Ana Sayfa Blog Sayfa 965

Ukrayna’da 11 milyon kişi yerinden edildi, AB’den Rusya’ya yeni yaptırım paketi

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Göç Örgütü (IOM), son raporunda Ukrayna’da savaş nedeniyle 7,1 milyon kişinin evini terk etmek zorunda kaldığını ve ülkenin başka yerlerine gittiğini kaydetti.BM Mülteciler Yüksek Komiserliği deülkeden yrılan 4 milyodan fazla kişiyle birlikte 11 milyondan fazla insanın Rus işgali yüzünden evlerini terk etmek zorunda kaldığını açıkladı.

IOM‘nin 16 Mart’ta yayımlanan bir önceki raporuna göreyüzde 10’luk bir artış söz konusu.

Yerinden edilen hanelerin yarısından fazlası çocuklu aileler ve yüzde 57’sinin yanında ise yaşlı bir aile üyesi bulunuyor. Bu 7,1 milyon kişinin yüzde 59’u kadınlar ve yüzde 30’luk bir kesimin de kronik hastalığı var. Evlerinden olan haneler son bir ayda hiçbir gelir elde etmediklerini belirtiyor.

BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Martin Griffiths ise haftalardır kuşatma altında olan Mariupol şehrini “cehenneme” benzeterek, Ukrayna nüfusunun dörtte birinin ülkeden ayrıldığını söyledi. Savaş başlamadan önce Ukrayna’nın nüfusu 44 milyon olarak kayıtlara geçmişti.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, dün toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde liderlere hitap ettiği konuşmasında “Rus askerlerinin sadece zevk için işkence ettiğini ve öldürdüğünü” söyledi ve “Buça’daki katliam Rusya’nın son 41 günde gerçekleştirdiği katliamlardan sadece biri” dedi.

Rus askerlerinin insanları sokaklarda, evlerinde vurduğunu, tanklarla ezdiğini savunan Zelenski, Rusya’nın eylemlerini IŞID’inkilere benzetti.

“BM’nin garantiye alması gereken barış ve güvenlik nerede?” diye soran Zelenski, savaş suçu olarak adlandırdığı görüntülerden grafik bir video da gösterdi ve suçları kanıtlayan uydu görüntüleri olduğunu belirtti. Dünya liderlerinin işgale tepkilerini eleştiren Ukrayna lideri, Rus bankalarına ve enerji şirketlerine daha fazla ve güçlü yaptırımlar uygulanması gerektiğini söyledi.

Nazi savaş suçlularını yargılayan Nürnberg mahkemelerini örnek vererek Rusları yargılamak için uluslararası bir mahkeme kurulması çağrısında bulunan Zelenski, “Ceza emri veren ve halkımızı öldürerek bunları uygulayan herkes, Nürnberg mahkemelerine benzer olması gereken mahkeme önüne çıkarılacaktır” dedi. Ukrayna lideri iki Nazi savaş suçlusundan örnek vererek Rusya’ya hiçbirinin “cezadan kaçmadığını” hatırlatmak istediğini söyledi.

Zelenski her gece yayımladığı konuşmasında şunları ekledi:

Şimdi, özellikle Batılı liderler için çok önemli bir an. Dünyanın Buça’da gördüklerinden sonra, Rusya’ya yönelik yaptırımlar, işgalcilerin savaş suçlarının ağırlığı ile orantılı olmalıdır.

Konseyde konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de Rusya’yı Ukrayna’yı işgal ederek uluslararası kabul görmüş sınırları yeniden çizmeye çalışmakla suçladı ve Ukrayna’daki savaşın uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biri olduğunu söyledi.

Rusya’nın başlattığı savaşın “tam teşekkülü bir istila” söyleyen belirten Guterres, BM Sözleşmesi’ni ihlal edilidiğini ve 2. Dünya Savaşı’ndan beri en hızlı zorla yerinden edilme ile karşı karşıya olduklarını belirtti.

Fotoğraf: Mauricio Lima / New York Times

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Rus halkına hitaben yayınladığı video mesajında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “dünyayı dehşete düşüren vahşetle” savaş suçu işlemekle suçlandığını belirterek, Ruslardan gerçekleri araştırmalarını istedi. Johnson, 1 dakika 50 saniyelik mesajında Rusça, “Rus halkı gerçeği bilmeyi hak ediyor, siz gerçekleri bilmeyi hak ediyorsunuz” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), savaş suçu işlenip işlenmediğine dair soruşturmaya başladı ve kanıt toplamak için Ukrayna’ya bir ekip gönderdi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Rus güçlerinin geri çekilmek yerine, Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı  Donbas bölgesini tümüyle ele geçirmeyi ve buradan Kırım‘a bir kara köprüsü oluşturmayı düşündüğünü belirtti.

Rusya’nın Ukrayna’daki isteklerinden vazgeçmediğini ifade eden Stoltenberg, Rus güçlerinin Kiev‘den uzaklaşarak yeniden gruplandığını, yeniden silahlandığını ve doğuya yönelmeyi hedeflediğini gözlemlediklerini söyledi.

Fotoğraf: Lee Durant / BBC

Zelenski de şu anda en zor durumun Donbas bölgesi ve Harkov‘da yaşandığını ifade etmiş, Ukrayna birliklerinin Rus güçlerine direnebilmesi için her şeyi yapmaya devam edeceğini söylemişti.

Yeni yaptırımlar

Rusya savaş suçları işlediğini reddederken, Avrupalı ​​liderlerin Rus kömür ithalatını kesebilecek önlemleri bugün oylamaları planlanıyor. Şimdiye kadar Avrupa, Rus gazını bloke etme konusunda bölünmüş durumda.

ABD‘de ise Joe Biden yönetiminin Buça’daki görüntülere yanıt olarak Rusya’nın en büyük iki bankasına daha geniş yaptırımlar uygulaması bekleniyor. Karar bugün açıklanabilir.

Öte yandan Amerika , Rusya’nın Amerikan bankalarında tutulan dolarları kullanarak borç ödemelerini engellemeye başladı; bu, uluslararası döviz rezervlerini tüketmek ve potansiyel olarak Rusya’yı yüzyıldaki ilk döviz borcu temerrüdüne itmek için tasarlanmış bir hareket.

AB Rusya’dan kömür ithalatını yasaklamayı planlanıyor

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’ya karşı uygulanacak beşinci yaptırım paketi teklifini açıkladı. 

Rusya’dan kömür ithalatına yılda 4 milyar euro değerinde ithalat yasağı getireceklerini belirten von der Leyen, Rusya’nın en büyük ikinci bankası olan VTB‘nin de aralarında bulunduğu dört önemli Rus bankasına tam işlem yasağı konacağını bildirdi.

ursula von der leyen

Von der Leyen, “Artık piyasadan tamamen kopardığımız bu dört banka, Rus bankacılık sektöründeki pazar payının yüzde 23’ünü temsil ediyor. Bu, Rusya’nın mali sistemini daha da zayıflatacak” dedi.

Rusya’nın teknolojik tabanını hedef alan 10 milyar avro değerinde ilave ihracat yasakları da getireceklerini bildireren Von der Leyen, Rusya’nın ve oligarklarının odundan çimentoya, deniz ürünlerinden liköre kadar olan ürünlerdeki para akışını kesmek için 5,5 milyar euroluk bazı özel yeni ithalat yasakları da uygulanacağını duyurdu. 

Leyen şunları söyledi:

Rus kamu kurumlarına yapılan tüm mali desteğin kesilmesi gibi çok hedefli bir dizi önlem alıyoruz.

Paketin bugün Birlik üyesi 27 üye tarafından oylanması bekleniyor.

Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Bu yıl küresel gıda kıtlığı yaşanırken, yurt dışına gıda ihracatı konusunda daha ihtiyatlı olacağız.” dedi.

Erkekler Mart’ta 25 kadını öldürdü

Erkekler 2022’nin ilk üç ayında en az 70 kadını öldürdü. Faillerin yüzde 76’sı eş ya da sevgili, yüzde 16’sı baba veya oğul ve yüzde 8’i de diğer erkeklerdi. 19 kadının ölümü ise şüpheli olarak kaydedildi. Altı kadın koruma kararı varken öldürüldü. 

bianet‘in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre hazırladığı Erkek Şiddeti Çetelesi’nin Mart verileri yayımlandı.

Kadınlar koruma ve uzaklaştırma kararları varken öldürüldü

Erkekler, Mart’ta en az 25 kadını öldürdü; geçen yıl bu sayı 36 idi. Ayrıca erkekler, kadınların yanında bulunan bir erkeği de öldürdü. Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Türkmenistan, biri Afganistan biri de Kırgızistan’lıydı. Erkekler en az altı kadını “koruma” veya “uzaklaştırma” kararına rağmen öldürdü.

Erkeklerin bahanesi: Ayrılmak istiyor

Erklerin 18 kadını öldürme “bahanesi” basına yansımadı. Erkekler yedi kadını ayrılmak istediği iki kadını da ekonomik sorunlar için öldürdü.

19 kadını kocası, eski kocası veya sevgilisi öldürdü. İki kadını oğlu, bir kadını babası, bir kadını akrabası öldürdü. İki kadını öldüren dört erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Erkekler, kadınların yarısından fazlasını ev içinde öldürdü. Erkekler, 15 kadını ev içinde, 10 kadını işyeri, ormanlık alan, sokak, hastane gibi ev dışı alanlarda öldürdü. Erkekler, kadınları yarısından fazlasını ateşli silahla öldürdü.

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Üç çocuk öldürüldü: Bir çocuğu zorla evlendirilmek istendiği erkek öldürdü

Erkekler Mart’ta en az üç çocuğu öldürdü. Geçen yıl aynı ay sayı dörttü. Bir çocuğu erken yaşta zorla evlendirilmek istendiği erkek, iki çocuğu da babası öldürdü. İstanbul, Edirne ve Ankara’da üç çocuğa babası şiddet uyguladı.

Malatya’da bir çocuk şüpheli şekilde hayatını kaybetti.

Fotoğraf: Hale Güzin Kızılaslan / csgorselarsiv.org

Cinsel saldırı /Tecavüz

Basına yansıyan bilgilere göre erkekler, Mart’ta en az üç kadına tecavüz etti. Geçen yıl aynı ay erkeklerin tecavüz ettiği kadın sayısı dokuzdu.Bir kadına kuzeni, bir kadına doktor, bir kadına da bindiği aracın şoförü tecavüz etti.

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Taciz

Mart 2022’de erkekler en az beş kadını taciz etti. Bu sayı geçen yıl aynı ay 11 idi. Erkekler, dört kadını sözlü ve fiziki yollarla taciz etti. Erkekler bir kadının da görüntüsünü sosyal medyada yayınladı. Erkekler beş kadını ev dışı alanlarla taciz etti. Kadınları taciz eden beş erkeğin yakınlık derecesi basına yansıması.

Erkekler 12 çocuğu istismar etti

Erkekler, Mart’ta en az 12 çocuğu istismar etti. Geçen yıl aynı ay bu sayı 25 idi. En az yedi çocuğu istismar eden 10 erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı. İki çocuğu öğretmeni, bir çocuğu patronu, bir çocuğu akrabası, bir çocuğu da okul çalışanı erkek istismar etti. Erkekler, 12 çocuğu okul, sokak gibi ev dışı alanlarda istismar etti.

Fotoğraf: Sendika.org Arşivi / csgorselarsiv.org

Mart’ta en az 51 kadına şiddet uygulandı

Erkekler, Mart’ta en az 51 kadına şiddet uyguladı. Geçen yıl da aynı ay bu sayı, 68 idi. Erkeklerin şiddet uyguladığı dokuz kadın “ağır” hasta olarak hastaneye kaldırıldı. Erkekler en altı kadına “koruma kararını” ihlal ederek şiddet uyguladı.

Erkeklerin şiddet uyguladığı iki kadın Suriyeli bir kadın da Iraklıydı. En az. 41 kadına kocası, sevgilisi, eski kocası/sevgili şiddet uyguladı. İki kadına oğlu, bir kadına da şoför şiddet uyguladı. En az yedi kadına şiddet uygulayan erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Fotoğraf: Özge Özgüner / csgorselarsiv.org

Erkeklerin 39 kadına şiddet uygulama bahanesi basına yansımazken, erkekler 12 kadına ayrılmak istediği, barışmak istemediği için şiddet uyguladı. Erkekler, 39 kadını darp ederek yaralarken, altı kadını ateşli silahlarla altı kadını da kesici aletle yaraladı.

Erkekler, 20 kadını kuaför salonu, iş yeri, otobüs, ormanlık alan gibi ev dışı alanlarda, 27 kadını ev içinde yaraladı. Erkeklerin dört kadını nerede yaraladığı bilgisi basına yansımadı.

Mart’ta 93 kadın seks işçiliğine zorlandı

Erkekler Mart’ta en az 93 kadını seks işçiliğine zorladı. Geçen yıl aynı ay bu sayı, 66 idi. Seks işçiliğine zorlanan 36 kadın Türkiye vatandaşı değildi. Seks işçiliğine zorlananlar arasında çocuklar da vardı.

Isparta’da elektrik kesintileri sonrası yedi ihaleden altısı Cengiz ve Kolin’e gitti

Isparta‘da Şubat ve Mart’ta günlerce süren elektrik kesintilerinin ardından bölgede gerekli bakım ve yatırımları yapmadığı gerekçesiyle eleştirilerin hedefi haline gelen Cengiz Holding ve Kolin İnşaat‘a ait elektrik dağıtım şirketi Akdeniz Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (AEDAŞ), elektrik hatlarının yer altına alınma işini de açık ihale usulüyle kendi bünyesindeki BEDA Enerji‘ye verdi.

Isparta’da ilk olarak 3 Şubat’ta yoğun kar yağışı sonrası dört gün boyunca elektrikler kesilmiş, 2 Mart’ta da 48 saate varan sürelerle kente elektrik verilememişti. Kesintilerin ardından gözler bölgedeki altyapı yatırımlarına çevrildi. AEDAŞ da bu kapsamda, Isparta’da elektrik hatlarının yerin altına alınması için keşif bedelleri 34 milyon TL ile 50 milyon TL arasında değişen altı ayrı ihale açtı.

DW Türkçe’den Eray Görgülü’nün aktardığına göre; 24 Mart’ta açılan ihalelerin beşini yönetim kurulunda Cengiz Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz ile Kolin İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Naci Koloğlu‘nun bulunduğu BEDA Enerji aldı. Sözleşmesi 28 Mart’ta yapılan ihale sonucuna göre BEDA Enerji, yıl sonuna kadar Isparta’nın çok büyük bölümünde elektrik hatlarını yaklaşık 245 milyon TL karşılığında yer altına alacak.

EPDK soruşturma başlatmıştı

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), Isparta’da yaşanan elektrik kesintisinin ardından hizmet zaafı nedeniyle Cengiz Holding ile Kolin İnşaat ortaklığı olan CK Akdeniz bünyesindeki AEDAŞ hakkında soruşturma başlattıklarını açıklamıştı.

EPDK Başkanı Mustafa Yılmaz, soruşturma sonucuna göre de mağdur edilen vatandaşlara tazminat ödemesi yapılabileceğini, şirkete de tarifeden kesinti uygulanacağını belirtmişti.

Antalya‘da da elektrik hatlarının yerin altına alınması için açılan ihaleyi Cengiz ve Kolin ailelerinden isimlerin yönetiminde yer aldığı başka bir firmanın aldığı ortaya çıkmıştı. Toplamda 24 milyon TL’ye mal olacak ve 60 gün sürecek işi yapacak Hipar firmasının yönetim kurulunda Ahmet Cengiz ile Kolin Grubu’ndan Devrim Koloğlu yer alıyor.

CHP İl Başkanı: Ceza beklerken mükafatlandırıldı

Isparta’da elektrik hatlarının yer altına alınma işinin, kesintiler nedeniyle soruşturma geçiren şirkete ait başka bir şirket tarafından yapılacak olması muhalefet ile meslek odalarının tepkisine neden oldu.

CHP Isparta İl Başkanı Yalım Halıcı, 3 Şubat’taki kar yağışının ardından kentin günlerce elektriksiz kaldığına dikkat çekerek yaşananlardan ders alınmadığını söyledi. Mart başında da 48 saate varan elektrik kesintisi yaşandığını belirten Halıcı sorumlu şirkete yaptırım uygulanması gerektiğini savundu.

Halıcı, “2022’de bizi muma muhtaç ettiler, muma, gaz yağına ve gaz lambasına muhtaç ettiler Isparta’da. Biz ilgili şirkete ceza yaptırım uygulanmasını beklerken şirketin ödüllendirildiğini görüyoruz. Gerçekten akıl alır gibi değil” dedi. İktidarın usulsüzlüğe göz yumduğunu iddia eden Halıcı, “Bu memlekete bu kadar mağduriyet yaratan bu şirketlerin, böyle mükafatlandırılması kabul edilebilir bir şey değil. AKP açısından değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz” ifadesini kullandı. Halıcı, sürecin takipçisi olacaklarını belirtti.

EMO: İhaleler şeffaf yapılmıyor

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Isparta Temsilcisi Güner Merdan ise ihalelerin şeffaf bir şekilde yapılmadığını iddia etti. Merdan, “Bu ihalelerde kırımların nasıl yapıldığı, ihalenin hangi şartlarda gerçekleştirildiği net değil” ifadesini kullandı.

İhmaller sonucu Şubat ve Mart ayında yaşanan kesintiler nedeniyle Isparta’nın mağdur olduğunu söyleyen Merdan, “Bu işi zamanında düzenli yapmayarak bizleri mağdur eden bu firmaların yine yatırım işlerini alması gayet gayet düşündürücüdür” dedi. İhalenin mutlaka incelenmesi gerektiğini kaydeden Merdan, bir daha böyle bir sorunun yaşanmaması için de TEDAŞ‘ı göreve çağırarak gerekli denetimlerin yapılmasını istedi.

BEDA Enerji ve CK Akdeniz bünyesindeki AEDAŞ, tartışmaya neden ihalelerle ilgili DW Türkçe’nin sorularına yanıt vermedi.

Dünya ne zaman 1.5C ısınmaya ulaşacak?

Son IPCC raporunun da gösterdiği üzere, Paris İklim Anlaşması‘nda üzerinde uzlaşılan 1.5C küresel ısınma, artık neredeyse kaçınılmaz gibi ve 2035 civarında bir tarihte bu sıcaklığa ulaşılacak.  Önümüzdeki 30 yıl içinde net sıfır emisyona ulaşılsa bile, 2070’e kadar en azından bu ısınma seviyesinde kalacağımızı öne süren son iklim projeksiyonlarından bu sonuç çıkıyor. 

Guardian‘a konuşan Almanya’daki Max Planck Meteoroloji Enstitüsü’nden Jochem Marotzke, “Küresel ısınmanın 1,5 derecenin altında kalması opsiyonu, şu anda makul görünmüyor” diyor.

Weather dergisinde yayınlanan ve bir önceki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporundaki verilere dayanan hesaplamalar, 1850-1900 dönemi için gelecekteki küresel ısınmayı ortalama sıcaklığa göre gösteriyor. Buna göre, yıllık ortalama küresel sıcaklık (2001-20), temel referans noktasının 0,99C üzerinde. Projeksiyonlar, takip ettiğimiz emisyon senaryosuna bağlı olarak dünyanın 2090 yılına kadar 1,4C ile 4,4C arasında daha sıcak olabileceğini gösteriyor.

Emisyonlar mevcut yüksek seviyelerinde kaldığı takdirde, yüzyılın ortasına kadar sanayi öncesi seviyelerin 2C üzerine çıkmayı bekleyebiliriz. Ancak hızlı bir azaltım ve yaklaşık 2070 yılına kadar net sıfıra ulaşılması halinde, 2C ısınmadan kaçınmak söz konusu olabilir. Bu çok düşük emisyon senaryosunda karbondioksit emisyonlarının 30 yıl içinde sıfıra düşmesi ve iklim sisteminin dünyanın lehine çalışması sağlanabilir.

Ancak son yıllarda artan sera gazı emisyonları, bunları olabildiğince hızlı kesecek olsak bile, 2010 ile 2045 arasında en az 0,5 C ısınmayı göreceğimizi gösteriyor.

Karbondioksit emisyonunu durdurmak yetmez

Marotzke, “Karbondioksite duyarlılık ve tarihi emisyonlardan kaynaklanan ısınma, belirsizlik aralığının en alt ucunda olmalıdır” diye konuşuyor. 

Bununla birlikte karbondioksit emisyonlarını durdurmak küresel sıcaklıkları stabilize etmeyi sağlayacak olsa da küresel sıcaklıkta bir düşüş sağlamak isteniyorsa tüm sera gazı emisyonlarını durdurmak gerekecek. Met Office Hadley Center’dan ortak yazar Chris Jones, “Tarımdan kaynaklanan metan gibi bazı emisyonları azaltmak çok daha zordur” değerlendirmesini yapıyor.

Küresel ısınmanın etkisi şimdiden daha yoğun ve sık görülen aşırı hava olayları şeklinde hissediliyor. Daha fazla ısınmanın ve dolayısıyla daha yoğun ve sık görülen aşırı hava olaylarının yolda olduğunu kabul etmek, hafifletme önlemlerini her zamankinden daha önemli hale getiriyor. Marotzke, “Yoksulluk nedeniyle kendilerini koruyamayan topluluklar için aşırı hava koşullarından kaynaklanan risk önemli ölçüde artıyor” diyor. Bu, okyanusun küresel ısınmaya gecikmeli tepkisi nedeniyle yüzyıllar boyunca yükselen deniz seviyelerinin etkisiyle uğraşmak zorunda kalacak olan alçaktaki ülkeler için özellikle doğru. 

Yeni Güney Galler, Avustralya'da sular altında sokaklar

Almanya gibi bazı bölgelerse halihazırda 1,5C’den fazla uzun süreli ısınma  yaşadığı için önümüzdeki yıllarda, herhangi bir yılın 1,5C sınırını geçme olasılığı giderek daha olası hale gelecek.

Met Office’ten Doug Smith, “En son tahminler , önümüzdeki beş yıl içinde geçici olarak 1.5C’yi aşma olasılığının yüzde 40 olduğunu gösteriyor” derken,  Jones hükümetlerin aktif olarak takip etmesi halinde Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşacak yolların kesinlikle olduğuna vurgu yapıyor ve 1.5 ve 2C’lik ısınmanın dünyanın sona erdiği eşikler olmadığını hatırlatıyor:

“Örneğin, 2C’yi kaçırsak bile, o zaman 2.5C’ye ulaşmak hala uygulanabilir bir hedef olur ve bu 3C veya 4C’den çok daha iyidir. Etkilerin şiddeti ısınma seviyesiyle birlikte artıyor, ancak ‘güvenli’ ve ‘tehlikeli’ arasında gerçek bir eşik yok, sadece kademeli bir kötüleşme var. Gelecek hala bizim elimizde ve hala en kötüsünü önleyebiliriz.”

Aysel Tuğluk’a Özgürlük İçin Bin Kadın’dan İstanbul Barosu’na: Üyeniz için ses verin

5 Nisan Avukatlar Günü‘nde Aysel Tuğluk İçin Bin Kadın Kampanyası’ndan kadınlar, İstanbul Barosu’na bıraktıkları dilekçe ile, Aysel Tuğluk’un İstanbul Barosu’nda kayıtlı bir avukat olduğunu hatırlatarak  baro yönetimini Aysel Tuğluk için kadın örgütlerinin yükselttiği tahliye talebini dikkate almaya ve gerekli çabayı göstermeye davet etti.

381 gün önce konulan demans teşhisine rağmen cezaevinde tutulan Aysel Tuğluk’un sağlığının her geçen gün kötüye gittiğini, cezaevinde birlikte kaldığı arkadaşları, avukatları, ailesi ve insan hakları kurumları da dile getirmişti.

Aysel Tuğluk’a özgürlük için ortak ses çıkaran, 54 ülkeden altı bini aşkın kadının imzacı olduğu kampanya adına 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutlayacak olan barolara, Aysel Tuğluk’un da bir avukat olduğu ve yaşam hakkının ağır biçimde ihlal edildiği hatırlatması yapmak için sosyal medya duyuruları ve ziyaretler de yapıldı.

Kampanyanın İstanbul Barosu’na bıraktığı dilekçede, sağlığı gün geçtikçe kötüye giden Aysel Tuğluk için  daha önce yirmi Baronun Tuğluk için açıklama yaptığı hatırlatılarak İstanbul Barosu’nun da gerekeni yapacağına inanıldığıı belirtildi.

En çok barolar sahip çıkmalı

Dilekçede İstanbul Barosu’nun, üyesi Aysel Tuğluk’un sağlıklı yaşama hakkına sahip çıkması, Avukatlar Günü’nde bir basın açıklaması yaparak başta Adalet Bakanlığı olmak üzere ilgili kurumları ve yetkilileri bu acil durum karşısında göreve davet etmesi talep edildi.

Dilekçede şu ifadeler yer aldı:

“Baronuz üyesi Aysel Tuğluk’un cezaevi koşullarında iyileşmesi mümkün olmadığı gibi sağlığı her geçen gün geri döndürülemez bir biçimde kötüye gidiyor.

Bir gün bile geç kalınması Aysel Tuğluk’un hayatı için büyük bir risk yaratıyor. Aysel Tuğluk bir an evvel tahliye edilmelidir.

Anayasanın 17. Maddesi, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Ceza ve İnfaz Kurumları Yönetmeliği ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin infazı hakkındaki Tüzük ilgili maddeleri gereğince infazın geri bırakılması konusu en çok da baroların sahip çıkması gereken bir konudur.”

Kampanya kapsamında ayrıca çok sayıda kadın avukat yarın Aysel Tuğluk’un tutulduğu Kandıra Cezaevi‘ne gidecek ve ziyaretin ardından bir açıklama yapacaklar.

 

Adalar’da turizm, yangınlar ve elektrikli ulaşım: Doğa nasıl korunmalı?

Dünya Mirası Adalar ev sahipliğinde Orman Yüksek Mühendisi ve Yeşil Gazete yazarı Doç Dr. Cihan Erdönmez, Prens Adaları ormanları üzerine iki buçuk senedir süren çalışmalar ışığında değerlendirmelerde bulundu. 

Dünya Mirası Adalar’dan Derya Tolgay’ın moderatör olduğu toplantı, Büyükada Tarihi Yüksek Kahve’de 31 Mart’ta gerçekleştirildi. Büyükada, Kınalıada, Heybeliada ve Burgazada’dan vatandaşların, hayvan hakları örgütlerinin ve hak savunucularının katıldığı toplantıda adada yapılan çalışmalar, keşif ve yürüyüşlerden Açık Radyo’da konuya ilişkin olarak yapılan programlara kadar birçok konu üzerinden adadaki ormanlara ve bitkilere ilişkin değerlendirmelerde bulunuldu. 

Birinci derecede hassas bölge  ve yaklaşık yüzde 70’i orman alanı olan Prens Adaları Ormanları ile ilgili yaklaşık iki buçuk senedir çalışma yürüten Doç. Dr. Cihan Erdönmez ve Dünya Mirası Adalar’ın düzenlediği buluşma, “Adalar Doğasının Korunması ve Türkiye’de Sivil Doğa Koruma Mücadelesi” başlığı adı altında gerçekleştirildi. 

Doç. Dr. Cihan Erdönmez

İstanbul’un hemen dibinde olan Adalar’ın, onun bir parçası olmasına karşılık ekolojik açıdan son derece farklı özellikler göstermesine, Adalar’daki yoğun turistik ve çeşitli uygulamaların tehdit oluşturmasına değinilen toplantıda 2020’de başlayan keşiflerden elde edilen bilgiler de paylaşıldı. 

Adalar’da turizm ve insan baskısı

Büyükada’nın 5.4 kilometrekare, Heybeliada’nın 2.34 km2, Burgazada’nın  1.5 km2 ve Kınalıada’nın 1.3 km2 yüz ölçümü bulunuyor. Buradan hareketle buluşmada Adalar’daki ormanların 20 milyonluk İstanbul’un yanı başında, hem insan baskısına hem orman alanlarına yaklaşan yerleşim alanları nedeniyle oldukça kırılgan, kuş göç yolu üzerindeki çok küçük ormanlar olduğuna dikkat çekildi.

Prens Adaları’nda 2020’de yaya yolu statüsündeki alanların motorlu araçlara dönüşümün başladığı belirtildi. Cihan Erdönmez’in konuya ilişkin olarak Yeşil Gazete’de de bir yazısı bulunuyor: Recaizade Mahmut Ekrem’den Prens Adaları’na: Araba Sevdası.

Buluşmada Büyükada’da açılan ekoturizm yollarına da ayrıca değinildi, Erdönmez’in konuya ilişkin olarak kaleme almış olduğu yazı ise şöyle: Adalar’da neler oluyor?

Adalar, kızılçam ve bitki örtüsü

Keşiflere değinen Cihan Erdönmez, “2020’de başladık bu yolculuğa. Bugüne kadar çok şey değişti. Adalar’ın gündemi çok hızılı değişti. Dünya, Türkiye ve Adalar’ın gündeminin birbirine bağlı olduğunu da görebiliyoruz. Örnekler değişiyor ama ‘neyi, niye yapıyoruz’ ve ‘bunlar neye sonuç açıyor’ sorularının yanıtları hep aynı kalıyor” dedi.

Adalar’ın bitki örtüsünden bahseden Erdönmez şöyle konuştu: “Adalar’da hakim bitki örtüsü kızılçam ormanları ve maki olarak ikiye ayrılıyor. Kızılçamın Adalar’da doğal olup olmadığı çok tartışılıyor. Yaz döneminde yangınlarda da kızılçam çok konuşuldu. Polen analizi kızılçamın Anadolu’da 43 milyon yıldır olduğunu gösteriyor. Yangının sorumlusu değildir. Adalar’da da doğal. Birincisi kızılçama eşlik eden diğer bitkilere baktığımızda onların da tipik bir Akdeniz bitki örtüsünün öğeleri olduğunu görüyoruz. Adalar’ı özel kılan şeylerden biri bu.”

‘Kızılçam Adalar’da doğal’

Türkiye’nin tipik bitki örtülerinden bahseden Erdönmez, İstanbul’da kızılçamın görülmesinin insanlar tarafından dikilmiş olduğunu gösterdiğini söyledi. Adalar’daki kızılçamın doğal olmasını açıklayan sebepleri ise Cihan Erdönmez şöyle anlattı:

“Adalar’dakinin doğal olduğunu gösteren bir diğer şey de ağaçların kompozisyonu. Doğal ormanlarda ağaçların konumları karışıktır. Bunların insan eliyle yapılmadığını gösterir. Bir de maki var. Adalar’da bu da var. Kocayemiş, menengiç, katır tırnağı gibi bitki türleriyle karakterize edilir. Bütün Adalar’da bunları görüyoruz. Egzotik bitkiler açısından da çok çeşitliliği var. İnsanlar tarafından dikilmiş çok çeşitli bitkiler var. Yerleşim yerlerini karakterize eden ağaçlar ise fıstık çamları ve sedirler.”

Bu kadar fazla bitki türüne çok fazla yerde rastlanmayacağını ifade eden Erdönmez, “Bu yapıyla ilgili son yıllarda bir takım tehditler oluşmaya başladı. Bu zenginliğin yok olması, çok üzücü. 1993’te olan bitkileri yerinde bulamamak çok üzücü. Bütün topraklarımız bu manada tehdit altında” diye konuştu.

Adalar’da elektrikli ulaşım: Herkes her yere gidebilmeli mi?

Adalar’daki elektrikli ulaşıma da değinen Erdönmez, “Elektrikli otomobillerin Adalar’ın her yerine gitmesi çok büyük tehlike yarattı. Yangını çıkaran insandır. Bu tür alanları korurken ilk yapmamız gereken insanların hareketliliğini kontrol altında tutmak. İnsan olan her yerde tehlike var” dedi.  Erdönmez konuya ilişkin olarak şunları söyledi:

“Bu kadar çok aracın insanları bu kadar kolay bir şekilde Adalar’ın her tarafına ulaşması doğru bir politika değil. İnsanlar doğayı görecek elbette. Ama bunu bisikletle veya yaya olarak kendi gücüyle yapacak. Herkesin her yeri görmek gibi bir zorunluluğu yok. Ben de yaşlandığımda bir yerlere gidemeyeceğim. Bu kadar kolay aşmamalıyız doğayı.” 

Ekoturizm ve seyir terasları

Adalar’daki ekoturizme de değinen Cihan Erdönmez, “Orman Genel Müdürlüğünün ekoturizm rotaları çıktı. Değişik yerlere seyir terasları yapıldı, kazıklar çakıldı. Zaten doğal olarak seyir terasları var. Kaya üzerinden seyredebilirken bir platform yapıldı. Bu, birilerine para kazandırılmak için yapıldı. Kime kazandırdığını bilmiyorum” dedi. 

‘Yangın büyük değişikliklere yol açtı’

Geçen sene gerçekleşen yangınlara da değinen Cihan Erdönmez şu bilgileri verdi: “Yangın büyük değişikliklere yol açtı. Türkiye’de 180 bin hektar bir yılda yandı. 1946 istisnasını saymazsak en büyük yangın bu. Heybeli’de de üst üste iki kere yangın çıkınca tabi ki yangına alınması gereken önlemleri, tabi iklim değişikliği bu riski artıracak, pek çok düşünceyi tartışmaya açtı. Kamuoyunda en çok uçak tartışıldı. Fakat olay dönüp dolaşıp bitkilere geldi. Yandığı için ağaçlar suçlandı.”

Orman Genel Müdürlüğünün 27 Ocak’ta Türkiye’deki 30 Orman Müdürlüğüne gönderdiği yazıya da değinen Cihan Erdönmez, söz konusu metinde orman içindeki yollardaki ağaçların kesileceği ve beş metre mesafede tamamen tıraşlama yapılacağının belirtildiğine değinerek “O zaman Adalar’daki tüm ağaçları kesersek yangın riskini sıfırlamış olacağız(!) Bu çok vahim bir yazı” eleştirisinde bulunarak şu ifadeleri dile getirdi:

“Bu yazı yangın söndürmek için değil daha fazla endüstriyel odun üretmek, daha fazla biyokütle enerjisi üretmek için yazılmıştır. Türkiye’deki odun üretimi son beş yılda iki kat arttı. Akıl almaz derecede odun üretim artışı var. Fakat yetmediği için başka nerelerden odun üretebiliriz çareleri aranıyor.”

Yangınlar ve insan tehlikesi

“Her orman yangınından dokuzunu insan çıkarıyor” diyen Erdönmez yangının çıkma nedenlerini ise şöyle anlattı:

“İnsanla ilgili önlem almadığınız sürece ne yaparsanız yapın ormanlara, yanıcı madde çıkacaktır. Peki insan niye çıkarıyor yangını? Anız yakma hala en çok yangın çıkma nedeni. Normalde tarladaki hasattan sonra kalan bitki tabakasını normalde makineyle işleyip toprağı bir sonraki seneye hazır hale getirir ama çiftçinin buna parası yok.”

“Çoban ateşinden, sigara izmaritinden yangın çıkıyor” diyen Erdönmez, “Ormanın her köşesine giden insanlar atıyor bu izmaritleri. İnsanların ormanlardaki hareketliliğini azaltmak mecburiyetindeyiz. Ormanlarında maden ve taş ocakları ve yaz aylarında dinamit patlatılıyor buralarda. Bunları engellemeyip de bitkiyi suçlayıp ormanı koruyabilir misiniz?” diye sordu.

‘Ağaçları tıraşlayarak önlem alınmasını aklı almıyor’

Erdönmez alınması gereken önlemlere de değindi:

“Bu büyük yangınlar olmadan bir kez bile yasak koyulmadı ormanlara. Eğer biz ormanı korumak için ormanı oradan kaldırıyorsak, bu mühendislik değil, bu bilim değil. Ormanı orman olarak korurken yangınlardan ve diğer zararlardan korumamız lazım. Tehlikeli dönemlerde insan giriş çıkını azaltacaksınız. Vapura binenleri kontrol altına alacaksınız, rakamları tutacaksınız. Medeni dünyada bu iş böyle yapılıyor. Ziyaretçi yönetimi diye bir sistem var. Ağaçları tıraşlayarak yangın önlemi alınmasını benim aklım almıyor.”

Doğa mücadelesi ve Validebağ örneği

Doğa mücadelesinde geçmişten bugüne çok fazla değişiklik olduğunu söyleyen Erdönmez, “Önceden halka karşı devlet doğayı korurken, günümüzde devlete karşı halk doğayı koruyor” dedi.

Üsküdar’daki Validebağ Korusu‘na da değinen Cihan Erdönmez “Validebağ, sivil tolumun doğa koruma mücadelesini bir adım öteye geçirmiş bir örnek. Burada hukuk mücadelesi hala sürüyor. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu koruya gelerek buradaki doğa mücadelesine destek vermişti. İBB yetkili değil ama planlama ajansı aracılığıyla Validebağ Çalıştayı düzenlenmesini sağlamıştı” diye konuştu.

‘Sivil direnişin’, ‘doğa savunmasının’ veya ‘doğa mücadelesinin’ verildiği isim önemli olmaksızın bu hareketlerin artık kendini Türkiye’de öne atması gerektiğine değinen Erdönmez, “İstemiyoruz”dan “İstemiyoruz, çünkü nedenleri şunlar”a geçişin sağlanması gerektiğini söyledi ve ekledi:

“Eğer adalarda da bu yapılmazsa ekoturizm gibi saldırılar sürekli olacak gibi.” 

IPCC basın konferansında acil eylem vurgusu: Gelecek yıl değil bu yıl, yarın değil bugün

Hükümetlerarası İklim Paneli‘nin (IPCC) 56. Oturumu, Çalışma Grubu III’ün Altıncı Değerlendirme Döngüsü (AR6) Politika Yapıcılar için Özeti’ni yayımladı.

IPCC’nin AR6 raporunun sunulduğu basın konferansında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, IPCC başkanlarından Hoesung Lee, IPCC Sekreteri Abdallah Mokssit, BM Çevre Programı Yöneticisi Inger Andersen, Dünya Meteoroloji Örgüt (WMO) Genel Sekreteri Petteri Taalas konuştu.

Raporu üç ayrı bölüm halinde, IPCC Çalışma Grubu III’ün Eş Başkanı Jim Skea, Başkan Yardımcıları Diana Ürge-Vorsatz ve Ramon Pichs-Madruga sundu.

IPCC’nin AR6 raporunun sunulduğu basın konferansının açılışında konuşan  Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, raporu şöyle tanımladı:

“Bizi yaşanmaz bir dünyaya doğru götüren boş vaatleri listeleyen bir utanç dosyası.”

İklim felaketine doğru hızla ilerlediğimizi söyleyen Guterres‘in konuşması şöyle:

“Büyük şehirler sular altında, eşi görülmemiş ısı dalgaları, korkunç fırtınalar, yaygın su kıtlığı, milyonlarca bitki ve hayvan türünün yok olması… Bunlar kurgu veya abartı değil. Bilimin bize söylediği, bunların mevcut enerji politikalarımızdan kaynaklandığı.

Paris’te kararlaştırılan 1,5 derecelik sınırın iki katından fazla küresel ısınma yolundayız.

Bazı hükümet ve iş dünyası liderleri bir şeyler söylüyor ama başka şeyler yapıyorlar. Basitçe söylemek gerekirse, yalan söylüyorlar.

Ve sonuçları felaket olacak.

Bu bir iklim acil durumudur. İklim bilimciler, giderek büyüyecek ve geri döndürülemez iklim etkilerine yol açabilecek kırılma noktalarına zaten tehlikeli bir şekilde yakın olduğumuz konusunda uyarıyorlar. Ancak yüksek emisyon salan hükümetler ve şirketler sadece görmezden gelmiyorlar; bu ateşe yakıt ekliyorlar.

Daha ucuz olan yenilenebilir çözümlerin yeşil istihdam, enerji güvenliğive fiyat istikrarı sağlayacak olmasına rağmen, kazanılmış çıkarlarına ve fosil yakıtlara yaptıkları tarihi yatırımlarla gezegenimizi boğuyorlar.

Bizimki saf bir iyimserlikti

Glasgow‘da COP26‘dan yeni vaatlere ve taahhütlere dayanan saf bir iyimserlikle ayrıldıklarını, ancak asıl sorunun, yani büyüyen devasa emisyon açığının görmezden gelindiğini vurgulayan Guterres şöyle devam etti:

Bilim gayet açık: Paris’te kararlaştırılan 1,5 derece sınırını ulaşılabilir kılmak için, bu on yılda küresel emisyonları yüzde 45 oranında azaltmamız gerekiyor. Ancak mevcut iklim taahhütleri, emisyonlarda yüzde 14’lük bir artış anlamına geliyor.

Ve çoğu büyük karbon yayıcı, bu yetersiz vaatleri bile yerine getirmek için gerekli adımları atmıyor.

İklim aktivistleri bazen tehlikeli radikaller olarak tasvir ediliyor. Ancak gerçek tehlikeli radikaller, fosil yakıt üretimini artıran ülkelerdir.

Yeni fosil yakıt altyapısına yatırım yapmak ahlaki ve ekonomik bir çılgınlıktır. Bu yatırımlar yakında karaya oturacak, kara bir leke olacak ve protfolyolarını mahvedecek.

Ama bu şekilde olmak zorunda değil.

IPCC raporu, emisyonların azaltılmasına odaklanıyor. Isınmayı 1,5 derece ile sınırlama olasılığını canlı tutabilecek her sektörde uygulanabilir, finansal açıdan sağlam seçenekler ortaya koyuyor.

Her şeyden önce, yenilenebilir enerjiye geçiş hızını üç katına çıkarmalıyız.

Bu, yatırımları ve sübvansiyonları şimdi fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara kaydırmak anlamına geliyor. Çoğu durumda, yenilenebilir kaynaklar zaten çok daha ucuz.

Bu, hükümetlerin sadece yurt dışında değil, yurt içinde de kömür finansmanına son vermesi anlamına geliyor.

Ve bu da, gelişmiş ülkeler, çok taraflı kalkınma bankaları, özel finans kuruluşları ve şirketlerden oluşan ve bu değişimi gerçekleştiren yükselen ekonomileri destekleyen iklim koalisyonları anlamına geliyor.

Güçlü iklim çözümleriyle ormanları ve ekosistemleri korumak anlamına geliyor. Metan emisyonlarının azaltılmasında hızlı ilerleme anlamına geliyor.”

‘Liderler liderlik etmeli’

Ve Paris ve Glasgow’da verilen sözlerin uygulanması anlamına geliyor.

Liderler liderlik etmelidir. Ama hepimiz üzerimize düşeni yapabiliriz.

Alarmı çalan ve liderleri sorumlul tutan gençlere, sivil topluma ve beyaz olmayan yerli topluluklara minnet borcumuz var.

Toplum tabanına hitap eden göz ardı edilemeyecek bir hareket yaratmak için onların çalışmalarını geliştirmemiz gerekiyor.

Büyük bir şehirde, kırsal alanda veya küçük bir ada devletinde yaşıyorsanız, borsaya yatırım yapıyorsanız, adaleti ve çocuklarımızın geleceğini önemsiyorsanız, doğrudan size sesleniyorum:

Yenilenebilir enerjinin şimdi hızlı ve geniş ölçekte sunulmasını talep edin. Kömürle çalışan enerjiye son verilmesini talep edin. Tüm fosil yakıt sübvansiyonlarına son verilmesini talep edin.

Bugünkü rapor, küresel bir çalkantı dönemine denk geliyor. Eşitsizlikler görülmemiş seviyelerde. COVID-19 pandemisinden iyileşme, skandal bir şekilde dengesiz.

Enflasyon yükseliyor ve Ukrayna’daki savaş gıda ve enerji fiyatlarının fırlamasına neden oluyor.

Ancak artan fosil yakıt üretimi, işleri daha da kötüleştirecektir.

Artık ülkeler tarafından yapılan seçimler 1,5 derece taahhüdünü ya yapacak ya da bozacak.

Yenilenebilir kaynaklara geçiş, bozulan küresel enerji karışımımızı onaracak ve bugün iklim etkilerinden muzdarip milyonlarca insana umut sunacak.

İklim vaatleri ve planları artık gerçeğe ve eyleme dönüştürülmeli.

Gezegenimizi yakmayı bırakmanın ve etrafımızı saran bol miktarda yenilenebilir enerjiye yatırım yapmaya başlamanın zamanı geldi.

Gıterres’in ardından söz alan IPCC başkanlarından Hoesung Lee ise şunları söyledi:

“Az önce Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres’ten önemli bir mesaj duyduk.Bugün önümüzde duran IPCC raporu, iklim değişikliğini azaltma potansiyeline sahip olduğumuzun güçlü bir kanıtı.

Bir yol ayrımındayız. Harekete geçme zamanı. Isınmayı sınırlamak ve yaşanabilir bir geleceği güvence altına almak için gereken araçlara ve bilgi birikimine sahibiz.

Inger Andersen, “Ne kadar büyük tehlikede olduğumuzu bilmemize rağmen son 20 yılda insanlık tarihinin en yüksek karbon salınımını yaptık. Bir on yıl daha bu yolda gidemeyiz” dedi.

Andersen, “Eylemlerimiz, öbür yıl değil bu yıl, öbür ay değil bu ay ve kesinlikle yarın değil, bugün başlamalı” şeklinde konuştu.

Sunumlarının ardından basından gelen soruları yanıtlayan Araştırma Grubu III’den Jim Skea, “1,5 derece hedefi fizibilitesine dair rapor ne söylüyor?” sorusuna şu yanıtı verdi:

“Raporun mesajı gayet açık. Eğer dünya devletleri bu hedefi gerçekleştirmeye çabalayacaksa işleri eskisi gibi ele alamazlar.

Küresel ısınmayı 1,5 veya en fazla 2 derecede tutma hedefi için büyük değişimler gerekiyor, bunun bilincindeyiz ve rapor buna hem bireysel değişimlere hem de tüm sistemlerimizde uygulanabilecek yapısal  çözümler sunuyor.

En önemlisi, iklim krizini çözme eylemlerini ne kadar ertelersek, bunların uygulanabilirliğinde karşılaşacağımız sorunlar o kadar büyüyecek.

Yerel toplulukların çözüm eylemlerine nasıl dahil edilebeileceği sorusuna yanıt veren Diana Ürge-Vorsatz, “Raporda ekosistemlerin korunmasındaki en iyi seçenek, değişimin zarar verebileceği bölge halkı, iş insanları gibi paydaşları çözüme en başından dahil etmek. Hatta bu bir avantaja dönüşecektir, çünkü ata topraklarında yaşayan bu insanlar, o bölgeyi en iyi tanıyan ve neler yapılması gerektiğine dair fikir verebilecek insanlardır” dedi.

İlgili Haber: Dünya’nın yüzde 30’unu koruma alanı yapma planı, yerli halkların hayatını tehdit ediyor

Toplantıda, yükselen akaryakıt fiyatları ve Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgaline karşı ABD‘nin ve Avrupa Birliği‘nin LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) ithalatını artırma planlarının 1.5 derece hedeflerine etkisi de soruldu.

Vorsatz, bu soruya şöyle yanıt verdi.

“Çalışmalar gösteriyor ki inşa etmeye devam ettiğimiz fosil yakıt altyapısı sistemleri, eğer 1.5 derece hedefine uyacaksak atıl kalacak, yani kullanılamayacak. Geçen yıl yaptığımız çalışmalarda ABD’nin bu altyapı yatırımlaırnın 1 ila 4 trilyonunun çöp olacağını da görmüştük.

İlgili haber: Rapor: Doğal gaz boru hatlarında atıl varlık riski 485 milyar dolar

Yeni altyapı yatırımlarıyla daha fazla atıl varlık riski yaratmak hem küresel iklim hedeflerini riske atarken hem de topluluklara zarar verirken; raporda da yer alan gittikçe ucuzlayan yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırımla, emisyonları da çok hızlı şekilde düşürebiliriz.”

 

Türkiye, AB ve OECD ülkeleri arasında sağlığa en az pay ayıran ülke

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ile Avrupa Birliği (AB) üyeleri arasında Gayrisafi Yurt İçi Hasıladan (GSYH) sağlık harcamalarına en az pay ayıran ülke Türkiye.

Son dönemde ülkeden ayrılan ve ayrılmak isteyen hekimlerin sayısında hızlı artışı dikkati çektiği Türkiye’de 2020 yılında sağlık harcamalarının GSYH’ye oranı yüzde 4,7 iken OECD ortalama yüzde 8,8 oldu.

Dünya Sağlık Örgütü‘nün (DSÖ) kuruluş günü olan ve Dünya Sağlık Günü olarak kutlanan 7 Nisan’da her yıl sağlık çalışanlarının ve sağlık harcamalarının durumu bir kez daha gündeme geliyor. TÜİK verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de sağlık harcamasının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 4,7 oldu. OECD ile AB üyeleri arasında son sırada yer alıyor.

Euronews‘in aktardığına göre, 2020 veya 2019 yılı verilerine göre sağlık harcamalarına GSYH’den en fazla pay ayıran ülke yüzde 16,8 ile ABD. Bu ülkeyi Birleşik Krallık (yüzde 12,8), Almanya (yüzde 12,5), Fransa (yüzde 12,4) ve Kanada (yüzde 11,6) takip ediyor.  OECD’de sağlık harcamalarının GSYH’ye oranı ise yüzde 8,8. Türkiye 38 ülke içinde 38. sırada. Türkiye’nin hemen üstünde ise sırayla Lüksemburg (yüzde 5,4), Meksika (yüzde 6,2) ve Macaristan (yüzde 6,3) bulunuyor.

Bu oran diğer bazı ülkelerde ise şöyle: Hollanda yüzde 11,2; Belçika yüzde 10,7; Şili yüzde 9,4; Güney Kore yüzde 8,4, Kolombiya yüzde 7,7 ve İsrail yüzde 7,5.

100 liralık sağlık harcamasının 22 lirası özel sektörden, 17.6 lirası hane halkından

TÜİK 2020 yılı verilerine göre Türkiye’de kişi başı sağlık harcaması 2 bin 997 TL oldu.

TÜİK 2020 yılı verilerine göre Türkiye’de yapılan 100 liralık genel sağlık harcamasının 78 lirası devletten; 22 lirası ise özel sektörden geldi. Özel sektör  büyük oranda halk anlamına geliyor.

Harcamaların yüzde 51,7’si ile  Sosyal Güvenlik Kurumu ilk sırada. Merkezi devlet harcamalarının payı yüzde 25,6. Mahalli idarelerin payı ise yüzde 0,7.  

100 liralık sağlık harcamasının 16,7 lirası ise hanehalklarından geliyor. Sigorta şirketlerinin toplam içindeki payı sadece yüzde 2,9.

Türkiye genel sağlık harcamalarının GSYH’ye oranı 2020’de yüzde 5 olarak gerçekleşti. Cari sağlık harcamasının GSYH’ye oranı yüzde ise 4,7’de kaldı. Cari sağlık harcaması, yatırımların toplam sağlık harcamasından yatırımların çıkarılmasıyla bulunuyor ve  OECD verileri yatırımları içermiyor.

MUÇEP, Akyaka’daki hukuksuz çevre yolu çalışmasına karşı suç duyurusunda bulundu

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), Muğla Valiliği’nin Muğla Orman Bölge Müdürlüğü ile birlikte Akyaka’da hukuksuz olarak başlattığı çevre yolu projesi çalışması hakkında Cumhuriyet Savcılığı‘na suç duyurusunda bulundu.

Proje kapsamında Akyaka’nın sınırında, Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde, Kesin Korunacak Hassas Alan statüsündeki orman alanında yüzlerce ağaç kesilerek ekosistem tahrip edildi.

MUÇEP üyelerinin verdiği dilekçelere, Ula Belediyesi ve Tabiat Varlıklarını Koruma Şubesi’nden alınan cevaplardan bu proje için gerekli izinlerin alınmadığı, projenin hiçbir yasal dayanağı olmadığı ortaya çıktı.

Alınan tek iznin, Muğla Orman Bölge Müdürlüğü’ne Valilik tarafından çevre yolu çalışmasının yapıldığı güzergah için verilen orman yolu bakımı izni olduğunu belirten MUÇEP, bu izne dayanılarak Orman Bölge Müdürlüğü tarafından orman alanında 20 metre genişliğinde yaklaşık 2 km uzunluğunda bir yol açıldığını ifade etti:

“Muğla Valiliği ve Orman Bölge Müdürlüğü’nün hiçbir yasal onay almadan bu projeyi hayata geçirmek için kendilerini yetkili gördükleri ve el ele verdikleri anlaşılmaktadır.

“Görünen odur ki, orman içinden açılan yol bununla da sınırlı kalmayacak ve devamında Akyaka’dan Bodrum’a kadar uzanan alanda bir otoyol inşa edilecek, yüzbinlerce ağaç kesilecek, yolun geçtiği güzergahta yeni rant alanları oluşturulacaktır.

Ormanların ve doğanın korunmasından birinci derecede sorumlu iki kurum, ne özel çevre koruma bölgesi, ne de hassas koruma alanı demeden, bizzat kendileri bu ekokırıma ortak olmuşlardır. Açıkça görev suçu işlemişlerdir.”

Muğla sahipsiz değildir

Platform, suç duyurusunu yaptıkları Muğla Adliyesi önündeki basın açıklamasının devamında şunları kaydetti:

“Doğal varlıklarının zenginliği ile her köşesi ayrı bir cennet parçası olan Muğla, ülkemizin her yerinde olduğu gibi çok büyük bir ekokırım ile karşı karşıya.

Ormanlarımız, zeytinliklerimiz, doğal sit alanlarımız, sulak alanlarımız, kıyılarımız maden, enerji, turizm yatırımcılarına rantlar sağlamak adına yasalar ve anayasa açıkça ihlal edilerek sermaye sahiplerine peşkeş çekiliyor.

Üzülerek eklemek durumundayız ki, görevi yasaları uygulamak ve tabiat varlıklarımızı korumak olan devlet kurumları aldıkları kararlarla bu yıkımın birer aktörü haline gelmektedirler.

ÇED gerektiren proje başvuruları “ÇED gerekli değildir” kararları ile hızlıca aşılarak doğayı tahrip eden projeler hızla uygulamaya alınmaktadır.

“Muğla’nın doğa koruma alanlarının yok edilmesine karşı mücadele etmek üzere Muğla’nın tüm ilçelerinden katılımla oluşturulan Muğla Çevre Platformu’nun bileşenleri ve yurttaşlar olarak bugün bu suça seyirci kalmayacağımızı göstermek üzere sorumluları hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunuyoruz.

Muğla Valiliği’nin, Muğla Orman Bölge Müdürlüğü’nün ve tüm diğer kamu kurumlarının bilmesini isteriz ki, Muğla sahipsiz değildir.

Muğlalı yurttaşlar olarak ortak yaşam alanlarımızı korumak için anayasanın ve yasaların bizlere verdiği hakları sonuna kadar kullanarak her türlü meşru mücadelemizi vermeye devam edeceğiz.

‘Antidemokratik seçim kanunun iptali için AYM’ye gidilmeli’

Adil Seçim için Seçim Güvenliği Platformu, Cumhur İttifakı’nın geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edilen seçim kanunu değişiklik yasası hakkında açıklama yaptı.

Teklifin AYM‘ye götürülmesi gerektiğinin vurgulandığı açıklamada, kanun teklifinin açık oylama bile yapılmadan oylanarak geçtiğine, yaklaşık 32 buçuk saat süren tartışmalarla ülkenin seçim sisteminin değiştiğine ve eksikliklere dikkat çekildi.

‘Teklif AYM’ye götürülmeli’

“2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nın kampanya bütçesi, hazine yardımı, TRT’ye çıkma süreleri, TV reklamları, kamu kaynaklarının kullanımı gibi pek çok konuda eşitsizliği bizzat uyguladığını hatırlatmak istiyoruz” denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Önümüzdeki dönemde, muhalif siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına ve yurttaşlarımıza önemli görevler düşüyor. Daha önce başbakan ve bakanlara getirilen seçim yasaklarının bu değişiklik ile Cumhurbaşkanı’na getirilmemesi Anayasa’ya aykırıdır. Bu nedenle Teklif’in AYM’ye götürülmesi gerekiyor.”

Başvurunun tek parti tarafından değil, adil bir seçimin herkesin çıkarına olacağı düşüncesi ile bütün partilerin ortak imzası ile AYM’ye iletilmesinin çok daha değerli olacağının belirtildiği açıklamada yurttaşlara ve sivil toplum kuruluşlarına süreci yakından izlemeleri ve görüşlerini siyasi partilere iletmeleri yönünde talepte bulunuldu.

‘Muhalefet, iktidarın zaten gideceği havasında;  değişiklikler önemsenmedi’

Platform tarafından yapılan açıklamada, üç gün süren Genel Kurul tartışmalarında şu hususların gözlemlendiğine yer verildi:

  • Teklifin Komisyon ve Meclis görüşmelerinde muhalefet sözcüleri önemli açıklamalar yaptılar. Ancak, bu açıklamaların kamuoyu ile paylaşılması ve seçmen tabanına ulaştırılması için çaba harcanmadı.
  • Muhtarlarla ilgili maddenin (madde 13) çıkartılması, seçmen kütük işlemlerinin bir yıl önceki kayıtlar üzerinden alınmak yerine üç ay öncesine çekilmesi Meclis’te bir şeylerin değişebildiğinin göstergesi idi.
  • Bunlar dikkate alınıp teklif iyileştirilebilir, partilerin tam katılım sağlaması ve ortak hareket etmesi ile bu antidemokratik teklifin demokratik hale getirilebilmesi için çaba gösterilebilirdi.
  • Genel Kurul tutanakları ve basına yapılan açıklamalar incelendiğinde muhalefet cephesinde iktidarın zaten gideceği havasının yaygın olduğu, bu nedenle değişikliklerin önemsenmediği görüldü.
  • Kanun tekliflerinin açık oylandığı TBMM Genel Kurulu’nda bu Teklif açık olarak oylanmadı ve bir madde hariç vekillerin elektronik oy kullanması sağlanmadı. Böylesi bir değişikliğe neden olanlar kayıtlara geçmemiş oldu.
  • Komisyon aşamasında 14 partinin 8’inin katılmamasına ek olarak, Genel Kurul aşamasına katılan muhalif milletvekili sayısının azlığı dikkat çekti.
  • Bu önemli kanunda yapılacak olan değişiklikler sırasında parti genel başkanlarının Genel Kurul’da bulunmaları ve oylamaya katılmaları kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından son derece yararlı olurdu.

‘Eskisinden daha kötü, daha adaletsiz bir seçim sistemine geçildi’

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu tarafından yeni düzenleme ile eski Seçim Kanunu’ndan daha kötü, daha adaletsiz bir seçim sistemine geçildiği, seçim süreci güvenliği ve sandık güvenliğinin ciddi olarak darbe aldığı belirtildi.

‘Diğerlerinin haklarına el koyacak bir düzenleme getirildi’

Açıklamada il barajı görevi görecek ve birinci partiye imtiyaz sağlayarak diğerlerinin temsil hakkına el koyacak bir düzenlemenin getirildiği belirtildi.

Ek olarak Platform açıklamasında, kıdemli hakimlerin tasfiye edileceği, daha önce bakanlar ve başbakana getirilen seçim yasaklarından Cumhurbaşkanı’nın muaf tutulduğunu ve Cumhurbaşkanı’nın geçen seçimlerde suistimal ettiği her şeyin böylece kanuni hakkı haline getirilmesini adil ve güvenli bir seçim açısından son derece tehlikeli olduğuna vurgu yapıldı.

TBMM’den geçen Kanunun, seçim güvenliği çalışmalarının yerele indirilmesinin ve muhalif tüm siyasi partilerin yerelde birlikte hareket etmelerinin hayati önemini ortaya koyduğunun ifade edildiği açıklamada son olarak şunlar aktarıldı:

“Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu olarak; seçimlerin adil ve eşit koşullarda yapılması için, içinde bulunduğumuz seçim süreci, seçim günü ve seçim sonrasında, başta bu seçim kanunu ile ortaya çıkacak sorunlar ve zaten var olan sorunların çözümüne dönük bir yurttaş seferberliği yaklaşımıyla hareket edeceğiz. Seçmenlerin seçime katılımını artıracak önlemleri ortaya koymaya, kamuoyu ve siyasi partilerle veri paylaşımı başta olmak üzere iş birliğini geliştirmeye, sandıklara giren oyun aynı şekilde çıktığı, sonuçta halkın iradesinin sandığa yansıdığı bir seçim için kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz.”

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu’nda yer alan Sivil toplum kuruluşları:

DİSK
KESK
TMMOB
TTB
SODEV
Alevi Bektaşi Federasyonu
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği
Hak İnisiyatifi Derneği
İnsan Hakları Derneği
Mülkiyeliler Birliği
ODTÜ Mezunları Derneği
Anıtpark Forum
Anti Kapitalist Müslümanlar
Demokrasi İçin Birlik
Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu
Hak ve Adalet Platformu
Seçim 2023 Yerel Medya Koordinasyonu
Sensiz Olmaz Hareketi
Yurttaş Girişimi