Ana Sayfa Blog Sayfa 66

Fokların yaşam alanına inşa edilen kaçak iskele yıkılamadı

İzmir‘in Karaburun ilçesinin Mordoğan Ayıbalığı Mevkii‘nde bulunan Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) sınırlarında bulunan kaçak iskeleyi yıkmak için 22 Temmuz Pazartesi sabahı iskeleye giden İzmir Büyükşehir Belediyesi ekipleri, yıkımı gerçekleştiremedi.

Bina niteliğinde olmamasına rağmen bir yapı olarak kabul edilen ve ruhsata tabi olan iskele,  2023 yılının haziran ayında inşa edildi. Ancak iskele için alınmış herhangi bir tahsis, kiralama, işletme hakkı veya kullanım izni bulunmuyor.

Yerel yönetim sorumluluk almadı

İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, iskelenin ruhsatsız olduğunu ilgili yerel birimlere iletti. Ulaştırma Bakanlığı’nın Tersaneler ve Kıyı Yapıları Genel Müdürlüğü de iskelenin Bakanlık izni olmadan inşa edildiğini bildirdi. Ancak kıyı kanuna aykırı olarak inşa edildiği halde yerel birimler iskele konusunda harekete geçmedi.

İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, Karaburun Belediye Başkanlığı‘nın yetki alanındaki iskele için yıkım işlemlerinin gerçekleştirilmemesi durumunda İzmir Büyükşehir Başkanlığı’nın İmar Denetim Yetkisi ile kaçak iskelenin yıkımının gerçekleştirilmesi gerektiğini bildirdi.

Sualtı Araştırmaları Derneği/Akdeniz Foku Araştırma Grubu (SAD-AFAG) ve Karaburun Yerel Fok Komitesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni göreve çağıran bir basın açıklaması yaptı. Ardından Büyükşehir Belediyesi, “Başkanlık Oluru kapsamında 3 Mayıs 2024 tarihinde söz konusu işlemin sorumlusu durumundaki işyerinin yetkililerine tebligat yapılmıştır. Tebligatın ardından 15 günlük zorunlu yasal sürecin tamamlanmasıyla birlikte yıkım işlemi Fen İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından yürütülecektir…” diyerek yıkım görevini üstleneceğini bildirdi.

Yıkım ekipleri iskeleye alınmadı

İskeleyi yıkmak için bölgeye giden İzmir Belediyesi Zabıta, İtfaiye, Yapı Kontrol, Fen İşleri Yıkım Şubesi ve Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü, özel mülk olduğu gerekçesiyle For You 35 adlı işletmeye alınmadı.

Eski adı Seal Beach olan işletme sahipleri yıkım ekibinin karadan iskeleye erişimini engelledi. Ardından İzmir’den gelen itfaiye botu, iskeleye denizden ulaşmaya çalıştı ancak ekiplerin karaya çıkışı engellendi.

Sahil güvenlik botu, yüzen tatilcilere yönelik uyarı yaptı ancak tatilciler de işletmeye destek vererek botun karaya geçişine izin vermedi.

2023 yılının haziran ayından beri Karaburun Belediyesi’nin yıkım görevini gerçekleştirmemesi tepkiye yol açtı. Sualtı Araştırmaları Derneği/Akdeniz Foku Araştırma Grubu (SAD-AFAG) ve Karaburun Yerel Fok Komitesi, konuyla ilgili ortak bir açıklama yaptı.

Nesli tehlike altındaki Akdeniz Fokları’nın yaşam alanı

Açıklamada Mordoğan Ayıbalığı Mevkii’nin ÖÇKB statüsüne sahip olmanın yanı sıra ‘1/25000 Ölçekli Nazım İmar Planı Plan Hükümlerinde Akdeniz Foku ve yaşam alanlarına ilişkin plan notları da olan dünya çapında nesli tehlike altında olan Akdeniz Fokları’nın ülkemizdeki nadir yavrulama ve yaşam alanları arasında’ olduğuna dikkat çekildi.

Akdeniz Fokları, iskelenin de bulunduğu kayalık alanlardaki mağaralarda  iki yılda bir yavruluyor. Ardından anne foklar, 4,5 ay boyunca mağarada emzirdikleri yavrularını mağara dışına çıkarıp yüzmeyi öğretiyor.

İnsan baskısı ve zorlu doğa koşulları nedeniyle mağaralar ve çevresindeki karasal-denizel alanlar, Akdeniz Fokları’nın son sığınak alanları haline geldi.

Bu nedenle mağara önünün ve çevresinin korunması foklar için hayati önem taşıyor.

Araştırma grubu ve komite,”Nesli tehlike altında olan canlıların yaşam alanları ile birlikte korunması hem ulusal mevzuatımız hem de taraf olunan uluslararası sözleşmelerde taahhüt altındadır” diyerek yerel yöneticilerden ve bu alanlarda bulunan işletmelerden çevre konusunda duyarlı davranılması gerektiğini vurguladı.

İzmirli meslek odalarından Akdeniz foklarını korumaya yönelik çağrı: Karaburun’dan elinizi çekin

Kesin Korunacak Hassas Alan ilan edilmeli

Mordoğan Ayıbalığı’ndaki iskelenin doğal yaşam alanını umursamadan inşa edilmesine tepki gösteren dernek temsilcileri, “1 yılı aşan sürede ruhsatsız bir iskelenin kurumların yetki tartışmalarıyla ayakta kalması ve bu ayakta kalışa kurumların seyirci kalması çözüm üretememesi üzüntü verici” dedi.

Bir yıllık yazışma süreci nedeniyle iskelenin turizm sezonu öncesi yıkılması gereken yıkım temmuz ayına kadar ertelendi. Hem Akdeniz Foku yaşam alanının hem de doğanın benzer yapılaşma sorunlarıyla zarar görmemesi için Çevre Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü’nden  Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planları sürecinde Mordoğan Ayıbalığı Mağarası denizel ve karasal alanını Kesin Korunacak Hassas Alan olarak ilan etmesi ve kaçak iskelenin yıkılması talep edildi.

Kadınların kendi soyadlarını kullanmalarına engel olan madde, 9. Yargı Paketi’nden çıkarıldı

Kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını tek başına kullanmalarını engelleyen madde, 9. Yargı Paketi‘nden çıkarıldı.

CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada ‘9. Yargı Paketi’nde kadınlar için bir tehdit olarak duran soyadı dayatmasının’ vergi paketinden çıkarıldığını söyledi.

9. yargı paketi Meclis’te: AYM kararına rağmen kadınlar kendi soyadını tek başına kullanamayacak

Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olarak geçen 9. Yarı Paketi, 3 Temmuz tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne (TBMM) sunuldu.

Sunulan Yargı Paketi’nin “Evlenen kadının soyadına ilişkin hükümler iptal kararına binaen kadının kocasının soyadıyla birlikte kendi soyadını kullanabilmesine imkan veren hüküm tekrar düzenlenmektedir” diyen 15. maddesinin Anayasa Mahkemesi‘nin 28 Nisan 2023 tarihinde iptal ettiği ‘Kadın evlenince kocasının koyadını alır’ düzenlemesini içerdiği için birçok kadın teklife tepki gösterdi.

AYM kararı: Kadınlar evlendikten sonra da yalnızca kendi soyadını kullanabilecek
Evlilikte kadının soyadının değişmesi hükmünün son kullanma tarihi 28 Ocak

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, “Kullanılacak soyadı nedeniyle aile bütünlüğünün zarar görmemesi ve çocukların olumsuz etkilenmemesi amacıyla kadınların evlenince eşlerinin soyadını alacağı ve isterlerse önceki kızlık soyadlarını da kullanabileceklerine yönelik yeni bir düzenleme hayata geçiriyoruz ve teklif ediyoruz” diyerek 9. Yargı Paketi’nde kadınların evlendikten sonra yalnızca kendi soyadlarını kullanamayacaklarına dair bir madde bulunduğunu açıklamıştı.

Mesele sadece bir soyadı seçimi değil

Nazlıkaya “Biz meseleye sadece bir soyadı seçimi olarak bakmıyoruz. Bu aslında kadınların kimliğine sahip çıkma hakkıdır. Bu, kadın-erkek eşitliği hakkıdır; bir ailenin eşitlik esasına dayanarak kurulmasıdır” diyerek söz konusu maddenin çıkarılmasının kadınların tercih hakkının korunması anlamına geldiğini belirtti.

“Özellikle bu yönde mücadele eden tüm kız kardeşlerime, bu yönde mücadele eden erkeklere, başta genel başkanımız Özgür Özel olmak üzere partimize teşekkür ederim” diyen Nazlıkaya Bakan’la yaptığı görüşmenin detaylarını yarın CHP Genel Merkezi’nde paylaşacağını bildirdi.

Sinop Belediye Meclisi, nükleer santrale ‘hayır’ dedi

Sinop Belediyesi’nin haziran ayı Meclis Toplantısı’nda Sinop’ta yapılması planlanan Sinop Nükleer Santrali görüşüldü.

4 Haziran’da yapılan toplantıda Sinop’a nükleer santralin yapılmaması ve nükleer silahların yasaklanması antlaşmasının desteklenmesi talebi görüşüldü. Oy çokluğuyla Nükleer Enerji Santrali’nin yapılmasından vazgeçilmesi ve nükleer silahların yasaklanması antlaşmasını destekleme çağrısının yapılmasına karar verildi.

“Sinop’ ta Nükleer Santral yapılmasını istemiyoruz ve Nükleer silahların yasaklanması anlaşmasını destekliyoruz” ifadelerinin kullanıldığı toplantının sonuç belgesinde şunlar ifade edildi:

Nükleer Silahların Yasaklanması Çağrısı 6 Ağustos 1945’te dünya atom bombası ile tanışmış ve o tarihten günümüze nükleer silahlar devamlı olarak gündem ve tehdit unsuru olarak hayatımızda yer almıştır. Nükleer güç caydırıcı bir güç olarak lanse edilmiş ancak günümüzde aktif bir tehdit unsuruna dönüşmüştür. Özellikle soğuk savaş döneminde artan bu tehdit unsuru Birleşmiş Milletler gündemine gelmiş ve Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması 7 Temmuz 2017 tarihinde kabul edilmiştir. 22 Ocak 2021 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bununla birlikte özellikle nükleer güç sahibi ülkeler başta olmak üzere 69 ülke bu oylama sürecine katılmamış ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan bazı ülkeler antlaşmayı tanımayacaklarını bildirmişlerdir.”

Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması'na (TPNW) imzacı (kırmızı) ve taraf (mavi) ülkeleri gösterir harita. - Kaynak: ICAN
Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’na (TPNW) imzacı (kırmızı) ve taraf (mavi) ülkeleri gösterir harita. – Kaynak: ICAN

Meclis toplantısında ayrıca, Türkiye’nin de bu oylama dışında yer alan ülkeler arasında olduğu belirtildi. Ayrıca ülkede nükleer silahlara ilişkin tutumun değişmediği, antlaşmanın imzalanmadığı hatırlatıldı.

‘Şehrimiz derin endişe duyuyor’

Bu anlaşmanın yaygınlaşması ve dünyanın nükleer tehlikeden kurtulması için Nükleer Silahların Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Uluslararası Kampanya (ICAN) yürütüldüğüne dikkat çeken Belediye Meclisi, “Bu kampanyaya aslında nükleer silahların asli hedefi olan şehirler de dahil olmuş ve bu süreçte anlaşmanın yaygınlaşması için ülke yönetimlerine talepte bulunmuşlardır. ICAN Şehirlerinin Çağrısı olarak yürütülen çağrıya Paris, Bedin, Washington DC gibi başkentlerin yanında Hiroshima ve Nagasaki gibi bizzat bu tehdidin hedefi olmuş şehirler de katılmışlardır” dedi:

“Şehrimiz nükleer silahların dünya genelindeki topluluklar için oluşturduğu ciddi tehdit konusunda derin endişe duymaktadır. Vatandaşlarımızın bu tehditlerden arınmış bir dünyada yaşama hakkına sahip olduğuna inanıyoruz. Kasıtlı ya da kazara herhangi bir nükleer silah kullanımı, insanlar ve çevre için yıkıcı, geniş kapsamlı ve uzun süreli sonuçlara yol açacaktır. Sinop’ta yapılması planlanan İnceburun Nükleer Enerji Santrali başta olmak üzere; Mersin Akkuyu ve İğneada Nükleer Enerji santrallerini ve tüm dünyadaki Nükleer silahlar dünyamız için çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır.”

Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nın başarısı için

***

Nükleersiz bir yaşam isteyen gençler anılacak

Sinop Nükleer Karşıtı Platform ise “Nükleersiz Bir Yaşam ” etkinliğinde 22 Temmuz 2006 tarihinde Karadeniz’de hayatını kaybeden Soner Balta, Öner Balta ve Güneş Korkmaz, ölümlerinin 18. yılında anılacağını duyurdu.

Anma bugün (22 Temmuz 2024 Pazartesi günü) saat 18.00’da gerçekleştirilecek.

Anma Programı şöyle:

1- Şehir kulübü (Soner-Öner-Güneş Yolu üzeri) önünde toplanma,
2- Saygı duruşu,
3- Basın açıklaması ve konuşmalar,
4- Denize karanfil bırakma,
5- Programın bitişi.

Kapalı kapılar ardındaki katliam yasası görüşmeleri tartışmalı başladı

17 Temmuz 14.00’da başlayan ve 18 saat süren görüşmeler sonucunda bugüne ertelenen Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısı görüşmeleri başladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu‘nda geçen hafta geçekleştirilen görüşmelere alınmayan hayvan hakları aktivistleri görüşmeleri salon girişindeki ekranlardan izlemek zorunda bırakıldı.

Protestolar eşliğinde gerçekleşen ilk görüşmelerde teklifin ilk üç maddesi AKP‘li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.

Katliam yasasının ilk üç maddesi kabul edildi, komisyon görüşmeleri ertelendi
Katliam yasası görüşmeleri başladı: Destekleyenler komisyonda, hak savunucularına darp ve gözaltı

Hak savunucularının görüşmeleri takip etmesi engellendi

Bugün devam eden görüşmeler yine tartışmalı başladı. Hayvan hakları savunucularının salona girişini engellemek için yoğun güvenlik önlemleri alındı. Milletvekilleri ve bürokratlar dışında salona kimsenin alınmayacağı açıklandı.

Görüşmelerde hayvan hakları savuncularının ve ziyaretçilerin tartışmaları takip ettiği ekranların kaldırılması muhalefet milletvekillerin ve aktivistlerin tepkilerine yol açtı.

 Kirişçi, “Televizyon zarar görmüş, tamir edildikten sonra yeniden monte edecekler” şeklinde açıklama yapınca DEM Parti Milletvekili Gülistan Koçyiğit, “Koridordaki televizyon özel olarak kaldırılmadıysa benim televizyonumu indirebilirim” dedi.

Ancak TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı Vahit Kirişçi, koridorlara yeniden televizyon kurulması taleplerini reddetti.

Koçyiğit, “Zaten çok sorunlu bir yasa teklifi getirdiniz bir de ilgililerin dinlemesine kapattığınızda kapalı kapılar altında yapmış olacaksınız. Basın bölümündeki TV’ye canlı yayın verirseniz herkes sağlıklı bir şekilde takip eder” diyerek televizyonların kaldırılmasına tepki gösterdi.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş ise “Buradaki kurum temsilcileri Meclis televizyonunda burayı izlesin istiyoruz. Demek ki bir şeyleri kendi iletişim kanallarında yayınlayıp, onların istediği gibi bilinmesini istiyorlar. Günlerdir hayvan hakları savunan insanlara her şeyi yaptınız. Çok basit yasayı geri çekin” diyerek taleplerini dile getirdi.

Komisyon üyesi olmayanlar söz alamayacak

Komisyon başkanı Kirişçi’nin komisyon üyesi olmayan milletvekillerine söz hakkı verilmeyeceğini açıklaması da muhalefet vekillerinin tepkilerine neden oldu. Usul tartışmasının ardından Kirişçi, komisyon maddelerinin görüşülmesine karar verdi. Milletvekillerinin protestoları üzerine büyüyen tartışmalar nedeniyle görüşmelere beş dakika ara verildi.

DEM Parti Milletvekili Perihan Koca, “Geçen haftadan beri olağanüstü hal koşullarıyla bu yasayı gözleriniz kan bürümüş bir şekilde geçirmeye çalışıyorsunuz. Gerçekten darbe mekaniği ile bu komisyonu işletmeye, ilerletmeye çalışıyorsunuz” diyerek görüşmelerin kapalı kapılar arkasında gerçekleştirilmesine tepki gösterdi.

CHP Milletvekili Orhan Sarıbal‘ın talebi üzerine Kirişçi, Türk Veteriner Hekimler Birliği Merkez Konseyi Başkanı’nın da görüşmelere alınmasına karar verdi.

DEM Parti milletvekili İbrahim Akın, medyada dolaşan asılsız hayvan saldırılarına dair haberlere tepki gösterdi: “Biz bütün mağduriyetlerin giderilmesini için elimizden geleni yapıyoruz. Örneğin, köpekler yüzünden bir çocuktan bahsediliyor ama tır altında kaldığı için öldüğünü biliyoruz. Eğer bu kapsamda çocuklar savunulacaksa 2013 yılında 2 bin 84 çocuk ihmalden öldüğünü açıklayan raporlar var. Ama bu mağduriyetlerin sorumlusu bizleri suçluyor.”

CHP Grup Başkanı Ali Mahir Başarır ise “AK Parti bu konuda bir anket yaptırsa yanlış bir yolda olduğunu görecektir…Bizim hukukumuzda ‘ötenazi’ yok. Bizim CHP olarak bir teklifimiz var. Bu sorunu çözmek için bir fon hazırlayalım, hayvanları kısırlaştıralım, aşılatalım, yaşatalım. Teklifimize AKP seçmeninin yüzde 40’ı mantıklı diyor. MHP seçmeninin yüzde 60’ı mantıklı diyor. Seçmeninizin yarısı ötenazi kararını doğru bulmuyor” dedi.

Aktivistler ‘Komisyonu Aç’ diyor

Komisyon görüşmeleri devam ederken Ankara‘da Meclis önünde ve İstanbul-Kadıköy’de bir araya gelen aktivistlerin protestoları devam ediyor. Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, hayvan hakları savunucularının görüşmeleri takip etmesinin engellenmesine tepki göstererek “Protesto hakkımız her yerde engelleniyor! Tecrit ve katliam yasa teklifinin geri çekilmesi ve haklarımızın bastırılmaması için hep birlikte tüm paylaşımlarımızda bu iki etikete yüklenelim, dostlarımızı faillere vermeyelim: #KomisyonuAç #YasaDeğilCinayet mesajını paylaştı.

Greenpeace’ten komisyon üyelerine mail kampanyası: Katliam Yasası’nı geri çekin!
İzmir hayvanlar için nöbetini altıncı gününde sürdürüyor
Katliam yasasına karşı CHP’den açıklama: Hiçbir belediyemiz elini kana bulamayacak
Katliam deneyimini yaşayan Romanya’dan çağrı: Ölüm Yasası’nı geri çekin

Sea Shepherd’in kurucusu, balina avı karşıtı aktivist Paul Watson tutuklandı

Grönland polisi Sea Shepherd‘ı kuran ve Greenpeace’in kurucu ortağı olan Watson’ın, John Paul DeJoria gemisiyle Nuuk’a vardıktan sonra tutuklandığını bildirdi. Watson’ın kendisi hakkında kırmızı bülten çıkaran Japonya’ya iade edilip edilmeyeceğine çıkarılacağı mahkeme karar verecek.

Tokyo, Watson’ı Atlas Okyanusu‘ndaki operasyonları sırasında balina avcılarının hayatlarını tehlikeye atmakla suçluyor.

Kaptan Paul Watson Vakfı (CPWF) tutuklamanın Japonya’nın yeni inşa edilen, ülkenin “küçülen bir endüstriyi” canlandıracağını umduğu devasa balina avı ana  gemisi Kagrei Maru‘yu durdurma görevi sırasında gerçekleştiğini açıkladı.

CPWF, tutuklamanın “Watson’ın Antarktika bölgesindeki balina avcılığına karşı daha önce yaptığı müdahaleler” nedeniyle çıkarılan “sözde kırmızı bültenle” ilgili olduğunu belirtti; “Vakfın avukatlarının kırmızı bültenin geri çekildiğini bildirmesi nedeniyle bu gelişme sürpriz olarak değerlendirildi” dedi.

Danimarka hükümetine ise Kaptan Watson’ın serbest bırakılması ve “siyasi amaçlı bu talebi dikkate almaması” çağrısı yapıldı.

Vakıf iki gün önceki paylaşımında, vakfın amiral gemisi M/Y John Paul DeJoria‘nın, 13 farklı ülkeden 25 kişilik mürettabatıyla 12 Temmuz’da İrlanda-Dublin’den ayrılarak Japonya’ya doğru yola çıktığını duyurmuştu.

Watson, Whale Wars adlı reality şovda rol almıştı ve balina gemileriyle denizde karşı karşıya gelme gibi doğrudan eylem taktikleriyle dikkat çekiyordu.

9.300 tonluk dev katliam gemisi

Mayıs ayında Japonya’dan yola çıkan 9.300 tonluk balina avcısı Kangei Maru, daha küçük gemiler tarafından yakalanan balinaları kesip işliyor. 70 tonluk yüzgeçli balinaları çekebilen bir kızakla donatılan gemi, aynı anda 600 tona kadar et depolayabiliyor ve bu sayede uzun süreler denizde kalabiliyor. Kangei maru, 70 yılı aşkın süredir Japonya’nın kendi türündeki ilk yeni gemisi.

Geminin 13 bin kilometrelik menzili, Japonya’nın Güney Okyanusu’ndaki tartışmalı “bilimsel” avlanmayı bırakıp kendi kıyı şeridinde ticari balina avcılığına başlamasından beş yıl sonra, bu kez kendi kıyılarından uzakta bu hayvanları katletmeye hazırlandığı şüphelerini artırıyor.

Geminin sahibi Kyodo Senpaku ise bu şüpheleri dile getirenlere itiraz etti. Şirket sözcüsü Konomu Kubo, “IWC’den [Uluslararası Balina Komisyonu] ayrıldık ve bu nedenle bu opsiyon şu anda değerlendirme aşamasında değil. Hükümet, Güney Okyanusu balina avcılığının planlarında olduğunu belirtmedi ve bizim misyonumuz, en azından önümüzdeki 30 yıl boyunca yeni gemiyi kullanarak ticari kıyı balina avcılığı yapmak.”

Aktivistler, 2019 öncesinde Japonya’nın Antarktika ve Kuzey Pasifik‘te “bilimsel” amaçlarla balina avladığı dönemde, Kangei Maru’nun selefi olan Nisshin Maru‘yu hedef almıştı.

Kangei Maru’nun selefi olan Nisshin Maru gemisiyle de yıllardır balina katliamı sürdürülüyor.

Balina avcılığı üç ülkede sürdürülüyor

Ticari balina avcılığı 1986 Uluslararası Balina Avcılığı Komisyonu moratoryumu kapsamında yasaklandı. Ancak yasal bir boşluktan yararlanan Japonya, “bilimsel araştırma” olduğunu iddia ettiği balina avlarına devam ediyor.

Japon yöneticileri bu “endüstrinin” kültürleri ile tarihlerinin önemli bir parçası olduğunu ve gıda güvenliği sağladığını savunuyor.

Aynı şekilde Norveç ve İzlanda‘da da ticari balina avcılığı halen sürdürülüyor.

Akbelen: Direniş bir şenliktir

“Sermayenin obur ve hantal devi dünyamızı yiyor.”

Düşünün bir dağ köyünde, ormanın içinde ve zeytin ağaçlarının yanı başında yapayalnız ve kendi ekolojik dengelerine göre yaşayan köy halklarının üzerine, bazen enerji sermayesi, bazen madenci sermayesi, bazen turizmci sermayesiyle  tiksindirici bir Leviathan gibi, mehter takımını da önüne katmış; ağacınıza, toprağınıza, suyunuza ve havanıza saldırıyorlar.

İki ileri bir geri, ama sürekli arsız ve sırnaşık bir saldırı. Kötülüğün inanılmaz açlığı ve iştahı ile ne anlamı olacağını bilmesine gerek bile olmayan paraları kazanmak için, dünyanın her yerinde ve Akbelen’de cümle mazlum halkaların üzerine saldırıyor.

Mazlumlar kan-ter ve gözyaşıyla ve dirençlerinin bütün saflığıyla bu saldırıya göğüs germeye çalışıyor.  Taraflar her bakımından o kadar adaletsiz, o kadar oransız ve haklı olmak bakımından birbirinden o kadar uzak ki: Bir taraf bütün haklara sahip ve bu erki elinde bulunduranlarca umursanmıyor. Diğer taraf yani sermaye ve iktidar, tam olarak haksız ama sermayenin ve devlet zorunun bütün güçlerini elinde bulunduruyor.

Ve mücadele bu koşullarda sürüyor.

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Aşılan korku eşiği dayanışma ve direnerek çoğalmaya dönüşünce…

Akbelen şenliğinde görülen tam olarak şuydu: Bir iktidar, kendisini destekleyen “Beşli Çete” için kendi halkına, kendi köylüsüne, kendi toprağına ve ormanına var gücüyle ve güçler arasındaki büyük orantısızlığa rağmen saldırıyor. Ormanını/ zeytinini/ toprağını/ suyunu/ havasını savunan köylülerden avukatına/ okumuş yazmış ama ekolojiye değer veren bütün insanlarına kadar topluca “mazlumlar” dersek, onlar da kendi çevreleriyle toprakları ve ağaçlarıyla birlikte canlarını savunuyorlar.

Bu direnişin ete-kemiğe bürünmüş halini Akbelen’de tam olarak ve net olarak görüyorsunuz. Gözyaşları, bazen adaletsizliğin ve insafsızlığın ölçüsüzlüğü insanın ciğerini deldiği için, bazen polisin ve jandarmanın sıktığı zehirli gazlardan ötürü bu kan-ter içindeki mücadeleye karışıyor.

İnsan kendi gözleriyle görmese, inanmakta güçlük çeker: Bir iktidar, kendi ormanına, kendi doğasına/ taşına-toprağına ve insanına bu kadar mı düşmanca davranabilir? Bu kadar mı kötülük edebilir? Bu kadar mı haksızlığı bir araya toplayabilir? Ama bu yörenin insanı, belki bütün Türkiye’nin insanı, bu kötülüğe uğramış. Kötülüğün uçsuz-bucaksız insafsızlığını görmüşler. Kötülüğün;  bu devlet kadar büyüklüğüne karşı küçücük de olsa kendi sinelerini siper edebilecek cesareti ve yiğitliği de kadın-erkek, yaşlı-genç, hepsi gösterebilmişler.

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Ve anlamışlar: Para nedir? İktidar nedir? Arsız saldırganlık nedir? Ne pahasına olursa olsun talan etmek, kesmek, zehir sıkmak, silah göstermek, sakatlamak nedir?

Ve korkmamak nedir? Direnmek nedir? Dayanışarak nasıl çoğalabilir insan?

Artık bunları biliyorlar.

Köydeki bütün kadınların yüzünden ve sesinden, o korkusuzluğa erişmiş özgüvenin gücünü okuyabiliyorsunuz. Ap-aşikar meydan okuyorlar…

Direnişin üçüncü yılını kutlama şenliği

Datça’dan doğa ile insan ile direnişin gerekliliği ile ilgilenen pek çok farklı insan, irili-ufaklı örgütlenme bir otobüs tutmuş, Akbelen köyüne, bu görkemli direnişin üçüncü yılındaki gençliğini ve diriliğini kutlamaya gidiyoruz.

Yoldan bazı duraklarda yeni insanlar katılıyor, Akbelen’e doğru. Otobüsün içi, çoğunluğu kadın olmak üzere, Türkiye’nin dört bir tarafından gelip Datça’ya yerleşmiş Datçalılarla dolu. Yaş ortalaması oldukça yüksek ve eğer kendi rengindeyse yolcular, genellikle beyaz kafalılardan oluşuyor gibi. Otobüs halkı direnişi desteklemeye gidiyor ve bunu yapmaya son derece alışık, istekli; belli ki birlikte bir çok defa direnmek/ direnişleri desteklemek için buluşmuşlar ve herkes tanıdık neredeyse…

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Çok sıcak. Yılın en sıcak günlerinden biri. Güneş tam tepede ve Akbelen yolunda bazen polis, bazen jandarma otobüsü durduruyor ve herkesin kimliklerini toplayıp bir taramadan geçiriyor, sonra yol veriyorlar. Otobüs, Akbelen’e gittiği için tam bir “terörist” otobüsü muamelesi görüyor. Güneşin altında bekletiliyor. Yoksa onlar da görüyor ki bu kadınlar, bu ak kafalılar sadece ülkelerini, topraklarını, ormanlarını korumak arayışıyla her şeyi bırakıp bu sıcak günde, dayanışmaya gidiyor. Köy yollarında sık sık, karakollar, yollarda gezen TOMA’lar ve diğer topluma/ toplumsal olaylara karşı araçlar görüyoruz. Köye yaklaşınca otobüsten indiriyorlar; yürüyerek devam ediyoruz.

Köy meydanına varıyoruz. Burası tam bir bayram yeri gibi her türlü insan birbirine karışmış, hoş geldin diyenler, öpüşenler, sarılanlar, köyün yemenili ve şalvarlı kadınları, yazlıklarından kopup gelmiş ve saçları ve tırnakları daha renkli, giysileri tam bir yazlıkçı giysisi gibi olanlar; herkes, birini kucaklıyor ve birbiriyle hasret gideriyor gibi…

“Ne mutlu, ne mutlu, bu günü de gördük, birbirimize kavuştuk ve iyi günde de, kötü günde de dayanışmamızı eksiltmedik” diyor gibiler. Çok sıcak ve kalabalık çok coşkulu. Her tarafta duvarlara pankartlar, resimler asılmış. Bu büyük boy fotoğraflar, genellikle daha önceki mücadelenin en kızgın anlarından… Sloganlar var, bazıları da genellikle Ege’nin dört bir bucağından, ta Kazdağları’ndan gelen dayanışmacıların mesajları. Meydan yerinin üzerine direkler ve iplerle geniş tenteler gerilip, gölgeler elde edilmiş. Meydana girerken aş kazanları/ yemekler hazırlanmış, acıkmış olanlara yemek ikram ediyorlar.

Biraz daha yukarı doğru yürüyünce, tentelerin altında Muğla Belediyesi’nin sağladığı ses yükselticiler ve sahne düzeni ile kurulmuş küçük bir meydancık ve önünde sırlanmış iskemlelerden oluşan bir oturma düzeni. Önce köyün ve yörenin, Milas ve bütün çevrenin adına “hoş geldin” diyen Tolga Çandar’ın küçük bir dinletisi var. O tok ses ve tam olarak bu yörenin insanlarının bağrından kopmuş çığlıklar gibi, “canlara” söylenen türküler/ nefesler… İzleyicilerden yaşlı biri geçiyor öne ve ağır zeybek adımları atmaya başlıyor, öbür yandan ayakları acele etmekte olan ufak-tefek beyaz saçlı-gözlüklü bir kadın, adımları tamamlayarak zeybeğe ayak uyduruyor ve bağlama inliyor meydanda yavaş yavaş…

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Bu beraberliğin ve şenliğin coşkusu herkesi sarmış gibi. Bunca sıcak, çekilen bunca eziyet, bunca zulüm karşısındaki dik duruş, kendi direnişinin erdemini, o muazzam ve saf direnişçi zeybek ruhunu kutluyor. Buradaki kadınlar ve erkekler, dört bir taraftan gelmiş her türlü/ her halden ve sınıftan insan hem-hal olmuş, kendi gücünün ve erdeminin gücü ve somutluğuyla, yenilse bile meydanı boş bırakmamanın sarhoşluğuyla dalgalanıyor… Hani burada olsa Abidin Dino, yapacak sanki o resmi, mutluluğun bütün tonlarıyla…

Buradaki bu “Direnişin 3. Yıl Şenliği”, bir yengi üzerinde değil. Yenilmişler. Ormanlarını kaybetmişler. Zehirli gazı sıkan TOMA’ların eşliğinde Limak, ormanın bütün ağaçlarını tek tek kesmiş ve devirmiş. O sırt doğanın içinde dev bir bıçakla açılmış bir yara gibi, artık bir orman değil maden sahası olarak orada duruyor. Ormandaki sırt, kilometreler boyunca, yarılmış ve vahşi kapitalizmin” bir sömürge ülkesine davrandığı gibi, hepimizin/ doğanın ve insanların bağrını deliyor…

Kutlanan sadece insanların her şeye rağmen direnişi; hatta bütün insanların yüzünü ak çıkartan süreğenlik, korkusuzluk, yenilmezlik, direngenlik ve bu dağlarda yaşamış olanların yüzlerce yıldan süzülen o mert meydan okuma geleneği…

Daha sonra çevre köylerden gelenlerin, belki bütün Ege’nin köylerindeki direnişlerden gelebilenlerin, kendi topraklarını koruyabilmek için mücadele eden köylülerden tertemiz gömleklerini giyerek gelmiş olan temsilcileri konuşuyorlar. İktidarın, sermeyenin oburluğunu doyurmak için, doğanın ve köylülerin böğrüne sapladığı bıçakla açılan yaraların derinliği, bu konuşmaların hepsinin ortak noktası. Ama hepsi, cesaretin ve alnı açık olmanın, sinesini saldırıya karşı siper etmedeki erdemin öykülerini anlatıyor.

Belediyeler konuşuyor, muhtarların gerçekten köyünü sevenler tarafından seçilmiş olanları, bir kadın muhtar anlatıyor, avukatlar anlatıyor ve artık besbelli ki deniz bitmiş. Korku duvarlarının hepsi yıkılmış/ un-ufak edilmiş. Kimse susmuyor ve yılmıyor. Kimse eğilmiyor. Adalet yok. Hak yok. Hukuk yok. Ve eğer bunları elde etmek istiyorsanız biliyorlar ki, artık tek güvenebileceğin şey kendi mücadele gücün, azmin ve dayanışmayı genişletecek örgütlenme becerin…

Akbelen ‘Geniş Merdiven’de

Akşam oluyor. Güneş artık yattı ve topluluk kendi coşkusunda erimiş gibi… Kazdağları’ndan gelen bir saz ve eşliğindeki bendir ile iki yaşlı amatör sanatçı Anadolu halkının bunca yüzyıl uğradığı felaketler karşısındaki sesini, bir sakin bir haykırış gibi duyuruyorlar. En sonda İlkay Akkaya ve Geniş Merdiven grubu geliyor ve bu harika şenlik biterken hepimiz anlıyoruz: Çıktığımız, çıkacağımız ve belki de her zaman çıkmak zorunda kalacağımız bir “geniş merdiven” var ve bu merdiven aslında bir direnişin türküsü…

Teodorakis’in yazdığı “Antonis’in türküsü”, II. Dünya Savaşı’nda bir toplama kampındaki Nazi subaya karşı, bir Yahudi tutsak ile bir komünist tutsak arasındaki dayanışmayı anlatır. Bir hiç için, hiçbir insana yaraması için değil ama eziyet etmek için taşıtılan kayalardan birini değil, ikisini birden doruğa çıkartarak, bu Nazi sapkın zulmüne meydan okuyan Antonis’in türküsü…

Aynı hiçbir işe yaramayacak olan, hatta zararlı olduğu bütün mahkeme kararlarında tescillenmiş Yatağan Santrali’ne linyit sağlamak için açılan madenle yaratılan bu eziyete ve insanlık dışı duruma karşı Akbelen direnişi, o “geniş merdivende” doruğa doğru, bir değil iki taş taşıyor ve besbelli ki bu direnişin türküsü de yüzyıllarca söylenecek…

Geniş merdivende tırmanmaya devam ediyor Akbelen, bil-cümle Ege halklar ıve insan olmanın yüz akını taşıyan herkes. Merdiven başını tutmuş olan iktidarın zulmüne karşı…

 

 

Gazeteciler bu kez kendileri için eylemde: Geçinemiyoruz, haberiniz olsun!

Basın emekçileri bu kez kendi seslerini duyurmak için İzmir‘de bir araya geldi. Türkiye Gazeteciler Sendikası İzmir Şubesi’ne üye haberciler, “Medya patronlarına sesleniyoruz: Geçinemiyoruz” diyerek protesto yürüyüşü gerçekleştirdi.

Sansür, yasaklamalar, engellemelerin yanı sıra açlık sınırının altında kalan ücretlerle yaşamlarını sürdürmeye çalışan gazeteciler adına açıklamayı Türkiye Gazeteciler Sendikası İzmir Şube Başkanı Nil Kahramanoğlu yaptı.

yenigun.com‘un aktardığına göre, konuşmasının başında Türkiye’de yaşanan ağır ekonomik krize değinen Kahramanoğlu “İktidar her ne kadar bu krizi kabul etmese de özellikle son iki yıldır ciddi bir yoksullaşma yaşanmakta. Elbette bu yoksullaşmadan gazeteciler de nasibini alıyor. Biz gazetecilerin ortalama ücretleri, açlık sınırına hatta onun da altına geriledi” dedi.

Türk-İş’in haziran ayı verilerine göre Türkiye’de açlık sınırının 18 bin 978 lira olduğuna değinen Kahramanoğlu, “TÜİK’in yıllık enflasyonu yüzde 71.06, bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG’ın yüzde 113.08, İstanbul Ticaret Odası’nın enflasyonu ise yüzde 82.14. Peki temmuzda bizlerin ücretlerine ne kadar zam yapıldı? Yüzde 0, yazıyla da rakamla da sıfır” diye konuştu.

‘Üç kuruşa rağmen kalemimizi satmadan mücadele ediyoruz!’

Kahramanoğlu, gazetecilerin yılın başında asgari ücret seviyesine getirilen maaşlarıyla ayakta kalmaya çalıştığını belirtti:

“Aldığımız yemek ücretleriyle 10 gün yemek yiyemiyoruz. Yani karın tokluğuna bile çalışmıyoruz. Tüm bu kötü tabloya rağmen üç kuruşa, kalemimizi satmadan, mesleğimizin ilkelerini yerine getirmeye mücadele ediyoruz.”

Hemen her gün yurdun dört bir yanında açlık, yoksulluk haberleri yapan, işçinin, memurun, emeklinin “Geçinemiyoruz” çığlıklarını iktidara, patronlara duyurmaya çalışan gazetecilerin de bu çığlığa ses kattığını vurgulayan Kahramanoğlu şunları söyledi:

“GE-Çİ-NE-Mİ-YO-RUZ! Bugün burada haber yapmak için değil haber olmak, gazete patronlarına sesimizi duyurmak için toplandık.

Evine girecek ekmeğin derdine düşmüş bir gazeteciden iyi haber bekleyemezsiniz.
Ev sahibinden gelecek telefondan, elektrik-su faturasına bakmaktan korkan gazeteciden özverili çalışma bekleyemezsiniz.

Çocuğunun oyuncak istemesinden korkan gazeteciden basın özgürlüğünü savunmasını bekleyemezsiniz.

Kitap alamayan, sinemaya, tiyatroya, konsere gidemeyen gazeteciden yaratıcılık bekleyemezsiniz!”

‘Tarihin en yoksul gazetecileri’

“Gazeteciler  tarihin hiçbir döneminde bu denli yoksullaşmadı. Yoksullaşmamızın tek sorumlusu medya patronları değil hiç şüphesiz. Yıllardır iktidarın bu alanda uyguladığı politikaların da büyük katkısı var. Kâğıt fiyatları her gün artarken gazetelerin ana gelir kaynaklarından biri olan resmi ilan fiyatları aynı oranda artmadı. Gazetecilik mesleği hedef göstermeler, gözaltılar, tutuklamalar, yargılamalar ile iktidar eliyle itibarsızlaştırıldı. Gazeteciye duyulan güven yok edildi. Patronlar baskı altına alındı, medya kurumlarına el kondu”

“Türkiye Gazeteciler Sendikası İzmir Şubesi olarak İzmir’deki tüm medya patronların ve işverenlere çağrımızdır: Bir an önce ücretlerin insanca yaşanabilecek bir seviyeye gelmesi için adımlar atın. İzmir’de çalışan gazeteciler olarak bir kez daha söylemek isteriz ki, GEÇİNEMİYORUZ! Artık bıçak kemikte. Bu kentte gazeteciliğin devam edebilmesi için, basın özgürlüğü için, okuyucunuzun haber alma hakkı için adım atmak zorundasınız. Çünkü bizim artık daha fazla sıkacak kemerimiz, yapacak fedakârlığımız, daha fazla küçültecek bir hayatımız kalmadı.”

‘Haberci olmazsa haberiniz olmaz’

Konuşmasının sonunda topluma da seslenen Kahramanoğlu, “Biz gazetecilerin haklarının gasp edilmesine sessiz kalmayın. Sesimizin ve sözümüzün özgürlüğü tüm toplumun özgürlüğüdür! Çünkü haberci olmazsa haberiniz olmaz!” dedi.

Sendika ile yürüdüğü için işten atılmakla tehdit edilen meslektaşlarını da anan Şube Başkanı, “Bugün aynı zamanda bizimle ses çıkarmak isteyen ama sendikaya yürüdüğü için işten çıkarılma korkusuyla yüz yüze olduğundan yanımızda olamayan meslektaşlarımızdan haberdarız. TGS İzmir olarak bunun da takipçisi olacağız Haklarımızı alamadığımız yerde eylemlerimizi çeşitlendirecek ve sürekli hale getireceğiz. Biz gazeteciyiz ve buradayız! Haberiniz olsun” dedi.

TGS, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü‘de yayımladığı raporunda gazeteci yoksulluğunu ele almış; burada habercilerin ücret ortalamalarının yoksulluk sınırının altında olduğuna, çoğunun ailesinden destek aldığına, gelirleriyle temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandıkları gibi pek çok saptamaya yer verilmişti.

Massive Attack, ’emisyonsuz’ konsere hazırlanıyor

İngiliz trip-hop grubu Massive Attack, doğduğu şehir Bristol‘de, yıllar süren çabanın sonucu olarak karbon emisyonsuz konser vermeye hazırlanıyor.

Karbon salımlarını azaltmak için trenle Avrupa turuna başlayan grup, 2021’de Tyndall İklim Araştırmaları Merkezi‘yle birlikte “daha yeşil bir müzik endüstrisi “için bir yol haritası çizmişti.

Bristol’daki konser, bütün gün sürecek Act 1.5 (1.5 Eylemi) adlı bir festival kapsamında gerçekleşiyor. Bu raporda ortaya konan önlemlerin birçoğu Act 1.5’te uygulanıyor.

Massive Attack konserinin de yer aldığı festivalin altyapısı elektrikli tırlar dahil olmak üzere yenilenebilir kaynaklardan gelen enerjiyi kullanıyor. Her gıda satış noktasında yerel üreticilerden temin edilen bitki bazlı yiyecekler sunulacak. Doğada çözünebilir tabak ile çatal ve bıçaklar kullanılırken fazla gıdanın yeniden dağıtılmasıyla atıklar en aza indirilecek.

Konsere gidecekler de düşünüldü

Kar amacı gütmeyen A Greener Future‘ın 2023’te yaptığı bir çalışmaya göre endüstrinin tüm ayak izinin yüzde 41’ini konsere gidenlerin seyahatleri oluşturuyor.

Massive Attack, uzun seyahatlerden sakınmak için biletlerinin öncelikle sadece yerel posta kodlarına satışını sağladı.

Bir diğer çözüm de izleyicilerin toplu taşımayı kullanmasını teşvik etmekti; bunun için her satılan tren biletine karşılık bir ağaç diken Train Hugger adlı bir şirketle anlaştılar. Şirket, sadece bu konser için Bristol’ın 64 km dışına 20 bin meşe ağacı dikeceğini açıkladı.

Bunun yanında grup, tren kullanımı teşvik etmek için, kendi tuvaletleri olan VIP bir bara erişim, ekstra ön satış biletleri ve tren istasyonundan elektrikli otobüslerle ücretsiz transfer gibi teşvikler de sunuyor.

Konserde İrlandalı folk grubu Lankum ve Amerikan rapçi Killer Mike gibi isimler de sahne alacak.

‘Diğerleri için şablon oluşturacak’

Act 1.5 adıyla düzenlenen konser, grubun müzik endüstrisi için iklim dostu bir gelecek inşa edilmesi yönünde yıllarca süren çalışmalarının sonucu.

Act 1.5’te geleneksel olarak çok sayıda jeneratör çalıştırıp “tonlarca yakıt tüketen” festivallerden farklı olarak, kalıcı bir yenilenebilir enerji altyapısı kurulacak ve gelecekteki gösterilerde de kullanılacak.

Massive Attack hayranları açısından gösteri çığır açıcı çevresel etkisinin dışında da hatırlanabilir; zira Del Naja, “Bristol’daki son konserimiz olabilir, bu yüzden deneyimi olabildiğince zenginleştirmeye çalışıyoruz” dedi.

Britanyalı müzik grubu Coldplay’den ekolojik adım
Petrol şirketi ile sponsorluk anlaşması yapan Coldplay’e tepki: Kullanışlı aptallar
Fransız futbol takımları üç saatten kısa yolculuklar için trenle seyahat edecek

Konserin verileceği Bristol, ‘Avrupa Yeşil Başkenti’ seçilmişti

İngiltere’nin Güney Batı bölgesinde bulunan ve 2020’de, ülkenin kolonyal tarihinde adı şehirle özdeşleşen köle tüccarı Edward Colston‘un heykelini indiren protestolara da öncülük eden Bristol Yeşil Mutabakat tartışmaları sırasında ön plana çıkmıştı.

500 bin nüfuslu liman kenti, 2004 yılında iklim stratejisi geliştiren ilk Birleşik Krallık kenti oldu ve 2015 yılında Avrupa Yeşil Başkenti seçildi. 2018 yılında ise iklim acil durumu ilan eden ilk Birleşik Krallık şehri ünvanını elde ederek 2030’a kadar karbon nötr kent olma hedefi belirledi.

Ayrıca, 2018 yılında karbon nötr hale gelen Sydney Opera  Binası‘ndan  esinlenerek Britanya’nın ilk karbon net sıfır konser salonu olmayı hedefleyen Bristol Beacon da bu şehirde bulunuyor.

Avrupa’daki konserlerinden haberler arka arkaya gelmeye devam eden Massive Attack, BKM ve Pozitif iş birliği ile 23 Temmuz’da da (yarın) İstanbul Parkorman‘da dinleyicilerle buluşacak.

Akbelen’de nöbetin 3. yılı: Biz bitti demeden bu dava bitmeyecek!

MUĞLA- Milas’a bağlı İkizköy‘deki Akbelen Ormanı‘nda, Limak ve IC İçtaş iştiraki YK Enerji‘nin termik santraline kömür çıkarmak için gerçekleştirilen ekokırıma karşı verilen mücadelenin nöbeti üçüncü yılına girdi. Nöbet, 17 Temmuz 2021 yılında Akbelen Ormanı yok olmasın diye köylüler tarafından başlatılmıştı.

7/24 fiili nöbetin ikinci yıl dönümünün hemen ardından, 24 Temmuz 2023’te büyük bir kolluk gücüyle Akbelen Ormanı kuşatma altına alınmış ve bir haftalık sürede darp ve şiddet yoluyla ağaçlar kesilmişti.

‘Adalet yok sayıldı!’

Üçüncü yılda köylüler tarafından o sürece dair “Biz İkizköylülerin, komşu köylerimiz Karacahisarlıların, Çamköylülerin köylerimizde, topraklarımızda üretme ve yaşamaya devam etme isteğimiz yok sayıldı. Anayasada yurttaşlara verilen çevreyi ve ormanı koruma ödev ve sorumluluğu ihlal edildi. Zeytincilik Kanunu ayaklar altına alındı. Adalet yok edildi!” ifadeleri kullanıldı.

‘Vazgeçmeyeceğiz’

Nöbetin üçüncü yılında, 20 Temmuz Cumartesi günü İkizköy’de bir araya gelen yurttaşlar mücadeleye devam mesajı verildi. Yapılan basın açıklamasında “Türlü baskı, zor ve şiddetle, yıllardır yaşadığımız topraklarımızdan gitmemiz isteniyor. Geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz olan köyümüzü terk etmemiz için türlü oyunlar oynanıyor” ifadeleri kullanıldı ve “Vazgeçmeyeceğiz” denildi:

“Kanunların yıllardır göz göre göre çiğnendiği bu yerde, köylerimizi yutmak isteyen iki koca holdinge karşı gelemeyeceğimiz ima ediliyor. Vazgeçeceğimiz, pes edeceğimiz sanılıyor. Vazgeçmeyeceğiz!

Adaletin parayla zenginlere satıldığı, topraklarımızın şirketlerce gasp edildiği ülkemizde, bir avuç köylü olarak yola çıkıp tüm Türkiye’nin desteğini alan mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz!

Yakın zamanda MAPEG tarafından YK Enerji şirketinin talebiyle buradaki madencilik faaliyetinde ‘kamu yararı vardır‘ kararına rağmen vazgeçmeyeceğiz!

Bu ülkenin üreten, emek eden, doğasını ve toprağını koruyan, halkını besleyen köylüleri olarak, üretmekten de, bu toprakları savunmaktan da vazgeçmeyeceğiz!

Bugün burada; yıllardır çığlıklarımızın yükseldiği köyümüzde, bize tarifsiz acılar yaşatılan topraklarımızda, ‘kamu yararı nedir ve kimdir’i’ göstermek için bir aradayız.”

‘Kamunun adı şirketlerin adı olmuş’

Kamunun adının artık şirketlerin adı olduğunu belirten İkizköylüler, kamu yararının şirketlerin karı olduğunu ifade ederek hükümetin “kamu yararı” anlayışına eleştiri getirdi.

Bu koca ülkeyi doyuran köylülerin sürgün olduğunu, geçinemez olduğunu ve aç kaldığını belirten İkizköylüler, “Kuşaklarca işlediğimiz topraklarımız, nefes aldığımız ormanlarımız, kadim zeytin ağaçlarımız hiç olmuş, açgözlü şirketlere peşkeş çekilir olmuş. Halkı koruması gereken askeri, jandarması, toması, biber gazı, şirketleri korur; köylüyü darp eder olmuş” dedi.

İkizköylülerin zeytin ağaçları için mücadelesi hala sürüyor. Yurttaşların yaşadığı evler, şirketin patlattığı dinamitlerle sarsılırken ekmek kapıları olan zeytin ağaçları önüne dikenli teller çekilmişti. Geçtiğimiz günlerde İkizköylüler direnişleriyle bu dikenli telleri de kaldırtmıştı.

‘Bu düzen böyle gitmez’

Bu düzenin böyle gitmeyeceğini vurgulayan yurttaşlar, “Kafasını mağdurdan yana değil zenginden yana çevirenler, gözlerini gasp edilen hayatlarımıza yumanlar, kulaklarını adalet çığlığımıza tıkayanlar, bizi aç bırakanlar ve ihmallerden öldürenler, kamu yararının içini boşaltıp adını değiştirenler bugün öğrenecekler: Tüm engellere rağmen birleşiyoruz!” dedi. Basın açıklamasının devamında ise şu ifadelere yer verildi:

“Bugün burada, İkizköylüler, Çamköylüler, Karacahisarlılar olarak yaptığımız buluşmaya mücadelemize gönül veren herkesin yanında, bizim gibi çeşitli yerlerde mücadele eden köylüler de katıldı. Denizli Avdan’da kömür madenine, Manisa Kalemoğlu’nda nikel madenine, Aydın Alamut’ta jeotermal santrale, Muğla Deştin’de çimento fabrikasına, Balıkesir Gökçeyazı’da altın madenine, İzmir Bergama’da sera patronuna karşı mücadele eden; kaderleri ortak, gelecekleri ortak köylüler olarak buluştuk.

Bizler kendi hayatlarımızdan yola çıkarak biliyoruz ki bu ülkede toprağını, emeğini, yaşamını korumak için direnmek dışında bir yol kalmadı. Şirketlerin her yerde toprağımıza, ormanımıza, ürünümüze, emeğimize göz diktiğini biliyoruz. Yaşamak için, üretmek için, topraklarımız için, geleceğimiz için sonuna kadar direneceğiz!

Hepimiz İkizköyüz, hepimiz Akbeleniz, Karacahisarız, Çamköyüz, Kalemoğluyuz, Avdanız, Almutuz, Deştiniz, Gökçeyazıyız, Bergamayız…

Bizler şirketlerin karı uğruna toprakları tarumar edilen, hayatları gasp edilen binlerce köylüyüz. Ve asla yalnız değiliz! İkiyüzlü şirketlere, onları koruyan güçlere karşı birleşerek mücadeleye devam edeceğiz. Eninde sonunda onlar kaybedecek; biz kazanacağız, köylerimiz kazanacak, mücadelelerimiz kazanacak! Biz bitti demeden bu dava bitmeyecek!”

Bakıcıların büyüttüğü peçeli baykuş yavruları doğaya salındı

İzmir Büyükşehir Belediyesi Veteriner İşleri Halk Sağlığı Dairesi Başkanlığı‘na bağlı İzmir Doğal Yaşam Parkı‘na 40 gün önce getirilen altı yavru peçeli baykuş, bakıcılar tarafından büyütülerek doğaya bırakıldı.
15 yıldır 126 türde bin 336 hayvana ev sahipliği yapan İzmir Doğal Yaşam Parkı yaralı, hasta ve tedaviye muhtaç halde getirilen yaban hayvanlarına kucak açıyor. Parkta bugüne kadar bin 300 yaban hayvanı iyileştirilip yeniden doğaya salındı.
Doğal Yaşam Parkı’nda görüntülü tanı, operasyon ve tedavi hizmeti verilen kliniğin yanı sıra karantina bölümleri, 24 adet farklı boyutlarda kafes, 3 adet sürüngen terraryumu, yoğun bakım kabinleri, akuatik (suda yaşayan) hayvanlar için 3 geçici barındırma tankı alanları bulunuyor. Bu alanlarda yaralı ve hasta yaban hayvanlara bakım ve tedavi imkanı sunuluyor.

Annesiz baykuşlar doğaya hazırlandı

Peçeli baykuşlar da parkta bakılıp büyütülen onlarca türden biri. Yurttaşların ihbarı üzerine İzmir Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü tarafından 40 gün önce İzmir Doğal Yaşam Parkı’na getirilen annesiz altı yavru peçeli baykuş Doğal Yaşam Parkı’nda özenle bakıldı ve büyütüldü.
Yavrular, bakıcıların desteğiyle doğal yaşama uyum sağlayacak hale getirildi. Ardından veteriner hekimlerce doğaya salınabilir raporu alan baykuşlar, Menemen Tuzçullu Mahallesi yakınlarında doğaya bırakıldı.
Doğal Yaşam Parkı Şube Müdürü Serkan Eğrilmez, bugüne kadar tedavi için İzmir Doğal Yaşam Parkı’na 6 binden fazla hayvanın getirildiğini ve bunların bin 300’ünün tedavi edildikten sonra doğal hayata yeniden döndüğünü belirtti.
Sıranın peçeli baykuşlara geldiğini söyleyen Serkan Eğrilmez, “6 peçeli baykuş yavrusu bize getirildi. Klinikte özel bir bakıma aldık. Bakıcıları tarafından özverili şekilde bakıldılar, beslendiler. Zor bir süreçti. Anneleri olmadığı için o bakımı biz yaptık. Bakıcılarımız anne rolünü üstlenerek 40 gün boyunca baykuşlara baktı. Doğaya salınmaya hazır hale geldiler” dedi.

İnsanlara en yakın baykuş türü

İnsanlara en yakın baykuş türü olan peçeli baykuşların yıkılmış damlar, terk edilmiş ağıllar, terk edilmiş evlerin çatılarında yaşadığını belirten Eğrilmez, baykuşları yerleşim yerlerine yakın bir noktada doğaya bıraktıklarını söyledi:
“Bu canlılar gece aktifler. Oyukların içerisinde, çatıların altında gündüzü geçiriyorlar. Gün batımında aktif hale gelerek avlanıyorlar. Biz karanlıkta hiçbir şey görmüyoruz. Ama bu hayvanlar, rahatlıkla görebiliyor. Böcek, kertenkele, fare ile besleniyorlar. Doğal döngü için faydalı canlılar. İnsanlara hiçbir zararı yok ve birçok ülkede baykuşun bir eve gelip yuva yapmasının, oraya uğur getirdiğine inanılıyor.”