Ana Sayfa Blog Sayfa 929

Prof. Dr. Rona Aybay vefat etti

Hukukçu, akademisyen ve yazar Prof. Dr. Rona Aybay, vefat etti. Aybay, 7 Mayıs Cumartesi toprağa verilecek.

Prof. Dr. Rona Aybay’ın yaşamını yitirmesi üzerine Türkiye Barolar Birliği, sosyal medya hesabından yayımladığı mesajda “Acı kaybımız. Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi önceki dönem (2006-2011) başkanlarından, değerli bilim insanı Av. Prof. Dr. Rona Aybay’ı kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz” ifadelerine yer verdi.

Rona Aybay kimdir?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak doktorasını tamamlayan Aybay, 1964’te Columbia Üniversitesi’nde mukayeseli hukuk masterini tamamladı.

1973’te öncelikle doçent olan Rona Aybay ardından profesör ünvanını aldı. Aybay, ODTÜ’de Kamu Yönetimi bölüm başkanlığı, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi dekanlığı ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekan yardımcılığı görevlerini üstlendi.

Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Komisyonu ile Bosna-Hersek’teki insan hakları ihlallerini incelemekle görevli AGİT komisyonu üyeliklerinde, Bosna-Hersek İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulduğu 1996’dan kapandığı 2003’e kadar Avrupa Konseyi tarafından seçilmiş uluslararası yargıçlık görevlerinde de bulundu.

Aybay, 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden sonra üniversiteden uzaklaştırıldı ve yedi yıl sonra Danıştay kararıyla görevine geri döndü. Hukukçu, akademisyen ve yazar Rona Aybay, son olarak Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve KKTC Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Aybay’ın Faşizm (Murat Sarıca ile birlikte, 1962), Karşılaştırmalı 1961 Anayasası (1963), Robert Owen (1970, 2005 ve 2012) ve Yurttaşlık (Vatandaşlık) Hukuku (1982, yeni basım 2006), Esra Dardağan ile birlikte Yasaların Uluslararası Düzeyde Çatışması (Kanunlar İhtilafı) (2005) ve Yabancılar Hukuku (2005, yeni basım 2007), Uluslararası Yargı (2013), Tarih ve Hukuk Açısından Konsolosluk (2009), İnsan Hakları Hukuku (2015), İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (2016), Kamusal Uluslararası Hukuk (Elif Oral ile birlikte, 2016), Genel Kamu Hukuku (2017), An Introduction to Law (altıncı basım 2018) gibi kitapları bulunuyor.
 

Ankara Barosu’ndan Emniyet’teki dokuz işkence iddiası sonrası suç duyurusu

Ankara Barosu tarafından Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Narkotik Şube Müdürlüğü ve Ankara Sincan İlçe Emniyet Müdürlüğü birimlerinde birçok şüphelinin sistematik işkenceye maruz kalması iddiaları üzerine Emniyet Müdürlüğü hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

Söz konusu kolluk birimlerinde gerekli incelemelerin yapılarak tutanakların hazırlandığı, Baro Yönetim Kurulu tarafından 6 Şubat 2022 ile 25 Mart 2022 tarihleri arasında bu birimlerde dokuz işkence ve kötü muamelenin gerçekleştirildiği belirtildi.

Ankara Barosu tarafından yapılan açıklamada mağdurlarla görüşmeler ve tespitler yapıldığı, raporlar hazırlandığı ve bunların neticesinde suç duyurularının yapıldığı bildirildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Anayasamızın işkence yasağını düzenleyen 17/3. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence yasağını düzenleyen 3. maddesi ile İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin ilgili maddesi hükümlerine açıkça aykırılık ihtiva eden bu iddialara karşı mağdurun kişiliği, cinsiyeti, ırkı, inancım siyasi görüşü, etnik kökeni ve şüphelisi olduğu suç ayrımı yapılmaksızın işkenceye karşı mücadelede merkezimi ve Baromuzun çalışmalarının büyük önem arz etmekte olduğunun bilinci ile gereken tüm hukuki adımların atıldığını belirtmek isteriz.”

Baro’nun açıklamasına göre; Ankara TEM Şube’de 8 Şubat 2022 ve 6 Mart 2022 tarihlerinde, Ankara Narkotik Şube’de 16, 27 Şubat, 7, 9 Mart 2022 tarihlerinde ve son olarak da Sincan İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde 6, 7 ve 25 Mart 2022 tarihlerinde toplamda dokuz işkence kaydedildi. Açıklamada son olarak şunlar aktarıldı:

“Bu çalışmalar sonucunda maddi gerçeğin ortaya çıkarılarak ulusal veya uluslararası yargı mercilerinde Jus Cogens niteliğini haiz işkence suçunun cezasız kalmayacağını ifade etmek isteriz.

Ankara Barosu olarak, herhangi bir yerdeki adaletsizliğin, her yerdeki adalet için tehdit olduğunun bilinci ile yer ve zaman fark etmeksizin, kimden veya kime karşı gerçekleşirse gerçekleşsin, hukuksuzluğun tam da karşısında yer aldığımızı, işkence ve kötü muamelelerin son bulması için her alanda hukuki mücadelemizi sonuna kadar vereceğimizi kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.”

HDP milletvekili Beştaş: Bu eylemi yapan aileler değil polistir

Ankara‘daki HDP Genel Merkezi binası önünde dün yaşanan  ‘siyah çelenk’ gerginliğine dair Diyarbakır‘da açıklama yapan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, ‘siyah çelenk’ bırakma eyleminin arkasında İçişleri Bakanı‘nın olduğunu söyleyerek “Bu eylemi yapan aileler değil polistir” dedi.

Dün üç asker alesi, HDP binası önüne”Evlatlarımızı HDP’den itiyoruz” yazılı bir çelenk bırakmak istemiş, vekillerin itirazı üzerine polis saldırısı başlamış ve sekiz kişi gözaltına alınmıştı. Polis olduğu iddia edilen biri, HDP Batman milletvekili Ayşe Acar Başaran‘ı “Kes sesini, seni çivilerim” sözleriyle tehdit etmişti.

İlgili haber: HDP Genel Merkezi önünde ‘çelenk’ gerginliği: Provokasyona asla müsaade etmeyeceğiz

Danış Beştaş, olayı, “HDP, toplumsal muhalefet ya da siyasal muhalefetin farklı kesimleri Türkiye’de bir toplantı ve gösteri yapmak istediklerinde karşısına binlerce kolluk gücü ve engelleme çıkar, darp, işkence yapılır ama bugün genel merkezimizin önüne iki aileyi, iki kişiyi polisler getirerek eylem yaptırmak istediler” sözleriyle değerlendirdi.

Organize bir saldırı

Olayın “konsepti daha önce çokça düşünülmüş, tartışılmış, planlanmış, organize bir saldırı” olduğunu ifade eden Danış Beştaş, “Hiç kimse tesadüfen, öylesine bir iki tane ailenin kendi kararıyla HDP Genel Merkezi önüne gittiğini düşünmesin. Bu eylemi, bu açıklamayı, bu saldırıyı yapan aileler değil polistir. Polis de emri İçişleri Bakanlığı‘ndan almıştır. İçişleri Bakanı valisine, oradan emniyet müdürüne, oradaki seçilen kolluk görevlilerine vermiştir” diye konuştu.

HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da, yayımladığı bir videoda ‘siyah çelenkin’ polisler tarafından korunduğunu göstererek, “İlginç ve saçma durumu görüyorsunuz. Polis arabaları bekliyor, binaya insanların girişi engelleniyor. Siyasi faaliyetimizin engellendiği apaçık ortada” dedi.

Sol-sosyalist altı parti ve demokratik örgüt, “Provokasyona geçit yok! HDP yalnız değildir” başlıklı bir açıklamayla HDP’ye destek verdi. Türkiye İşçi Partisi (TİP), Halkevleri, Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlü Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve HDP’nin ortak imzasıyla yayımlanan metinde şu ifadelere yer verildi:

“Kirli bir oyun oynamaya çalışan iktidarı uyarıyoruz! Gözaltına alınan HDP üye, yönetici ve avukatları derhal serbest bırakılsın. HDP Genel Merkezi önündeki polis ablukası derhal kaldırılsın. Batman Mv. Ayşe Acar Başaran’ı tehdit eden kişi hakkında derhal soruşturma ve yargılama başlatılsın. Kahrolsun faşizm!”

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de, milletvekili Başaran‘a yönelik polis tehdidinin kabul edilemez olduğunu belirterek, “Bu yaşananlar demokrasiye, demokratik siyasete inancı sarsmaktan başka işe yaramaz. Bunun kimseye faydası yoktur, ülkeye hiç faydası yoktur” dedi.

Pınar Gültekin’in annesi hakkında dava açıldı

16 Temmuz 2020’de kaybolan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü öğrencisi Pınar Gültekin, soruşturma kapsamında beş gün sonra gözaltına alınan Cemal Metin Avcı, Gültekin’i öldürdüğünü itiraf etmişti. Adliyeye sevk edilen Cemal Metin Avcı, ‘canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürme‘ suçundan çıkarıldığı hakimlikçe tutuklandı. Avcı’nın kardeşi Mertcan Avcı‘nın telefon sinyallerinden ağabeyiyle aynı zamanda bağ evinde olduğu tespit edildi. Tutuklanan Mertcan Avcı, daha sonra yapılan itiraz üzerine adli kontrol tedbiri konularak tahliye edildi.

DHA’dan Cavit Akgün’ün aktardığına göre; Türkiye’de gündem olan vahşi cinayetle ilgili Muğla 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘nde geçen 14 Şubat’ta görülen davanın 10’uncu duruşmasına Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılan Cemal Metin Avcı’ya, acılı anne Şefika Gültekin’in “Seni öldüreceğim, öldüreceğim köpek. Sen niye orada konuşuyorsun köpek” ifadeleri tehdit unsuru olarak gösterilerek anne Gültekin hakkında dava açıldı.

Gültekin’in katili Gültekin’in annesinden şikayetçi oldu

Pınar Gültekin’in annesi Şefika Gültekin’in söylediği bu sözler üzerine hakkında iddianame hazırlandı. Cumhuriyet Savcısı Sevcan Erciyas tarafından hazırlanan iddianamede, Şefika Gültekin’in eyleminin duruşma tutanağı ile doğrulandığı, olayın duruşma salonunda gerçekleştiği, Cemal Metin Avcı’nın anne Gültekin’den şikayetçi olduğu bilgisi yer aldı.

İddianamede, anne Gültekin’in alınan ifadesinde, Pınar’ı öldürmesinin psikolojik etkileri nedeniyle söylediklerini hatırlamadığını ifade ettiği bilgisi yer aldı. Ancak; taraflar arasında uzlaşmanın sağlanamadığı, şüphelinin üzerine atılı suçları işlediği hususunda kamu davası açmayı gerektirir nitelikte olduğuna dikkat çekilen iddianamede Şefika Gültekin’in dört yıl dört ay hapis cezası ile cezalandırılması istendi.

‘Faillere gerekli cezayı veremeyen yargının acılı bir anne hakkında kamu davası açması manidar’

Muğla 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nce savcılık tarafından hazırlanan iddianame kabul edilerek, duruşmanın 10 Ekim tarihinde görülmesine karar verildi.

Gültekin ailesinin avukatı Rezan Epözdemir, “Kızları hunharca katledilmiş ailenin hak arama mücadelesi karşısında iki yıldır dosya ve deliller ortadayken, faillere gerekli cezayı veremeyen yargının acılı bir annenin duruşmada söylediği sözler üzerine bu kadar hızlı reaksiyon gösterip, Şefika Gültekin hakkında kamu davası açması, manidar ve düşündürücüdür. Bu durum kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Hukuki sürecin takipçisi olacağız” dedi.

Asiye Atalay’ın cenazesinde kadınların isyanı: Yeter!

Esenler’de Ümit Karakoyun tarafından vurularak öldürülen 19 yaşındaki Asiye Nur Atalay‘ın cenazesi dün Sultangazi Habibler Yeşil Yayla Mezarlığı’na defnedildi.

Atalay’ın ailesi ve yakınları, cenazede kadın cinayetlerine tepki gösterdi.

Anne Rahşan Atalay, “Asiyemin yaşadığını kimse yaşamasın. Yakalanması sadece biraz içimi rahatlattı. Ama benim kızım gitti ne fayda, hiçbir şey fayda etmiyor” dedi.

İlgili haber: Asiye Atalay’ı öldüren fail yakalandı: 16 suç kaydı var

Atalay, Karakoyun’un kızını senelerdir rahatsız ettiğini, defalarca şikayette bulunduklarını aktardı ve şöyle dedi:

“Beş senedir kızıma takıntısı vardı. Ortaokuldan beri kızımın peşindeydi. Çocukla konuştum, yalvardım, şikayet ettim. İki sene yattı, sonra ‘psikolojisi bozuk’ diye dışarı çıktı. Suçu olmasına rağmen dışarıda, kızımın doğum gününde dışarı çıktı.”

Aile yakınlarından bir kadın da, “Artık herkes eşini, ‘Seni Bergen gibi yaparım’ diye tehdit ediyor. Bunları alın içeriye tıkın. Hepimizin evladı var, yeter!” sözleriyle tepki gösterdi.

Daha önceden hırsızlık, yağma, uyuşturucu ticareti ve kasten yaralama suçlarından 16 kaydı bulunan Karakoyun, sorgulanmak üzere Gayrettepe‘de bulunan Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.

Olayı itiraf eden ve ‘kıskançlık’ bahanesini öne süren katil Karakoyun’un işlemlerinin tamamlanmasının ardından yarın adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.

Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti

Avrupa Parlamentosu, dün Strasbourg‘da gerçekleşen genel kurul toplantısında Osman Kavala‘nın ömür boyu hapis cezasına çarptırılması sebebiyle Türkiye‘nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecini yeniden başlatma konusundaki “tüm umutları yok ettiğini” söyledi.

Parlamento vekilleri, 25 Nisan’da müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala’nın 2017 yılının sonundan bu yana “tutuklanmanın haksız, hukuka aykırı ve keyfi olmasını” kınadı ve “derhal ve koşulsuz tahliyesini” talep etti.

Parlamentonun çoğunluğunun imza attığı ortak metinde, “Türk hükümeti, Osman Kavala davasında ve diğer davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM)bağlayıcı kararlarına açıkça meydan okumaya karar vererek, Birliğe katılım sürecinin yeniden açılması, yeni süreçlerin başlamsına dair her türlü umudu kasıtlı olarak yok etmiştir” denildi.

Vekiller ayrıca, Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin “Türkiye’de temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında gerçek anlamda iyileşmeye bağlı olduğunu” vurguladı.

Genel kurulda konuşma yapan Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de Osman Kavala ve diğer yargılananlar için verilen mahkumiyet kararını eleştirerek “Bu karar, AİHM’in Aralık 2019’daki kararında yer alan bulguları tümüyle göz ardı etmekte ve Türkiye’de sivil toplum için var olan alanın küçüldüğüne dair ürkütücü bir işaret vermektedir” dedi.

Avrupa Konseyi‘nin ihlal sürecini başlattığını hatırlatan Borell, bir kez daha Kavala’nın serbest bırakılması çağrısında bulundu ve şunları söyledi:

Birçok usule aykırı ve kusurlu olan bu yargılama ve karar, Türkiye’nin temel haklar alanında daha da geriye gittiğini gösteren endişe verici işaretlerin bir yenisidir.

Sistematik olarak Türk yargısının bağımsız olmadığına dair yeni bir örnek teşkil eden bu trajik karar sonucu ortaya çıkan durum, sadece Türkiye’nin bir iç meselesi değildir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve katılmayı arzu ettiği Avrupa Birliği’nin temel değerleriyle ilgilidir.

AİHM’in yargı organı olduğu Avrupa Konseyi, Türkiye’ye karşı son derece ender bir adım olan  yaptırım davası açtı. Türkiye, bu sürecin sonunda Konsey’den çıkarılabilir veya üyeliği askıya alınabilir.

Mart ayının sonunda, Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk rolü üstlenmek isteyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AB’den ” katılım müzakerelerini bir an önce başlatmasını” istemişti.

Türkiye’nin 2005 yılında başlayan olası AB üyeliğine ilişkin müzakereler, Ankara ile Brüksel arasında birçok cephede yaşanan yüksek gerilim nedeniyle son yıllarda durmuştu. Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından baskıyla birliktegerginlik tırmandı.

Kapanan kapı bundan sonra başka bir Türkiye’ye açılır

AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor da Kavala hakkındaki kararı, “Sadece gaddar bir ceza ve bir hukuk komedisi olmaktan ziyade, AİHM kararlarını uygulamamanın siyasal sonuçlarını gayet iyi bilen Türk yargı makamları tarafından gönderilmiş net bir siyasi mesajdır” sözleriyle değerlendirdi.

Türkiye’nin AB sürecini “kasıtlı olarak bitirdiğini ” söyleyen Sanchez Amor, “Kapattıkları bu kapı bundan sonra ancak başka bir Türkiye’ye açılacaktır” ifadelerini kullandı.

Adalar’daki atlara ne oldu? 

Adalar‘da uzun yıllardır gündemde olan faytonların iki yıl önce kaldırılmasının ardından Adalar’da atlar görünmez oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin (İBB) Adalar’da elektrikli araçla ulaşım kararı almasının ardından vatandaşlar bu araçları kullanmaya başladı. Peki Adalar’da atlarla ilgili bugüne kadar neler yaşandı?

2019’da Ruam hastalığına yakalanan 81 atın ölmesinin ardından Adalar’dan toplu mezar görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasıyla birlikte hayvan hakları aktivistleri atlar için yaşam nöbetine başlamıştı. İBB 2020’de atları satın aldığını ve faytonun yasaklanacağını duyurdu. Kararın ardından Adalar’daki atlar birçok farklı kente, kurum ve kişilere gönderildi.

İBB İspark At Ahırları

Atlara ne oldu?

Peki bu atlara ne oldu? Soruyu Tarım ve Orman Bakanlığı‘na, İBB‘ye, Adaların Atları Platformu’na ve Adalar’da yaşam nöbetine katılan hayvan hakları aktivistlerine yönelttik.

İlgili haber: İBB’den Adaların atlarıyla ilgili açıklama: 860’ı sahiplendirildi, 224’ü öldü, 115’i Adalar’da
Büyükada’da atlar box tipi ahırlarda yaşıyorlar.

Aslında bazı atlar Adalar’da yaşamaya devam ediyor. İBB’nin dağıtmadığı ve geride kalan, hibe edilmeyen atlar İBB’nin Büyükada‘daki İspark At Ahırları‘nda bakılıyor. Yeşil Gazete olarak ahırlara giderek atların yaşam koşullarını yerinde inceledik.

Gönüllüler atları ziyarete gidiyor.

Ahırlara gönüllü ziyaretler

Adalar’ın Atları Platformu, bu hayvanlara ne olduğunu ve nasıl bakıldığını kimsenin sormamasından şikayetçi. Her hafta atları ziyaret eden platform üyeleri atların gökyüzünü göremediğini, toprağa basamadığını ve insanlarla iletişime geçemediğini belirterek hayvanların oldukça sınırlı bir yaşam alanına sahip olduğunu anlatıyor.

Büyükada’da bulunan elektrikli taksiler ve minibüsler vatandaşların ahıra ulaşmasını sağlıyor. İskeleden yaklaşık 20 dakika uzaklıkta bulunan ahırların çevresinde bir de köpek barınağı bulunuyor. Her hafta atları ziyarete gelen vatandaşlar, atları getirdikleri elma ve havuçlarla besliyor, ardından barınaktaki köpeklere mama götürüyor. Platform öncülüğünde toplanan vatandaşlar bunun artık rutinleri olduğunu anlatıyor. Ancak ziyaret için verilen izinlerin ve bunun bir rutine bağlanmasının da kendi mücadeleleri sonucunda ancak gerçekleşebildiğini de ekliyorlar.

Ahırlar Ağustos 2021’den bu yana Adaların Atları Platformu ve Maden Mahallesi Dayanışması öncülüğünde ziyaretlere açılmış durumda. İBB tarafından satın alınan atların zabıta olarak çalışanların haricindeki atların ahır dışına çıkarılmadığı belirtiliyor.

Adaların Atları Platformu ve Maden Mahallesi Dayanışması’ndan temsilciler ve ziyarete gelen vatandaşlar.

Platformdan Zekiye Kürkçüoğlu ve Zeynep Alpar‘a Adalar’daki atlara ne olduğunu soruyoruz. Kürkçüoğlu ahırdaki atların sayısını, ölenleri, hibe edilenleri ve geride kalanlarla birlikte taylar için bir liste hazırladığını ve söz konusu sayıların daha sonra açıklanan hibe ve ölüm sayılarıyla birebir tuttuğunu söylüyor:

‘Atları dışarı çıkarın, hareket yaşatır’

Öte yandan Adaların Atları Platformu Sözcüsü Zekiye Kürkçüoğlu, Adalar’da İBB tarafından bin 179 atın satın alınmasının ardından iki yıl geçtiğine dikkat çekerek “Kala kala 100 at kaldı” diyor. Bu ahırları “hapishane” olarak adlandıran platform üyeleri üç bahardır atların bu hapislerde kaldığını söyleyerek İBB’ye “Atları dışarı çıkarın, hareket yaşatır” diye sesleniyor.

Adaların Atları Platformu Sözcüsü Zekiye Kürkçüoğlu

İBB’ye de Adalar’taki atları sorduk. Belediyenin sahiplendiği atlara ilişkin verdiği yanıt şöyle:

“İlimiz Adalar ilçesinde fayton atlarının satın alınması 16 Ocak 2020 tarihli ve 25 numaralı İBB Meclis Kararı (1) doğrultusunda gerçekleştirilmiş, toplam bin 179 at İBB tarafından satın alınmıştır. Gebe olan atların doğum yapması sonrası kayda alınan 20 at ile beraber toplam bin 199 atın bakımı İBB tarafından gerçekleştirilmiştir.

İspark At Ahırı, Mart 2022

Atların 662’s kuruluşlara, 42’si STK’lara, 150’si şahıslara, beşi muhtarlara…

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7’nci maddesi doğrultusunda bahse konu atların; İBB Meclisi’nin 12 Mart 2020 tarihli ve 403 numaralı kararı (2) ile kararlaştırılmıştır. Belediyemize ulaşan sahiplenme talepleri kurulan komisyon tarafından değerlendirilerek toplam 859 at, Tarım ve Orman Bakanlığı teşkilatı ile koordinasyon halinde, resmi ve kayıtlı olarak sahiplendirilmiştir. Atların 662’si kamu kurum ve kuruluşlarına, 42’si sivil toplum örgütlerine, 150’si şahıslara, beşi de muhtarlara sahiplendirilmiştir. İBB bünyesinde 98 atın bakımı sürdürülmekte olup, bakım sürecinde çeşitli sebeplerle toplam 242 at ise ölmüştür.”

İBB tarafından atların sahiplendirildiği kurum ve kuruluş listesi ise şöyle:

Çipleri ve takibi yapması gereken Bakanlık yanıt vermedi

İBB’nin atlara takılan çiplerle yapılan takibe ilişkin yönelttiğimiz sorumuza, İBB’nin sahiplendirdiği tüm atların mikroçip kontrolleri yapıldığı ve Adalar İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğünce düzenlenen sevk raporlarıyla atların sevkinin gerçekleştirildiği yanıtını alıyoruz.

Tarım ve Orman Bakanlığı’na sorduğumuz çip ve takibe ilişkin soruya ise Bakanlık yanıt vermeyi reddetti.

Bir at ahırın yanında bulunan padok alanında yoldan geçenlere dikkat kesiliyor.

İBB’nin İspark Ahırı’nın akıbeti

İBB’ye ayrıca şu soruyu yöneltiyoruz:

“Adalar’daki İspark At Ahırı’nda duran 98 ata ne olacak? Konuya ilişkin plan nedir? Dışarı çıkacaklar mı?”

İBB’nin verdiği yanıt şöyle:

“Büyükada’daki İspark At Ahırı’nda kalan atların her birine 14 m2’lik localar yapılmış ve iki veteriner hekim 18 seyis ile bakımları sürdürülmektedir. Atların periyodik olarak serbest gezinti yapmaları sağlanmaktadır. Atlar, kurulan Atlı Zabıta biriminde değerlendirilmektedir.”

Son olarak Büyükada’daki ahırda atları ziyaret eden gönüllülerin ahırı “hapishane” olarak tanımlandığını hatırlattığımız İBB tarafından atlara ilişkin son olarak şu bilgi veriliyor:

“Atların satın alınması hususu at sahiplerinin talebine bağlı olduğundan yalnızca ilgili şartlarda atlarını satmak isteyen kişilerin başvuruları değerlendirilerek ilgili meclis kararı doğrultusunda satın alma işlemi yapılmıştır. At gibi tek tırnaklı hayvanların kayıtları Tarım ve Orman Bakanlığınca takip edildiğinden adalar ilçesindeki toplam at varlığına ilişkin bilgilerin ilgili bakanlık teşkilatından alınması gerekmektedir.

Belediyemize ulaşan sahiplenme talepleri kurulan komisyon tarafından değerlendirilerek toplam 859 at, Tarım ve Orman Bakanlığı teşkilatı ile koordinasyon halinde, resmi ve kayıtlı olarak sahiplendirilmiştir.”

Ahır ziyareti ve vatandaşların izlenimleri

Her hafta sosyal medya üzerinden iletişime geçen platform üyeleri ve vatandaşlar hafta içi saat 13.00’da ahırın önünde buluşup 50 at kapasitesi olan ahırlara giriyorlar. Burada atların serbest bırakıldığı box tipi ahırlar bulunuyor. Atlar yan yana dizilmiş şekilde ziyaretçilerin getirmiş olduğu sebzelere uzanıyorlar.

Ziyaretçilerle ahır görevlilerinin birbirini tanıması ve atların durumlarıyla ilgili sorular sorması ise dikkat çekici. Ziyaretçiler en çok 15 Mart’ta ahırda dünyaya gelen, Mimoza ismi verdikleri tayı soruyorlar, Mimoza box tipi ahırın bir bölümünde annesinin yanında görülüyor. Platform üyeleri yine Mart’ta doğan tayı, Gözde‘yi anlatarak tayların bu bahar dışarıda yaşayabilmelerini umduklarını söylüyorlar. Ziyaretçiler her bir atı tanıyor, her biriyle ilgili ahır çalışanlarına sorular yöneltiyorlar.

Atlar, ziyaretçiler ve önlemler

İçeride fotoğraf ve video çekilmemesiyle ilgili olarak her bir vatandaşı özellikle uyaran İBB çalışanları her bir ziyaretçiyi gözlemliyor, her birine sürekli ikazda bulunuyorlar. İBB’nin ahırların içerisinde fotoğraf çekilmemesi için ekstra önlem aldığını görüyoruz.

Adaların Atları Platformu’ndan Zeynep Alpar

Aylardır atları ziyarete geldiklerini söyleyen Adaların Atları Platformu’ndan Zeynep Alpar, box tipi ahırlarda bağlı atları göstererek bazı atların ziyaretçilerle dahi temas kurmasının mümkün olmadığını söylüyor. Burada ölen bazı atların kepçelerle taşındığına şahit olduklarını anlatan ziyaretçiler her bir atla ayrı ayrı ilgileniyorlar. Bir yandan da ahırların tadilatı yapılıyor. İBB’den ahırların tadilatının devam ettiğini ve bu nedenle yaz mevsiminde koşulların daha uygun olacağını öğreniyoruz.

Öte yandan Mart başında bağlı tutulan bazı atların da son günlerde artık söz konusu box tipi ahırlarda bağlanmadan tutulmaya başlandığı bildirildi.

‘Daha iyi durumdalar sanıyordum’

Ahırlar oldukça karanlık ve bakımsız durumda. Bazıları da  tamamen boş ve demir konstrüksiyonların ve duvarların tadilatı vs yapılıyor. Bazı ahırlarda atların boyutlarına göre rahat hareket edebilmelerinin mümkün görünmediği küçük alanlarda olduğu da göze çarpıyor. Söz konusu ziyaretlerin atların yaşam şartlarının iyileştirilmesine katkıda bulunduğunu söyleyen platform üyeleri atları yeniden hayatın içinde görmek istediklerini söylüyorlar.

Atları ziyarete gelen vatandaşlardan Terapist Özlem Mumcuoğlu

Ahırda atları ilk kez ziyaret ettiğini söyleyen terapist Özlem Mumcuoğlu, şunları anlatıyor:

“İlk defa atları gördüm. Atlar ne durumda hiç bilmiyordum. Mücadeleyle ahırlara daha çok girilmeye başlandı. Çalışanlar beklediğimden daha güleryüzlüydü. Veterinerler genç ve tecrübeli. Elma ve havuç getirdik. Ama (atları) daha iyi durumdalar sanıyordum. Bazıları yeni alanlara geçmişler ve daha iyi görünüyorlar ama hayvanlardan bazıları oldukça kötü şarttalar ve onlarla temas bile kuramadık. Bazıları yüz yüzeydi, daha serbest bir alanları vardı. Ama diğerlerini elden bile besleyemedik. Dolayısıyla böyle bir hayal kırıklığım var.”

‘Bir hayvanı türüne özgü yaşam ihtiyaçlarından mahrum tutmak hayvan hakkı ihlalidir’

At araştırmacısı ve bakıcısı olan Yosun Karaca‘yla da Adalar’daki atların yaşam koşulları üzerine konuşuyoruz. Yosun Karaca, muhtaç durumdaki atlarla ilgilenen ve atların rehabilitasyonu üzerine çalışıyor. Atların yaşam alanlarının sınırlarına ilişkin konuşan Karaca, “Atların sonsuz, sınırsız alanlara ihtiyacı vardır aslında ama domestike ettiğimiz tüm hayvanlarımızı sınırlandırmış alanlara koyma zorunluluğumuz var. Vahşi doğada birer av hayvanı olan at, sürüsüne sıkı sıkıya bağlı, grup dinamiği aktif olan ve günün 14-18 saatini yürüyerek ve otlayarak geçiren bir hayvandır. Sindirimin iyi olması at için hayati öneme sahiptir. İyi bir sindirim sürekli hareket halinde olmayı gerektirir” diyor.

Boş bir İspark At Ahırı

“Bir hayvanı türüne özgü yaşam ihtiyaçlarından mahrum tutmak ise en hafif tabirle hayvan hakkı ihlalidir. Ben istismar demeyi tercih ederim” diyen Yosun Karaca, Adalar’daki İspark Ahırı’nda kalan atların bulundurulduğu boxlara ilişkin olarak da şunları söylüyor:

“Pandemi döneminde evlerine hapsolan insanlar nasıl bunalıma girdilerse ahırda boxlarında yaşayan atlar da aynı travmayı yaşıyorlar.”

Atlar için ahır dışı alan: Padoklar

Atların boxlarda olması gereken durumların da olabileceğini söyleyen Karaca, söz konusu durumları şöyle anlatıyor:

“Sakatlık, hastalık dönemlerinde kontrol altında olmaları için ayrılmış bölmede kalmak zorunda kalabilir. Farklı diyetleri olan atların öğünleri yemek zamanı ayrı kapalı alanlarında verilmek zorunda kalınabilir.”

Belli zamanlarda atlar Adalar’daki ahırlarından çıkarılarak ahırların arka kısmında bulunan ‘padok’larda gezmeye çıkarılıyor. Ahırı ziyarete gelen hayvan hakları savunucuları atların gezinme alanı olan ‘padok’un atlar için elverişli bir gezinme ortamı sağlamadığını, çamurlu ve çok eğimli olduğu için atların yaralanabilmesine sebebiyet verebilecek bir yapıda olduğunu belirtiyor. Ziyaret esnasında yağan yağmurun toprak alanın belli noktalarında su birikintileri oluşturduğunu ve alanda dik bir yokuş olduğunu görüyoruz. Bir at ise yalnız başına bu esnada padok alanına çıkarılıyor:

Padok alanın kumluk zemin, hafif taşlık ve toprak zeminlerden yapıldığını belirten Yosun Karaca ABD, Avustralya ve Avrupa‘da da bu sistemin kullanıldığını, atların tırnak sağlığı için farklı zeminlerde yürümesinin önemli olduğunu ve söz konusu arazilerde patika alanların da bulunduğunu söylüyor.

Atların yaz mevsiminde padok alanına çıkarıldığı bir andan. Kaynak: İBB

31 Mart’ta 27 ay sonra ilk kez zabıta atlarının dışında bir at ahır dışına çıkarıldı. Ormanlık alana çıkarılan Mimoza‘nın ayaklarının toprağa bastığı için sevindiklerini söyleyen platform üyeleri, “Darısı İBB ahırındaki bütün atların, doğacak tayların başına” diyorlar.

Mart 2022’de padok alanına çıkarıldığına denk geldiğimiz bir at.

Yaşam Nöbeti ve fayton hikayesi

Öte yandan faytonların kaldırılması ve sonucunda atların takip edilmemesi ve bunları izleyen sorunlarda işaret edilen Bakanlık ve İBB dışında bir hedef daha var. Adalar’daki Yaşam Nöbeti eylemi “faytonların kaldırılmasını isteyen insanların eylemi” olarak işaret edilirken bu aktivistlerin eylemden sonra atlarla ilgilenmediği eleştirileri sıkça yapıldı. Yeşil Gazete olarak söz konusu eleştirileri, hedef gösterilen eylemde yer alan bir hayvan özgürlüğü aktivistine yönelttik. İsmini paylaşmak istemeyen aktivist onları Yaşam Nöbeti’ne götüren süreci şöyle anlatıyor:

“81 atın itlafı sonucunda eylem yapma planı yaptık. Orada faytonların yüzde 95’inin kaldırılacağını öğrendik. Bu açıklama üzerine yüzde 5’lik kısmın neye göre seçildiğini sorduk. Biz, o yüzde 5’i kapsayan atlarla birlikte atların tamamı için eylem yaptık. Tamamen kaldırılmasını istedik. Biz ses çıkarmaya çalıştık. Bu süreç o kadar uzadı ki… Atların gideceği yerlerle, hazırlanmış rehabilitasyon merkezleriyle ilgili bir çalışma yapılmasını, bu yapılıncaya kadar kadar gitmeyeceğimizi söyledik. Eylem 40-45 gün sürünce başka örgütlerden destek alamadık. Sadece bazıları pankart bıraktı. Partilere gittik hiçbirinden destek gelmedi. Sonuna kadar durup toplantılar yaptık. İBB yüzde 5’i de kaldıracağını ve rehabilitasyon merkezlerini takip edebileceğimizi söylediği zaman konuyu dışarıdan takip edeceğimizi söyledik.”

 Eylemin alandaki aktivistlerin her birinin hayatını farklı şekilde etkilediğini söyleyen hayvan özgürlüğü aktivisti, kendilerinin bir yerlerden destek aldıklarının iddia edildiğini ancak destek almış olsalar işlerin bu noktaya gelmeyeceğini belirterek söz konusu iddiaları yalanlıyor:

“Çözüm bulmaya çalıştık. Atların sadece at oldukları için güvenle yaşayıp bu sömürüden uzak durabilecekleri bir sistem yarattırmıyorlar. Bize verilen söz ‘atları kurtaracağız, atların özgürce yaşayabileceği bir sistem yapacağız’dı. İBB sözünü tutmadı. Bunun için ses çıkartan, atların ve faytonun kalması gerektiğini, kültürel olarak bunun doğru olduğunu düşünen bir kesim vardı, biz onların karşısında durmuş olduk. Biz bunun doğru bir şekilde sonuçlanmasını isteyen aktivistlerdik.”

Ne olmuştu?

2019’a kadar atların faytonlara koşulduğu Büyükada’da, tedavisi olmayan Ruam hastalığına yakalanan 81 at öldürülmüştü.

Adalar Kaymakamlığı tarafından Aralık 2019’da yapılan açıklamada, Adalar’da karantina tedbirleri kapsamında ilçeye hayvan giriş çıkışının durdurulduğunu açıklanmıştı. Büyükada’da kazılan ve söz konusu dönemde sosyal medyada sıkça “ölüm çukurları” olarak paylaşılan iki büyük çukurun da “öldürülen atlar için hazırlandığı” iddia edilmişti.

Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül de “Ruam krizi” sonrası ilan edilen karantinayla ilgili “Yıllardır devam eden bir uygulama aslında. Ada’da hastalanıp ölen atlar hiçbir zaman ada dışına çıkarılmıyor. Ada’da toprağa veriliyor. İnsanlara bulaşabilen bir hastalık Ruam. Yetkili makamlardan aldığım bilgilere göre şu ana kadar hastalığın bulaştığı kimse yok. İtlaf edilen hastalıklı hayvanlarda kireçlenerek toprağa gömüldü” demişti.

Adadaki ruam hastalığı sebebiyle öldürülen atların toplu mezar görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından uzun yıllardır fayton karşıtı mücadele veren hayvan hakları örgütleri atların sağlığına kavuşturulması ve adalarda faytonların yasaklanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Saraçhane binası önünde yaşam nöbetine başlamıştı.

Yapılan diyaloglar sonucunda İBB atları satın aldığını, fayton kullanımının yasaklanacağını duyurmuştu. Bunun üzerine başlatılan yaşam nöbeti ise sona erdirilmişti.

42 hayvan hakları örgüt ve topluluğu, atların fakülteye bedelsiz verilmesine karşı bir açıklama yayımlayarak bu uygulamayı kabul etmediklerini bildirmişlerdi. Açıklamada 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığı’nın korumakla ve sağlık durumlarını kontrol etmekle yükümlü olduğu atlarla ilgili yetkisini kullanma çağrısı yapılmıştı.

2021’de ise İBB’nin ücretsiz sahiplendirdiği bin 177 attan Hatay’ın Dörtyol ilçe belediyesine gönderilen 100 atın önce bir at çiftliğine gönderildiği, bakımları karşılamayınca da çiplerinin çıkarılıp bilinmeyen kişilere satıldığı ortaya çıkmıştı. Dörtyol Belediye Başkanı Fadıl Keskin ve Dörtyol Belediye’sinde memur olarak görev yapan Ferhat Erkin’in imzasıyla teslim alınan atların İBB’nin sorusu üzerine kayıp olduğu ortaya çıkmıştı. Skandalın anlaşılması üzerine de Keskin, “Partime zarar vermek istemiyorum” diyerek istifa etmişti.

Ayrıca İBB elektrikli araçları filosuna eklediğini duyurarak Adalar’da ulaşım amacıyla artık bu araçların kullanılacağını bildirmişti.

Bu süreçte Adaların Atları Platformu ise faytonun Adalar’da kültürel bir gelenek olduğunu belirterek atların ada dışına gönderilmesine karşı kampanya yürütüyordu.

2020’de ahırların da yıkılmasına karar verildi ancak Platform üyeleri karşı çıkınca ahırlar yerinde kaldı.  İBB buralara modern at ahırları yapılacağını açıkladı. Adaların Atları Platformu Nisan 2021’de ekiplerin tepki çekmemek için alana kepçe getirmediklerini belirterek yıkımın balyozlarla yapıldığını anlattı. Platform üyeleri yıkımın pandemi nedeniyle sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde sabah 06.00 sularında yapıldığını belirtti. Atlar şu an İBB’nin İspark At Ahırı’nda bulunuyorlar.

Asiye Atalay’ı öldüren fail yakalandı: 16 suç kaydı var

İstanbul Esenler‘de cadde ortasında görgü tanıklarının gözleri önünde 19 yaşındaki Asiye Nur Atalay‘ı vuran Ümit Karakoyun yakalandı.

Cinayetin ardından saklandığı Arnavutköy’deki evde yakalanan katilin, hırsızlık, yağma, uyuşturucu ticareti ve kasten yaralama suçlarından 16 ayrı kaydı olduğu ortaya çıktı.

Fotoğraf: Fatoş Sarıkaya / csgorselarsiv.org

Katilin, bir süredir Atalay’ı rahatsız ettiği belirtilmişti. Atalay’ın başından vurularak öldürüldüğü anın görüntüleri ortaya çıktı.

Stanford Üniversitesi’nden 70 yıl sonra ilk fakülte: Sürdürülebilirlik Okulu

ABD’nin Kaliforniya eyaletinde kurulu ve dünyanın en iyileri arasında sayılan Stanford Üniversitesi’nde, 70 yıl sonra ilk fakülte açıldı.

John Doerr ve Ann Doerr çiftinin yaptığı 1,1 milyar dolarlık (16 milyar 350 milyon lira) bağışla kurulan ‘Sürdürülebilirlik Okulu’, iklim krizi ve sürdürülebilirlik sorununa çözümler üretmeyi hedefliyor.

Tam adı Stanford Doerr School of Sustainability olan fakülteye sağlanan fon, bir seferde üniversiteye yapılan en fazla bağış olma özelliğini taşıyor.

Amazon’un erken yatırımcılarından, risk sermayedarı John Doerr ve eşi Ann Doerr konuyla ilgili, “Stanford insanlığın en büyük sorunlarına çözüm bulmak için hep esaslı adımlar atmıştır” dedi.

Yeni kurulan fakültenin toplam bütçesi ise 1,6 milyar dolar. 500 milyon dolarlık miktar, diğer aile ve şahısların bağışlarından oluşuyor.

Fakülte için 1.1 milyar dolar bağış yapan Doerr çifti.

Öğrenciler, personel ve mezunlar istemiş

Stanford- Doerr Sürdürülebilirlik Okulu’nin sitesinde yeni birimin hem üniversitesi kampüsünde hem de öğretim ve araştırmalarında acil iklim ve sürdürülebilirlik sorunları üzerindeki etkisini artırmanın yollarını arayacak  yeni birimin; öğrenciler, personel ve mezunların fikirleriyle ortaya çıktığı belirtiliyor.  

Fakültede halen mevcut birimler bir araya getirilecek: 

  • Dünya, Enerji ve Çevre Bilimleri Okulu
  • Stanford Woods Çevre Enstitüsü
  • Precourt Enerji Enstitüsü
  • İnşaat ve Çevre Mühendisliği Fakültesi
  • Hopkins Marine Station tesisleri.

Okuldaki mevcut birimlere üniversite genelinden öğretim üyeleri katılacak ve önümüzdeki on yıl içinde 60 yeni öğretim üyesi daha alınacak. Fakülte ayrıca  sosyal adalet, kurumsal ve ekonomik altyapı ve daha sürdürülebilir yaşam biçimlerine geçiş politikalarına odaklanan yeni bir Sürdürülebilir Toplumlar Enstitüsü’yle üniversitenin erişimini küresel olarak genişleten yeni bir Hızlandırılmış Sürdürülebilirlik Birimi’ni içerecek. 

Dünya sistem bilimi profesörü Kate Maher, Stanford-Doerr Sürdürülebilirlik Okulu’nun normalde tek bir akademik birimde bir araya gelmeyen benzersiz bir dizi disiplini bir araya getireceğini ve bu sayede topluluklar ve paydaşlarla farklı bir etkileşim yolu sağlayacağını söyledi. 

 

Kürtaja erişimin kısıtlanması, kadınlar ile çocukları yoksulluğa ve şiddete sürüklüyor

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Yüksek Mahkemesi‘nin kürtajı kadınlara anayasal hak olarak tanıyan emsal bir kararı bozmayı planlamasıyla ülke çapında kadınların kürtaj hakkı yeniden gündeme oturdu.

Yüksek Mahkeme Roe -Wade olarak bilinen bu kararı bozarsa, Amerika’nın her eyaletinde güvence altına alınan kadınların ilk üç ay içinde kürtaj olma hakkı ortadan kalkacak ve her eyalet kendi yasal sınırını belirleyecek.

Kadınların ve Demokratların, olası karar iptaline karşı protestoları ve tepkileri devam ediyor.

İlgili haber: ABD Yüksek Mahkemesi’nin görüşü sızdırıldı: Kürtaj hakkını koruyan emsal karar iptal edilebilir

Tartışmalar sürerken Kaliforniya San Francisco Üniversitesi (UCSF) merkezli Üreme Sağlığında Yeni Standartları Geliştirme Merkezi (ANSIRH) tarafından yürütülen ve kürtaja erişemeyen kadınların yaşadıklarını, kürtaja erişebilen kadınların yaşadıklarıyla karşılaştıran Turnaway Study isimli kapsamlı çalışmanın sonuçları yayımlandı.

Araştırmada, ülke çapındaki 21 eyaletten 30 klinikte kürtaj yaptırmak isteyen yaklaşık bin kadın katıldı. Araştırmacılar, istediği gibi kürtaj olabilen ve bulunduğu eyaletin yasal süre sınırını geçtiği için kürtaj isteği reddedilip doğum yapmak zorunda kalan kadınların hayatlarını beş yıl boyunca takip edip verileri karşılaştırdı.

Çalışmanın ana bulgusu, kürtaj yaptırmanın kadınların sağlığına ve esenliğine zarar vermediği; ancak kürtajın reddedilmesinin derin sağlık sorunlarına; finansal, yaşamsal ve ailevi sorunlara yol açması oldu.

Fotoğraf: Kenny Holston / The New York Times

Araştırmaya öncülük eden San Francisco California Üniversitesi‘nden kadın doğum, jinekoloji ve üreme bilimleri profesörü olan Diana Greene Foster, Scientific American‘a verdiği röportajda, Yüksek Mahkeme’nin söz konusu kararı iptal etmesi halinde daha fazla kadının kürtaja erişemeyeceğini ve dolayısıyla daha fazla insanın fiziksel sağlığında, ekonomik durumunda ve yaşam memnuniyetinde azalma yaşayacağını; ayrıca güvencesiz koşullarda yetiştirilen daha fazla çocuk olacağını söyledi.

Araştırmada, istenmeyen bir hamileliği sürdürmek ve doğum yapmak kürtajdan daha ciddi sağlık sorunları ile ilişkilendirildi. Kürtaj olan kadınlar ciddi sağlık sorunları yaşamazken, diğer gruptan iki kadın doğum sırasında hayatını kaybetti.

Kürtaj, kadınların intihar düşüncelerine sahip olma riskini, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete, düşük benlik saygısı veya daha düşük yaşam doyumu risklerini; alkol, tütün veya uyuşturucu kullanımını artırmadı.

Fakat kürtajın reddedilmesini, yüksek düzeyde kaygı, stres ve düşük benlik saygısı ile ilişkili olduğu tespit edildi.

Fotoğraf: Jonathan Bachman / AP

Kürtaj yaptıramayan kadınlar yoksullaştı

İsteyerek kürtaj yaptıran kadınlar, sonraki yıllarda finansal olarak daha istikrarlı oldu ve istekleri doğrultusunda daha kolay adım attı. Çocuk sahibi olanlar, çocuklarını diğer gruba göre daha istikrarlı koşullar altında yetiştirdi.

Düşünülenin aksine, kürtaj olan kadınların daha sonra isteyerek bir çocuk sahibi olma olasılığı arttı.

Kürtaj isteği reddedilen kadınların ise ülkenin yoksulluk sınırının altında gelire sahip olma ihtimali dört kat, işsiz olma ihtimali ise üç kat arttı; gıda, barınma ve ulaşım gibi temel aile ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli paraya sahip olmama oranı da arış gösterdi.

Doğum yapmak zorunda kalan kadınlar, kürtaj yaptıranlara göre hane halkı yoksulluğunda en az dört yıl süren bir artış yaşadı. Ayrıca bu gruptaki kadınların kredi notu daha düşük, borçları daha yüksek oldu ve iflas gibi olumsuz mali kayıtlar daha fazla gözlendi.

Kadınların karar verebilmesi, çocukların da yararına

Çalışma sonucunda kürtajın reddedilmesinin, kadınların ve doğan çocukların finansal güvenliğini azalttığı belirlendi.

Kadınların kürtaj reddedildikleri takdirde gıda, barınma ve ulaşım gibi temel aile ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli paraya sahip olmama ve çocuklarıyla birlikte yoksulluk sınırı altında yaşama ihtimalleri arttı.

Kürtajı reddedilen kadınların mevcut çocuklarının, yoksulluk sınırı altındaki hanelerde yaşama olasılıkları, kürtaj yaptıran kadınların mevcut çocuklarına göre üç kat arttı ve gelişimsel standartlara ulaşma olasılıkları düştü.

Fotoğraf: Heather Khalifa / The Philadelphia Inquirer / AP

Kadın ve çocukları şiddete mahkum ediyor

İstenmeyen gebelikleri sonlandıramayan kadınların, şiddet uygulayan partnerlerle temas halinde kalma olasılıkları daha yüksek oldu ve bu da kendilerini ve çocuklarını kürtaj yaptırmış olmalarından daha büyük bir risk altına soktu.

Ayrıca doğan çocuğu tek başına büyütme olasılıklarının daha yüksek olduğu ve partner erkekten gelen fiziksel şiddetin azalmadığı gözlendi.

Öte yandan, kürtaj olan kadınların yüzde 95’i, daha sonra kürtajın kendileri için doğru karar olduğunu söyledi.