İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 21’incisi düzenlenen Filmekimi, Sundance, Cannes, Venedik, Toronto gibi film festivallerinde gösterilmiş, ödüllü ve yeni yapımları içeren programıyla 7-16 Ekim tarihlerinde İstanbul’da sinemaseverlerle yeniden buluşuyor.
Eylülde sonuçlanan Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Colin Farrell’a En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini getiren The Banshees of Inisherin (Martin McDonagh), Noah Baumbach’ın son filmi Beyaz Gürültü Filmekimi programında yer alıyor.
Venedik’ten ayrıca L’Immensità (Emanuele Crialese), Marlowe(Neil Jordan), Paul Schrader’ın yeni filmi Usta Bahçıvan filmleri de Filmekimi’nde.
L’Immensità
Cannes’da,
Büyük Ödülü paylaşan Claire Denis’nin Öğle Güneşinde Yıldızlar ve Lukas Dhont’un Yakınfilmleri;
Jüri Ödülü kazanan Sekiz Dağ (Charlotte Vandermeersch & Felix Van Groeningen), yine Jüri Ödülü kazanan Aİ(Jerzy Skolimowski),
Park Chan-wook’a En İyi Yönetmen ödülü getiren Ayrılma Kararı,
Yakın
Zar Amir-Ebrahimi’ye En İyi Kadın Oyuncu ödülü getiren Kutsal Örümcek(Ali Abbasi),
Song Kang-ho’ya En İyi Erkek Oyuncu ödülü getiren Bebek Servisi (Hirokazu Kore-eda),
En İyi Senaryo Ödülü kazanan Cennetten Gelen Çocuk (Tarik Saleh), da Filmekimi’nde gösterilecek.
Cennetten Gelen Çocuk
Eleştirmenler Haftası Jüri Ödülü ve Saraybosna’da Cinsiyet Eşitliği Ödülü alan Güneş Sonrası (Charlotte Wells), Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde EcoPro Jüri Ödülü kazanan İncir Ağaçlarının Altında (Erige Sehiri), en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü kazanan Savaş Atı(Gina Gammell & Riley Keough), Europa Cinemas En İyi Avrupa Filmi seçilen Güzel Bir Sabah(Mia Hansen-Løve) da İstanbul’da gösterilecek filmler arasında.
Güneş Sonrası
Eleştirmenler federasyonu FIPRESCI Ödülü kazanan Leyla’nın Kardeşleri (Saeed Roustaee), Belirli Bir Bakış bölümünde FIPRESCI ödülü kazanan Mavi Kaftan (Maryam Touzani), aynı bölümde En İyi Senaryo Ödülü kazanan Akdeniz Ateşi (Maha Haj), Belirli Bir Bakış bölümünün en iyi filmi seçilen İşe Yaramazlar(Lise Akoka & Romane Gueret); yine Belirli Bir Bakış bölümünde Vicky Krieps’e En İyi Performans ödülü getiren Korsaj (Marie Kreutzer), Filmekimi’nde gösterilecek.
Akdeniz Ateşi
Programda ayrıca Romen usta yönetmen Christian Mungiu’nun son filmi R.M.N., Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapan Kadın Kral (Gina Prince-Bythewood), Emma Thompson’lı İyi Şanslar Leo Grande, Louis Garrel’in yönettiği yeni filmi Masum, Cannes Film Festivali’nin açılış filmi Kestik! (Michel Hazanavicius), Sundance ve birçok festivalde daha ödüllendirilen Aşkın Ateşi, Hlynur Pálmason’un son filmi Tanrının Unuttuğu Yer, Selçuk Metin’in Yıldız Kenter belgeseli Canikoda yer alıyor.
Caniko
Görme engelli takipçiler, 21’inci Filmekimi’nde yer alan 21 filmin sesli betimlemesineoperatör fark etmeksizin ücretsiz ulaşabilecek. Bu filmlerin listesi Filmekimi internet sitesinde bulunuyor.
Ian Kasırgası, dün Küba’dan sonra Florida’da büyük yıkıma yol açtı ve ABD’yi vuran en büyük beşinci kasırga olarak kaydedildi.
Dün saatteki hızı 241 kilometreyi bularak karaya doğru ilerleyen kasırga nedeniyle, sokaklar sular altında kaldı, ağaçlar devrildi, evler hasar gördü.
Dün 2,5 milyon sakine evlerini tahliye etme uyarısı yapan ABD Ulusal Kasırga Merkezi, gece boyunca fırtınanın Florida yarımadasını geçerek iç kesimlerde büyük sel ve taşkın tehdidi oluşturduğunu söyledi.
Fotoğraf: Merco Bello / Reuters
Bugün erken saatlerde kasırganın karada tropikal bir fırtınaya dönüştüğünü de belirtenMerkez, Florida’nın güneybatısındaki kıyı şeridi boyunca 2-3 metre yükseklikte şiddetli dalgaların devam ettiği konusunda uyardı.
Fotoğraf: Merco Bello / Reuters
Kategori 4 seviyesindeki kasırganın etksiyle karaya taşan okyanus suları ve aşırı yağış, kıyı şeridinde sele neden oldu. Pek çok insan sel sularıyla dolan evlerinde mahsur kaldı ve 1,9 milyon hanenin de elektriği kesildi.
Fotoğraf: Carline Jean South Florida Sun-Sentinel / AP
Dün kasırga nedeniyle can kaybı bildirilmedi ancak Kübalı göçmenleri taşıyan bir teknenin Key West‘in doğusunda fırtınalı havada battığı belirtiliyor.
Kasırganın kuzeydoğuya, Florida’nın merkezine ilerlerken daha fazla hasara yol açacağı tahmin ediliyor.
Fotoğraf: Wilfredo Lee / AP
Uyarı verilen Orlando’da yetkililer bölge sakinlerinden evlerinde kalmalarını istedi.Kasırga rotasında bulunun Kuzey Carolina ve Virginia‘da da şiddetli yağmurlarnı yaşanabileceği bölgelerde olağanüstü hal ilan edildi.
Rusya gazını Avrupa‘ya taşıyan Nord Stream (Kuzey Akım) 1 ve 2 boru hatlarında sızıntı yapan noktaların sayısı dörde çıktı. İsveç, son sızıntının Kuzey Akım 2 hattında tespit edildiğini duyururken, Danimarka da karasularından geçen boru hattında iki farklı yerden sızıntı olduğunu bildirdi.
AB, ABD ve NATO, hasarın kasten verildiğine yönelik açıklamalar geliyor ancak doğrudan Moskova suçlanmıyor. Kremlin ise kendi boru hattına sabotaj düzenlemenin “aptalca” ve “tahmin edilebilir” olduğunu savunuyor; “sızıntı olan bölgenin ABD istihbaratının kontrolünde olduğunu” iddia ederek sorumlunun ABD olabileceğini ima ediyor.
BBC‘ye konuşan Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Andrey Kortunov, “Rusya’nın kendi malına zarar vermesinin çok mantıklı olmadığını” söyledi. Kortunov, “Rusya için Avrupalıların hayatını zorlaştıracak başka yollar da var. Altyapıya böyle zarar vermeden de gaz akışını kesebilirler” dedi.
Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarındaki ilk sızıntılar hafta başı ortaya çıkmıştı. Her iki boru hattı da şu anda aktif değil. Kuzey Akım 2 hattı projesi Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde Almanya tarafından rafa kaldırılmıştı. Rusya da Kuzey Akım 1 boru hattını bakım yapılacağı gerekçesiyle kapattı. Ancak her iki boru hattı da doğalgazla dolu.
Sismoloji uzmanları da, sızıntıların ortaya çıkmasından önce su altında patlamalar olduğunu bildirdi. İsveç Ulusal Sismik Araştırmalar Merkezi’nden Bjorn Lund, “Bunların patlama olduğuna şüphe yok” dedi.
Sızıntılara çok büyük ihtimaller sabotajın neden olduğunu söyleyen Oxford Enerji Çalışmaları Enstitüsü’nden Mike Fulwood, “Su altındaki bir boru hattında sızıntı nadir görülür. 18 saat içinde 3 sızıntıysa büyük bir tesadüf” diye konuştu.
Norveç altyapıyı korumak için orduyu göreve çağırdı
Sızıntıların ardından, şu anda Avrupa’nın en büyük doğalgaz tedarikçisi haline gelen Norveç, önemli altyapı tesislerini korumak için orduyu görevlendireceğini duyurdu.
Norveç Başbakanı Jonas Gahr Stoere, düzenlediği basın toplantısında ordunun doğalgaz ve petrol tesislerinde “daha görünür” olacağını ve “herhangi bir saldırının müttefiklerle ele alınacağını” belirtti.
Norveç devlet enerji şirketi Equinor da, güvenlik önlemlerini artırdığını açıkladı.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise kritik altyapı tesislerinin korunmasını sızıntıya en yakın ülke olan Danimarka’nın savunma bakanıyla görüştüklerini belirtti.
Kuzey Akım 1 boru hattı, Rusya’nın St Petersburg kenti yakınlarından başlayıp, Baltık Denizi’nin altından 1200 kilometre boyunca Almanya’nın kuzeydoğusuna uzanıyor.
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) tahminlerine göre Rusya ve Ukrayna arasında devam eden savaşın başta tahıl olmak üzere uluslararası gıda ve yem
fiyatlarında ciddi oranda artışa neden olacağı yönündeki tahminlerini,
soru önergesiyle Meclis gündemine taşıdı.
Gürer, FAO‘nun küresel üretim, tüketim, ticaret ve stok eğitimlerine ilişkin
değerlendirmelerin ve tahminlerin yer aldığı tahıl arz ve talep özeti
raporunda yer alan verilere dayanarak dünya tahıl ticari tahmininin bu
yıl 14,6 milyon düşerek, 469 milyon tona gerileyeceğinin belirtildiğini aktardı.
“FAO 2022 yılının sonuna kadar dünya tahıl stokları tahminini
ihracatın kesintiye uğramasının Ukrayna ve Rusya’da daha büyük
birikimlere sebep olacağı gerekçesiyle şubat ayına göre 15 milyon ton
artışla 851 milyon tona çıkarmıştır.
Süt ürünleri fiyat endeksi Asya’dan artan talebin tereyağı ve süttozu fiyatlarını etkilemesiyle yüzde 20’den yüzde 26’ya yükselmiş; et fiyat endeksinde ise yüzde 4,8 yükseliş gerçekleşmiştir.”
FAO’nun, Rusya ve Ukrayna’nın son üç yılda küresel buğday ve mısır
ihracatının yüzde 30’unu ve yüzde 20’sini gerçekleştirdiği yönündeki
değerlendirmesine dikkat çeken Gürer, “ FAO, 11 Mart’ta Ukrayna’daki
savaş nedeniyle ortaya çıkacak arz açığıyla uluslararası gıda ve yem fiyatlarının yüzde 8 ila yüzde 20 arasında artabileceği uyarısında
bulunmuştur” diye konuştu.
Gürer, bunlara dayanarak “Ülkemiz olarak iki ülke arasındaki savaştan ve FAO’nun açıklamalarından etkilenmemek üzere alınan tedbirler nelerdir?” sorusunun yanıtlanmasını istedi.
Gürer, şeker pancası çiftçisi ile.
Cevap: Tedbir alınıyor
Gürer’in önergesine yanıt veren Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, “dünyadaki fiyatlarda ve döviz kurlarında yaşanan değişimin neden olduğu olumsuzluklara karşı üreticilerin ve tüketicilerin korunması için her türlü tedbirin alındığını” söylemekle yetindi.
Yanıtta, “yurt içi ve yurt dışı piyasalardaki fiyat değişimleri, stok yönetimi ve hasat durumunun yakından takip edildiği, üreticilerin ve tüketicilerin korunarak her türlü tedbirin gerek görüldüğü zaman ivedilikle alındığı” kaydedildi.
Ayrıca “Tarım Arazilerinin Kullanımının Etkinleştirilmesi Projesi” kapsamında 81 ilde çalışmalar başlatıldığını söyleyen Bakan Kirişçi, “Bu kapsamda ekim planında bulunmayan boş, atıl veya nadasa bırakılan arazilerin üretime kazandırılması amacıyla üreticilerimize tohum bedelinin yüzde 75’ine kadar hibe tohum temin edilerek stratejik ürünlerin üretiminin
artırılmasına yönelik faaliyetler yürütülmektedir” dedi.
Yürütülen bu çalışmalar neticesinde bitkisel üretim miktarının TÜİK’in
tahmin verilerinde 2021 yılına göre yüzde 6,2 artarak 125,7 Milyon ton
olarak gerçekleşeceğinin öngörüldüğünü belirten Bakan Kirişçi, ürün
hasatlarının tamamlanmasının ardından nihai gerçekleşmelere yönelik
kesin bilgilerin kamuoyu ile paylaşılacağını da ekledi.
Alana yansımıyor
Önerge sahibiGürer ise gıda ve yemdeki temin ve fiyatlarda yaşanan artış sorununa karşı Tarım ve Orman Bakanlığının ‘sanki hiçbir sorun yaşanmıyormuş gibi‘ açıklama yaptığını ifade etti:
“Tarımda onlarca projeden söz ediliyor ancak alana yansıması yok. Proje adı var. Sınırlı uygulanıp eskitiliyor. Anlayış değişmeden tarımda sorunlar bitmez.
Tarım serbest piyasanın kurallarına uydurularak sürdürülemez. Kamucu bir anlayışla sorunlara yaklaşılmalıdır.
Gerçekçi taban fiyat politikası ile üreticiye doğrudan destek sağlayacak uygulamalara geçilmelidir.
Bu ne rahatlık?
Dünyada ülkelerin kuraklık, savaş ve pandeminin etkisiyle gıda temini
konusunda kaygı yaşadığına ve kendi kendine yetebilmenin yolunu
aradığına dikkat çeken Gürer, “Tarım Bakanlığı ise sanki hiçbir sorun yokmuş gibi rahat açılamalar yapıyor” dedi ve şöyle devam etti:
Hiçbir zaman tahminleri tutmayan TÜİK’in üretim tahminlerinden bahsedip, düşük faizli krediler verildiğine işaret ediyor. Ancak ortada bir savaş var, pandeminin etkileri henüz geçmiş değil, kuraklık sorunu dünyayı adeta yakıyor. Bizim Tarım ve Orman Bakanlığı ise Aladağlardan serin. Gübre ve yem başta olmak üzere artan girdileri yalnızca seyrediyorlar.“
MUĞLA – Eti Krom A.Ş. tarafından Köyceğiz’e bağlı Yayla Mahallesi’nde yapılmak istenen Krom Ocağı Yeraltı İşletmeciliği projesi için bugün saat 10.00’da düzenlenmesi planlanan Halkın Katılım Toplantısı, yurttaşlar tarafından yaptırılmadı.
Ekoloji aktivistleri yıllardır Köyceğiz’de bulunan Sandras Dağı’nın maden projeleri nedeniyle delik deşik edildiğini dile getiriyor ve projelere karşı tepki gösteriyor. Bugün de köy kahvesinde yapılması planlanan toplantıya katılmak için ekoloji aktivistleri Sandras’ı Koruma Platformu çağrısıyla alanda hazır bulundu.
Ancak toplantı koşullarının Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) düzenine aykırı olması ve güvenlik önlemlerinin alınmaması nedeniyle yurttaşlar toplantıyı yaptırmadı.
Vatandaşlar toplantının yapılacağı alanda “Yaşam alanlarımız müştereklerimizdir”, “Muğla cennet olsun” ve “Sandras’a sahip çık” yazılı pankartlar açtı.
Sandras’ı Koruma Platformu, Muğla Çevre Platformu, Marmaris Kent Konseyi gibi oluşumlardan aktivistler toplantının yapılmasına karşı durarak kamusal toplantının iptal edilmesi ve boşa zaman ve maddi kayıp nedeniyle cezai işlem uygulanmasını talep etti.
Yurttaşlar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Muğla İl Müdürlüğüne iletmek üzere hazırladıkları tutanakta şu ifadelere yer verdi:
“Toplantı koşulları firma tarafından sağlanmadığı için toplantı Bakanlık tarafından iptal edilmek durumunda kalınmıştır. Kamusal bir toplantının iptalini, firmanın üstüne düşeni yapmaması nedeniyle yapamadık. Halk kendi koşulları ile bu alana benzin ve zaman harcayarak geldiği için kamusal zarar oluşmuştur.”
Ayrıca Bakanlıkça da toplantının gerekli şartlar sağlanamadığı için yapılamaması üzerine bir tutanak tutuldu.
‘Ne kurdu, ne kuşu, ne de bizi düşünüyorlar’
Toplantıya ilişkin açıklamada bulunan Sandras’ı Koruma Platformu’ndan Neşe Yüzak, şunları aktardı:
“Buradaki iki maden, Sandras’ın tepesindeki Eti Krom’a ait madenin devamında iki ruhsatla daha Menteşe’ye kadar iniyor. Bu cevherin zonuyla [uzantısı, sahası] alakalı. Bulduğumuz her madeni kazmak, Muğla’da yüzde 60-70 oranda toprağın sıyrılıp götürülmesi, üstündeki ağacın gitmesi demek. Eğer bir planlama yoksa, geçmişteki devlet planlama teşkilatının dediği gibi ‘maden bize lazımsa çıkaralım’ şeklinde değilse, maden bir ticaret unsuruysa, ormanı da ticaret unsuru olarak gören insanlar aslında şu anda siyaseten ne kurdu, ne kuşu, ne de bizi düşünüyorlar. En büyük handikapımız budur ve bilimsel değildir. Şu anda burada yaptığımız şey çok önemli. Vatandaş, vatanına sahip çıkıyor. Daha doğrusu ‘dünyalılar dünyaya sahip çıkıyor’ da diyebiliriz. ”
Toplantı neden yaptırılmadı?
Yurttaşlar bugün 10.00’da gerçekleştirilmesi planlanan toplantıyı şu gerekçeler nedeniyle yaptırmadı:
Eksik ve sonradan ÇED Raporu’nda tamamlanması öngörülen dosya ile ÇED sürecinin önemli ayağı oalan halkın bilgilendirmesinin yapılmak istenmesi doğru değildir.
Proje alanı tanımlanırken harita üzerinde işaretlenirken doğal sit kesin korunacak alan gösterilmemiştir. Kesin korunacak hassas alanda madencilik faaliyeti yapılamaz. Kesin korunacak alan işaretlenmeden tabiatı koruma lanını göstermekle yetinen başvurunun reddedilmesi gerekirken, kabul edilmesi ve rapora dayanarak bilgilendirme mümkün değildir. Ayrıca bu alan için Kültür Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü’nün görüşünün olmadığı bir dosya ile halka sunulması aceleci ve yerinde olmayan bir yaklaşım.
Projenin yer altında yapılacağı, yüzeyde korunan alanlara zarar vermeyeceği belirtiliyor. Mevzuatta yüzey ve yeraltı gibi bir ayrım olmadığı gibi korunan alanda yer alan ağaçların yeraltı faaliyetinden etkilenmeyeceğini, patlatmaların hidrolojik açıdan korunan alana etkisini belirten hiçbir rapor, araştırma, raporda yer almıyor.
ÇED alanının devlet avlağı içinde kaldığı başvuru dosyasında belirtiliyor. Devlet avlağında ekosisteme zarar verecek eylemler suç olarak tanımlanmış ve hapis cezalarıyla cezalandırılmıştır. Devlet avlağı içinde maden işletilmesin içeren başvuru dosyasının reddedilmesi ve ÇED sürecinin sonlandırılması gerekirken tersi yapılarak halkın bu dosya ile bilgilendirilmesi, dosyada yaban hayatı ile ilgili kurum görüşü olmayışı eksikliktir.
Patlatma verilerinin yer almadığı bir dosya ile nasıl bir bilgilendirme yapılacak?
‘Ne kadar orman değeri olduğu, ne kadar ağaç kesileceği belli değil’
Yaşı 1200’e kadar yükselen karaçamların olduğu coğrafyada, ÇED alanı ve ruhsat bütününde ne kadar orman değeri olduğu net değil. … kesilecek ağaç sayısı belirtilmemiş.
ÇED Başvuru dosyasında […] proje alanı içerisinde ve yakın çevresinde ‘Özel Çevre Koruma Alanı’ bulunmamaktadır’ deniyor. Kartal gölü ve Sandras dağı Muğla için önemli olmasının yanında Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma alanının varlığın sebebidir. Söz konusu projenin bulunduğu nokta Namnam çayının beslendiği alandadır. Hidroloji etkilerin irdelenmediği bir dosya ile bu toplantı yapılamaz.
ÇED sürecinde yöre halkının düşüncelerini ifade edebileceği Halkın Katılım Toplantısı’ndan başka bir aşama yok. Başvuru dosyası, bir kısmını yukarıda belirttiğimiz eksik ve yanlış bilgileri içeriyor. Bu rapora dayanan sunumla bilgilenmek eksik ve yanıltıcı. Bu nedenle yanlış ve eksik bilgiler içeren başvuru dosyasının reddedilmesini ve yeterince bilgi içeren bir dosyayla yeniden toplantı yapılmasını talep ediyoruz.
Mağdurlar için Adalet Platformu, OHAL döneminde KHK‘ler ile (kanun hükmünde kararname) işinden edilenlerin durumuna ilişkin raporunu TBMM‘de açıkladı.
“4.5.6. yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Araştırma Raporu” isimlia raştırmaya göre mağdurların yüzde 83’ü mevcut gelirleriyle geçinemiyor, yüzde 41,5’inin hiçbir sağlık güvencesi yok.
Platform Başkanı HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, KHK’lerin Anayasayı ve hukuku çiğneyerek insanlığa karşı bir soykırıma yol açtığını söyledi.
“Biz bu zulmü tüm Türkiye’ye ve dünyaya duyuyoruz. Yarın anayasa ve hukuk önünde hesabını da mutlaka soracağız.”
Gergerlioğlu: Ben hala anlamıyorum bir toplum nasıl bu KHK Soykırımına sessiz kalır! https://t.co/s9PC8jV1Sj
Kendisi de bir KHK’lı olan sosyolog Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu tarafından hazırlanan rapora 25 bin “doğrudan/birincil mağdur” 5 bin de “dolaylı/ikincil mağdur” katıldı.
Bulgulara göre, KHK mağdurlarının;
Yüzde 32,5‘i işsiz,
Yüzde 61,5’i, mağduriyetleri sonrasında bulundukları evlerden, mahallelerden, şehirlerden göç etmek zorunda kaldı.
Yüzde 41,5’inin hiçbir sağlık güvencesi yok.
Yüzde 96,3’ünün gelirleri, mağduriyetleri öncesi ile karşılaştırıldığında azaldı.
Yüzde 83,6’sı mevcut gelirleri ile geçimini sağlayamıyor,
Yüzde 44,5’i sahip oldukları menkul veya gayrimenkulleri satmakzorunda kaldı.
Yüzde 74,6 ‘sı tıbbi/psikolojik destek alma ihtiyacı hissediyor.
Yüzde 91,2’si, fırsatları olsa yabancı bir ülkeye gitmek ve orada yaşamak istiyor.
Herkes bu hukuksuzluklara dur demek zorunda
Erzurumluoğlu, verilere ilşkin şunları söyledi:
“Artık ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyenler yüzde 50 daha yoksul. Daha az özgürler. Artık daha fazla işsizler. Enflasyon kontrol edilemiyor. Çünkü ehil insanlar, ya da hataları görünce müdahale edenler devre dışı bırakıldı. KHK’ler da bunun manevrası oldu.”
Paramız son altı yılda her yıl yüzde 85 değer kaybetti. Altı yılda paramız yüzde 510 değer kaybetti, yoksullaştık. Yoksullaşmak işsizlik, çaresizlik, ölümler, boşanma, intihar demek. Türkiye’de artık intihar rakamları yayınlanmıyor. Sebebi bu.
Kendini düşünen herkes, çocuklarını, torunlarını düşünen herkes bu hukuksuzluklara dur demek zorunda. Bu işi KHK’liler için yapmayın, yaşadıklarını yaşadılar, kendiniz için yapın.
Sayıştay,Gençlik ve Spor Bakanlığı’na tahsis edilmiş Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisini imzalanan bir protokolle ve “gençlik ve spor hizmet ve faaliyetlerinde” kullanılmak şartıyla bir spor kulübüne tahsis edildiğinitespit etti. Rapora göre söz konusu spor kulübü, 64 bin metrekare büyüklüğünde 1. Derece SİT alanı üzerinde düğün ve nikah gibi organizasyonlar yaptı.
Anka Haber Ajansı‘ndan Mahir Bağış‘ın aktardığına göre; arazi üzerindeki yüzme havuzu da yine kulüp tarafından üçüncü kişilere kiralanarak tahsis, amacının dışında kullanıldı.
49 yıl bedelsiz tahsis edilmişti
Sayıştay’ın Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 2021 yılı hesaplarına ilişkin hazırlanan denetim raporunda, mevzuata göre; “bakanlığa tahsisli taşınmazların spor kulüplerine, protokol yapılmak suretiyle bedelsiz olarak kırk dokuz yıla kadar tahsis edilmesi mümkün olduğu, ancak bu kapsamdaki tahsis ve kullanım hakkı devirlerinde, taşınmazın gençlik ve spor hizmet ve faaliyetlerinde kullanılması gerektiği” belirtildi.
Rapora göre, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile toplam 258 bin 186 metrekarelik alan, 2008’de; 49 yıl süre ile bedelsiz olarak genel müdürlüğe tahsis edildi.
Yine rapora göre; protokolde genel müdürlüğün bu alan üzerinde bulunan tesislerin kullanım hakkını spor kulüplerine devredebileceği, ancak sporun geliştirilmesi dışında hiçbir şekilde ticari bir amaç için tahsis edilemeyeceği, birinci derece sit alanı sayılan alanda gerekli izinler alınmaksızın mevcut yapılar dışında yeni tesis yapılamayacağı belirtildi.
30 yıl bir spor kulübüne kiralandı
AOÇ tarafından Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilen alanın 64 bin 264 metrekarelik kısmının kullanım hakkı genel müdürlük tarafından Temmuz 2010 tarihli protokol ile 30 yıl süre ile bedelsiz olarak bir spor kulübüne tahsis edildi.
Raporda; “Protokolde kulübün, bu alanda ancak spor amaçlı olmak kaydıyla yeni tesisler yapabileceği ve ticari amaçlı yapılaşma yapamayacağı, AOÇ ile Genel Müdürlük arasındaki protokol hükümlerine riayet etmesi gerektiği belirtilmiştir” ifadesine yer verildi.
Sayıştay; spor kulübüne tahsis edilen alan üzerinde yapılan fiziki incelemede taşınmazın üzerinde düğün, nikâh ve benzeri organizasyonların yapıldığını, yüzme havuzuna sahip ticari bir yapılaşma bulunduğu ve bu alanın spor kulübü tarafından üçüncü kişilere kiralandığını tespit etti.
Raporda, bu durumun; spor amaçlı yapılan taşınmaz tahsisinin yanı sıra genel müdürlüğün hem AOÇ ile hem de spor kulübü ile yapılan protokollere aykırılık teşkil ettiği belirtildi.
Sayıştay raporunda, spor kulübüne yapılan tahsisin iptal edilmesi, birinci derece sit alanı olarak kabul edilen alan üzerinde ticari yapılaşmaya izin verilmesi ile ilgili hukuki süreçlerin başlatılması gerektiği ifade edildi.
The Guardian, İngiltere Sivil Havacılık Otoritesi’nden (CAA) alınan verilere göre 2019’dan bu yana yaklaşık 40 bin uçuşun yolcusuz gerçekleştirildiğini yazdı.
Verilere göre 2019’dan bu yana Birleşik Krallık havaalanlarına veya bu havaalanlarından yapılan uçuşların 5 binden fazlası ‘tamamen boş‘tu.
Yaklaşık 35 bin uçuşta ise koltukların yüzde 10’undan azı doluydu.
Analize göre, Covid-19 salgını sırasındaki bir üç aylık dönemde62 boş uçakPolonya‘ya gitmek için Luton havaalanından ayrılırken, bir üç ayda da Heathrow ABD‘ye giden ve giden 663 neredeyse boş uçuş yapıldı.
Hayalet uçuş ifşalarını “şok edici” olarak nitelendirdilen iklim ve çevre ögütleri ve jet yakıtı vergisine ihtiyaç olduğunu vurguladı ve İngiltere hükümetinin hayalet uçuşları “çevreye zarar verici” olarak tanımladığını hatırlattı.
Bu uçuşların neden yapıldığı ise bilinmiyor. Havayollarının bu verileri daha şeffaf bir şekilde paylaşması talep ediliyor.
Öte yandan boş uçuş sayısı, pandemideki seyahat kısıtlamaları öncesinde, sırasında ve sonrasında benzer seviyelerde kaldı. 2022’nin ikinci çeyreği, en çok boş uçuşun yapıldığı ikinci dönem oldu. Bu da boş uçuşların sebebinin, salgınınn havacılık üzerindeki etkisiyle ilgili olmadığını düşündürüyor.
Covid pandemisinin başladığı 2020’nin başlangıcından bu yana ayda ortalama 1200neredeyse boş hayalet uçuşoldu. Bunların çoğu – yaklaşık yüzde 80’i – İngiltere dışı ülkelere veya bu ülkelerdendi.
Düşüncesiz karbon israfı
İklim yardım kuruluşu Possible’dan Alethea Warrington, Guardian’a “Hayalet uçuşlarla ilgili bu şok edici yeni veriler, iklim kriziyle mücadele için emisyonlarını düzenleme konusunda havacılık endüstrisinenasıl güvenilemeyeceğinin bir başka örneğidir” dedi:
“Sıcaklık rekorları kıran, pistleri eriten bir yazın ardından havayollarının bu düşüncesiz karbon israfı, ısınan dünyamızın tüm yükünü hissedenlerin yüzüne vuruyor. Bunu tamamen sona erdirmek için, gereksiz emisyonları caydırmak için uçak yakıtını vergilendirmeye başlamanın zamanı geldi.”
Havacılık Çevre Federasyonu‘ndan Tim Johnson da şunları söyledi:
“Bu verilerin yayınlanması doğru yönde atılmış bir adım. Ancak bu verimsiz, kirletici uygulamaların neden devam ettiğini anlamak ve ana havayolu suçlularını sorumlu tutmak için daha fazla şeffaflığa ihtiyacımız var. İklim acil durumu göz önüne alındığında, neredeyse boş olan pek çok uçağın fosil yakıt yaktığını ve atmosferde CO2 birikmesine katkıda bulunduğunu ortaya çıkarmak oldukça şok edici.”
Ulaştırma Bakanlığı sözcüsü, uçak doluluğunu izlemek ve hayalet uçuşlar konusunda daha fazla şeffaflık yaratmak için CAA ile birlikte çalışacağını söyledi.
İran‘da ahlak polisleri tarafından “saçları görünüyor” gerekçesiyle götürüldüğü polis karakolunda hayatını kaybeden 22 yaşındaki Jîna Mahsa Amini’nin ardından başlayan eylemler her geçen gün tırmanıyor. İran hükümeti ise 12 gündür devam eden protestolara karşı sert önlemlere başvuruyor, eylemcilerin dünyayla ilişkisini sağlayan interneti kesiyor, sosyal medya hesaplarına sınırlama getiriyor. İran İnsan Hakları Örgütü‘nün açıkladığına göre eylemler sırasında şimdiden 76 kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında en az altı kadın ve dört çocuk bulunuyor.
Amini, 13 Eylül’de ailesi ile birlikte Saqız şehrinden Tahran‘ı ziyarete gelmişti. Bulunduğu araçta, “İslami kurallara uygun şekilde başını örtmediği” gerekçesiyle erkek kardeşi ile birlikte gözaltına alınırken polislerin başına vurduğuna ve kafasını da gözaltı aracına vurduğu görüntülerle tespit edildi.
Fotoğraf: Reuters
Görgü tanıkları basına yansıyan ifadelerinde, ahlak polisi merkezine götürülen Amini’nin karakolda bulunduğu süre boyunca çığlıklar attığını duyduklarını anlattı. Genç kadının birkaç saat içinde Kasra Hastanesi‘ne yetişemeden beyin ölümünün gerçekleştiği duyuruldu.
15 Eylül’de de ölümü resmen açıklandı. İranlı yetkililer Amini’nin ölüm nedenini kalp krizi olarak gösterirken, ailesi kızlarının ani ölüme yol açacak bir hastalığının olmadığını söyledi. Bir grup hacker, Kasra Hastanesi’nin veri tabanını hackleyerek gerçek raporları yayınladı:
Iran International’ın aktardığına göre, ahlak polisince gözaltına alındıktan sonra ölen Mahsa Amini’nin kafatasına aldığı darbeler nedeniyle kırıklar oluşması sonucu hayatını kaybettiği bir hacktivist grubu tarafından gönderilen hastane raporlarıyla ortaya koyuldu.
12 yılda 96 kişi gözaltında öldü
İran İslam Cumhuriyeti‘nde gözaltında veya cezaevinde bulunan kişilere yönelik işkence ve şüpheli şekilde ölüm olaylarının olağan olduğunu açıklayan Uluslararası Af Örgütü‘nün 2010’dan beri raporlarına yansıyan verilere göre, “İran genelinde 18 ilde 30 hapishanede 96 kişinin gözaltında ölümü” gerçekleşti.
Amini’nin yaşamını yitirmesinin ardından kadınlar öncülüğünde molla rejimine karşı başlatılan protesto eylemleri, ülke geneline yayıldı. 19 Eylül’de başlayan greve 24 kent katıldı, 13 kentte ise geniş katılımlı protesto eylemleri sürdü.
Yaşanan protesto eylemlerine yönelik rejim güçlerinin saldırılarında çok sayıda kişi yaşamını yitirdi ve binlerce kişi yaralandı. İran’dan günlük rapor geçen İnsan Hakları Örgütü Hengaw, eylemlerde yüzlerce yurttaşın İran rejimi tarafından kaçırıldığını açıkladı.
Hengaw’in İstatistik ve Bilgi Merkezi‘nde kaydedilen istatistiklere göre, güvenlik güçleri son on gün içinde sadece Kürt illerinde binden fazla vatandaşı gözaltına aldı. 44 kadın hakları aktivisti ve 19 yaşından küçük 300’den fazla kişinin kimliği doğrulandı. Son verilere göre 898 kişi de yaralandı.
Protestolarda en az 20 gazeteci de gözaltına alındı. New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), son olarak Sarvenaz Ahmadi ile Seyed Hossein Ronaghi Maleki‘nin alıkonulduğunu duyurdu.
İran İnsan Hakları Örgütü de İran’daki eylemler sırasında en az 76 kişinin İran polisi tarafından katledildiğini teyit ettiklerini, yaşamını yitirenlerin cenazelerinin ailelerine tören yapılmaması karşılığında verildiğini aktardı.
#Iran: At least 20 journalists have been arrested as clashes between security forces & protesters have left several dead. Details of those arrested are sparse amid an internet blackout & major disruptions to phone & social media networks. #MahsaAminihttps://t.co/fczt75wSg6pic.twitter.com/1RDt33OMWV
12 gündür polis, asker ve milis/ paramiliter grupların aşırı şiddet göstererek bastırmaya çalıştığı ve İran hükümetinin “dış kaynaklı” olarak nitelediği protesto gösterilerinin baş aktörü kadınlar… Baş örtülerini çıkaran, yakan, birbiriyle dayanışan kadınlar sokakları terk etmiyor, her türlü baskı karşısında sözünü ve sesini sakınmıyor.
Women of Iran-Saghez removed their headscarves in protest against the murder of Mahsa Amini 22 Yr old woman by hijab police and chanting:
Kadınların, ülke sokaklarında en çok zikrettiği sloganlarından biri, “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük). “İslam Cumhuriyetini istemiyoruz”, “Diktatöre ölüm”, “Bu yıl, kan yılıdır, Seyd Ali (İran lideri) düştü düşecek“, “Hamaney katildir, onun emirliği batıldır” diyen protestocu kadınlar, alanlarda ülkelerini özgürleştirmek istediklerini haykırıyor. Dünyanın dört bir yanından İranlılar ise, Türkiye, Almanya, Fransa, İtalya, Amerika ve Kanada da dahil olmak üzere eş zamanlı olarak sokaklara çıkarak yetkililere İran halkının taleplerine ve eylemlerine destek çağrıları yapıyor.
Afzali: Ahlak polisinin lağvedilmesi artık yeterli değil
Kadın hakları üzerine çalışmalar yürütürken İran rejimi tarafından sürekli baskıya maruz kaldığından dolayı Amerika’nın Boston şehrine göç etmek zorunda kalan ve orada çalışmalarını sürdüren feminist aktivist Nasrin Afzali, Mahsa Amini‘nin nasıl öldürüldüğünü doktor raporlarıyla teyit edildiğini, bundan dolayı insanların ‘artık yeter’ diyerek sokağa çıktıklarını anlatıyor:
“İran’da saçı göründüğü için uyarılmamış ya da gözaltına alınmamış tek bir kadın bulamazsınız. Mahsa’nın öldürülmesi o nedenle İran’daki tüm kadınlara dokundu. Bu herkes olabilirdi. Ahlak polisinin lağvedilmesi konusu daha önce de gündeme gelmişti ancak artık İran’da kadınlar bunun yeterli olmayacağı konusunda hemfikir. İran’da yaşamımızın her alanı bu vahşi İslami ideoloji nedeniyle etkileniyor. İnsanlar açlıktan ölürken bu ahlak polisi denen birime dünyanın parası harcanıyor. İnsanlar işsiz, parasızlıktan çocuğunu okula gönderemeyen binler var. Yani diyebiliriz ki tüm bunların sonucunda, Mahsa’nın katledilmesi bir teli kopardı ve eylemler ayaklanmaya dönüşerek tüm ülkeye yayıldı.”
Fotoğraf: Orhan Qereman / Reuters
‘Cesaret bir kadından diğerine bulaşıyor’
Afzalı, daha çok hangi kesimlerden insanların eylemlere katıldığı sorusunu da şöyle yanıtlıyor:
“Daha ziyade Y kuşağı denen milenyum çocukları demek mümkün. 2000 yılından sonra doğanlar yani. Özellikle Tahran ve diğer büyük kentlerde sokaktaki gençlerin çok genç, hatta çocuk olduğu göze çarpıyor. Bunun dışında 40 yaş altının da sokaklarda olduğu görülüyor çünkü bu kesim bu ideolojik rejim ve teokrasiden ve onun yarattığı ekonomik tahribattan en çok etkilenen kesim. Kadınlar her şekilde çoğunlukta. İnanılmaz bir cesaret gösteriyorlar. Şu anda size bunları anlatırken tüylerim diken diken oluyor. Öyle fotoğraflar gördük ki eylemlerin başından beri, zırhlı, kasklı, silahlı polislerin karşısına türbansız dikilen binlerce kadın… Özgürlük taleplerini polislerin suratlarına bağırıyorlar, polisin ve ordunun önünde türbanlarını çıkarıp ateşe veriyorlar. Kadınların bu davranışı diğer kadınlara da cesaret veriyor. Cesaret büyük bir hızla bir kadından diğerine bulaşıyor.”
Qamishli – Fotoğraf: Reuters
Bu eylemler neden farklı ve neden erkekler bu eylemlere katıldı?
Afzali, kendilerine yıllarca zorunlu başörtüsü meselesinin önemli ve öncelikli olmadığını, bunun kendi kültürlerinin ve inançlarının bir parçası olduğunu söylendiğini, kendisinin katıldığı eylemlerde de defalarca bunu yaşadığını söylüyor:
“Ne zaman zorunlu tesettüre karşı slogan atacak olsak birileri çıkıp ‘şimdi zamanı değil’ dedi, ‘böyle konuşma’ dedi. Böyle eylemlerde erkekler tarafından, hatta bazen bazı kadınlar tarafından susturulduk. Ancak son yıllarda, özellikle bu ahlak polisinin kadınlara gösterdiği şiddet videolarla yayılmaya başladıkça ve her kadın bu şiddetten nasiplendikçe, tepkiler arttı. Sosyal medya sayesinde bu şiddet görünür hale geldi. Bu anlamda sosyal medyaya müteşekkirim. Bu şiddeti, bu başörtüsü zorunluluğunu görmezden gelen erkekler de artık bizim gördüğümüzü görmeye başladı.
Fotoğraf: AFP
Mahsa bilindik bir aktivist değildi. Küçük bir kentten başkente gelmiş, sade basit bir genç kızdı. Bu nedenle de insanlar Mahsa’nın öldürülmesi karşısında büyük tepki gösterdi. Herkes Mahsa ile empati kurabildi. Mahsa’nın gözaltına alındığı sırada çekilen bir video da yayınlandı. Bu videoda ne dediklerini duyamıyoruz, ama tartışma esnasında polisin Mahsa’nın üstüne gittiğini, başörtüsünü, kıyafetlerini çekiştirdiğini görebiliyoruz. Mahsa orada muhtemelen kendini o kadar baskı altında hissetti ki düşüp bayıldı. O düşüş bir ulusun düşüşüdür. Tüm kadınların düşüşüdür. Yani düşünsenize, o tartışmadan o kadar yoruluyorsunuz ki, biraz daha tartışacak gücünüz kalmıyor ve yığılıyorsunuz. Bütün bunlar insanların o öfkeyle sokağa dökülmesini sağladı. İnsanlar artık bu olanları daha fazla görmezden gelemedi.”
At Mahsa Amini's funeral in her hometown of Saqqez, Kurdistan province, women take their headscarves off in protest against Iran's forced hijab law amid "death to the dictator" chants.
‘Halk İran devlet medyasının yalanlarına inanmıyor’
İnsanların sokağa herhangi bir çağrı olmadan kendiliğinden çıktıklarını vurgulayan Afzali, kimsenin böyle büyük bir ayaklanmayı beklemediklerini kaydediyor:
“Hükümet de bu büyüklükte bir eylem beklemiyordu. Bir de eylemler başladığı esnada Cumhurbaşkanı Reisi Birleşmiş Milletler konferansına katılmak için yurt dışındaydı. Bu nedenle hükümet kendi karar alıp daha fazla baskı uygulayamadı, interneti kesemedi ilk bir kaç gün. Ne zaman ki Reisi konuşmasını yaptı, anında interneti kestiler. Çünkü biliyorlar ki polis şiddetinin videolarının, ülke çapındaki eylemlerin videoların insanların daha da büyük bir motivasyonla sokağa çıkmasına neden olacak ve bu videoları tüm dünya izliyor. Elbette ki internet kesintisinin olumsuz bir etkisi oldu. Ancak şaşırtıcı biçimde insanlar hala sokakta. Eylemlerin okul yılının başlangıcına denk gelmesi de bu anlamda çok etkili oldu”.
Fotoğraf: AP
‘Taraftarları bile hükümete inanmıyor’
İran medyasının bu gibi protestolarda insanları marjinalize ettiğine de değinen Afzali, halkın artık bu yalanlara inanmadığını da paylaşıyor:
“Bu gibi durumlarda eylemcilerin bir şeyleri yaktığı, kırdığı, taş attığı videoları toplar ve ‘bunlar haydut, bunlar barbar’ diye haber yaparlar. Eylemi ve eylemcileri marjinalize eder, ‘bunlar İslama karşı’ derler. Ancak uzun bir zamandır halk bu yalanlara inanmıyor. Mesela Cuma namazı sonrasında hükümet siyasal islamcılara çağrı yapıp karşı eyleme çağırdı. Fakat çağrıları bir karşılık bulmadı. Hükümet yanlıları bile bu çağrıya uyup sokağa çıkmadı. Kendi taraftarları bile artık onlara inanmıyor. Mahsa olayında yaptıkları kendi taraftarlarının bile gücüne gitti. Sokaktaki insanlara nasıl saldırdıklarını gördüler. Mahsa’nın ailesine ev hapsi verdiler. Kendi taraftarları da İslam Cumhuriyeti’nin vahşi tarafını görmüş oldu.”
Nasrin Afzali
İran güvenlik güçleri tarafından tutuklanan ve kaçırılan eylemcilere ilişkin de konuşan Afzali, eylemler sırasında gözaltına alınan ve tutuklanan insanların aileleriyle ve avukatlarıyla görüştürülmediğini, tedavi görüyorlarsa ilaçlarına erişemediklerini, yaralılarsa doktorla görüştürülmediğini aktarıyor:
“Sonuç olarak da adil bir yargılama olmayacağını söyleyebiliriz. Muhtemelen bu kişilerin çoğu yıllarca hapis cezası alacak. Kimisi idama bile mahkum edilebilir.”
Fotoğraf: Wana News Agency/Reuters
Taliban’ın kınaması ‘şaka gibi’
Afganistan’da yönetimi yeniden ele geçiren, aşırı dinci Taliban’ın İran hükümetini kınayarak kadın haklarına saygılı olunması açıklamasını Afazi şu sözlerle yorumluyor:
“Bu ikisi arasında şaka gibi bir şey. İlk defa olmuyor. Ne zaman iki ülkeden birinde kadınlara böyle bir saldırı olsa, diğeri çıkar onu kınar ve kadın haklarına saygılı olmasını söyler. Afgan kadınları da İranlı kadınlar da biliyor ki ikisi de kadın düşmanı hükümetlerdir. Üstünde durmaya gerek yok.
Afazi, artık küçük kentlerden köylere kadar kadınların günlük hayatlarında başörtüsü kullanmamaya başladıkları bilgisini paylaşarak, bunu eylemin bir kazanımı olarak değerlendiriyor:
“Ahlak polisi bundan sonra eskisi gibi olamayacak. Kadınlar da eskisi gibi başörtüsü kuralına uymayacaklar. Artık kadınlar kendilerine inanıyor ve güveniyor. Güçlerinin farkındalar. Kendilerine olan desteğin de farkındalar. Eğer 2009’daki eylemlerde böyle bir destek olmuş olsaydı, şu an pek çok şey çok farklı olurdu. Hiç bir şey olmasa bile bu eylem, mücadelelerine devam etmek için kadınlarda büyük bir motivasyon ve moral yarattı.”
Ona göre tüm işaretler uzak olmayan bir gelecekte İslamcı rejimin devrileceğini gösteriyor:
“Bunlar pek basına yansımıyor ama kendilerine verilen emirleri uygulamayı reddeden polisler dahi var bu eylemlerde. Hükümet destekçilerinin desteğini kaybetti. Yeni jenerasyon, Y jenerasyonu çok ilginç bir jenerasyon, asla korkmuyorlar. Bu şekilde yaşayacaklarına ölmeyi tercih edeceklerini söylüyorlar. Bu kararlılığın karşısında durmak mümkün mü? Bütün bunlar bu hükümetin daha fazla kalmayacağının göstergesidir.”
Mehbub: Erkeklik, bu eylemlerle yeniden tanımlandı
Mahtap Mehbub
Almanya’daki mülteciler ve göçmenler tarafından oluşturulan bir radyo ve podcast ağının içerik koordinatörlüğünü yapan 38 yaşındaki İranlı feminist aktivist gazeteci Mahtap Mehbub ise eylemlerin hali hazırda zaten başarılı olduğu görüşünde:
“Öyle bir noktadayız ki, toplumdaki tüm elementler, tüm güç odakları, meselenin kadına uygulanmış baskı olduğunun farkına vardı. Biz şu anda başarmış durumdayız. Erkeklik bu eylemlerde yeniden tanımlandı. Bu süreçten yeni devrimci özneler doğdu. Bu süreç yeni bir devrime, üçüncü bir yola işaret ediyor; Rojava‘dan çıkan bir sloganı bizim topraklarımıza taşıyor. Şu anda İran’ın dört bir yanında kadın erkek herkes, “Jin Jiyan Azadi” diye bağırıyor.
Eylemler karşısında belki ahlak polisini sokaktan çekecekler, ama artık bu yeterli değil. Kadınlar artık sokaklarda başörtüsüz dolaşacak. Bu zaten onlara onlarca adım geri attıracak. Bütün bunları tartışmaya açmak bile bir başarıdır. İran rejimi, evimizdeki erkekleri bizim başımıza polis haline getirmişti. Bu gücü sonuna kadar istismar ettiler. Şu anda bu güce sahip olanlar, pozisyonlarını sorguluyorlar. Bu başarıdır. Şu anda kadınlar ve ardından gelen halk, otoriteyi sorgulayabileceklerini farkettiler. Toplumun ana materyali değişti İran’da. Tüm hiyerarşi yeni jenerasyon ve kadınlar sayesinde sorgulanabilir hale geldi. Artık sorular bile eskidi. Yeni sorular soruluyor. ”
Mehbub kadın dayanışmasının dünyanın sınırlarını yeniden çizdiğini de ifade ediyor:
“Dünyadan gördüğümüz bu sınırsız dayanışma için müteşekkiriz, mutluyuz. Şili’den Türkiye’ye, Kürdistan’dan Afganistan’a, diasporadaki tüm İranlı kadınlardan müthiş bir destek görüyoruz. Herkese çok teşekkür ediyoruz. Kadın dayanışması dünyanın sınırlarını yeniden çiziyor.”
Gazeteci Parahi: Bu kez kaybedecekleri olanlar da eylemde
Eylemler sırasında sadece İran’ın resmi güvenlik güçleri ve paralel ordu niteliğindeki Pasdaran (Devrim Muhafızları) değil, İran devletine bağlı hareket eden paramiliter Besic güçlerinin de halkın üzerine gerçek mermilerle ateş açtığı belirtiliyor. Bölgeden aldığımız bilgilere göre, Besiç milisleri, Batı Azerbaycan eyaletinin Urmiye kentine bağlı Oshnavieh (Şino) ve Balu kasabalarında düzenlenen protesto mitinglerinde biri çocuk en az beş kişiyi öldürdü.
Protestoların sürdüğü Urmiye’de yaşayan gazeteci Ajdar Parahi, gazetemize ülkede durumun vahametini anlatıyor:
“İnternetin geldiği bu kısa aralıkta size buradaki durumla ilgili ses kaydı atıyorum. Umarım elinize ulaşmıştır. Kesintilerden dolayı hiç kimse ile iletişim kuramıyoruz, dışarıdan da sağlıklı bilgi alamıyoruz.
Öğrendiğimiz kadarıyla perşembe ve cuma günleri 36 kişi öldürüldü. Ölenler arasında güvenlik güçleri de var. İran’ın tüm şehirlerinde yaralı sayısı yüzlerce kişiyi aşmış durumda. Tespit edemediğimiz sayıda gözaltılar var. Kürdistan eyaletindeki kentlerde durum diğerlerine oranla çok daha vahim. Bu eyalete çatışmalar şiddetlendi. Bugün gösteriler devam ediyor ve 11’nci gününe girdi. İran hükümeti her zamanki gibi halkın istek ve taleplerine baskıyı artırarak, şiddet ve ölümle yanıt veriyor.”
İran’daki eylemlerin diğer eylemlerden farkını da anlatan Parahi de bu kez eylemleri başlatan ve öncülüğünü sürdüren kadınlara dikkat çekiyor:
“Kadınlar hükümetin belirlediği giyim tarzına ve diğer katı İslami kurallara uymayacaklarını sokaklarda haykırıyor. Erkekler de kadınlarla birlikte hareket ediyor. Halk yıllardır böyle bir itirazı bekliyordu denilebilir. İnsanlar, ülkenin ekonomik ve toplumsal çöküşteki haline, tüm toplum üzerindeki ağır baskıya karşı el ele veriyor. Halkın ortak talebi, attıkları sloganlardan da anlaşıldığı üzere, hükümetin iktidardan uzaklaştırılması.
Eski ayaklanmalar ve gösterilerden farklı olarak değişen bir diğer durum da zengin kentlerde yaşayanların da protestolara katılması. Tahran’da birçok zengin mahalle, hangi eylem olursa olsun ses çıkarmaz, gösterilere katılmazdı. Ama şimdi bu kesimin yaşadığı Tecriş, Niavaran ve Kolana Firişte gibi ilçelerde de göstericiler, İran İslam Cumhuriyeti lideri Ali Hamaney‘e karşı sloganlar atıyor.
Parahi, hali hazırda süren eylemlerin bir sonuca ulaşmadan sona ermesi halinde olabilecek risklere de değiniyor: “Böyle bir durumda, gözaltında olan ve tutuklanan insanlar hakkında ağır yargılamalar ve idam cezalarıyla karşı karşıya kalabilir. İran yönetiminin halkın itirazını kırmayı bu yolla denemesi sürpriz olmayacaktır. İnternet kesintilerinden dolayı gerçek bilgilere tam olarak ulaşamıyoruz ama ölü ve yaralı sayısının çok fazla olduğunu ancak eylemcilerin buna rağmen polis karakolları ve araçlarını ateşe verdiğini biliyoruz. Bunu karşılıksız bırakmayacaklardır.
İran İnsan Hakları Örgütü Direktörü: İranlılar köklü bir değişim istiyor
2005 yılından beri İran’daki insan hakları ihlallerini izleyen Norveç merkezli sivil toplum kuruluşu İran İnsan Hakları (İRH-NGO) Örgütü Direktörü Muhammed Amiry Moghaddam’la da ülkeden derleyebildikleri son bilgileri konuştuk.
İran İnsan Hakları Örgütü Direktörü Muhammed Amiry Moghaddam
Kendilerine gelen bilgileri teyit etmek için bölgeden birçok raportör ve aktivistle de konuştuklarını belirten Moghaddam, bu tür kaotik durumlarda yerel kaynakların ve üyelerinin sağlıklı bilgiye erişim noktasında karşılaştıkları zorlukları anlatıyor:
“Birçok kaynak kullanmamız gerekiyor ve bu zaman alıyor. Dolayısıyla, yayınladığımız bilgiler, tabii ki hem internetin sınırlaması hem de raportörlerimizin ve insan hakları savunucularının İran’da karşı karşıya olduğu risk nedeniyle, İran’da sahada olup bitenlerin minimumu. Tüm bilgileri doğrulamak bazen çok zor oluyor ama bence yayınladığımız raporlar neler olup bittiğine dair daha gerçekçi bir resim veriyor”
Moghaddam ülkede gelişen protestoları şöyle değerlendiriyor:
“Şu anda İran’da gördüğümüz şey, ülkenin hemen hemen her köşesinde spontane gelişen protestolar ve bunlar da ülke çapında yayılmış durumda. Gençleri görüyoruz, yetişkinleri görüyoruz, yaşlıları görüyoruz. Daha önceki protestolarda İslam Cumhuriyeti’nin uyguladığı ve şu anda yapmakta olduğu baskılardan artık korkmuyorlar. İran’daki insanlar köklü bir değişim istiyor. Protestoların başlamasının üzerinden 10 günden fazla geçti. Güvenlik güçlerinin birçok bölgede insanlara ateş açmasına rağmen eylemler devam ediyor ve protestoların küçüleceğine dair bir işaret görmüyoruz. Öyle görünüyor ki insanlar artık bıktı ve bir değişiklik getirmek için sokaklardalar. “
Moghaddam, şu anda yaşananlar ile geçmişteki protesto eylemleri arasındaki temel farka işaret ediyor:
“İran’daki durumu 15 yıldan fazla bir süredir izliyoruz ve insanlar arasında hiç bu kadar büyük bir öfke görmemiştim. İnsanlar artık korku duvarını aşmış durumda. Savunmasız insanlar silahlı güvenlik görevlileriyle çatışıyor ve birçok yerde güvenlik görevlileri kaçmak zorunda kalıyor. Bana göre en büyük fark, insanların bu savaşı kazanabileceklerine inanmaları. Uluslararası toplum ve medya bu haberleri gördüğünde, onlar da daha fazla motive oluyorlar. 2016, 2017 ve 2019’daki protestolarda, hepsinin tek bir talebi vardı ve o da İslam Cumhuriyeti’nin gitmesi gerektiğiydi. Dolayısıyla İran’daki insanlar, yetersiz liderlerin baskısından ve İslam Cumhuriyeti’ndeki yolsuzluklardan bıktıklarını açıkça ifade ettiler. Yani İslam Cumhuriyeti’nin sadece siyasi ve sivil hakları elinden alan baskıcı bir rejim olmadığını görüyorsunuz. İnsanların günlük sorunlarını da çözemiyorlar.
İnsanlar acı çekiyor, ekonomik ve mali kriz var. Bildiğiniz gibi içme suyu sıkıntısı olan yerler var. Aynı zamanda İslam Cumhuriyeti liderleri, insanların desteklemediği bir nükleer programa milyarlarca dolar harcadı. İnsanlar acı çekerken ve kötü durumdayken, Yemen‘deki savaşlarda, Lübnan‘daki ve Irak‘taki milislerine çok fazla kaynak ve milyonlarca dolar harcadılar. İslam Cumhuriyeti, insanların yaşam tarzlarına yani ne giymeleri gerektiği, ne içebilecekleri, ne yiyebilecekleri gibi hayatın özel yönlerine müdahale ediyor. ”
Mahsa Amini’nin öldürülmesinin bardağı taşıran son damla olduğunu kaydeden Moghaddam, insanların yeterince çok şey yaşadığını, kaybedecek çok şeyleri olmadığını ve İslam Cumhuriyeti ve liderlerinin artık gitmesine yönelik köklü bir değişiklik istediklerini ifade ediyor. Hükümetin internet erişimini engellemesiyle ilgili tespitleri ise şöyle:
“Hükümetin, interneti kesmesinin bir başka nedeni de insanlara, “kimseyi dinlemiyoruz, duymuyoruz ve size ne istersek yapabiliriz” mesajını vermek istemeleri. Ancak öncekilerden farklı olarak internetteki bu kısıtlamanın protestoları etkilemediği görülüyor. Tabii ki bilgi biraz gecikmeli geliyor, ama o kadar etkilemiyor. Uluslararası medyanın duruma iyi yer verdiğini düşünüyorum. İran medyası bunu haber yapmaktan kaçınamaz ancak doğruyu söylemiyorlar. Çünkü İran içindeki medya bağımsız değil ve devlet tarafından yönetiliyor. Bu yüzden içinde bolca yalan olan, resmi anlatılarını sunuyorlar.
‘İranlılar sadece normal bir hayat istiyor’
Uluslararası toplumu İran halkının taleplerine destek vermeye çağırdıklarını söyleyen Moghaddam, “İranlılar, batının endişelerini dile getirmesinin hatta yetkililerin uyguladığı şiddeti kınamanın artık yeterli olmadığını, artık İran halkının yanında durmasını beklediğini söylüyor” diyor:
“Taleplerini desteklediklerini söyleyen bir açıklama bile çok faydalı çünkü İran halkı çok fazla talepte bulunmuyor. Sadece normal bir hayata sahip olmak istediklerini söylüyorlar. Temel ve yasal insan haklarını yani. Bu, uluslararası toplumun desteklemesi gereken bir şey. İran makamlarına gelince, onları bir gün yaptıklarından sorumlu tutulacaklarına ilişkin defalarca uyardık. Özellikle güvenlik güçleri protestoculara ateş ettiklerinde uluslararası bir suç işliyorlar. Er ya da geç hesap verecekler. “
Eylemlerin nasıl sonuç vereceğine ilişkin soruyu Moghaddam, “İnsanlar onurları ve temel hakları için dışarıdalar ve eninde sonunda bu hedefe ulaşacaklarına eminim. Halklarına karşı sonsuza kadar ayakta kalabilecek diktatörlükler ve totaliter rejimler yoktur. Er ya da geç. Bu savaşı halk kazanacak” diyerek cevaplıyor.
Hengaw : Sitemiz saldırıya uğradı
Protestolar başladığından bu yana günlük raporlar yayınlayan Norveç merkezli İnsan Hakları Örgütü Hengaw’ın web sitesine ise bir süre erişim sağlanamadı. Hengaw yetkilileri Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada sitelerine server saldırısı olduğunu düşündüklerini belirtti. Hengaw, İran’daki internet kesintilerinden dolayı sağlıklı bilgilere ulaşamadıklarını ancak Kürdistan eyaletindeki şehirlerde eylemlerin sürdüğünü aktararak, Şino kentinin halkın eline geçtiğini doğruladı.
İnternet kesintilerinin amacının göstericileri kolay bir şekilde öldürmek ve kaçırmak olduğunu ifade eden Hengaw, Kürdistan yönetimine, İran ve dünyadaki tüm avukatlara İran islam rejiminin ihlallerine karşı uluslararası bir komite kurulması çağrısı yaptı.
Öğrenciler üniversiteye alınmadı, eğitim sendikaları grevde
Ülkeden aldığımız bilgilere göre, Al-Zehra, Tahran, Marivan’daki Payam Noor, Babol Noshirvani, Şahid Beheşti, Soura ve Allameh üniversitelerinden öğrencilerinin katıldığı eylemlerde birçok öğrenci güvenlik güçleri tarafından ya evlerine baskın yapılarak ya da eylemlerde sivil şekilde öğrencileri gözaltına alınıp tutuklanıyor.
Öğrenci ve öğretmen sendikaları greve gitti.
Başkent Tahran’da bulunan Şahid Beheşti Üniversitesi yöneticileri üniversitenin kapılarını kilitleyerek öğrencilerin içeriye girmesini engelledi. Yöneticiler, bir hafta boyunca kimsenin okula alınmayacağını söyledi. Mazandaran Eyaleti‘nde öğrenciler, tüm İran üniversiteleri arasında birinci sırada yer alan Babol Noshirvani Teknoloji Üniversitesi’nde (BNUT) asılı bulunan Humeyni ve Hamaney‘in pankartını indirdi.
Şiraz Sanat Üniversitesi öğretim üyesi şair ve profesör Lili Golehadaran, protesto eden öğrencilerin yanında duracağını belirterek görevinden istifa edeceğini duyurdu. Eğitim ve öğretmen sendikaları da bir hafta boyunca greve giderken üniversiteler de uzaktan eğitime geçti. Öğrenci Birliği Konseyleri tutuklanan öğrenci ve sınıf arkadaşlarının serbest bırakılana kadar derslere katılmayacağını açıkladı.
İranlı Bağımsız Yazarlar Topluluğu da bir bildiri yayınlayarak genç neslin, kadın, yaşam ve özgürlük hareketini koşulsuz savunduklarını paylaştı. Önde gelen İranlı hukukçular da yayınladıkları bir bildiri ile BM‘ye dünyanın dört bir yanındaki avukatların yardımıyla tutukluların savunması için uluslararası bir komite oluşturulması çağrısı yaptı.
Hukukçular, Shirin Ebadi, Mehrangiz Kar, Saeed Dehqan, Hossein Raeesi, Musa Barzin, Hossein Ahmadiniaz, Mohammad Moghimi ve Majid Pourastad, uluslararası toplumun İran’daki yaygın baskısına kayıtsız kalmaması gerektiğini vurguladı.
Polonyalı anti-faşist yazar ve filozof Eva Majeska, Amerikalı filozof Judith Butler, Fransız filozof Kathryn Malabo, İngiliz feminist teorisyen Sara Ahmed, Avusturalyalı filozof Gerald Raunig, Amerikalı filozof Michael Hart, Sila Benhabib, David McNally, Gilbert Olad, Elenka Zupancic, Claire Fontaine gibi birçok düşünür ve filozof bir mektup yayınlayarak, İran halkının feminist devrimini destekledi.
Kullanıcılar sosyal medyada şu ana kadar dünya çapında Mahsa Amini etiketi ile 100 milyondan fazla paylaşım yaptı. Dünyanın ünlü hacker kollektif grubu Anonymous da yayınladıkları bir video ile ‘biz burdayız’ diyerek İran halkına desteğini açıkladı. İran’a siber operasyon başlattıklarını, İran’ın devlet haber ajansları dahil olmak üzere hükümetin önemli web sitelerini çökerttiklerini duyuran Anonymous, ayrıca ülkede 2 binin üzerinde mobese kamerasını kontrol ettiklerini belirterek, dünya çapındaki hacker ekiplerini ve hacktivisleri bu siber eylemlere katılmaya davet etti. Bunun üzerine hackerler, İran Devrim Muhafızları’na bağlı Fars Haber Ajansı‘nın web sitesini, İslam Cumhuriyeti hükümetinin radyo ve televizyonlarını çökertti.
International Community, UN Women’s Rights Watch, Amnesty International, UN General Assembly, Human Rights Activists tarafından Change.Org’da Arapça, Farsça ve İngilizce olarak üç dilde, “İranlı Kadınların Öldürülmesine Karşı Ses Çıkar#MahsaAmini” kampanyası başlatıldı.
Tutuklanan eylemciler açlık grevine başladı
İran’da protestolar 12’inci gününü doldururken, İran güvenlik güçleri tarafından kaçırılan ve tutuklanan aktivistler cezaevi görevlilerinin işkence ve kötü muamelelerini protesto etmek için açlık grevine başladı.
İşkenceye karşı açlık grevine giren aktivistlerinden Zina Modaresgarji ve Öğretmen Zara Muhammedi.
İnsan Hakları Örgütü Hengaw, Senendec Cezaevi’nde tutuklu bulunan tanınmış kadın aktivistlerinden Zina Modaresgarji de gözleri kapalı ve duvara dönük olarak sorguya çekildiğini paylaştı. Modaresgari, geçen Pazar gününden itibaren işkenceye karşı açlık grevine başladığını duyurdu. Bir grup aile de, Evin Cezaevi’nde tutulan yakınlarının akıbetini öğrenmek için cezaevi önünde protesto gösterisi yaptı. Polisler tutuklu ailelerini taciz ederek saldırdı ve ailelere biber gazı müdahale etti.
The anger expressed on the streets after the death of #Mahsa_Amini has shown how Iranians feel about the omnipresent so-called ‘morality police’ and compulsory veiling laws 👇 pic.twitter.com/5DMyPDv7E4
Uluslararası Af Örgütü: İran güvenlik güçleri yasadışı hareket ediyor
Uluslararası Af Örgütü- Amnesty İran temsilciliği yaptığı açıklamada, İran genelinde 20 büyükşehir ve 10 ilde son iki gecede meydana gelen yeni şiddet olaylarına ilişkin yerel kaynaklardan edindiği kanıtlarla, İran güvenlik güçlerinin protestoculara kasten ve yasa dışı bir şekilde gerçek silahlarla ateş açtığını belirtti.
Kasıtlı olarak uygulanan internet kesintisi sırasında daha fazla kan dökülmesi riskine karşı uyaran örgüt, İran’daki mağdurların ve insan hakları savunucularının adalet çığlıklarının duyulmasını ve acilen bağımsız bir BM soruşturma mekanizmasının kurulması çağrısında bulundu.
Tutuklanan insanların akıbetlerinin ne olduğu bilinmiyor
Kirmanşah ilinin Paveh şehrinde yaşayan, protestoculardan 30 yaşındaki Şirvan (güvenlik nedeniyle soyadını vermek istemedi) da Oshnavieh‘dan (Şino) ulaşan haberleri doğruluyor:
“Evet, Şino ile ilgili haberler büyük ölçüde doğru ama maalesef başka haberler de var. Şino küçük bir kasaba ve halkına baskı yapmak çok kolay. İran Kürdistanı (Rojhelat) kentlerinde ve köylerinde şu anda Devrim Muhafızları sokak sokak insanları arıyor ve ellerine geçen hemen herkesi tutukluyor. Nüfusu birkaç bini geçmeyen Nausud gibi çok küçük ve uzak bir kasabaya, nüfusu kadar Pasdaran gönderdiler. Oldukça küçük ve seyrek nüfuslu bir şehir olan Paveh’te bildiğimiz kadarıyla şu ana kadar 70 kişi tutuklandı. Bu tutukluların nereye götürüldüğü ve akıbetlerinin ne olduğu bilinmiyor”
İnternet kapalı olduğu sürece protestolar sürecek
İran halkının artık her şeyden bıktığını belirten Şirvan, protestoların işe yaramamasının mümkün olmadığı kanısında:
“Halk hayal kırıklığına uğramış durumda ve çok öfkeli. İnsanlar her şeyden umudunu kestiğinde özgürleştirici güçleri artar. Yürüyüşlerin devam edeceğini düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde Tahran’ın batısındaki yürüyüşleri izledim. Polis, asker, Besiç milisleri ve Devrim muhafızları neredeyse katılan kişi sayısı kadardı. Ancak protestocular korkmak bir yana daha da güçlü tepki verdiler.
Ancak asıl sorun Tahran gibi büyük şehirlerde değil, Kürt illerinde. Tahran uluslararası medyada daha çok ön planda olduğu için polis ateş açmaktan imtina edebiliyor, kaba dayak ve saldırıyı tercih ediyor. Kürdistan eyaletinde ise gelişmiş silahlarla öldürmeye yönelik davranıyorlar. Amini’nin öldürülmesinde bile bu durum ortaya çıkıyor. Amini’nin adını değiştirmek zorunda kalan Kürt bir İranlı olmasını unutmayalım.”
‘İran’ın Gezi’si…
İnternet olmadığı için insanların sokaklarda nasıl toplandığını, nasıl örgütlü olabildiğine ilişkin sorumuza Sirvan şöyle yanıt veriyor:
“Sokaklarda toplanmak adına önceden yapılmış bir çağrı yok. İnsanlar akşam işten dönerken sokakta birbirlerini görüyorlar. Bazıları akşamları bir araya gelmek için sokağa çıkıyor. Ancak giderek insan merkezlerinin oluştuğunu görüyoruz. Kadın ve erkekler birlikte hareket ediyor. İnsanlar artık bir yerde toplanmamayı öğrendiler. Farklı yerlerde toplanıyorlar ve bu şekilde güvenlik güçlerinin kovalamasını zorlaştırıyorlar. Her gün yerlerini değiştiriyorlar. Atılan sloganlar da artık küçük talepler değil; artık “İslami yönetim” ilkesi hedef alınıyor, diktatörlüğe karşı slogan atıyorlar.”
Zihinsel olarak zorlayıcı görevlerle dolu bir iş günü, kendinizi bitkin hissetmenize neden olabilir.
Uzun saatler boyunca zihinsel olarak belli bir işi takip ettikten sonra muhtemelen yapılacaklar listenizdeki diğer bir zorlu göreve başlamak veya yaratıcı bir düşünceye zaman ayırmak yerine, televizyon izlediğiniz rahatlatıcı bir akşamı tercih edersiniz.
Geçen ay yapılan bir araştırma, bu tanıdık fenomen için biyolojik bir açıklama sunuyor: Çok düşünmek, beynin işleyişini bozabilecek kimyasalların birikmesine yol açıyor.
Bilim insanları bir süredir zihinsel kaynaklarımızın neden tükendiğine dair bir açıklama bulmakta zorlanıyor.
Araştırmacılar genelde, uzun süreli ve yorucu zihinsel çabanın, enerjiye aç olan beyni besleyen glikoz ve diğer önemli maddelerin tükenmesine yol açtığını varsaydılar.
2000’li yıllardaki deneyler bu görüşü destekledi ve bunların sonucunda insanların bilişsel olarak zorlu bir görevden sonra kan şekerinde bir düşüş yaşadığını ve şekerli bir içecek tüketmenin performansı artırabileceği kaydedildi.
Ancak sonraki çalışmalar bu sonuçları yeniden üretemedi.
Fransa‘daki Pitie-Salpetriere Hastanesi‘nden bilişsel sinirbilimci Antonius Wiehler, “Tüm çalışmalara birlikte bakarsanız, ortalama olarak, hiçbir etki görülmedi” diyor.
Wiehler ve meslektaşı Mathias Pessiglione, 2016’da yaptıkları bir deneyde uzun süreli zihinsel çaba gerektiren görevlerin, insanları uzun vadede daha büyük bir ödül yerine hemen tatmin olacakları küçük bir ödülü seçmeye daha yatkın hale getirdiğini göstermişti. (İki hafta sonra 50 dolar almak yerine hemen 40 dolar almak gibi.)
Bu davranış değişikliğiyle beraber deneklerin lateral prefrontal korteksinin (LPFC – beynin karar verme gibi bilişsel süreçlerle ilgili bölgesi) aktivitesinde bir azalma kaydedildi.
Bu sonuç, ekibi ,beyin aktivitesindeki bu değişikliğe neyin sebep olduğu sorusuna yöneltti.
Current Biology‘de yayımlanan yeni çalışmada bu soruya cevap arayan Pessiglione v e Wiehler, 40 gönüllüyü işe aldı.
Bu kişilere, laboratuvarda yaklaşık altı buçuk saat boyunca (tam bir iş gününün yaklaşık eşdeğeri) tekrarlayan ancak zihinsel olarak zorlayıcı görevler verildi.
Bu görevlerden biri için denekler iki gruba ayrıldı: Bir gruba bu görevlerin zor bir versiyonu , diğerine ise daha basit bir versiyonu verildi.
Sonuçta her iki grup da gün boyu süren deneyden sonra benzer düzeyde bitkinlik hissettiklerini bildirmiş olsa da, daha zor görev verilen gruptakilerin daha sonraki bir tarihte daha büyük bir nakit avans almaktansa, hemen bir ödül almayı seçme olasılığı daha yüksek oldu.
Ekip, ne olup bittiğini belirlemek için katılımcıların beynindeki belirli kimyasalların seviyelerini tespit etmeyi sağlayan manyetik rezonans spektroskopisini kullandı.
Ve daha zor görevi üstlenenlerin LPFC’sinde, daha kolay görevi yapanlara göre daha yüksek nörotransmitter glutamat konsantrasyonuna sahip olduğu görüldü.
Ayrıca, zor olanı yapan grupta, moleküllerin daha hızlı hareket ettiğini gösteren artan bir glutamat difüzyon seviyesi kaydedildi.
Wiehler’e göre bu, kimyasalın, hareketin daha serbest olduğu hücre-dışında biriktiğini gösteriyor.
Scientific American‘dan Diana Kwon‘a konuşanBirmingham Üniversitesi‘nden bilişsel sinirbilimci Matthew Apps, şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Mevcut çalışmaların çoğu, bir kaynağı tükettiğiniz için yorgunluğun meydana geldiğini varsayıyordu.Bence beyindeki kimyasalların birikmesinin fonksiyonu engelleyebileceğini varsayan farklı model gerçekten heyecan verici – ve aslında yorgunluğun davranışlarımız üzerindeki sonuçlarına yol açan şey tam da bu olabilir.”
Apps, bu bulguların, bazı işyerlerinde kullanılmak üzere yararlı olabileceğini söylüyor: Örneğin cerrahi gibi sürekli yoğun odaklanma gerektiren işlerde çalışan insanlar için tükenmişlik hissi, zararlı sonuçlara yol açabilir. Ve gelecekte, glutamat oluşumunu tersine çevirmeyi amaçlayan terapötikler, bu bireylerin dikkatlerini uzun süreler boyunca sürdürme yeteneklerini artırmaya yardımcı olabilir.
Ayrıca Apps, yorgunluğun bir semptom olduğu klinik vakaları (kronik yorgunluk sendromu gibi) araştırmaya da yardımcı olabileceğini belirtiyor. Biyolojik bir belirteç olarak glutamatın varlığı, hastaların hangi sebeple yorgunlukla mücadele ettiğine ışık tutabilir.
Öte yandan yorgunluğun ne olduğunu tanımlamanın bu alanda bir zorluk olmaya devam ediyor:
Yorgunluğu nasıl ölçtüğümüze ve gerçekte neye dokunduğumuza dair farklı düşünce ekolleri var.
Örneğin, hem fiziksel hem de zihinsel faaliyetler bizi yoruyor olabilir, ancak bu farklı yorgunluk türlerinin altında benzer beyin mekanizmalarının olup olmadığı, hala cevap arayan bir soru.
Apps’in ekibi tarafından yapılan araştırma, bu türler arasında en azından bir miktar örtüşme olabileceğini öne sürüyor.
Geçen yıl yayımlanan bir çalışmada, bilim insanları, aynı beyin bölgesinin fiziksel olarak zorlu bir görevden sonra yorgunluğun oluşmasında da rol oynadığını buldu.
“Kaslarınızda bir fiziksel yorgunluğun meydana geldiği açık ancak [beyinde] belirli bir seviyeye geldiğinizde nerede ayrıldığını ya da gerçekten ayrılıp ayrılmadığını bilmiyoruz.”
Wiehler ve meslektaşlarının sonçalışması, subjektif yorgunluk duyguları ile daha objektif zihinsel yorgunluk belirtileri (ekibin gözlemlediği glutamat konsantrasyonundaki değişiklikler gibi) ayrım yapılmasının mümkün olduğunu öne sürüyor.
University College London‘dan sinirbilimci olan Anna Kuppuswamy, Wiehler’in ekibinin öznel ve nesnel yorgunluk ölçümleri arasında bir fark bulmasını ilgi çekici buluyor: Çünkü bu bulgu inme sonrası veya multipl skleroz ile ilişkili yorgunluğu olan hastalarda gördüklerini destekliyor:
“Bu hastalarda kendi bildirdiği yorgunluk seviyesi, her zaman hastalığın şiddeti ile eşleşmez. Sağlıklı bireylerde algılanan yorgunluk ile beyindeki değişikliklerin gerçek birikimi arasındaki bu belirgin ayrışma, yorgunluk alanındaki birçok kişinin farkına vardığı şu şeyi tekrar teyit ediyor: Yorgunluk algısını açıklayabilecek tek bir fiziksel faktör yok.”
Wiehler ve ekibi için hala yanıtlanmamış birkaç soru var.
Wiehler’e göre bu çalışmanın bir handikapı yalnızca beynin iki belirli bölgesine odaklanması, bu da bilişsel olarak çaba gerektiren görevlerin diğer alanları nasıl etkilediğini göstermiyor.
Ek olarak, LPFC’de glutamat birikiminin neden bir sorun olduğu veya dinlendikten sonra glutamat dengesinin neye benzediği henüz net değil.
Wiehler bir olasılığın, toksinlerin uyku sırasında beyinden atılması olduğunu söylüyor ve ekliyor: