Ana Sayfa Blog Sayfa 56

Buzullar geri çekilince, ortaya çıkan zeminde neler oluyor?

Buzullar ve buz tabakaları üzerinde yaşayabilen, buz solucanları, kar pireleri ve kar yosunları gibi sadece birkaç tür bulunuyor. Buz eridiğinde onların yaşam alanı da yok oluyor.

Peki buzulların geride bıraktığı alanlara ne oluyor? Yaşam oraya taşınıyor mu?

Uluslararası bir araştırma ekibinin üyesi olan Monash Üniversitesi‘nden Buzul Jeomorfolojisi Araştırma Görevlisi Levan Tielidze, The Conversation‘a 10 yıl boyunca geri çekilen buzullarda yaptıkları araştırmanın sonuçlarını yazdı.

Buzullar dağ sıralarında daha da geri çekildikçe yeni ortaya çıkarılan zemine ne olduğunu araştıran ekip, Himalayalar‘dan And Dağları‘na, Svalbard Arktik takımadalarından Yeni Zelanda’ya kadar güneye ve hatta Meksika‘daki tropikal buzullara kadar 46 geri çekilen buzuldan geriye kalan alanı araştırdı.

Nature bilim dergisinde yayımlanan araştırma sonucunda, uzmanlar, mikroorganizmalardan dayanıklı likenlere ve yosunlara, çimenler gibi öncü türlere kadar, yaşamın bu yeni yaşam alanlarını kolonileştirmek için hızla hareket ettiğini buldu.

Tielidze, gözlemlerini “Daha fazla bitki gelir – ve sonra, onları takiben, hayvanlar gelir. Zamanla, yeni ekosistemlerin ortaya çıkışını izledik” diye yazdı:  

bilim adamları toprak örneği svalbard

‘Hayat bir yolunu bulur’

“Bir buzul eridiğinde, geride kalan şey çıplak kaya ve tortudan oluşan çorak bir manzaradır. Zamanla, bu alanlar kademeli olarak karmaşık ve çeşitli bir buzul sonrası ekosisteme dönüşür.

Bizim öğrenmek istediğimiz bunun nasıl gerçekleştiği, ne kadar sürdüğü ve yaşamın yeni bir yaşam alanına nasıl yerleştiğiydi.

Yaklaşık 14 ile 19’uncu yüzyıllar arasında Dünya’nin büyük ölçüde kuzey yarımküreyi etkileyen orta düzeyde soğuma dönemi olan ‘Küçük Buzul Çağı‘nı yaşadığını, bu dönemde bu yarımküredeki birçok buzulun genişlediğini hatırlatan Tielizde, şunları anlattı:

“19. yüzyılın sonlarından itibaren insan faaliyetleri, özellikle de fosil yakıtların rutin olarak yakılması, daha fazla ısıyı hapsetmeye ve gezegeni ısıtmaya başladı; bu ısınma ilk başlarda yavaş yavaş oldu ama artık hızlandı.

Buzul manzaralarımızı özenle seçtik, yalnızca buzun geri çekilmesinin başlangıcını doğru bir şekilde tarihlendirebileceğimiz buzulları seçtik; bu veri kaynakları arasında topoğrafik haritalar, saha ölçümleri, fotoğraflar, resimler, uzaktan görüntüleme ve saha verileri yer alır. Ekibimiz dünyanın birçok yerini kapsadı, ancak kutup bölgelerinde daha az örnekleme yaptık.

Toprak özelliklerini ve besinleri ve bitkiler tarafından karbon tutulumuna dair kanıtları analiz ederek ekosistem oluşumunu takip ettik. Ayrıca yerel biyoçeşitliliği ölçmek için hayvan türlerinin bıraktığı DNA izlerini yakalamak için çevresel DNA örnekleme tekniklerini kullandık.

Daha sonra türlerin gelişini, her buzulun çekilmeye başladığı zamanla çapraz referanslayabiliriz.

Ne bulduk? Şaşırtıcı derecede yaygın bir ekosistem oluşumu örüntüsü.”

Bakteriler, protistler ve algler gibi en küçük yaşam formlarının ilk olarak geldiğini, ve toprağı kolonize ettiğini belirten Tielidze, “Bu minik yaşam formları kendi başlarına şaşırtıcı derecede zengin topluluklar oluşturabilir. Daha büyük türlerin gelebilmesi için mikroorganizmaların kolonileşmesi yaklaşık on yıl sürer. Bazı mikroorganizmalar kayalardaki mineralleri diğer türler için kullanılabilir hale getirebilir” dedi. 

Buzlar gitmiş olsa da bu alanların hala rüzgar ve soğuk tarafından aşındırılmaya devam ettiğini anlatan bilim insanı, “Daha sonra, zorlu koşullara dayanabilen likenler, yosunlar, otlar gibi dayanıklı öncü türler gelir. Öncü türler büyüdükten ve öldükten sonra geride organik madde bırakır. Bu da ince toprakları kademeli olarak zenginleştirir. Yeterli organik madde olduğunda, daha karmaşık bitkiler kök salabilir. Daha büyük hayvanlar en son geldi, çünkü otçullar hayatta kalmak için gelişen bitki topluluklarına ve avcılar da yemek için av hayvanlarına ihtiyaç duyar diye yazdı. 

Farklı türler bir ekosistemi nasıl oluşturur?

Ekosistemler çok basitten çok karmaşığa kadar değişebilir. Örneğin Antarktika yarımadasının buzsuz kısımlarında, ekosistem yosunlar ve dayanıklı tardigrad ve yay kuyruk böceği gibi türler tarafından domine edilir.

yosunlu kayalar antarktika

Çalışmayı gerçekleştiren bilim insanlarının araştırması, zaman geçtikçe, buzul sonrası manzaralara daha fazla yeni türün yerleşmesinin muhtemel olduğunu gösterdi.  

Levan Tielidze, ekosistemlerin işlevini yerine getirmesini sağlayan şeyin ise organizmalar arasındaki etkileşimler olduğuna dikkat çekti: 

“Mikroorganizmalar genellikle verimli toprakların gelişimini hızlandırarak öncü bitkilere yardımcı olur. Nasıl mı? Bakteriler ve mantarlar ölü bitkilerden organik maddeleri daha basit bileşiklere ayırır. Bu süreç, toprağın yapısını ve besin içeriğini iyileştiren zengin, verimli bir bileşen olan humusu yaratır.

Bitkiler de hayvanlar için yeni yaşam alanları ve besin kaynakları yaratır. Hayvanlar, kutup tilkileri ve tavşanlar gibi avcı-av ilişkileri aracılığıyla veya toprak solucanları gibi “ekosistem mühendisleri” olarak birbirleriyle etkileşime girmeye başlarlar; solucanlar ölü bitki materyallerini yiyerek ve topraktaki besin bulunabilirliğini iyileştirerek daha fazla hayvan için yol açarlar.

Görünüşte çorak ortamlarda bile, organizmaların birbirleriyle ve çevreleriyle etkileşim biçimleri son derece karmaşık ve zengin olabilir.” 

Can Atalay’ın avukatlarından tahliye başvurusu

Anayasa Mahkemesi‘nin (AYM) bugün Resmi Gazete‘de yayımlanan gerekçeli kararında “Vekilliğinin düşürülmesi yok hükmünde” vurgusu yapılmasının ardından, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay‘ın avukatları tahliye başvurusu yaptı.

Gezi davasından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Atalay, milletvekili seçilince salıverilmesi için çok sayıda başvuru yapılmış; ancak istinaf ve Yargıtay bu talepleri reddetmişti.

AYM’nin gerekçeli kararında ise Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğu tespiti yer aldı.

AYM’nin kararı üzerine Atalay’ın avukatları, Evren İşler, Deniz Özen, Akçay Taşçı ve Fikret İlkiz imzalı dilekçede, Anayasa Mahkemesi’nin 22 Şubat 2024 tarihli kararı ile Can Atalay’ın TBMM tarafından milletvekilliğinin düşürülmesi hakkında verdiği kararın “yok hükmünde” olduğunun tespitine karar verdiği, kararın, bugünkü (1 Ağustos) Resmi Gazete’de yayımlandığı belirtildi.

AYM: Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi yok hükmünde

Başvuruda, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun, AYM’nin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle Atalay’ın bireysel başvuru hakkının, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verdiği ifade edildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tahliye için yapılan başvuruda şu talepler dile getirildi:

“Milletvekili Can Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesinin tüm ihlal kararlarında belirtildiği üzere; Atalay’ın seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiş olduğundan,

  • Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak Can Atalay’ın yeniden yargılanmaya başlanması, mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması, 25 Nisan 2022 tarihinden beri bulunduğu ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesini,
  • Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararları gözetilerek hak ihlalinin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince giderilmesinin mümkün olduğundan ihlalin giderilmesi yönde karar verilmesini talep ederiz.”

‘Süreç artık Meclis’te

Kararın ardından cezaevinde müvekkiliyle görüşen avukat Özgür Urfa, Atalay’ın “AYM kararının yorumlanabilir, tartışılabilir, geçiştirilebilir bir karar olmadığı yorumunu yaptığını” aktardı.

Urfa şöyle devam etti:

“Yok hükmünde denilmesi, böyle bir işlemi olmamış kabul etmektir. Dolayısıyla Meclis’in Atalay’ın yeniden milletvekili kaydını yapması gerekiyor. Prosedür olarak AYM kararının Genel Kurul‘da okunması dahi gerekmiyor. Fakat bu yapılacaksa da Meclis’in olağanüstü toplanması lazım. Süreç artık Mecliste ve Meclis Başkanı’nda. Meclis Başkanı’nın yetkisini kullanmaması durumunda avukatları ve TİP olarak da gerekli girişimlerde bulunacağız.”

Atalay’ın tahliye edilmemesi sürecinin başından beri yargısal değil siyasal işlediğini anlatan Urfa, “Siyasi müdahalelerle, yönlendirmelerle bu noktaya geldi. O nedenle yargı alanında bir inisiyatif kullanılacağını düşünmüyoruz. Bu yüzden Meclisin çözmesi, mahkemelerin önünü açması gerekiyor” dedi.

Ne olmuştu?

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Gezi davasından tutuklu sanık Osman Kavala’yı, TCK’nin 312/1 maddesi gereğince, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırmış, “siyasal veya askeri casusluk” suçundan ise beraatine hükmetmişti.

Heyet, sanıklar Can Atalay, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Ayşe Mücella Yapıcı ve Yiğit Ali Ekmekçi‘nin “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçundan 18’er yıl hapisle cezalandırılmalarına ve bu suçtan tutuklanmalarına karar vermişti.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi yerel mahkemenin kararını hukuka uygun bulmuştu.

Can Atalay, 14 Mayıs’taki 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde TİP’ten Hatay milletvekili seçildi.

Anayasa Mahkemesi ise tutuklu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında iki defa hak ihlali kararı vermiş ancak hem İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi hem de Yargıtay bu kararları tanımamıştı.

facebook sharing button
twitter sharing button
whatsapp sharing button
linkedin sharing button

ILGA Avrupa: Türkiye’de LGBTİ+’lar hükümetin yasaklarına karşı direniyor

Bağımsız, uluslararası bir sivil toplum kuruluşu olan ILGA-Avrupa, Türkiye’de LGBTİ+’lara hükümet tarafından yöneltilen nefret söylemlerini, engellemeleri ve yasaklamaları Onur Ayı raporuyla ortaya koydu.

Avrupa ve Orta Asya’daki 54 ülkeden 700 kuruluşun içerisinde yer aldığı çatı bir kuruluş olan ILGA-Avrupa’nın Türkiye’deki Onur Ayı’na (Haziran 2024) ilişkin raporunda, Ankara, İzmir, İstanbul, Eskişehir ve Antalya Onur Ayı etkinlikleri ve yürüyüşleri üzerinden genel bir değerlendirmede bulunuldu.

Raporda Türkiye’deki LGBTİ+’ların, hükümetin artan baskısı karşısında bu yıl da Onur etkinliklerinin yasaklanmasına karşı direnmeye devam ettiğine dikkat çekildi. Türkiye genelinde LGBTİ+ aktivistlerinin, polis baskısı, yasaklar ve tutuklamalardan kaçınmak için taktiklerini geliştirmiş oldukları belirtildi.

Ankara Onur Yürüyüşü – Fotoğraf: Kaos GL

ILGA buna örnek olarak da çeşitli şehirlerde onur ayı kapsamında yaşananlara değindi;

  • Eskişehir‘de 9 Haziran tarihinde 10 LGBTİ+ aktivisti gözaltına alındı ve işkenceye maruz kaldı.
  • Ankara‘da ise 12 Haziran’da Onur Yürüyüşü, polis barikatları ve tazyikli su nedeniyle farklı bir güzergahta gerçekleştirildi ve hiç kimse gözaltına alınmadı.
  • İstanbul‘da ise Trans Pride etkinlikleri öncesinde İstanbul Valiliği tarafından metro istasyonları kapatıldı ve polis birçok yolu kapattı. Organizatörler ise yürüyüş yerine trans bayrakları asmaya karar verdi. İki kişi bir kafede otururken gözaltına alındı.
  • Ayrıca İstanbul’da polis Beyoğlu Taksim‘de bekliyordu ancak aktivistler yürüyüşü Kadıköy Bağdat Caddesi‘nde (Anadolu yakasında) gerçekleştirdi ve bu Anadolu yakasındaki ilk İstanbul Onur Yürüyüşü oldu. Basın açıklaması yapan aktivistler, polisin kalabalığı yakalayıp dağıtmasından önce yaklaşık on dakika boyunca yürüdü. Yürüyüşün sona ermesinin ardından, Çocuk Koruma Kanunu’na aykırı olarak ters kelepçe takılan üçü reşit olmayan on bir kişi gözaltına alındı. Yaklaşık sekiz saat sonra hepsi serbest bırakıldı.
Eskişehir Onur Ayı yürüyüşünden bir kare – Fotoğraf: Nalin Öztekin

Onur Yürüyüşü organizatörlerinin direnci ve yaratıcılığı sayesinde tutuklamaların ve şiddet olaylarının önlenmeye çalışıldığına dikkat çekilen raporda Türkiye hükümeti ve kurumlarının, LGBTİ+ bireylere yönelik nefreti desteklemeye ve politikada bu nefreti yerleştirmeye devam ettiği belirtildi.

Raporun devamında 2024 yılına yayılan ve LGBTİ+’ları hedef alan hükümetin yürüttüğü politikalara yer verildi. LGBTİ+’lara yönelik hükümet eliyle sürdürülen nefret söylemlerine ilişkin son olarak şunlar aktarıldı:

“Türkiye, kendi anayasası ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalar uyarınca herkesin toplanma ve ifade özgürlüğü hakkını güvence altına alma yükümlülüklerini göz ardı etmeye devam ederken, LGBTİ+ toplumuna yönelik kurumsal hedef göstermeyi de artırıyor. Önemli siyasi figürlerin LGBTİ+ karşıtı söylemleri, daha kurumsal bağlamlarla bağlantılı olarak devam ediyor.

Haziran ayında, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş, yeni 2024-2028 Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı sundu. Bu Eylem Planı LGBTİ+ bireylere yönelik ‘sapkın zararlı ideoloji’ ile mücadeleye yönelik tedbirler içeriyor. Bakan, ‘Aile yapısı küresel ölçekte yürütülen dayatmalarla tahrip ediliyor’ derken Cumhurbaşkanı Erdoğan da ‘LGBT dayatması faşizmi de aşan bir zorbalık, baskı ve toplumu yozlaştırma aracı haline gelmiştir’ dedi.

Planın eylemlerinden biri olan ‘aileleri tehdit eden zararlı eğilim ve alışkanlıkların başta çocuklar olmak üzere insan fıtratı ve hakları, aile yapısı ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerine yönelik belgesel/program çalışmaları yapılacak ve mevcut yayınlar Türkçeye çevrilecek’ ifadesiyle yanlış bilgilendirme kurumsal olarak destekleniyor.”

Fotoğraf: İstanbul Onur Komitesi

“Hükümetin Büyük Aile Platformu‘na verdiği destekte görüldüğü üzere, LGBTİ+ bireyler haksız bir şekilde ‘aileye yönelik bir tehdit’ olarak çerçeveleniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, LGBTİ+ karşıtı nefret mitingleri düzenleyen ve LGBTİ+ örgütlerinin kapatılması çağrısında bulunan Büyük Aile Platformu ile yaptığı görüşmede, LGBTİ+ bireyleri ‘sapkın hareketler’ olarak nitelendirerek hedef gösterdi.

Dışişleri Bakanlığı, Eylem Planı kapsamında yurtdışında benzer gündemlere sahip aktörlerle bağlantı kurmakla görevlendirildi ki bu da toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin daha da kurumsallaşması anlamına geliyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı da LGBTİ+ hareketiyle mücadele için iki milyon liranın üzerinde kaynak ayırdığı 2024-2028 Eylem Planı’nı yayınladı. Planda ‘eşcinsellik ve türevlerinin’ birey, aile ve toplum düzeyinde sapkın ve sosyo-kültürel bir tehdit olduğu belirtiliyor. Eylemler arasında Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü’nün 2028 yılı sonuna kadar ‘aileyi tehdit eden sapkın ideolojilere karşı aileyi korumak için’ ‘Aile Dergisi’ benzeri 40 yayın hazırlaması öngörülüyor. ‘Aile Dergisi’ Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanıyor ve LGBTİ+ bireyleri hedef alıyor.

Bu endişe verici gelişmeleri gündeme getirirken, uluslararası kurumlara bu konuları Türkiyeli yetkililerle yapılan tüm ilgili toplantılarda gündeme getirmeleri ve bağışçılara devlet öncülüğünde artan baskılar karşısında LGBTİ+ sivil toplumunu daha fazla desteklemeleri çağrısında bulunmaya devam ediyoruz.”

ILGA- Avrupa’nın Gökkuşağı Haritası. Avrupa ve Orta Asya’da ülkelerin LGBTİ+’ların hak ve özgürlüklerini tanımasının skoru renk üzerinden gösteriliyor. Türkiye skoru en düşük ülkelerden biri olarak kırmızı renkte. Skoru yüksek olan ülkeler yeşil renk aralığında gösteriliyor. Türkiye bu ülkeler arasında en sondan üçüncü.

Brezilya’da toplanan G20, ‘süper zenginlere servet vergisi uygulamasında’ uzlaştı

G20 ülkeleri, kağıt üzerinde anlaşmış olsa da,  zenginlere “servet vergisi” uygulanması konusunda uygulanabilir bir plan üzerinde tam anlamıyla bir anlaşmaya varabilmiş değil.

Ancak ilk kez, G20 ülkelerinden finans liderleri dünyanın süper zenginlerine yönelik bir servet vergisi konusunda uzlaştı. Anlaşma gereği, iklim değişikliği ve yoksulluk gibi nedenlerle mücadele için yaklaşık 230 milyar avro toplanabilir.

Dünyanın büyük gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinden hazine bakanları ve merkez bankacılarının, geçen cuma günü Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde bir araya geldiği toplantının ardından yapılan açıklamada, tüm ülkelerin “ultra yüksek net gelire sahip bireylerin etkili bir şekilde vergilendirilmesini sağlamak için iş birliği içinde hareket etmeyi” kabul ettiği belirtildi.

Servet vergisine destek de var köstek de…

Bu yıl G20 toplantılarına başkanlık eden Brezilya, aşırı zenginlere servet vergisi uygulanması için yapılan çalışmalara öncülük ediyor. 2025’te COP30 İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yapmadan önce de iklim değişikliği ve yoksulluğu gündemin en başına koyarak ön almak istiyor.

Euronews‘in aktardığına göre, Brezilya’nın görevlendirdiği Fransız ekonomist Gabriel Zucman‘ın hazırladığı bir raporda, milyarderler şu anda servetlerinin binde 2’üne eşdeğer vergi ödediği belirtiliyor. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ise en zengin 3 bin milyardere her yıl küresel olarak 184 milyar ile 230 milyar avro arasında bir gelir sağlayabilecek, en az yüzde 2 oranında vergi uygulanması istiyor.

Raporda, bu meblağın  iklim değişikliğiyle mücadelenin yanı sıra eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetleri finanse edebileceği belirtiliyor .

ABD Hazine Bakanı Janet L. Yellen (solda), Brezilya Ekonomi Bakanı Fernando Haddad (sağda) ile ortak bildiriyi imzaladıktan sonra konuşuyor.
ABD Hazine Bakanı Janet L. Yellen, Brezilya Ekonomi Bakanı Fernando Haddad ile birlikte anlaşmayı basına duyururken.
Yine de bu fikir birliğinin altında, planın uygulanabilir olup olmadığı, süreci kimin denetleyeceği ve süper zenginlere nasıl vergi getirileceği konusunda anlaşmazlıklar halen çözülebilmiş değil. Teoride mutabakata varılmasına rağmen, Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner ve ABD Hazine Bakanı Janet Yellen gibi bazı ülkeler öneriye karşı çıkarken, bazı hükümetler de bunun başarılı olabileceğine şüpheyle yaklaşıyor.

Janet Yellen, Rio’da gazetecilere yaptığı açıklamada, ABD’nin “bu konuda küresel bir anlaşma müzakere etme ihtiyacını gördüğünü veya bunun gerçekten arzu edilir olduğunu düşündüğünü” söyledi.

Fransa, İspanya, Güney Afrika, Kolombiya ve 55 üye ülkeden oluşan kıtasal birlik olan Afrika Birliği ise bu girişimi destekliyor.

Zucman, ülkelerin kendi önerisi üzerinde anlaşmaya varmaları için henüz çok erken olduğunu ancak “G20 ülkeleri arasında süper zenginlere uygulanan vergilendirme şeklinin düzeltilmesi gerektiği konusunda bir fikir birliğine varılmasını” memnuniyetle karşıladı.

İklim kampanyacıları memnun

Henüz kağıt üzerinde de olsa söz konusu görüş birliği, bu tür bir vergiyle toplanabilecek fonların bir kısmının iklim kriziyle mücadelede kullanılabileceğini umut eden çevre aktivistleri tarafından da memnuniyetle karşılandı.

Greenpeace Brezilya‘nın uluslararası politika uzmanı Camila Jardim, “Her yıl trilyonlarca dolara mal olması beklenen iklim krizini çözmek için yeterli para olmadığını sık sık duyuyoruz. Ancak süper zenginlere vergi koymak, paranın fazlasıyla yeterli olduğunu göstermeye başlayabilir; sadece bu paranın yıkımdan uzağa yönlendirilmesi gerekiyor” dedi.

Oxfam International‘ın vergi politikaları sorumlusu Susana Ruiz de bunu uluslararası vergi iş birliğinde “ciddi bir küresel ilerleme” olarak nitelendirdi: “Sonunda, en zengin insanlara vergi sistemini kandıramayacakları veya adil paylarını ödemekten kaçınamayacakları söyleniyor.”

’10 yılda kurulacak batarya depolama sistemleri, doğal gaz tüketimini hatırı sayılır ölçüde azaltabilir’

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi,‘Türkiye için Batarya Enerji Depolama Seçenekleri’ raporunu açıkladı.

Raporda, Türkiye’de yenilenebilir enerji potansiyelinden azami seviyede yararlanılmasını sağlayacak esneklik opsiyonlarından biri olan bataryalardan etkin olarak faydalanılması için, Türkiye genelinde batarya teknolojilerinin konumsal dağılımı, hangi hizmetlerde kullanılabileceği ve iletim şebekesine olan etkileri inceleniyor.

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Alkım Bağ Güllü, iklim değişikliğiyle mücadele ve jeopolitik belirsizlikler kaynaklı enerji krizinin yönetilmesi için enerji dönüşümünün önemine dikkat çekerek bunun için yenilenebilir enerjiye, enerji verimliliğine, elektrifikasyon ve yenilikçi teknolojilere ihtiyaç olduğunu söyledi.

Güllü, enerji dönüşümünün başarısını ve hızını, batarya enerji depolama sistemleri gibi yeni teknolojilerin belirleyeceğini vurgulayarak şunları kaydetti:

“Batarya enerji depolama sistemleri, elektrik sistemine esneklik sağlayarak değişken üretime sahip rüzgar ve güneş enerjisi santrallerinin şebekeye entegrasyonunu hızlandırıyor. Elektrik sisteminde optimum şekilde konumlandırılmaları durumunda şebeke kayıpları azalıyor. Diğer yandan net sıfır hedefi kapsamında karbon emisyonlarının azaltılmasında önemli bir rol üstleniyor. Bütün bunlar göz önüne alındığında Türkiye’nin enerji dönüşümünde batarya depolama sistemlerine yapılması gereken yatırımların önemi ortaya çıkıyor.”

Bataryalar sayesinde 2035’te 2.3 milyon ton karbon emisyonu azaltılabilir

Çalışmada, batarya enerji depolama sistemlerinin (BEDS), gündüz saatlerinde üretimleri fazla olan güneş enerjisi santrallerinden gelen ihtiyaç fazlası elektriği depolayarak yenilenebilir enerji kesintilerini de engelleyebileceği belirtiliyor.

2035 yılında toplam kapasitesi 7,2 GW/28,8 GWh olacak şekilde kurulacak batarya enerji depolama sistemlerinin, yenilenebilir enerji kesintisini en az seviyeye indirme amacıyla çalıştırıldığı durumda, toplam 6,9 TWh yenilenebilir enerji kesintisinin önlenebileceği hesaplanıyor. Bu sayede 2035 yılında doğal gaz tüketimi yaklaşık 11,7 TWh azaltılabilecek. Böylece 369 milyon dolar seviyesindeki doğal gaz ithalatı engellenirken, 2,3 milyon ton karbon emisyonu da azaltılabilecek.

Diğer yandan, Yan Hizmetler kapsamında fosil yakıt santrallerine olan ihtiyaç orta-uzun vadede azalacak.

Türkiye’de şebeke ölçeğinde kurulu bir batarya tesisi henüz yok

Raporda, 2023 yılında elektrik sektöründe kullanılan bataryaların piyasa hacminin yaklaşık 40 milyar dolar olduğu ve bu hacmin yüzde 90’ını Çin, AB ve ABD’nin oluşturduğu kaydedildi. Türkiye’de ise henüz şebeke ölçeğinde kurulu bir batarya enerji depolama tesisi bulunmuyor.

SHURA Net Sıfır (NZ2053) senaryosuna göre Türkiye’de yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının 2053 yılına kadar yüzde 90 seviyesine ulaşması bekleniyor. Değişken üretime sahip rüzgar ve güneş enerjisinin toplam elektrik üretimi içindeki payının ise 2053 yılında yüzde 77 seviyesine çıkacağı değerlendiriliyor. Değişken üretimin elektrik sistemi içindeki payının artmasıyla şebeke esnekliği opsiyonlarının da sisteme dahil edilmesi gerekiyor. Bu analizlere göre Türkiye’nin 2053 yılına kadar 30 GW/120 GWh’lik batarya enerji depolama kapasitesine, 3,2 gigavat (GW) pompaj depolamalı hidroelektrik santrali kapasitesine ve 70 GW elektrolizör kapasitesine ihtiyacı olacak.

Depolama tesisi kuran yatırımcılara yenilenebilir enerji santrali kurma hakkı tanıyan mevzuat değişikliğiyle birlikte Haziran 2024 itibarıyla ön lisanslı depolama kapasitesi başvuruları 32 GW seviyesine ulaştı. Raporda, bu sayede Türkiye’nin depolama kapasitesinin yenilenebilir enerji santrallerine bütünleşik olarak artacağı vurgulanıyor.

‘Kısıt olan bölgelere öncelik verilmeli’

Çalışmada yetkililere ve şirketlere yönelik tavsiyeler şöyle:

  • Bataryaların  hem sistem odaklı hem de yatırımcı açısından faydaları birlikte değerlendirilmeli. Seçilen yer ve batarya teknolojisi kapsamında, bataryaların sisteme olan faydaları yüksek ama kâr marjı düşükse, yatırımcılara çeşitli sübvansiyon veya teşvikler sağlanabilir.
  • Batarya depolama yatırımlarının vaktinde kurulabilmesi için yatırımcıların projeleri gerçekleştirebilecek teknik ve finansal kriterleri sağlayıp sağlamadıkları kontrol edilmeli.
  • İletim ve dağıtım hatlarında gözlemlenen kısıt ve tıkanıklıkların azaltılmasında batarya depolamalı sistemlerinin kullanıldığı ‘Sanal Güç Hattı’ (VPL) kurulumlar gözetilmeli. Örnek pilot proje bölgeleri seçilerek bu teknolojinin kullanımı üzerine deneyim kazanılabilir ve sonraki aşamalarda büyük ölçekli VPL kurulumları uygulanabilir.
  • Türkiye’de elektrik üretim ve tüketim alanlarının farklılaşmasından dolayı bazı bölgelerde zaman zaman kısıtlar meydana geliyor, hatta ileride bölgesel kısıtlar artabilir. Bu nedenle depolama tesis kurulumlarının kısıt yaşanan bölgelerde önceliklendirilebilmesi için bölgesel fiyatlandırma uygulaması geliştirilebilir.
  • Elektrik toptan satış piyasasında yapılacak iyileştirmeler ile negatif fiyatlara izin verildiği durumda depolama tesislerinin arbitraj imkanından daha fazla yararlanarak gelirlerini artırmaları mümkün.
  • Mevcut tarifelere göre depolama tesisleri hem enerji alışlarında hem de enerji verişlerinde iletim/dağıtım bedeli ödüyor. Tesislerin ülke ekonomisine faydası düşünülerek yeni bir kullanım tarifesi oluşturulmalı, çifte vergilendirmeden kaçınılmalı.
  • Batarya enerji depolama politikaları; depolama tesislerinin kurulum amacına, teknolojisine ve lokasyonuna yönelik bütüncül olarak ele alınmalı ve ikincil mevzuatlarla uygulamalar hayata geçirilmeli.

Şebeke ölçeğinde tercih edilen bataryalar ‘LFP’

Dünyada, ekonomik ömür, azami çevrim sayısı, yatırım maliyeti ve işletme güvenliği gibi parametreler göz önüne alındığında öncelikle tercih edilen batarya teknolojileri arasında lityum-iyon batarya çeşitleri olan lityum-demir-fosfat (LFP) ve lityum-nikel-manganez-kobalt-oksit (NMC) öne çıkıyor.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) analizlerine göre 2023 yılında kurulmuş yeni batarya kapasitesinin yüzde 80’ini LFP tipi bataryalar oluşturdu. LFP’nin görece düşük maliyeti, yüksek çevrim sayısı ve güvenli işletimi, gözlemlenen bu hızlı artışta büyük rol oynadı. IEA’nın çalışmalarına göre lityum-iyon bataryaların maliyetlerinin 2030 yılında 2023 yılına göre yüzde 40 düşmesi bekleniyor.

Raporda, Türkiye için de LFP batarya teknolojisinin şebeke ölçekli kurulumlar için en uygun seçeneklerden biri olduğu ve seviyelendirilmiş hizmet maliyetinin (LCOS) 2035 yılında 53 dolar/MWh seviyesine düşebileceği öngörülüyor.

Dünyada batarya depolama sistemleri

Uluslararası Enerji Ajansı  tarafından Nisan 2024 tarihinde yayımlanan analizlere göre:

  • 2023 yılında elektrik sektöründe kullanılan bataryaların piyasa hacmi yaklaşık 40 milyar dolar oldu. Bu hacmin yüzde 90’ını Çin, AB ve ABD oluşturuyor.
  • Çin, küresel batarya kurulum dağılımında yüzde 55 ile lider konumda ve 2023 yılında şebekesine toplam 23 GW gücünde batarya eklendi.
  • 2023’te ABD’de bir önceki yılın yaklaşık iki katı kadar, toplam 8 GW kapasiteli batarya kurulumu gerçekleşti.
  • 2023’te AB’de enerji depolama kapasitesi yaklaşık 6 GW seviyesinde gerçekleşti. 2030 hedefi ise 45 GW.
  • 2023 yılında Almanya ve İtalya’daki çatı üstü GES’lerin yüzde 80’i depolamalı olarak kuruldu.

Araştırma: Olimpiyatları vuran aşırı ‘ısı kubbesi’ küresel ısınma olmadan ‘imkansız’

Batı Avrupa ve Kuzey Afrika‘da kavurucu sıcaklıklara neden olan ve Paris‘teki Olimpiyat Oyunları’nda sporcuları ve seyircileri kaynatan “ısı kubbesinin”, insan kaynaklı küresel ısınma olmadan imkansız olacağı ortaya koyuldu.

Bilim insanları fosil yakıtların kullanılmasıyla her geçen gün etkisi daha da artan iklim krizinin sıcaklıkları 2.5C ila 3.3C daha yükselttiğini söyledi. Uzmanlar, böyle bir olayın küresel ısınmadan önce dünyada meydana gelmesinin mümkün olmadığını, ancak şimdi yaklaşık on yılda bir beklendiğini söyledi. Araştırmacılar, ısıyı hapseden karbondioksit emisyonlarının devam etmesinin bu tür olayları daha da sıklaştıracağı uyarısında bulundu.

uristler serinlemek için su noktasından yararlanıyor. – Fotoğraf: Ed ​​Alcock/The Guardian

‘Fosil yakıt kaynaklı emisyonlar olmasaydı Paris daha serin olurdu’

Guardian’dan Damian Carrington’ın aktardığına göre; Imperial College London‘da iklimbilimci olan ve analizin arkasındaki World Weather Attribution grubunun bir parçası olan Dr Friederike Otto, “İklim değişikliği Salı günü Olimpiyatları çökertti” dedi ve ekledi:

“Dünya, atletlerin 35C sıcaklıkta bunalmasını izledi. Eğer atmosfer fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan emisyonlarla aşırı yüklenmemiş olsaydı, Paris yaklaşık 3C daha serin ve spor için çok daha güvenli olurdu.”

Aralarında jimnastik süperstarı Simone Biles‘in de bulunduğu çok sayıda sporcu sıcaktan muzdarip olurken, bir tenisçi sıcakları “çılgınca” olarak nitelendirdi ve yelken yarışmacıları serinlemek için buz yelekleri giydi. Eyfel Kulesi yakınlarında plaj voleybolunu izleyen taraftarlara hortumlarla su püskürtülürken, kaykay ve diğer alanlarda sisleme fıskiyeleri kuruldu ve tren ile metro istasyonlarında milyonlarca şişe su dağıtıldı.

Fotoğraf: AP Photo/Louise Delmotte

‘Bu insanlar için aşırı sıcaklar ölüm anlamına gelebilir’

Aşırı sıcaklara ilişkin konuşan Dr. Otto, “Ancak Akdeniz‘deki pek çok insan buz torbası, klima ya da iş yerinde serinleme molası gibi lükslere sahip değil. Bu insanlar için aşırı sıcaklar ölüm anlamına gelebilir” dedi.

Analizde araştırmacılar, Temmuz ayında birçok yerde sıcaklıkların 40C’yi aşmasına neden olan, Portekiz ve Yunanistan‘da orman yangınlarının yayılmasını arttıran ve İtalya ve İspanya‘da su kıtlığını daha da kötüleştiren tehlikeli sıcakları masaya yatırdı. Fas‘ta sıcaklık 48C’ye ulaşmış ve bir hastane 21 kişinin öldüğünü bildirdi.

Sıcakların bölge genelinde çok daha fazla insanın erken ölmesine neden olması bekleniyor. Ancak gerekli verilerin bir araya getirilmesi zaman alıyor. Avrupa’da 2022 yazında yaşanan aşırı sıcakların 61 bin erken ölüme yol açtığı biliniyor.

‣ 2022 yazında aşırı sıcaklar Avrupa’da 61 bin can aldı
‣İklim krizi: Artan ısı kubbeleri, orman yangınlarına davetiye çıkarıyor

Imperial College London’da araştırma görevlisi olan Dr. Mariam Zachariah şunları söyledi:

“[Yeni] analizimiz, insanların iklim değişikliğinin uzak bir tehdit değil, Dünya’daki yaşamı çok daha tehlikeli hale getiren acil bir tehdit olduğunu anlamalarına yardımcı oluyor.”

Isı kubbesi etkisi

Erken uyarı sistemleri, su ve ilk yardım istasyonları ve açık havada çalışanlar için değişen saatleri içeren sıcak eylem planları Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz’de uygulanırken Fas’ta henüz uygulanmadı.

Temmuz sıcak dalgası, genellikle “ısı kubbesi” olarak adlandırılan büyük ölçekli bir yüksek basınçtan kaynaklandı. Isı kubbesi, küresel çapta 13 ay süren aşırı sıcakların ardından meydana gelirken, son 13 ayın her biri şimdiye kadar kaydedilen en sıcak dönem oldu.

Atmosferin, sıcak okyanus havasını bir kapak gibi hapsetmesi nedeniyle oluşan yüksek basınç koşulları, basınç sistemleri arasındaki etkileşimden kaynaklandığı düşünülen bir kubbeye neden oluyor.

Isı kubbesi altında daha fazla ısıyı hapsediyor ve basınç durağan bir hale geliyor.

Isı kubbesi ayrıca zeminin ısınmasına, nem kaybetmesine ve yangınların çıkması olasılığına sebebiyet veriyor. Isı kubbesi normalin çok üzerinde sıcaklıklara yol açabiliyor.

İklim krizi dünya genelinde tüm sıcak dalgalarını daha sıcak, daha uzun ve daha sık hale getiriyor.

Bilim insanları, insan kaynaklı küresel ısınmanın aşırı Temmuz sıcakları üzerindeki etkisini, bu olayların küresel ısınmanın yaklaşık 1,3C olduğu günümüz iklimi ile daha serin olan sanayi öncesi iklim arasında nasıl değiştiğini karşılaştırarak değerlendirdi.

Analiz, Nisan ve Temmuz 2023’te Akdeniz bölgesinde hava durumu verileri ve bilgisayar iklim modellerinin kullanıldığı sıcak dalgaları çalışmalarına dayanıyor. Bu temel, yeni analiz için sadece hava durumu verilerine ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyordu ve neredeyse hemen üretilebilmesini sağladı.

Fotoğraf: Robert F. Bukaty/The Associated Press

‘İnsanlar petrol, gaz ve kömür yaktığı sürece daha fazla insan erken ölecek’

Otto, “İnsanlar petrol, gaz ve kömür yaktığı sürece, sıcak dalgaları daha da ısınacak ve daha fazla insan erken ölecek” dedi ve ekledi:

“İyi haber şu ki, işlerin daha da kötüye gitmesini engellemek için sihirli bir çözüme ihtiyacımız yok. Ne yapmamız gerektiğini tam olarak biliyoruz ve bunu yapmak için gereken teknoloji ve bilgiye sahibiz – fosil yakıtları yenilenebilir enerji ile değiştirmek ve ormansızlaşmayı durdurmak. Bunu ne kadar hızlı yaparsak o kadar iyi olur.”

BM Genel Sekreteri António Guterres geçen hafta şunları söyledi:

“Dünyanın en zengin ülkelerinden bazılarında gördüğümüz fosil yakıtların yaygınlaştırılması seline dikkat çekmeliyim.”

Guterres, Guardian gazetesinin 2024 yılında yeni petrol ve doğal gaz aramalarında bir artış olacağını ve ABD ve İngiltere gibi ülkelerin 2023 yılında rekor düzeyde 825 petrol ve doğal gaz ruhsatı vererek bu konuda başı çektiğini ortaya koymasından bir gün sonra konuştu.

Balık ağlarına dolanan deniz kaplumbağasının dışkısında 27 plastik parçası tespit edildi

Kıbrıs‘ın Girne açıklarına tekneyle açılan balıkçı Lokman Kahveci, balık ağına dolandığı için nefes almak için su yüzeyine ulaşamayan yeşil deniz kaplumbağasını kurtardı.

8-10 yaşlarında olduğu tahmin edilen yeşil deniz kaplumbağası, Girne’de bir otelde 2018 yılında deniz kaplumbağalarının rehabilite edilmesi için kurulan Meritta Deniz Kaplumbağaları Rehabilitasyon Merkezi’ne götürüldü.

Merkezin uzman görevlileri, yarı baygın halde gelen yeşil deniz kaplumbağasına acil müdahalede bulundu. Oksijen desteği sağlanan hayvan tedaviye alındı.

Lokman Kahveci’nin ‘Osman’ adını verdiği kaplumbağanın dışkısında, 27 farklı plastik atığa rastlandı. Tedavisi devam eden yeşil deniz kaplumbağasının, sağlığına kavuştuktan sonra denizle buluşması bekleniyor.

Rehabilitasyon merkezinin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Deniz kaplumbağalarının yaşam alanları giderek kısıtlanıyor ve karşı karşıya olduğu tehlikeler gün geçtikçe artıyorken atıklarımızı doğadan uzak tutarak bile onların yaşam şartlarını iyileştirebiliriz. Toplum olarak çevre bilincimizi yükselterek birçok problemi çözebilme, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakma umudundayız.”

İncelenen deniz kaplumbağalarının hepsinin bağırsağından mikroplastik çıktı
‣ Plastik yutan yavru deniz kaplumbağalarının çok azı hayatta kalabiliyor
Sahile vuran balinanın midesinden çıkan plastikler: 115 bardak, 4 şişe, 25 poşet
Araştırma: Balıklardan sonra akbabalar da plastik atıklarla beslenmeye başladı

Her yıl 2 bine yakın deniz hayvanı plastik kirliliğinden etkileniyor

Denizlerdeki plastik kirliliği her yıl yüzbinlerce deniz canlısının ölümüne neden oluyor. Nesli tehlike altındaki türler de dahil olmak üzere yaklaşık 1655 hayvan türü denizlerdeki plastik kirliliğinden dolaylı ya da doğrudan etkileniyor. Uzmanlara göre, mikroplastik (çapı 5 milimetreden küçük plastik parçası) yutarak zarar gören deniz canlılarının sayısı terk edilmiş balık ağlarına takılmak gibi gözle görülebilir nedenlerden ölenlerden çok daha yüksek.

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Temel bilimler Bölümü’nden Doç Dr. Sedat Gündoğdu’nun Yeşil Gazete’de yayınlanan yazısındaki verilere göre, küresel plastik üretimi 2016 yılı itibarıyla 350 milyon tona ulaştı ve ortaya çıkan plastik çöpün 4,8 ila 12,7 milyon tonluk kısmı okyanus ve denizlere karışıyor. Bu hızdaki plastik üretimi ve plastik kirliliği ise 2050 yılında denizlerde balıktan çok plastik olmasına neden olacak.

Mera ve ormanlık alanları işgale açan Bakanlık kararları Danıştay’dan döndü

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın orman ve mera alanlarında yapı kayıt belgeleriyle elektrik ve doğalgaz bağlatma işlemine onay veren Bakanlıkların kararına karşı açtığı davada, Danıştay söz konusu kararların hukuka uygun olmadığı yönünde karar verdi.

Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) Genel Müdürlüğü Yatırımlar İzleme Dairesi Başkanlığı‘nın 31 Mayıs 2022’deki bir işlemine dayanak gösterilen Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın karar ve talimatlarıyla verilen söz konusu izinlerin, Danıştay 13. Dairesi‘nin vermiş olduğu kararla önü kesildi.

‘Hukuka uygun değil’

Bakanlıklarca verilen izinler, meraların amaç dışı olarak işgaline yol açıyordu. Ziraat Mühendisleri Odası’nın açtığı davada ise söz konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulması ve iptali isteniyordu.

Daha önce yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay Onüçüncü Dairesi, 21 Mayıs 2024’te; orman ve mera gibi yapılaşma yasağı bulunan alanlarda yer alan yapı kayıt belgesi almış yapılara su, elektrik ve doğalgaz bağlanması yönündeki işlemleri hukuka uygun bulmayarak dava konusu işlemlerin iptaline ilişkin karar verdi.

Danıştay kararında “Mera ve orman gibi özel kanun kapsamında kalan alanlarda yer alan yapı kayıt belgesi almış yapılara su, elektrik ve doğalgaz bağlanması yönünde tesis edilen dava konusu işlemlerde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır” denildi.

 

Erdal Beşikçioğlu: ‘Can dostları’ belediyede istihdam edeceğiz

Ankara Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikçioğlu, sokakta yaşayan  hayvanlarının hapsedilmesi ve öldürülmesini de içeren “Hayvanları Koruma Kanunu” değişikliğinin yasalaşmasının ardından hiç bir hayvanın öldürülmesine izin vermeyeceklerini açıkladı.

 Köpekler, belediye binalarında “koruma” görevlerinde istihdam edilecek.

AYM: Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi yok hükmünde

Anayasa Mahkemesi (AYM), Türkiye İşçi Partisi (TİP),  Hatay Milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğuna karar verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), Şubat 2024’te  Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına ve ayrıca vekilliğin düşürülmesi kararının “yok hükmünde” olduğunun tespitine karar verilmesi için başvuruda bulunmuştu. AYM, Can Atalay’ın avukatlarının, CHP, TİP ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi‘nin (DEM Parti) başvurularını bir arada inceleyerek karara bağladı.

AYM’nin 22 Şubat tarihli gerekçeli kararı, Resmi Gazete’de bugün (1 Ağustos) yayımlandı.

AKP: Can Atalay’ın vekilliği düşürülecek
Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü
Vekilliği düşürülen Can Atalay: Yıkılmış kentin ortasında oy kullananlara borçluyum

Erkan Baş: Derhal tahliye edilerek milletvekili yemininin ardından görevine başlaması sağlanmalı

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, kararın yayımlanmasının ardından “TBMM’nin Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine dair kararının yok hükmünde olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından açıkça tespit edildi ve gerekçeli karar Resmi Gazete’de yayınlandı. Ülkemize yaşatılan bu büyük utanç derhal giderilmeli, Can Atalay’ın derhal tahliye edilerek milletvekili yemininin ardından görevine başlaması sağlanmalıdır” ifadelerini kullandı ve şunları ekledi:

“Darbeciler yenilecek, #CanAtalayMeclise gelecek! Tüm Gezi tutsakları özgürlüğüne mutlaka kavuşacak!”

Özgür Özel: Can Atalay tahliye edilmeli

AYM’ye başvuranlardan biri olan CHP lideri Özgür Özel, hükmün Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından sosyal medya hesabı üzerinden açıklamada bulunarak “Anayasa Mahkemesi, Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği gerekçeli kararıyla milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunu tespit etmiştir. Can Atalay tahliye edilmeli, hızla milletvekili yemini etmesi sağlanmalı ve tüm hakları iade edilmelidir” dedi.

Tuncer Bakırhan: Tüm arkadaşlarımızın serbest bırakılması çağrısı yapıyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, AYM’nin Can Atalay’a ilişkin kararını ‘demokrasiye katkı sağlaması açısından olumlu bir karar’ olarak nitelendirdi.

” TBMM’nin hızlıca AYM kararının gereğini yaparak Sevgili Can Atalay’ın haklarını ve sorumluluklarını teslim etmesi; cezaevlerinde haksız ve hukuksuz yere rehin tutulan tüm arkadaşlarımızın serbest bırakılması çağrısı yapıyoruz” diyen Bakırhan, şunları dile getirdi:

“Türkiye’nin demokrasi rotasına girmesi, adaleti ve hukukun üstünlüğünü hakim kılması dışındaki tüm seçenekler içinde bulunduğumuz çoklu krizleri derinleştirmekten başka bir şeye yaramaz.”

Meral Danış Beştaş: Atalay bir an önce Meclis’teki yerini almalı

DEM Partili Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş da Atalay’a ilişkin AYM kararının bir an önce uygulanmasını ve Atalay’ın Meclis’teki yerini alması gerektiğini belirtti.