam edeceğiz.

Söylemeye hiç gerek yok ama yine de buraya not düşeyim. Bu yanlışlar yapılırken aklı başında birçok uzman yapılanın yanlış olduğunu her yerde söylemekten ve yazmaktan yoruldu. Adeta dillerinde tüy bitti. Ama neredeyse inadına yapıldı bu yanlışlar. Bu yanlış adımların bugün ortaya çıkardığı sorunların ve maliyetin hepsi de o uzmanların tam da zamanında söylediği gibi gerçekleşti.

Seçim sonrası ekonomi politikası

İzlenen yanlış faiz politikasının yanlışlığının anlaşılması için iki yıl kadar süre geçmesi gerekti. Aslında belki hiç anlaşılmayacaktı ama çeşitli ülkelerden alınan borçlara (swap) rağmen döviz rezervimiz negatifin de tabanına vurunca alarm zilleri çaldı. Yoksa gelir dağılımındaki bozulmaya, yoksullaşmaya ve enflasyonun geldiği noktaya bakılarak hiçbir şey anlaşılmayacaktı. Sağ olsun yabancılar var da, her ne kadar seçmen değillerse de, kendilerine olan borcumuzun geri ödemeleri aksayınca büyük sorun çıkacaktı. O nedenle yanlıştan dönüldü.

Mehmet Şimşek ve ekibinin esas olarak faizleri kademeli bir şekilde artırarak uygulamaya koyduğu “ortodoks” politikalar ekonomide normalleşme yolunda bazı olumlu gelişmelere yol açtı. Bunu da kabul edelim. Mevduat ve kredi faizleri artmaya, borsa, konut ve araba gibi varlık fiyatları göreli olarak düşmeye başladı. Enflasyonda henüz bir düşüş görmüyoruz ama o da gelecekmiş, öyle söylüyor büyüklerimiz. Elbette dezenflasyonist politikalar uygulamaya konulunca her zaman en mağdur olanlar ücretlilerdir. Ücretlilerin mağduriyetindeki ikinci dönem de bu şekilde başlamış oldu. Bakan Şimşek, sanki enflasyonu azdıran ve bundan en çok faydalananlar ücretlilermiş gibi, “eh, şimdi bedel ödeme zamanı geldi, ücret artışları beklenen enflasyona göre hesaplanmalı” havasında konuşmaya başladı. Üstelik, bugüne kadar bu ülkede neredeyse hiçbir zaman beklenen enflasyon gerçekleşmemiş, hep söylenenin üzerinde kalmışken.

Faizlerin artması ve görece bir istikrar gelmesiyle biraz yabancı portföy yatırımı (Türk hisse senedi ve tahvillerine yatırım) da gelmeye başladı. Aslında geliyor denmez, damlıyor adeta. CDS’le ölçülen kredi riskimiz de azalmaya başladı. Rezervlerde de bir artış görüyoruz. Yabancılardan gelecek portföy yatırımlarının arkası gelir mi, gelebilir elbette. Bunu belirleyecek olan ana unsur reel faizler (Faiz oranı-enflasyon oranı) ve döviz kurları. Şimşek ve ekibi önümüzdek günlerde bu konularda nereye kadar adım atabilecek, göreceğiz. ABD ve AB’de faizlerin önümüzdeki yıldan itibaren düşme eğilimine girecek olması beklentisi de Türkiye’ye olumlu yansıyacaktır. Diğer yandan, yerel seçimler sonrasında bugünkü politikaların devam edip etmeyeceği de merak konusu. Benim tahminim, aynı ekiple devam edeceği şeklinde.

Ancak, dışarıdan sermaye girişinin en temel belirleyicisi ülkedeki siyasi/ekonomik istikrar ve algılanan risk seviyesidir. Türkiye’ye gelen yabancı portföy yatırımlarının yaklaşık yüzde 90’ı, doğrudan yatırımların ise yaklaşık yüzde 75’i Batıdan geliyor. Batı derken AB, ABD, İngiltere ve İsviçre’yi kastediyorum. Kurumsallaşmanın, istikrarın ve öngörülebilirliğin zirvede olduğu bu ülkelerden Türkiye’ye bakılınca durum hiç parlak görünmüyor. Batı’yla çatışma görüntüsü veren politika ve söylemler yanısıra ekonomi politikalarında ve dış siyasette yaşanan ve yukarıda özetlediğim gel-gitler Batı sermayesi nezdinde “çok güvenilir” bir ülke imajı çizmiyor. Bu yapının kısa vadede değişmesi de pek mümkün görünmüyor. Son İsrail-Filistin çatışmasında Hamas lehine alınan tavır ve İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanmaması Batı ile Türkiye arasındaki gerilimi daha da artırdı. Dolayısıyla Batı’dan 2003 sonrasında gördüğümüze benzer, hatta ona birazcık olsun yaklaşan bir sermaye akışı görmeyi beklemiyorum. Bugüne göre önümüzdeki dönemde biraz daha artan portföy yatırımlarıyla yetinirken, turizm ve ihracat gibi döviz getiren alanlara yoğunlaşmamız gerekecek gibi görünüyor.

Önümüzdeki yıla ilişkin beklentiler

Faizlerin ciddi ölçüde artmasının ekonomi üzerinde önemli sonuçları olacak. Büyüme düşecek, işsizlik artacak. Dolayısıyla yoksulluk daha da artacak. Orta sınıflar aleyhine gittikçe bozulan gelir dağılımında da bir iyileşme beklemiyorum. Enflasyon cephesinde, izlenen politikaların kararlılıkla sürdürülmesine koşut olarak 2024’ün ikinci yarısında biraz düşüş görmeye başlayacağız. Ama büyüme ve işsizlik cephesinde ortaya çıkacak sıkıntılara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne kadar sabredeceği konusu büyük bir soru işareti olarak önümüzde duruyor.

Cumhurbaşkanı geçmişte hep büyümeyi tercih etti. Eğer bu baskı artar ve yine aynı tercih yapılırsa bir çuval incir berbat edilebilir ve tekrar başa dönülebilir. Yerel seçimleri izleyen dört yıldan uzun sürede seçim olmayacak olması bu olasılığı azaltıyor ama tamamen sıfırlamıyor.

Kısaca, yanlış ekonomi politikaları izlenirken milyonlarca ücretliye ve düşük-orta gelirliye vurulan darbe, yanlış politikalardan dönülürken de aynı milyonları benzer şekilde mağdur etmeye devam ediyor. Her türlü sıkıntıya rağmen eğer bu “ortodoks” politikalar sonuna kadar devam ettirilir ve diğer bazı adımlar (yapısal reform, bütçe disiplini, vb.) da atılırsa, hiç olmazsa sonrası için birazcık umutlanabileceğiz. Aksi takdirde, bir krizden öbürüne savrulup, fakirleşmeye ve dünyadan kopmaya devam edeceğiz.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.