Ana Sayfa Blog Sayfa 879

Gazeteci Güngör Arslan cinayetinde ağırlaştırılmış müebbet talebi

Kocaeli’nde 19 Şubat’ta silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybeden Ses Kocaeli Gazetesi İmtiyaz Sahibi Güngör Arslan’ın ölümüyle ilgili hazırlanan iddianame kabul edildi. Cumhuriyet savcısı, tutuklanan Avukat Ersin Kurt‘un cinayeti planladığı, azmettirdiği ve diğer şüphelilerin Kurt tarafından hazırlanan kurgu çerçevesinde hareket ettiğine kanaat getirdi. Savcı, Arslan’ı öldüren Ramazan Özkan, azmettiren Ersin Kurt ve Burhan Polat‘ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanmasını talep etti.

DHA’dan Dinçer Akbir’in aktardığına göre; yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Burhan Polat, Can Yılmaz, Emrah Yıldırım, Ersin Kurt, Ferhat Yıldırım, Hasan Emre Çelik, Özgür Taşkıran, Kadir Yıldırım ve Ramiz Saatçi çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. A.Y., E.T., E.Y. ve Y.B.’nin tutuksuz yargılanmasına karar verildi. Olayla ilgili yürütülen soruşturmanın ardından hazırlanan iddianame, bugün Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

Nazlıcan Arslan: İddianame eksik

Güngör Arslan’ın kızı Nazlıcan Arslan Ses Kocaeli Gazetesi’nde bugün kaleme aldığı yazıda ise söz konusu iddianamenin eksik olduğunu şu sözlerle dile getirdi:

“14 şüpheliye karşı 1 gazeteci olarak gösterilen 26 sayfaya sığdırılan iddianame EKSİK. Buna adımın Nazlıcan Arslan olduğu kadar, Güngör Arslan’ın kızı olduğum kadar eminim.”

Arslan’ın ölümü ve rezidansta verilen vaatler

Ramazan Özkan ifadesinde Güngör Arslan’ı öldürmesi konusunda kendisini yönlendiren kişinin Burhan Polat olduğunu ve olaydan 10 gün önce bir rezidansta buluşarak çeşitli vaatlerde bulunduğunu anlattı. Olay anını anlatan Ramazan Özkan, ofise gittiğini Güngör Arslan ile bir süre konuştuktan sonra bacaklarına doğru ateş ettiğini, kaçarken Arslan’ın peşinden geldiğini, elinde tabanca olduğunu düşünerek rastgele ateş ettiğini söyledi.

Burhan Polat ise ifadesinde, Ramazan Özkan’ı simaen tanıdığını, kendisiyle Güngör Arslan hakkında hiç konuşmadıklarını söyledi. Güngör Arslan’ın, kendisinin kız arkadaşı olan T.U.’ya şarap ve çiçek göndererek rahatsızlık verdiğini söyleyen Burhan Polat, Güngör Arslan’ın şüphelilerden Ersin Kurt ve onun kullanmakta olduğu beyaz renkli cip hakkında haber yaptığını, haberin altına aracı kullanan kişilerin torbacı, hapçı şeklinde yorumlar yaptıklarını, o dönemlerde araç ile çok fazla dolaştığı için yorumları üzerine aldığını belirtti.

‘Güngör’ü korkutmak lazım’, ‘Güngör’ü öldürün’ ifadeleri…

İfadesinde, Hasan Emre Çelik’e “Güngör’ü korkutmak lazım, T.U.’dan uzak durması lazım. Bu da ne şekilde olursa olsun” şeklinde sözler söylediğini, Hasan Emre Çelik’in ise “Tamam” dediğini belirten Burhan Polat, bu konuşmadan üç ila beş gün sonra Güngör Arslan’ın vurulma olayının meydana geldiğini kaydetti. Çelik, “Güngör Arslan’ı öldürün” şeklinde bir beyanda bulunmadığını söyledi.

Talimat vermediğini iddia etti

Güngör Arslan’ı öldürmeye azmettirmekle suçlanan avukat Ersin Kurt ise ifadesinde, Burhan Polat’a, Güngör Arslan’ın vurulması ile alakalı talimat vermediğini ve herhangi bir kimseyle Güngör Arslan cinayetiyle ilgili olarak yazışma yapmadığını söyledi.

Cumhuriyet savcısı kanaatini açıkladığı kısımda, Güngör Arslan’ın T.U.’yu rahatsız ve taciz etmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, şüpheliler Ferhat Yıldırım, Hasan Emre Çelik ve Burhan Polat’ın, Ersin Kurt’u korumak amacıyla, Ersin Kurt’un talimatıyla kurgulanan kurgu uyarınca ifade verdiklerini belirtti.

‘Reis’ lakaplı bir avukat ve cinayet talimatı

Güngör Arslan’ın şüpheli Ersin Kurt aleyhine birden fazla haber yaptığını ifade eden Cumhuriyet savcısı ayrıca, ‘Ersin Kurt’un hakkındaki bu haberlerden duyduğu öfke ve infial ile daha sonra yazılacak olan haberlere mani olmak amacıyla kendi otoritesi altında işlerini yapan, hatta gündelik işlerinde teklifsizce şüpheli Ersin Kurt’a ait aracı kullanan, avukat-müvekkil ilişkisini aşan, şüpheli Ersin Kurt’a ‘Reis’ diyerek hitap eden şüpheli Burhan Polat’a Güngör Arslan’ın öldürülmesi ve bu yolla susturulması yönünde talimat verdiği’ kanaatinin oluştuğunu kaydetti.

Cumhuriyet savcısı, şüphelilerden Ramazan Özkan hakkında ‘Tasarlayarak kasten öldürme ve ruhsatsız silah bulundurma’ suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis, tutuklu şüpheliler Ersin Kurt ve Burhan Polat hakkında ‘Tasarlayarak kasten öldürmeye ve ruhsatsız silah bulundurmaya azmettirme’ suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis, tutuklu şüpheliler Hasan Emre Çelik, Ferhat Yıldırım, Ramiz Saatçi ve Emrah Yıldırım hakkında ‘Tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım ve ruhsatsız silah bulundurma’ suçlarından 15 yıldan 20 yıla kadar, tutuklu şüpheliler Can Yılmaz, Kadir Yıldırım ve Özgür Taşkıran hakkında ‘Suçluyu kayırma’ suçundan 6 aydan 5 yıla kadar hapis, tutuksuz şüpheliler A.Y., E.T., E.Y. ve Y.B. hakkında ‘Suç delillerini gizleme’ suçundan 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmalarını talep etti.

Güngör Arslan’ın eşi Suna Arslan: Katilleri bulursanız bana baş sağlığı dileyin

Arslan’ın eşi Suna Arslan cenaze töreninde şu ifadeleri kullanmıştı:

“21 yaşındaki bir çocuğun eline silah verip öldürttüler. Ben buna inanamıyorum. Lütfen adaleti sağlayın ve katilleri bulursanız bana baş sağlığı dileyin.”

 

Almanya rüzgar enerjisinde çıtayı yükseltiyor

Almanya’daki koalisyon hükümeti, Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını azaltmaya ve iklim hedeflerine zemin hazırlamaya çalışırken, hükümetin iddialı yenilenebilir enerji hedeflerinin uygulanmasını sağlamak üzere bugün yeni bir rüzgar enerjisi hızlandırma paketini onayladı.

Hükümet nisan ayında, 2030 yılına kadar %80 yenilenebilir enerji hedefi getiren ve 2035 yılına kadar %100’ü hedefleyen bir yasal paketi kabul etmişti.

Yeni 2030 hedefi, Almanya’nın karadaki rüzgar enerjisi kapasitesinin iki katına çıkarak 115 gigawatt’a (GW) artırılmasını gerektiriyor; bu, 38 nükleer santralin kapasitesine eşdeğer. Aynı zamanda bu, yıllık kapasite artışının beş kat artarak 10 GW’a çıkması anlamına geliyor.

Ülke topraklarının yüzde 2’si rüzgar enerjisi için tahsis edilecek

Ekonomi Bakanı Robert Habeck (Yeşiller Partisi) tarafından önerilen yeni yasa şunları öngörüyor:

  • Almanya topraklarının %2’sinin en geç 2032 yılına kadar kara rüzgar enerjisi için tahsis edilmesi (bugün bu oran %0,8).
  • Daha kolay izin prosedürlerinin uygulanması, çünkü “rüzgar santrallerinin işletilmesi her şeyden önce kamu yararınadır ve kamu güvenliğine hizmet eder”.
  • Rüzgar santralleri ile konutlar arasındaki minimum mesafenin daha kolay azaltılması ve doğa koruma alanları için mesafe kurallarının düzenlenmesi.

Hükümetin bugünkü kabine oylamasından sonra, parlamentonun yaz tatilinden, yani temmuz ayının ilk haftasından önce paketi oylaması gerekiyor.

Almanya Friends of the Earth (BUND) Başkanı Olaf Bandt, Karasal Alanda Rüzgar Yasası’nın mevcut taslağı, nihayet karasal alanının ortalama yüzde ikisinin rüzgar türbinlerine sağlanmasını garanti ederek, enerji geçişinin tarihi bir dönüm noktası olabilir” dedi.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Almanya, taslağın ülkede daha fazla enerji bağımsızlığı yolunda bir kilometre taşı olmasının muhtemel olduğu değerlendirmesi yaptı: “Karasal Alanda Rüzgar Enerjisi Yasası (WaLG), rüzgar enerjisi için yeterli arazinin mevcut olmasını sağlayacak önemli ön koşullar yaratıyor ve kapasite artışı sonunda yeniden hız kazanabilir.”

 

 

Türkiye tarım yapmak için Latin Amerika ve Afrika’daki 10 ülkede arazi kiralayacak

Türkiye, gıda krizinin gelecek dönemin en önemli sorunlarından olma olasılığı nedeniyle, tarım arazisi kiralama planını masaya yatırdı.

Kiralanacak tarım arazileri için özel sektörün de devrede olacağı belirtildi.

Türkiye neden yurt dışında tarım arazisi kiralıyor?

Türkiye, son yıllarda, yurt dışındaki topraklardan, özellikle Afrika ve Güney Amerika ülkelerinden ihracat yapmak üzere tarım arazilerinin kiralanması yoluna gitti. Euronews‘in verdiği bilgilere göre, dünyada yaklaşık 203 milyon hektar tarım alanının gelişmiş ülkelerden uluslararası şirketlerce satın alındığı veya kiralandığı biliniyor. Bu ülkelerin başında İngiltere, ABD, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Hindistan yer alıyor.

Endonezya, Filipinler, Kongo ve Sudan ise topraklarını en fazla kiraya veren ülkeler arasında. Sudan, toplamda 4.7 milyon hektar tarım arazisini yabancılara kiralıyor.

Sınır ötesi yatırımlar yapan ülkelerin bu yönelimdeki amacı, kendi gıda arzı güvenliğini garantiye almak ve gıda ticaretine hâkim olmak.

Tarımda arz güvenliğinin temini için yurt dışında tarımsal üretimi destekleyen Türkiye de bu yolla iç piyasada talebi karşılayamadığı ürünlerin ithalatını da azaltmayı hedefliyor.

Türkiye ile özellikle yüzde 31’i ziraat alanı olan Sudan arasında 28 Nisan 2014’te yapılan anlaşmayla, iki ülke arasında tarımsal üretimin ve ticaretin artırılması amacıyla ortak bir şirketin kurulması ve Türk özel sektörünün Sudan’da 5 bölgede 780 bin 500 hektar arazide tarımsal yatırım yapmasının özendirilmesi hedeflenmişti.

Ali Ekber Yıldırım: Venezuela’nın iklimi buğday üretimine uygun değil

Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım ise söz konusu ülkeler arasında yer alan Venezuela coğrafyasının ve ikliminin buğday üretimine uygun olmadığını belirtti.

Yıldırım Tarım Dünyası adlı internet sitesindeki yazısında şunları kaydetti:

“Önce bir hatırlatma yapalım. Bundan yaklaşık iki yıl önce Venezuela’dan peynir ithalatı gündeme gelmişti. Dünya peynir üretiminde Venezuela’nın adı bile geçmezken Türkiye’de aylarca bu ülkeden yapılacak peynir ithalatı tartışıldı. Sonuçta böyle bir ithalat olmadı. İthal edilecek peynir yoktu zaten.

Bugünlerde de Venezuela’da buğday üretimi yapılması gündemde. Türkiye bu ülkede buğday üretimi yapacakmış. Açıklamayı yapan da Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişci. Bakan Kirişci’nin açıklamalarına göre buğday üretmemizi isteyen Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro. Maduro, bu ülkede üretilecek buğdayın yüzde 30’unu kendilerine verilmesini, yüzde 70’inin Türkiye’ye getirebileceğini söylemiş.”

Konuyla ilgili Ticaret Bakanlığı’nın Venezuela ülke sunumu, raporları, ürün matrisleri, müşavirlik raporlarını okuduğunu belirten Yıldırım, bu raporların hiç birinde Venezuela’da buğday üretimine ilişkin bir bilgi ve yönlendirme bulunmadığını söyledi:

“Bu ülke ile ticaret yapan, gıda ürünleri, un ihracatı yapan özel sektör firmalarının temsilcileriyle görüştüm. Aldığım bilgilere göre ülkenin iklimi, toprağı buğday üretimine uygun değil. Geçmişte buğday üretimi için bazı çalışmalar yapılmış. Fakat ülkenin coğrafyası, iklimi buğday üretimine uygun olmadığı için bu üretim istenilen verimlilikte gerçekleştirilememiş.

Venezuela dünyada buğday üretimi ile bilinen bir ülke değil. Buğday ithal ediyor. Bu da yetmiyor ciddi miktarda un ithalatı yapıyor. 2021 verileri ile bu ülkenin buğday ithalatı 193 milyon dolar. Bunun yüzde 51’ini Amerika Birleşik Devletleri’nden yüzde 49’unu Kanada’dan gerçekleştirdi.”

Un ithalatının yüzde 58’ini karşıladığımız Venezuela’da buğday üretip Türkiye’ye getirmenin ve un yaparak tekrar bu ülkeye satmanın hem ekonomik hem de ekolojik olarak mümkün olmadığını kaydeden Yıldırım, “Ekolojik olarak mümkün değil çünkü ülkenin iklimi uygun değil. Ekonomik olarak mümkün değil çünkü ürünün oradan Türkiye’ye taşınması ve tekrar ihraç edilmesi çok büyük maliyet” dedi.

Ali Ekber Yıldırım, daha önce Nijer ve Sudan’da da 99 yıllığına 780 bin 500 hektar tarım arazisinin kiralandığını ancak kayda değer bir üretim yapılamadığını hatırlattı:  Türkiye, yurt dışında tarımsal üretim için gösterdiği çabayı, harcadığı enerjiyi ülke toprakları için gösterse çok daha büyük üretimler gerçekleştirerek ülkenin tarım potansiyelini zenginliğe dönüştürebilir. Fakat, ülkede üretim yerine ithalata destek verilirken, başka ülkelerde üretim yapma hayali ile ülke gündemi gereksiz yere meşgul ediliyor.”

 

Hekimler Beyaz G(ö)rev’de: Oyalama değil, hakkımız olanı istiyoruz

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve sağlık emek-meslek örgütlerinin çağrısıyla; TBMM Genel Kurulu’na sunulan yasa teklifine karşı bugün Türkiye’nin dört bir yanında “Oyalama Değil, Hakkımız Olanı İstiyoruz” talebiyle ‘Büyük G(ö)rev‘ başladı. TTB eylem süresince acil hastalar, diyaliz hastaları, acil ve riskli gebeler, çocuk aciller, kanser hastaları, yoğun bakım hastalarının bakımının aksamayacağını, yoğun bakım ve yatan hastaların tıbbi zarar görmemeleri için özel gayret gösterileceğini de bildirdi.

TTB tarafından konuya ilişkin dün gerçekleştirilen basın açıklamasında TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, sağlık hizmetini birlikte üreten hekimlerin ve sağlık çalışanlarının hakları için 11 örgütün büyük ve önemli bir yan yana gelişe imza attığını belirterek “Sağlıkta Dönüşüm Programı ile piyasalaşan; hastayı müşteri, hastaneleri işletme, bizleri köle gören Türkiye sağlık sistemi; pandemi ve krizlerin etkisiyle gittikçe tıkanmaktadır” dedi ve sağlık sistemini şu sözlerle eleştirdi:

“Sağlık sisteminin tıkanmışlığının çözümü için sistemi gözden geçirip değiştirmek yerine; bizlere şiddet, yoksulluk, istifalar, göç, liyakatsizlik, niteliksiz eğitim, performans dayatması, mobbing, baskılar halka ise evlerde oluşan sanal kuyruklar, aylarca sonrasına alınabilen randevular, gittikçe artan kalemlerle cepten ödemeler, kamusal sağlık hizmetlerini tüketen düzenlemelerle özel hastanelere teşvik, sağlıkta eşitsizlik reva görülmektedir.”

Bugün gerçekleştirilen eylemin ne ilk ne de son olacağının vurgulandığı basın açıklamasında ayrıca “Bu yılın daha mayıs ayında hekim göçü 938 sayısına ulaşmış, giderek artan intiharların en son örneği daha dün 9 Eylül Tıp Fakültesi’nde yaşanmışken ekran başlarında, Meclis komisyon odalarında emeğimiz ve mesleklerimiz ile adeta alay edilmektedir” denildi.

‘Yılmıyoruz’

Oyalama taktikler ile sağlık çalışanlarının mücadelesinin zayıflatılmaya çalışıldığının ifade edildiği açıklamada “Ama yılmıyoruz, biz her bir can için inatla tedaviyi sürdüren, ısrarla yaşamı savunanlar, mesleğinin inadını, umudunu koruyanlar, haklarımız için mücadele vermeye devam ediyoruz, edeceğiz” sözleri aktarıldı ve eklendi:

“Taleplerimizi süreç boyunca dile getirdik, yollara düştük, memleketin her yanını beyaza boyadık. Ancak aylardır “çıktı çıkacak, müjdemiz var, yeni düzenleme kapıda, bu ay gelecek” sözleri ile oyalama taktikleri devreye konuldu. Komisyondan geçen ve bugün Meclis’e getirilecek, içinde bizlere, taleplerimize, haklarımıza yönelik hiçbir iyileştirme içermeyen bu yasayı kabul etmiyoruz. “Bu yasayı geri çekin” diyoruz. Yarın haklarımız için görevde olacağız, yarın üretimden gelen gücümüzü kullanacağız, yarın acil vakalar, yoğun bakım ve onkoloji vakaları dışında hizmet üretmeyeceğiz.”

TTB tarafından yapılan açıklamada kamuoyuna da “Öncesinde de olduğu gibi yanımızda olun, taleplerimiz hepimiz için, daha iyi bir sağlık sistemi için. Sizler de biliyorsunuz, farkındasınız; bu sağlık sistemi yürümüyor” çağrısında bulunuldu. 

Eylem süresince devam edeceği bildirilen sağlık hizmetleri :

  1. COVID-19 veya COVID-19 şüphesi ile başvuranların poliklinik ve klinik tedavilerine devam edilecek; diğer hastalarımıza nöbet düzeninde sağlık hizmeti verilecektir.
  2. Sağlık hizmeti sunulan tüm birimlerde, acil tanı ve tedavi endikasyonu olan hastaların bakımı aksatılmayacaktır. Acil servisler eylem süresince gerektiğinde görevli hekimlerce takviye edilecektir.
  3. Acil hizmetin verilebilmesi için sağlık kuruluşlarının acillerine ulaşımın istemeyerek de olsa engellenmemesi amacıyla (aciller önünde uygunsuz toplanma, yürüyüşler nedeniyle trafik akışında sıkıntıya yol açma ve acil hasta getiren araçların gelişini zorlaştırma/olanaksızlaştırma gibi durumlara izin verilmemeli) önlemler alınmalıdır. Bu hususta sağlık çalışanlarının ve hastaların güvenliği öncelikle kurum idarecilerindedir.
  4. Yoğun bakım hastalarının -eylem nedeniyle- tedavilerinde hiçbir aksamaya yol açılmaması için her zamanki duyarlılıkla hizmetin sürdürülmesine dikkat edilecektir.
  5. Acil ve riskli gebelere, diyaliz hastalarına ve kanser hastalarına sağlık hizmeti sunulmaya devam edilecektir.
  6. Servislerde yatarak tedavi görmekte olan hastaların her türlü tıbbi işleminin aksatılmadan yürütülmesini sağlayabilecek sayıda sağlık çalışanı, mesai dışı sürelerde (gece ve hafta sonu nöbetleri, vb.) olduğu gibi servislerde hazır bulunacaktır.
  7. Bütün sağlık çalışanları eylem boyunca hasta ve yakınlarına eylemin amacını açıklamalı, acil ve yatan hastalarımızın acı ve sıkıntılarına hürmet eden bir tarzla eylem sürdürülmelidir.
  8. Bu hususlar çağrıcı örgütlerin yöneticileri ve her birimdeki temsilcileri tarafından da takip edilecek ve belirtilen çerçevede gerçekleşmesi için çaba sarf edilecektir.

‘Yenilenebilir enerjide rekor büyümeye rağmen, tarihi bir fırsat kaçırıldı’

Dünya çapında bilim, akademi, hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve endüstri alanından yenilenebilir enerji aktörlerinin oluşturduğu küresel topluluk REN21,  “2022 Yenilenebilir Enerji Küresel Durum Raporu”nu (GSR 2022)  yayımladı.

Rapora göre, yenilenebilir enerjide rekor büyüme yaşandı, ancak dünya, Covid -19 pandemisinin ardından toparlama sürecinde temiz enerjide tarihi fırsatı kaçırdı.

Türkiye, raporda özellikle rüzgar enerjisinden elektrik üretiminde öne çıkıyor ve şu verilere yer veriliyor:

  • Türkiye, toplam 10,8 GW rüzgar enerjisi kapasitesi ile dünya genelinde onuncu sırada yer alıyor.
  • 2021 yılında Türkiye 1,4 GW rüzgar enerjisi kapasite artışı ile bir rekor kırdı.
  • Rüzgar enerjisi toplam elektrik üretiminin %9,8’inden fazlasına katkıda bulunuyor ve 2021’de Türkiye’nin yeni kurulan elektrik üretim kapasitesinin yarısını rüzgar enerjisi oluşturuyor.
  • Son on yılda Türkiye, rüzgar enerjisi kapasitesini 10 kat artırırken, hem yerli hem de yabancı üreticilerin üretim tesislerini içeren güçlü bir endüstri tedarik zinciri geliştirdi.
  • 2021’in sonlarında, Türkiye’deki yeni kurulumların maliyeti, beş yıl öncesine göre ortalama %32 daha düşük gerçekleşti.
  • Yeni kurulacak rüzgar enerjisi kapasitesinden elektrik üretimi, karbon fiyatı hesaba katılmasa dahi, ithal kömürden daha ucuz.

Enerji krizi, net sıfır taahhütlerini kadük kıldı

GSR 2022 raporu, küresel temiz enerji geçişinin gerçekleşmediğine dair net bir uyarı gönderiyor, bu da dünyanın bu on yılda kritik iklim hedeflerine ulaşmasını pek olası kılmıyor. 2021’in ikinci yarısı, Rusya Federasyonu‘nun 2022’nin başlarında Ukrayna‘yı işgal etmesi ve benzeri görülmemiş küresel emtia şokuyla daha da kötüleşen, modern tarihin en büyük enerji krizinin başlangıcına sahne oldu.

REN21 İcra Direktörü Rana Adib, “Daha fazla hükümet 2021’de net sıfır sera gazı emisyonu taahhüdünde bulunsa da, gerçek şu ki, enerji krizine yanıt olarak çoğu ülke yeni fosil yakıt kaynakları aramaya ve daha da fazla kömür, petrol ve doğal gaz yakmaya geri döndü” dedi.

GSR, her yıl dünya çapında yenilenebilir enerji dağıtımının durum değerlendirmesini yapıyor. 2022 raporu, uzmanların şu uyarılarının kanıtını sunuyor: Yenilenebilir enerjinin dünyanın nihai enerji tüketimindeki toplam payı ilerlemedi; 2009’da %10,6’dan 2019’da %11.7’ye çok az bir artış yaşandı ve küresel enerji sisteminin yenilenebilir kaynaklara geçişi gerçekleşmiyor.

Buna göre, elektrik sektöründe, yenilenebilir enerji kapasitesinde (2020’ye göre %17 artışla 314,5 gigawatt) ve üretimde (7,793 terawatt-saat) yapılan rekor artışlar, elektrik tüketimindeki %6’lık genel artışı karşılayamadı. Isıtma ve soğutmada, nihai enerji tüketimindeki yenilenebilir payı 2009’da %8,9’dan 2019’da %11,2’ye yükseldi. Yenilenebilir payının 2009’da %2,4’ten 2019’da %3,7’ye çıktığı ulaşım sektöründeki ilerleme eksikliği özellikle endişe verici bulunuyor, çünkü sektör küresel enerji tüketiminin yaklaşık üçte birini oluşturuyor.

Kasım 2021’deki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı‘nın (COP26) öncesinde, bir rekor gerçekleştirerek 135 ülke 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonu elde etme sözü vermişti.  Ancak, bu ülkelerden sadece 84’ünün ekonomi çapında ve ve sadece 36’sının %100 yenilenebilir enerji hedefi vardı. BM iklim zirveleri tarihinde ilk kez, COP26 deklarasyonu kömür kullanımının azaltılması ihtiyacından söz edilmişti, ancak ne kömür ne de fosil yakıtlarda hedeflenen azaltımlar için çağrıda bulunmadı.

İlgili haber: COP26 anlaşma metninde öne çıkan başlıklar neler?

GSR 2022, ülkelerin net sıfır taahhütlerini yerine getirmenin büyük çabalar gerektireceğini ve COVID-19 ile ilişkili momentumun kullanılmadığını açıkça ortaya koyuyor. Birçok ülkedeki önemli yeşil toparlanma önlemlerine rağmen, 2021’deki güçlü ekonomik toparlanma – küresel reel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) %5,9 büyümesiyle – nihai enerji tüketiminde %4’lük bir artışa katkıda bulunarak yenilenebilir enerjideki büyümeyi dengeledi. Yalnızca Çin‘de, nihai enerji tüketimi 2009 ile 2019 arasında %36 arttı. 2021’de küresel enerji kullanımındaki artışın çoğu fosil yakıtlar tarafından karşılandı ve dünya çapında 2 milyar tonun üzerinde karbondioksit emisyonuyla tarihteki en büyük artışa neden oldu.

Eski enerji düzeninin çöküşü küresel ekonomiyi tehdit ediyor

2021 yılı aynı zamanda, 1973 petrol krizinden bu yana enerji fiyatlarındaki en büyük artışla birlikte, ucuz fosil yakıtlar çağının da sonu oldu. Yıl sonuna kadar, doğal gaz fiyatları Avrupa ve Asya‘da 2020 seviyelerinin yaklaşık on katına ulaştı ve ABD‘de üç katına çıkarak 2021’in sonunda büyük pazarlarda toptan elektrik fiyatlarında bir artışa yol açtı. Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden ortaya çıkan enerji krizi, küresel ekonomik büyüme üzerinde ağır bir baskı oluşturan ve fosil yakıt ithalatına bağımlı 136’dan fazla ülkeyi sarsan eşi görülmemiş bir emtia şok dalgasına neden oldu.

Adib, “Eski enerji rejimi ve onunla birlikte küresel ekonomi gözlerimizin önünde çöküyor” dedi: “Yine de krize müdahale ve iklim hedefleri çatışma içinde olmamalıdır. Yenilenebilir kaynaklar, enerji fiyatlarındaki dalgalanmaların üstesinden gelmek için en uygun fiyatlı ve en iyi çözümdür. Yenilenebilir kaynakların payını artırmalı ve onları ekonomik ve endüstriyel politikanın bir önceliği haline getirmeliyiz. Bir yangına daha fazla ateşle müdahale edemeyiz.”

Daha fazla adalet ve enerji bağımsızlığı

Rusya’nın, özellikle Avrupa’ya kritik doğal gaz ve petrol ihracatını durdurma tehdidi, yenilenebilir enerjiye geçişin aciliyetinin altını çiziyor. Krizle mücadele etmek için Avrupa Birliği ve ulusal ve yerel yönetimler temiz enerji hedeflerini güncellese ve enerji geçişini hızlandırmak için çok sayıda önlem alsa da aynı zamanda eski reçetelere başvurmaya devam ediyor.  Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerde yeni vergiler açıklanmasına rağmen, çoğu ülke aynı anda fosil yakıtlar üzerinde yeni sübvansiyonlar yürürlüğe koydu. Kömür, petrol ve doğal gaz endüstrileri, enerji krizinden ve hükümetlerin tepkilerinden hem kâr hem de nüfuz elde ederek başlıca yararlananlar oldu.

GSR 2022, iklim eylemine yönelik yenilenen taahhütlere rağmen, hükümetlerin yine de fosil yakıt üretimi için sübvansiyon sağlamayı ve enerji krizinin etkilerini azaltmak için ilk tercihleri olarak kullanmayı tercih ettiğini belgeliyor. 2018 ve 2020 yılları arasında hükümetler, fosil yakıt sübvansiyonlarına 18 trilyon ABD doları – 2020’de küresel GSYİH’nın %7’si kadar harcadı. Bazı durumlarda (Hindistan’da olduğu gibi) yenilenebilir kaynaklara verilen desteği azaltarak bunu gerçekleştirdi.

Bu eğilim, iddialı iklim hedefleri ve eylemler arasında endişe verici bir boşluk olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, yerelleştirilmiş enerji üretimi ve değer zincirleri yoluyla daha çeşitli ve kapsayıcı enerji yönetişimi de dahil olmak üzere, yenilenebilir tabanlı bir ekonomiye ve topluma geçişin birçok fırsatını ve faydasını görmezden geliyor. Toplam enerji tüketiminde daha yüksek yenilenebilir paya sahip ülkeler, daha fazla enerji bağımsızlığı ve güvenliğinden fayda sağlıyor.

‘Tek şansımız yenilenebilir enerji’

Adib konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Yenilenebilir kaynakları ikinci plana atmak ve insanların enerji faturalarını azaltmak için fosil yakıt sübvansiyonlarına güvenmek yerine, hükümetler, olumsuz etkilere maruz kalacak evlerde yenilenebilir enerji teknolojilerinin kurulumunu doğrudan finanse etmelidir. Sonunda, ön yatırıma rağmen yenilenebilir enerji yolu daha ucuza çıkacak.”

REN21 Başkanı Arthouros Zervos ise “Fosil yakıtlar için net bitiş tarihleri ile birlikte yenilenebilir enerjiye geçiş için kısa ve uzun vadeli hedefler ve planlar için çağrıda bulunuyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarının artışı, tüm ekonomik sektörlerde kilit bir performans göstergesi olmalıdır” dedi.

“Enerji geçişi bizim yaşam çizgimizdir” diye konuşan İspanya Başkan Yardımcısı ve Ekolojik Geçiş ve Demografik Mücadele Bakanı Teresa Ribera da, şöyle konuştu: “Yenilikçi iş modellerini ve organizasyon biçimlerini mümkün kılacak, değer zincirlerini dönüştürecek, ekonomik gücü yeniden dağıtacak ve yönetimi daha insan merkezli yeni yollarla şekillendirecek. Teknolojiye yapılan doğru yatırımlar ile, yenilenebilir enerji, dünyadaki her ülkeye daha fazla enerji özerkliği ve güvenliği için bir şans sunan tek enerji kaynağıdır.”

 

 

Eğitim durumu yükseldikçe ikinci el tüketim artıyor

Beykent Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Öğr. Üyesi Dr. Merve Çelik Varol, bin kişiden verilerle gerçekleştirdiği ‘Lüks Marka Kullanımında Dijital Tüketicilerin Hedonik Tutumlarının Dönüşümü’ çalışmasını paylaştı.

Araştırmaya göre, ikinci el tüketimi en çok 36-45 yaş grubuna mensup kişiler yaparken en yüksek ikinci el tüketim motivasyonuna lisansüstü eğitim düzeyindekiler sahip. Araştırmaya göre eğitim durumu yükseldikçe ikinci el tüketim motivasyonu artıyor.

Tüketicilerin ikinci el moda sitelerinden alışveriş yapma sıklıklarına göre lüks tüketim eğilimlerinin de farklılık gösterdiğini belirten Varol, ikinci el moda sitelerinden çok az alışveriş yapanların sıklıkla alışveriş yapanlara göre lüks tüketim eğilimlerinin daha yüksek olduğunu belirtiyor.

Lüks tüketim arttıkça, ikinci el tüketim düşüyor

Katılımcıların lüks tüketim eğilimleri ile ikinci el tüketim motivasyonları arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu söyleyen Varol, “Lüks tüketim eğilimleri arttıkça, ikinci el tüketim motivasyonları düşüyor. Diğer taraftan çevrimiçi alışverişe yönelik tutum ve davranışlar arttıkça ya da azaldıkça aynı doğrultuda ikinci el tüketim motivasyonları da artıyor ya da azalıyor” diyor.

Buna göre ikinci el moda sitelerinden alışveriş yapma sıklığı arttıkça genel olarak çevrimiçi alışverişe yönelik tutum ve davranış da artıyor.

Medeni durum da ikinci el tüketimi motivasyonunu belirleyen boyutlardan. Varol, “evli ve bekar katılımcıların sosyal ve kişisel motivasyonlarının birbirine benzerlik gösterdiği, evlilerin bekarlara göre çevresel motivasyon düzeylerinin daha yüksek olduğu anlaşılıyor” değerlendirmesini paylaşıyor.

Lüks Tüketimde İkinci El kitabının da yazarı olan Varol, ikinci el tüketimin çevresel etkilerine dair de şunları söylüyor:

“Ekonomik nedenler, ekolojik sisteme duyarlılık göstermek, farklı bir stil sahibi olmak, geçmişte üretilen ancak günümüzde var olmayan değerli bir parçaya ulaşmak gibi nedenlerle gerçekleştirilen söz konusu tüketim biçimi, ikinci el ürün alınan ve satılan platformların kullanımının yaygınlaşmasında önemli bir rol oynuyor. Teknolojinin gelişmesiyle, günümüz pazarlama anlayışının güçlü aktörleri olarak karşımıza çıkan dijital tüketicilerin en fazla tercih ettiği tüketim biçiminin başında gelen ikinci el lüks tüketim, dönüştürülebilir moda ve dönüştürülebilir ekonomi kavramları ile de yakından ilişkili.”

Dünyayı değiştirmesi gereken 1977 tarihli Beyaz Saray notu: İklim krizi öngörülmüştü

Emma Pattee‘nin The Guardian‘da yazdığı ve bu makale, Yeşil Gazete’nin de parçası olduğu Covering Climate Now (CCNow) ağı  ve partnerleri tarafından hazırlanan “fosil yakıt şirketlerinin  iklim krizine nasıl katkıda bulunduğunu ve Amerikan halkına nasıl yalan söylediğini” anlatmayı hedefleyen “İklim Suçları” işbirliği kapsamında oluşturulmuştur.

*

1977 yılında Star Wars sinema salonlarını ele geçrmişti; New York‘ta 25 saat süren bir elektrik kesintisi yaşanmış ve Apple II kişisel bilgisayarı satışa çıkarmıştı.

1977 aynı zamanda, ABD hükümetinin en üst düzeylerine giden tek sayfalık dikkate değer bir notun dağıtıldığı yıldı.

İklim krizinin ulusal söylemin bir parçası olmasından yıllar önce, bu not, o sırada kriz hakkında bilinen ve korkulan şeylerin ana hatlarını çiziyordu. Birçok yönden ileri görüşlüydü.

Peki kimse dinledi mi?

Temmuz 1977’de dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, sadece yedi aydır görevdeydi. Ancak çevre sorunlarına odaklandığı için halihazırda bir itibar kazanmıştı. Beyaz Saray’a güneş panelleri kurmuş, ayrıca ulusal bir yenilenebilir enerji planı açıklamıştı.

Ana hedeflerinini belirten ulusa seslenişinde, “Gelecek yüzyılda güveneceğimiz yeni, geleneksel olmayan enerji kaynaklarını geliştirmeye şimdi başlamalıyız” demişti.

Söz konusu iklim notu, 4 Temmuz Bağımsızlık Günü kutlamalarından birkaç gün sonra masasına ulaştı. Uğursuz bir başlığı vardı: “Fosil Kaynaklı CO2 Salımı ve Felaket Bir İklim Değişikliği Olasılığı

İlk göze çarpan şeylerden biri, üstte, BAŞKAN TARAFINDAN GÖRÜLDÜ yazan, kısmen sıyrılmış damga:

Notun yazarı, Başkan Carter‘ın baş bilim danışmanı ve Bilim ve Teknoloji Politikası Ofisi direktörü Frank Press‘ti.

Press, Brooklyn‘de fakir bir Yahudi ailede olarak büyümüş uzun boylu, ciddi bir jeofizikçiydi ve meslektaşları tarafından “mükemmel” olarak tanımlanırdı. Carter yönetimiyle çalışmadan önce, California Teknoloji Enstitüsü‘ndeki sismoloji laboratuvarının direktörlüğünü yapmış; Donanma ve NASA gibi federal kurumlaradanışmanlık vermişti.

1977’den 1981’e kadar Carter’ın baş iç politika danışmanı olarak görev yapan Stu Eizenstat, “Carter, Frank’e ve bilime büyük saygı duyuyordu” demişti.

Press’in Başkan’a notu, iklim krizi bilimini, o zamanlar anlaşıldığı şekliyle ortaya koyarak başlatıyor.

“Fosil yakıtların yanması son 100 yılda katlanarak arttı. Sonuç olarak, CO2’nin atmosferik konsantrasyonu şu anda sanayi devrimi öncesi seviyenin yüzde 12 üzerinde ve 60 yıl içinde bu seviyenin 1,5 ila 2,0 katına çıkabilir. Atmosferik CO2’nin “sera etkisi” nedeniyle artan konsantrasyon, 0,5 ila 5°C arasında herhangi bir yerde küresel iklim ısınmasına neden olacaktır.”

Bu ileri görüşlü iddialar, ABD hükümetinin uzay, atmosfer ve okyanus bilimine odaklanan büyük bilim kurumlarını finanse ettiği önceki on yılda ortaya çıkan iklim bilimi ile uyumluydu.

1965 yılında Başkan Lyndon B. Johnson için yapılan araştırma, “kömür, petrol ve doğal gazın yakılmasıyla dünya atmosferine milyarlarca ton karbondioksit eklendiğini” ortaya koymuştu.

Yani Press’in notu isabetliydi.

2021’de, ilk kez, atmosferik CO2 konsantrasyonu 420PPM’ye ulaştı; bu, Press’in öne sürdüğü sanayi öncesi CO2 seviyelerinin iki katına çıkmasının yarısına işaret ediyor.

“Bu kadar hızlı bir iklimsel dalgalanmanın çevre üzerindeki potansiyel etkisi felaket olabilir ve benzeri görülmemiş bir önem ve zorlukta bir etki değerlendirmesi gerektirir. Hızlı bir iklim değişikliği, artan dünya nüfusunun tarımı üretkenliğin sınırlarına kadar vergilendirdiği bir zamanda büyük ölçekli mahsul başarısızlıklarına neden olabilir.”

Press haklıydı.

Kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve daha şiddetli kasırgalar dahil olmak üzere giderek daha şiddetli hava olayları şeklinde iklimsel bir dalgalanmanın yıkıcı etkilerini gerçekten gördük. Bu arada dünya, büyük ölçekli gıda üretimi krizlerinin olası olduğu düşünüyor.

“Sorunun aciliyeti, 2000 yılından kısa bir süre sonra iklimsel etkilerin belirginleşmesiyle birlikte fosil olmayan yakıt kaynaklarına hızla geçememiş olmamızdan kaynaklanmaktadır; alternatif enerji kaynakları ve diğer iyileştirici eylemler etkili olmadan önce durum kontrolden çıkabilir.”

Doğru.

2000’li yıllara gelindiğinde, iklim krizinin etkileri bazı bölgelerde ölümcül ısı dalgaları ve daha güçlü sel ve kuraklıklar şeklinde kendini göstermeye başladı.

“Fosil yakıt kullanımı önemli ölçüde azaldıktan sonraki bin yıl boyunca CO2’nin doğal yayılımı olmayacak.”

Press’in bu tahmini ise en az on yıl önce çürütüldü.

Bilim insanları o zamandan beri CO2 emisyonlarının artması durur durmaz, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun azaldığını ve yavaşça düştüğünü keşfettiler.

“Bildiğiniz gibi bu yeni bir konu değil. Yeni olan şey, CO2 ve iklim etkisini spekülasyondan, ne panik yaratan ne de kayıtsız kalınan bir tepkiye layık ciddi bir hipoteze yükselten bilimsel desteğin artan ağırlığıdır.”

Ancak, Press’in talep ettiği türden tepkileri hafifleten başka akımlar da vardı.

1973’teki ilk Petrol Krizi sırasında gaz alımlarını 10 galonla sınırlayan benzin pompası. Denver, Colorado, Ağustos 1973. Fotoğraf: Everett Collection Historical/Alamy

Struggling for Air: Power Plants ve War on Coal kitabının yazarı Jack Lienke, “ABD’deki iklim politikasının öyküsü, genel olarak, kaçırılan bir fırsat ve haksız bir gecikmedir” diyor.

Diğer birçok konu daha acil ya da daha iyi anlaşılmış gibi görünebilir. Lienke’nin Struggling for Air‘de yazdığı gibi, “Amerikalıların akut kirlilik olaylarında hala düzenli olarak ölmekte olduğu bir zamanda, yasa koyucuların belirsiz, görünüşte uzak iklim değişikliği tehdidinden ziyade kükürt dioksit ve karbon monoksitin bilinen zararlarıyla daha fazla ilgilenmeleri şaşırtıcı değil.”

“Yetkili Ulusal Bilimler Akademisi, birkaç hafta içinde bu doğrultuda bir kamu açıklaması yayınlayacağı konusunda bizi uyardı.”

O aydan sonra yapılan bu kamuoyu açıklaması, fosil yakıt enerjisinden uzaklaşmanın önemini ve mümkün olan en kısa sürede yeni enerji kaynaklarına geçişin aciliyetini vurguladı: “Petrol çağının sona ermesiyle birlikte, gelecekteki enerji politikalarına ilişkin uzun vadeli kararlar almalıyız. Aldığımız derslerden biri, bir kaynaktan diğerine geçiş için gereken sürenin birkaç on yıl olduğudur.”

Peki ne oldu?

Press’in notu başkanın masasına ulaştığında, Amerika’nın ilk enerji sekreteri Jim Schlesinger de yanıt olarak kendi notunu ekledi:

“Benim görüşüme göre, bu konunun siyasi sonuçları, Başkan’ın katılımını ve politika girişimlerini garanti etmek için hala çok belirsizdir.”

Başkan Carter, bu uyarıyı dikkate almış ve başkanlığı sırasında iklim krizinin azaltılması konusunda fazla ilerleme kaydetmemiş görünüyor.

Yine de, ilk federal zehirli atık temizliğini başlatmak ve ilk yakıt ekonomisi standartlarını oluşturmak da dahil olmak üzere, bazı önemli çevre mevzuatı adımlarına imza attı.

Carter’ın karşılaştığı önemli bir zorluk, kendi çelişkili enerji hedefleriydi.

Alternatif enerjiyi teşvik etme hedefine rağmen, 1973 petrol krizinin ardından ABD petrol üretimini artırmada ulusal güvenlik çıkarı olduğunu da hissetti.

Başkan’ın baş iç politika danışmanı Eizenstat, “Yabancı petrole bağımlılığımızın tehlikeli olduğunu ve çok daha önemlisi alternatif enerjinin emekleme aşamasında olduğunu fark ettik” dedi.

Eizenstat, “Yani Carter hem koruma yapıyor hem de yabancı petrole bağımlılığı azaltmanın bir yolu olarak daha fazla yerli petrol ve gazı teşvik ediyordu. Tüm politikalarda olduğu gibi, çelişen hedefler var.”

Yine de, Carter yeniden seçilseydi, dünya bugün iklim etkileri konusunda daha iyi bir konumda olabilirdi.

Başkan Jimmy Carter, 21 Haziran 1979’da Washington Beyaz Saray’da güneş panelleri fonunda konuşuyor. Fotoğraf: Harvey Georges/AP

1981’de seçimleri kazandıktan sonra yeni Başkan Reagan‘ın yaptığı ilk şeylerden biri Beyaz Saray’daki güneş panellerini yıkmak oldu. Bu arada, fosil yakıtların iklimi nasıl değiştirdiğini araştıran fosil yakıt endüstrisi, iklim bilimi hakkında şüphe uyandırmak için on milyonlarca dolar harcamaya başladı.

Press’in notu bir şey başardı mı?

Bir kişi için aslında bir ‘dönüşüm anı’ydı – bu Eizenstat‘ın kendisiydi. 1997’de ABD’nin Kyoto küresel ısınma protokolleri için baş müzakerecisi olarak hizmet etmeye karar vermesi de dahil, iklim kriziyle ilgili gelecekteki çalışmalarında etkili olduğunu söylüyor.

Bu protokoller, iklim politikasını küresel düzeyde ele almaya yönelik ilk uluslararası çaba için zemin hazırlıyor. Bu nedenle, Press’in notu o sırada sessizlikle karşılansa bile, uyarısı tamamen göz ardı edilmedi.

İzmir’de doğa mücadelesinde davayı zeytinler kazandı

İzmir’in Seferihisar ilçesi Orhanlı Mahallesi’nde yer alan 2 bin 150 jeotermal işletme ruhsat alanı ve bin 586 arama ruhsat alanının iptali için Doğa Derneği ve İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü ile birlikte açılan davadan çıkan sonuç zeytinlerin lehine oldu.

Doğa Derneği’nin de davacılar arasında olduğu dosyadan çıkan kararı Dernek şu sözlerle duyurdu:

“İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin oy birliğiyle yürütmeyi durdurma kararı vermesi mücadelemizde ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi.”

Kararın zeytinlerin, kuşların, suyun yaşam hakkının var olduğunu gösterdiğinin ifade edildiği açıklamada “Emsal olan bu kararların çoğalması için çalışmalarımıza var gücümüzle devam edeceğiz” denildi.

Ne olmuştu?

İzmir Seferihisar‘a bağlı Orhanlı Köyü‘nde yapılmak istenen JES-RES-GES (Jeotermal, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi) entegre enerji santrali projesine köy halkı 2021’den bu yana itirazlarını dile getiriyordu.

11 Haziran 2021’de proje için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci kapsamında yapılmak istenen Halkın Katılım Toplantısı’na yöreye özgü kıyafetleriyle katılan köy halkı, davul zurna eşliğinde yaptıkları protestoyla toplantıyı iptal ettirmişti.

JES-RES-GES entegre enerji santrali için, köy merkezinde 23 adet jeotermal sondaj kuyusu açılmak isteniyordu.

 

Kıyılarda yetki Çevre Ajansı’nda: Özel şirketlere devir, atık alım hizmeti ve diğerleri

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklikler kapsamında 3996 sayılı bazı yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılması hakkında kanuna eklenen maddeyle Türkiye Çevre Ajansı’na yetkiler verildi. 

Değişiklikler kapsamında Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan’la bağlantısı nedeniyle çok kez verilen yetkilerle gündeme gelen Türkiye Çevre Ajansı’na yap-işlet-devret projelerini gerçekleştirebilme yetkisi verildi. Ayrıca Ajans tarafından gerçekleştirilen kamu yatırımlarının özel sektör tarafından belirli şartlarla ve 10 yıldan uzun süreli olarak işletilmesinin önü açıldı. Şartların ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Strateji ve Bütçe Başkanlığınca belirleneceği bildirildi. 

Öte yandan Madde 30’a eklenen fıkrayla birlikte Türkiye Çevre Ajansı’na Kıyı Kanunu kapsamındaki devletin hüküm ve tasarrufu altında yer alan alanlarda mapa ve şamandıra sistemleri kurmak, işletmek, deniz araçlarına atık alım hizmetlerini vermek ve bu hizmetlerin verilmesini sağlamak gibi yetkiler verildi. Ajansın ihtiyaç halinde söz konusu maddenin içerdiği faaliyetleri şirketler kurarak gerçekleştirebileceği de belirtildi. 

Türkiye Çevre Ajansı, Emine Erdoğan ve muhalefet şerhi

Ajansa söz konusu yetkileri öngören torba yasanın görüşmelerinin yapıldığı 22 Mayıs’ta CHP’li  Burak Erbay, teklifin Çevre Ajansı’na koylar ve sahillerle ilgili yeni tasarruf yetkisi vermesine “Bu şekilde koylarımızın, ormanlarımızın talan edilmesine müsaade etmeyeceğiz” sözleriyle karşı çıkmıştı. Düşülen muhalefet şerhinde, Çevre Ajansıyla turizm alanlarının işletilmesinin, Ajans’ın kuruluş amacıyla çeliştiği kaydedilmiş, şunlar dile getirilmişti:

İlgili haber: Çevre Ajansı’nın yetkilerini genişleten torba yasa

“Ajans’a, kıyılardaki ve denizdeki kirliliği önlemeye yönelik görevler yüklenileceğine; korunan alanlarda turizm işletmeciliği görevi verilmektedir. Bu faaliyetler denizlerimizdeki su kirliliğinin de artmasına neden olacaktır. Ve hassasiyetle sürdürülmesi gereken faaliyetin, merkez üzerinden taşere edilmesi anlamına gelmektedir.”

2020’de AKP milletvekili Selman Özboyacı tarafından sunulan Türkiye Çevre Ajansı kurulmasını öngören kanun teklifi, Meclis Genel Kurulu’ndan önce Emine Erdoğan’a sunulmuş, haberi doğrulayan Özboyacı, “Hanımefendiyi bilgilendirmek için böyle bir ziyaret yaptık” demiş; yasama faaliyetinin Meclis’ten önce Cumhurbaşkanı’nın eşine sunulması tepki toplamıştı.

İlgili haber: Çevre Kanunu’nda değişikliğe muhalefet şerhi

CHP’li vekillerin görüşmelerde düştüğü muhalefet şerhinde Çevre Ajansı’nın çevreyi sermayeleştirme ve rant alanı haline getirmeyi görev edindiği söylenerek ve şunlar kaydedilmişti:

“Türkiye, AB Çevre Ajansı’na üyedir, ne var ki, Türkiye Çevre Ajansı için yasa önerisinde öngörülen statü ile görev ve yetki alanı bakımından AB üyesi olan devletlerdeki benzeri kurumlara göre ciddi sapmalar bulunmaktadır.

Dünyadaki örneklerine uygun olarak, çevre politikası alanında strateji belirlemek, geliştirmek, çevre hakkında doğru ve bağımsız bilgi sunmak, iklim krizi ve diğer çevre sorunlarıyla ilgili ulusal strateji oluşturmak, bilimsel araştırmalar yapmak, halkı doğru bilgilendirmek amacıyla kurulmamıştır.”

Peki Türkiye Çevre Ajansı neden kurulmuştu?

Türkiye Çevre Ajansı, çevre kirliliğini önlemek ve yeşil alanların korunmasını, iyileştirilmesini ve geliştirilmesini sağlamak ile ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulmasına, işletilmesine, izlenmesine ve denetimine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere 24 Aralık 2020’de kurulmuştu. 7261 sayılı Kanun ile kurulan Ajansın misyonu ise şöyleydi:

“Sıfır atık yaklaşımı doğrultusunda kamuoyunda duyarlılık ve farkındalık oluşturarak, çevrenin ve yeşil alanların korunması ve iyileştirilmesine; ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulması, işletilmesi, izlenmesi ve denetimine; kaynak verimliliğinin artırılarak ülke ekonomisinin desteklenmesine yönelik faaliyetleri düşük karbon yoğunluğu ile gerçekleştirmek.”

Türkiye Çevre Ajansı’nın iklim değişikliğine karşı mücadele çalışmalarına ve döngüsel ekonomiye geçişe katkı sağlamak gibi de bir vizyonu var. 

‘Dezenformasyon yasası’nın 14 maddesi daha geçti: Anayasa’ya aykırı, basın özgürlüğüne açıkça müdahele

İnternet medyası ve sosyal medya paylaşımlarına dair yeni yaptırımlar öngören tartışmalı ‘dezenformasyon’ yasa teklifinin ilk 15 maddesi, dün gerçekleşen TBMM Adalet Komisyonu toplantısında kabul edildi.

Basın kartının verilmesi ve kartın iptaline ilişkin düzenlemelerin yanı sıra Türk Ceza Kanunu’na (TCK) “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçunu ekleyen, ‘yanlış bilgi’ yayan internet sitelerine cezalar ve ‘zarar gören kişişlere’ cevap ve tekzip hakkı veren 40 maddelik “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin görüşmelerine geçtiğimiz hafta başlanmış ve ilk madde kabul edilmişti.

Muhalefet vekillerinin verdiği hiçbir önergenin kabul edilmediği dünkü oturumda teklifin 14 maddesi daha, küçük değişikliklerle geçti.

İlgili haber: ‘Yeni dezenformasyon yasası’yla enflasyon yüzde 100 demek suç olabilir’
İlgili haber: Basın örgütlerinden dezenformasyon yasasına tepki: Siyasetçiler tarafından kapalı kapılar ardında hazırlandı
İlgili haber: 23 uluslararası örgütten Türkiye’ye çağrı: Dezenformasyon Yasası’nı geri çekin

İletişim Başkanlığı kimin gazeteci olup olmadığına nasıl karar veriyor?

Teklifin geneli üzerinde söz alan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, bir yıldan üç yıla ceza öngören ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun yer aldığı 29’uncu madde için, şöyle dedi:

“Öyle güzel anlatıyor ki konuşan arkadaşlar, ‘bot hesaplar’ falan. Eğri oturup doğru konuşalım: Troll hesapların kim tarafından yönetildiğini bilmiyor muyuz? Siz yetkiyi, sınırsız ve denetimsiz verirseniz ne oluyor? AA, bizi izliyor. Bahçeli’yi, Erdoğan’ı eleştiriyorum; geçiyor. Fahrettin Altun’u eleştir bakalım ne oluyor? Ajans basın toplantısını koymuyor. ‘Ajans editöryal yoğunluktan dolayı geçemiyor.’ Bu nasıl bir güç? Bir atamayla bu güç nasıl atfediliyor?”

Muhalafet vekilleri Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın basın kartını kontrol etmesi ve enformasyon görevlilerinin basın kartı alabilmesini düzenleyen maddeye tepki gösterdi.

HDP milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, şunları söyledi:

“52 yıllık gazeteci rahmetli Aydın Engin’e basın kartı vermemiş bir İletişim Başkanlığı’ndan bahsediyoruz. Bu İletişim Başkanlığı kimin gazeteci olup olmadığına nasıl karar veriyor? Ayrıca enformasyon görevlilerine verilirse İletişim Başkanlığı görevlilerinin basın kartı sahibi olması mümkün. Bu da basın etiği açısından sorunlu.”

CHP milletvekili Zeynel Emre, basın kartının 2017 Anayasa değişikliği ardından siyasi partinin genel başkanı olan ve Cumhurbaşkanına bağlı bir idari merci tarafından verilmesinin Anayasa’nın 26’ncı ve 28’inci maddesine aykırı olduğunu söyledi:

“Gazetecilere basın kartı verilmesini, siyasi tartışmalarda taraf olan ve muhalif gazeteciler tarafından doğal olarak eleştirilen Cumhurbaşkanı’na bağlı İletişim Başkanı’nın vereceği basın kartına bağlamak, basın özgürlüğü ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne açıkça aykırı nitelik taşır.”

HDP Ağrı milletvekili Abdullah Koç da, 2’nci maddenin tekliften çıkarılmasını talep etti: “İktidarın muhalif basına olan yaklaşımı ve gerçek haberi halka yaymaya çalışan basın emekçilerinin ne kadar baskı altında olduğu, haber yaparken bile gözaltında tutuldukları gerçeği de gözetildiğinde, bunun Anayasa’nın birden fazla hükmüne aykırı olacağını ifade ediyoruz.”

İletişim Başkanlığı’nın Basın Kanunu’na dahil olması kabul edilemez

CHP milletvekili Süleyman Bülbül de maddeye dair  şunları söyledi:

“Düzenlemeyle birlikte İletişim Başkanlığı artık Basın Kanunu kapsamında yer buluyor.

Cumhurbaşkanına bağlı olan ve Cumhurbaşkanının ve AKP’nin propagandasını yapan bir Kurumun, halkın haber alma hakkı çerçevesinde görev yapan basın mesleğinin içinde tanımlanması ve taraflardan biri olması hukuk devletinde kabul edilemez bir durumdur.

Basın özgürlüğünün önünde en büyük engel olan böylesi bir kurumun kanunda yerinin olması sansürlü bir basının devamı niteliğinde olacaktır.

İletişim Başkanlığına Basın Kanunu’nda yetki verilmesi Anayasa’nın 28, Anayasa’nın 26, Anayasa’nın 2, 5, 10, 12, 13’üncü maddelerine açıkça aykırıdır.

CHP’li Turan Aydoğan da “Bizim buna ‘evet’ deme imkan ve ihtimalimiz yok. Bu, günahkâr bir maddedir. Bu, Türkiye’de basın özgürlüğünü öldürecek bir maddedir” diye konuştu.

Muhalefet tarafından verilen tüm değişiklik önergeleri reddedildi. İlgili madde olduğu gibi kabul edildi.

İktidarın sopası haline gelen kurumu daha fazla yetkilendiriyorsunuz

Süreli yayınların çıkarılması için yönetim yerinin bulunduğu cumhuriyet başsavcılığına bir beyanname yerine Basın İlan Kurumu’na beyanname verilmesi ve beyannameye dair yayının durdurulmasına ilişkin madde de tartışmalara yol açtı.

CHP’li Bülbül, “İktidarın sopası haline gelen kurumu ‘daha fazla yetkilendirmek istiyoruz’ anlamına geliyor. Bu basın özgürlüğüne yönelik açıkça bir müdahaledir. Önceki durumda olduğu gibi cumhuriyet savcılıklarının beyannameleri alması gerekir” sözleriyle karşı çıktı.

Teklif sahibi MHP‘li Feti Yıldız ise cevaben “Basın İlan Kurumu, düşünce ifade özgürlüğü kapsamında ayrımcılık gözetmeyen kurumdur” dedi.

İlgili haber: Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 149’uncu sırada

Teklifte, internet haber sitelerinin ‘zarar gören kişinin’ düzeltme ve cevap yazısının aldıktan en geç bir gün içinde yayınlaması ve yayın hakkında verilen erişimin engellenmesi veya çıkarılması durumunda bir hafta süreyle bunu yayımlanmasına ilişkin bir madde de bulunuyor.

CHP’li Rafet Zeybek, “Zarar gören dediğinizde çok sakıncalar ortaya çıkacak. Her haber için cevap hakkı doğması da gündeme gelecek” dedi ve bu kısmın ‘gerçeğe aykırı haber’ olarak değiştirilmesini istedi.

Ancak maddede bu değişiklik de yapılmadı, yalnızca tekzip metninin ana sayfada tutulma süresi bir hafta yerine 24 saate indirildi.

İlgili haber: Sosyal medya yasası Meclis’te: Üç yıla kadar hapis cezası geliyor

Komisyon toplantısının sonucunda muhalefet şerhleri dikkate alınmadan 15 madde, şu değişiklerle kabul edildi:

  • -Süreli yayınların çıkarılması için Basın İlan Kurumu’na beyanname verilmesi ve beyannameye dair yayının durdurulmasında İstanbul Asliye Ceza Mahkemelerinin görevlendirilmesine ilişkin maddeden, “İstanbul” ibaresi; iş yükünün ülke geneline yayılması amacıyla çıkarıldı.
  • İnternet haber sitelerinin tekzipleri aldıkları en geç bir gün içinde yayınlaması ve yayın hakkında verilen erişimin engellenmesi, çıkarılma kararının uygulanması veya çıkarılması durumunda bir hafta süreyle kalması maddesinde bir haftalık süre 24 saat olarak değiştirildi.
  • Serbest basın kartının tanımı “geçici bir süreyle çalışmayan medya mensuplarına verilen basın kartı” iken “yurt dışında serbest gazetecilik yapan Türk vatandaşlarına verilen basın kartı” eklemesi yapıldı.
  • ‘Medya alanında faaliyet göstermeleri şartıyla sendikalar ile kamu yararına faaliyette bulunduğu cumhurbaşkanı kararıyla tespit edilen dernek ve vakıfların yöneticilerine basın kartı verilebilmesi’ hükmündeki ‘cumhurbaşkanı kararı’ ibaresi çıkarıldı.
  • Basın kartı alabilecek yabancı medya mensuplarında aranan şartlar arasında “Türkiye’de çalışma izinlerinin olması” ibaresi “6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu uyarınca çalışma izinlerinin olması” olarak değiştirildi.
  • Basın Kartı Komisyonu kararlarının başkan tarafından onaylandıktan sonra uygulanacağına ilişkin hüküm metinden çıkarıldı.
  • Basın kartının iptaline ilişkin “basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunması halinde Komisyon kararıyla basın kartı iptal edilir” maddesi, “basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunması halinde ihlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak Komisyon tarafından basın kartı sahibi uyarılabileceği gibi basın kartının iptaline de karar verilebilir” olarak değiştirildi.