Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Satın alma gücünün erimesi

0

Geçtiğimiz günlerde tanıdığım genç bir çiftle sohbet ediyorduk. Bu çift özel sektörde orta düzey yönetici olarak çalışıyor ve göreli olarak iyi denebilecek seviyede gelirleri var. Düzenli bir şekilde tasarruf da yapıyorlar. Şu anda kirada oturuyorlar ama uygun bir zamanda kredi de alarak bir ev satın almayı düşünüyorlar. Konuşmanın bir yerinde ev konusunun nasıl gittiğini sordum. Şöyle bir yanıt aldım: “Yıllardır çalışıyoruz, kariyerlerimizde de iyi bir şekilde ilerliyoruz. Mümkün olduğunca tasarruf da yapıyoruz ama geriye dönüp baktığımızda hep aynı yerde sayıyor hatta geriye gittiğimizi görüyoruz.”

Bir başka anlatımla, “satın alma gücümüz hiç artmadığı gibi eriyor da” diyorlar. İşte içinde bulunduğumuz dönemin insanlara yansıyan acı ekonomik gerçeklerinden birisi de bu. İşsizlerden bahsetmiyorum, ürününü satamayan çiftçiden bahsetmiyorum, Covid döneminde dükkanını kapatmak zorunda kalıp devletten de hiç destek alamayan esnaftan bahsetmiyorum. Bu insanların durumu çok daha kötü. Burada bahsettiğim kişiler iyi eğitim almış, düzenli ve iyi gelirli işleri olan, profesyonel hayatlarında başarılı insanlar. Gelinen noktada artık Türkiye iyi eğitimli profesyonellerini de hızla umutsuzluğa sürükleyen bir noktaya geldi maalesef.

‘Satın alma gücü’ ne demek?

Satın alma gücü, belirli bir parayla satın alabildiğiniz şeyleri ifade ediyor. Örneğin 100 TL ile 2015 ve 2020 Temmuz aylarında neden ne kadar satın alabiliyordunuz, Temmuz 2021’de ne kadar alabiliyorsunuz? Çok detaya inmeyelim, sadece iki temel kaleme ve ilgili yılın temmuz ayı başındaki fiyatlarına bakalım. İlki doğal gaz olsun. 1 m3 doğal gazın fiyatı 2015’de 1.06 TL, 2020’de 1.97 TL ve 2021’de 2.32 TL olmuş. Buna göre doğal gazın fiyatı son altı yılda yüzde 119, son bir yılda ise yüzde 18 artmış. 100 TL ile alabileceğimiz doğal gaz ise 2015’de 94 m3 iken, 2020’de 51, 2021’de ise 43 m3’e düşmüş.

Bir de ABD Dolarına bakalım. Dolara bakmak, bu döviz birimi birçok şeyin fiyatının belirlenmesinde esas olduğu için ve Türk insanı için önemli bir yatırım aracı haline de geldiğinden anlamlı olacak. Dolar kuru 2015’de 2.67TL, 2020’de 6.84TL ve 2021’de 8.68TL olmuş. Doları esas aldığımızda ise son altı yılda artış yüzde 325 olurken, son bir yıldaki artış yüzde 27 olarak gerçekleşmiş. 100 TL ile alınabilecek dolar miktarı ise 2015’de 37 iken 2020’de 14.6’ya, 2021’de ise 11.5’e düşmüş.

Bu hesaplamayı sizin için önemli olan ürün ve hizmetler için yapabilir ve artan fiyatlar karşısında satın alma gücünüzün nasıl seyrettiğini görebilirsiniz. İşte bireyler için önemli olan da bu. Yani, kendi yaşamınızda tükettiğiniz ürün ve hizmetlerden yola çıkarak hesapladığınız satın alma gücü. Yoksa fiktif bir tüketim sepeti esas alınarak ve nereden alındığı bilinmeyen fiktif fiyatlar kullanılarak hesaplanan genel enflasyon oranı değil!

Erozyonun ilk nedeni: Enflasyon

Sadece yukarıdaki iki örneğe bakarak tespit ettiğimiz satın alma gücündeki erozyonun iki boyutu var. İlki elbette enflasyon. Yani, fiyatlardaki artış oranı. Fiyatlar arttığında gelirlerimiz sabit kalıyor veya aynı oranda artmıyorsa enflasyondan arındırılmış gerçek (reel) gelirimiz düşer. Gerçek gelirimiz düşünce de bununla satın alabileceğimiz ürün ve hizmetler azalır. Kısaca, FAKİRLEŞİRİZ! Enflasyonun yine dört nala gittiği bir dönemdeyiz ve bu durum daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. TÜİK’in resmi rakamlarına göre son bir yılın (1 Temmuz 2020-30 Haziran 2021) tüketici enflasyonu yüzde 17.53. Bu oranın çarşıda pazarda gördüğümüz ve cüzdanımıza yansıyan enflasyonu yansıtmadığını artık çok iyi biliyoruz. Gerçek enflasyon rakamını artık başka kaynaklardan takip etmek gerekiyor. Bu amaçla oluşturulmuş olan bağımsız ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) da artık her ay enflasyon oranı açıklıyor. ENAG’ın hesabına göre son bir yılın tüketici enflasyonu yüzde 45.40 olarak gerçekleşti. Aradaki fark üç katına yakın!

Enflasyonun yükselmesinde izlenen yanlış ekonomi politikalarının yarattığı döviz kuru artışı yanı sıra Covid’in getirdiği ilave maliyet artışlarının da etkisi var. Covid sürecinin üretimde ve lojistik hizmetlerde yarattığı tahribat, talebin artmaya başladığı son dönemde ciddi fiyat artışlarına yol açıyor. Bu durum sadece Türkiye’de değil küresel olarak da fiyatları yukarıya çekiyor. Ülkemizde izlenen yanlış ekonomi politikaları yabancı yatırımcıyı ülkeden kaçırıp üstüne de turizm gelirlerinde ciddi bir azalış yaşanınca döviz kurları da ciddi ölçüde yükselmiş durumda. Bu da, küresel fiyat artışlarının Türk ekonomisine misliyle yansıması sonucunu doğuruyor.

Aşılama oranı yükselip ekonomiler normalleşmeye devam ettikçe kısa dönemde fiyat artışları devam edecek gibi görünüyor. Ama bir süre sonra üretim talebe cevap vermeye başlayınca fiyatlardaki artışın normalleşmesi bekleniyor. Bu nedenle, Covid bağlantılı fiyat artışlarının ülkemize yansımalarını daha yüksek enflasyon oranlarıyla bir süre daha görmeye devam edeceğiz. Ama kötü ekonomi yönetiminin yarattığı enflasyonun ne zaman biteceği belirsiz.

Gelir ve ücretlerde durum

Satın alma gücünü belirleyen ikinci önemli unsur ise gelir ve ücretlerdeki değişim. Eğer bir yılda sizin tüketim sepetinizde ortalama yüzde 45 fiyat artışı olmuş, geliriniz de yüzde 45 veya daha yüksek bir oranda artmışşa satın alma gücünüz aynı kalmış veya artmış demektir. Bu durumda sizin alım gücünüzde bir değişme olmayacak ya da artmış olacaktır. O halde enflasyon karşısında ücret ve gelirlerdeki artış rakamlarına bakarak satın alma gücünün seyrine dair bir fikir edinmek gerekiyor.

Ücretler konusunda elimizde maalesef kapsamlı bir veri seti yok. Özellikle özel sektörde uygulanan ücret artışları konusunda pek bilgiye sahip değiliz.  Elimizde olan tek tutarlı ücret veri seti asgari ücret rakamları. Asgari ücret rakamının ülke düzeyindeki ücretler açısından önemli bir gösterge olduğunu biliyoruz çünkü birçok AB ülkesinde asgari ücretlilerin toplam içindeki oranı çok sembolik düzeyde iken, Türkiye’de çalışanların neredeyse yüzde 50’si asgari ücret veya altında bir gelir elde ediyor. Aslında uygulamada asgari ücret adeta azami ücret anlamına gelmeye başlamış durumda. Asgari ücret artışları ayrıca diğer ücret artış oranlarının belirlenmesinde bir gösterge olarak kullanılıyor.

Net asgari ücret rakamlarına baktığımızda 2015 yılında 1301TL, 2020’de 2325TL ve 2021 yılında 2826TL olarak belirlendiğini görüyoruz. Buna göre son altı yılda artış oranı yüzde 117 iken, son bir yılda yüzde 21 olmuş. Yukarıda ele aldığımız iki kalemdeki (doğal gaz ve dolar kuru) ortalama artışla karşılaştırdığımızda asgari ücretteki artışın, fiyatlardaki artışın çok altında kaldığını, dolayısıyla satın alma gücünün 2015-2021 döneminde azalmış olduğunu net bir şekilde söyleyebiliyoruz.

Gelirlerin artması ve eşitsizliğin düzeltilmesi

Türkiye’de enflasyonun arttığı dönemlerde pazarlık gücü olmayan veya çok sınırlı olan (az sayıdaki sendikalı işçi) ücretlilerin reel gelirlerinin daha hızlı bir şekilde düştüğünü ve gelir dağılımının ücretliler aleyhine daha da bozulduğunu biliyoruz. Ülkedeki yüksek işsizlik oranı da yıllardır bu süreci destekleyen bir işlev görüyor. Yine böyle bir dönemden geçiyoruz. Ücretliler, bir yandan dört nala giden enflasyon, diğer yandan yeterince artmayan ücretler nedeniyle iki cepheden gelen ataklarla karşı karşıyalar. Dolayısıyla, ücretlilerin satın alma gücündeki düşüş hızlanarak sürüyor. Yetenekli insanlarımızı kaybetmek istemiyor, ülkede üretim faaliyetlerinin devam etmesini istiyor ve ücretlilerin yükselen alım gücüyle ekonomide büyümeyi teşvik etmek istiyorsak ücretlilerin satın alma gücünü artırmak zorundayız. Orta-uzun vadede ise gelir dağılımını ücretliler lehine düzeltmezsek ekonomik büyüme, refah ve adalet cephesinde duvara toslamamız kaçınılmaz olacak!

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.