Görünen köyün klavuz istemediği durumlarda dahi birileri çıkmış televizyonda ölüm, yaralama, tecavüz olaylarına karşı yüzlerini gere gere bir şey anlatıyorlar yine. Bıyık amcanın Hrant öldürüldüğünde “Örgütlü bir şey yok!” demesi geliyor gözümün önüne onları dinlerken. Gevrek gevrek, yine yeniden… Şimdi benzer bıyıkta bi amcam yine geçmiş aynı terellelliyi söylüyor bize. Polisin insan olduğundan, doğu ülkesi olmamizdan o nedenle duygusal olunduğundan ve kontrol edilemeyebilineceğinden, batı olamayız efendim’lerden, aman da arayın 155 i şikayet edin yapalım gerekenleri’lerden… Falan filan…
Ne yapmak istiyorum biliyor musunuz? Avazım çıktığı kadar ” Yeterrrrrrrrr! ” diye bağırmak .
Hangi İnsanlıktansınız?
Gürültü-Görünmeyen Kirlilik*
Alper Akyüz (Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve Araştırma Birimi)
Gecenin bir yarısı odanızın içindeymişcesine kulaklarınızı tırmalayan ve uykunuzu kaçıran gürültüden rahatsız oluyorsanız bu yazı size rehber olabilir.
Yüksek ses seviyelerine maruz kalmayı sever misiniz? Açıkçası iyi bir rock müzik dinleyicisi olarak ben konserlerde ya da evimde severim. Sıkı bir hard rock grubunu düşük volümlerde dinlemekle sesi açarak dinlemenin verdiği haz karşılaştırılamaz. Peki evinizde gece oldukça geç saatlere taşan böyle bir dinleti ya da eğlence düzenleseniz ve komşularınızca şikayet edilseniz başınıza ne gelir? Kent içindeyseniz polis, değilse jandarmanın müdahele etme ve gerekirse ‘konut ve/veya eklentilerine girerek’ önleme yetkisi vardır. Şimdi soruyu biraz değiştirelim: sizin için eğlence, çevre sakinleri için ‘gürültü’ kaynağı olan bu etkinliğinizi bir işletme sahibi olarak hemen her gece yapsanız, hatta müzikle yetinmeyip bir de havai fişekleri işin içine katsanız başınıza ne gelir? İşte bu sorunun şu anda tek bir yanıtı yok.
Haydi Anneler Kırın Bu Ezberi!
Mehmet Atak
HAYDI ANNELER! KIRIN DEVLET ve TOPLUMUN UZERINIZDEKI YANLIS ve HAKSIZ EZBERINI!
Cerrah “Polisim Diyene Kimlik Sorun” buyurmuş. Kendisine bir teklifim var. Aygıtının aktörü olarak titrini bir günlüğüne bıraksın. Tebdili kıyafet giyinsin. Grevde bir işçi olsun mesela, ya da protesto eyleminde bir aktivist, üniversitede öğrenci demiyorum çünkü en ustasından birer kostümcü ve makyözün elinden çıksa bile inandırıcı olmaz. Ve kimliğini soran polisten kimliğini istesin… Zannederim bu tip basın açıklamaları yaparken, Cerrah içtimai hasletimiz “belleksizlik”e fazla güveniyor ya da bizzat kendisi bu hasletle malul. 1 Mayıs altı ayda efkar-i umumiyeden silinmiştir diye düşünmüş olmalı. Lakin Marks bile Asya’daki farklı dinamiğe taa o zamandan bir parantez açmıştı ya da bu coğrafyaya ait “uysal atın çiftesi” mealinde bir lakırdı vardı…
Fütüristler Zirvesi
Geleceği Gerçeklikten Kurtarmak ve Bugünün Reddi
21 Kasım 2008 Cuma günü Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan Fütüristler Zirvesi, Türkiye’de bir kesim insanın ve kurumun gelecek algısını ortaya sermesi açısından bir hayli zihin açıcıydı.
Broşüründe yer aldığı kadarıyla, destekçileri arasında, Bahçeşehir Üniversitesi, NTV, Siemens, Unilever, Yenbiris.com, Radikal Gazetesi, WWF’in de yer aldığı, toplam 44 adet kurumun olması ise, bu bakış açısının hangi kurumlar tarafından destek bulduğunu, en azından yüreklendirildiğini anlamak açısından faydalı.
Çevrecilik Ve Depolitizasyon
Alper Akyüz**
yeşilİZ okurlarını çevre sorununun aynı zamanda bir politik sorun olduğuna ikna etmeye gerek yok.
Genel yayın çizgisi bir yana, geçen sene genel seçimi de içine alan Temmuz-Ağustos 2007 sayısında yayımlanan ‘Çevre ve Siyaset’ dosyası bunu yeterince sergiliyordu. Dergideki yazılar arasında ağırlıkla çevre STK’larının taleplerini ve varolan partilerin bu taleplere ne kadar yanıt verebildiğini inceleyen yazılar bulunuyordu. Yaklaşık 15 senedir bir şekilde STK’ların içinde ve çevresinde olduğum ve akademide bu alanla ilgili çalıştığım için ilgiyle okumuştum. Bu arada kurucuları arasında olduğum Yeşiller Partisi de 30 Haziran 2008 tarihinde ekolojist bir programla siyaset sahnesine çıktı.
Bir Hukuka Uygunluk Sebebi Olarak İklim Değişikliği
Serkan Köybaşı**
Son günlerde İngiltere’de hukuk adına da çevre adına da son derece ilginç gelişmeler yaşanıyor. Belki hatırlanacaktır, İngiltere başbakanı Gordon Brown’un ülkenin güneydoğusundaki Kent’te kurulması planlanan yeni kömür santraline onay vermesini engellemek isteyen çevreci bir grup, 8 Ekim 2007 tarihinde aynı bölgede yer alan ve kömürle çalışan Kingsnorth enerji santralinin bacasına tırmanmıştı.Greenpeace üyesi altı kişilik grup (Kingsnorth altılısı), her gün 20 bin ton karbondioksit salımı gerçekleştiren santralin 200 metre yüksekliğindeki bacasına çıkarak başbakanın ön adını yazmış ve enerji üretimini de durdurmaya çalışmıştı Eylemciler daha sonra polis tarafından gözaltına alınmıştı.
Taksim Açık Hava Karakolu
Bu yazıyı yazan kadının hayatta var oluş geçmişi 23 yıl ve şehri İstanbul’daki yaşam serüveni de 4 yıldır. İnsanlığın zaman ölçerinde 2007 haziranını gösteren tarihten beri de şehri İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde ikamet etmektedir.Şimdi bu zamana endeksli önbilgiler ışığında kişisel bir tanıklıktan söz etmek derdindeyim esasında.
Evet, 2007 hazirandan itibaren mevsimlere ve hayatın akışına göre değişmekle beraber hayatımın neredeyse %70’i İstiklal Caddesi, Taksim Meydanı civarında geçmekte. Burası benim birincil yaşam alanım ve hayatımın büyük bir kısmı burada şekilleniyor. Kişi yaşadığı yere entegre oldukça gözlemleri derinleşir, istediği hayatı oradan şekillendirme derdine girer.
Krize Giden Yol
Ahmet Atıl Aşıcı
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Bretton Woods kasabasında bir araya gelen ülkeler savaş sonrası yeni dünyanın ekonomik çerçevesini çizmişlerdi. Buna göre her ülke kendi parasını ABD dolarına sabit bir kurdan bağlayacaktı. ABD doları zaten altına bağlanmıştı. Ülkeler arasında para akımları konulan sınırlamalar nedeniyle engelleniyordu. Kapitalizmin altın çağı 1960’larda bile birçok Avrupa ülkesinde yurtdışına yolculuk edenler ceplerinde 100 dolardan fazla taşıyamıyorlardı. Dışarıda yatırım yapmak pahalıydı, emeklilik fonları kendi ülkelerinde kendi yağlarıyla kavrulmakla yetinmek durumundaydı.
Türkiye İçin Nükleer Enerji Yanlış Seçim
ALİ YURTTAGÜL*
Türkiye güneş, su ve rüzgâr kaynakları ile başka ülkelerden çok daha şanslıyken, genç nüfusu için daha fazla istihdam üretmek zorundayken; dar ve kısıtlı mali kaynaklarını ABD ve Avrupa’nın terk etmiş olduğu pahalı, tehlikeli, sorunları çözülmemiş bir teknoloji olan nükleer enerjiye yatırmasını anlamak kolay değildir.
Son aylarda nükleer santraller konusu tekrar Türkiye enerji politikasının gündemine girmiş bulunuyor. AKP hükümeti, şayet Ecevit hükümetinin yaptığı gibi son anda bir dönüşe girmezse, enerji ve çevre politikasında büyük, pahalı bir politik hatanın imzasını atmış olacak. Zira nükleere yatırım, modern ve geleceği olan bir enerjiye değil, pahalı, çevre sorunu çözümlenmemiş, tehlikeli, özünde çağımızın değil, 1950’li yılların ‘modern’ enerji politikasına yatırım anlamına geliyor. Nükleer enerjinin dünyadaki durumuna biraz yakından baktığımızda, Türkiye’nin AB ve ABD gibi bu enerji tekniğini geliştiren ülkelerin aksine bir politik sürece girdiğini izliyoruz.
Obama İklimi
Soldan bakıldığında bütün ABD başkanları aynı görünebilir, ama karşıdan verdikleri resimde yeni seçilen ABD başkanı Barack Obama, bambaşka bir ışık saçıyor.
Bütün dünya sekiz yıllık George W. Bush kabusundan uyanmanın etkisiyle bir tür yarı baygın durumda olabilir gerçi, bu nedenle önümüzdeki yıllarda başımıza gelecek bambaşka felaketleri farkedemiyor olabiliriz. Ama her konuşmasının başında gezegenin karşı karşıya olduğu büyük tehlikeden bahseden, Evangelist falan olmayan, neokonların nefret ettiği, İran’la barışın yolunun petrole olan bağımlılığı azaltmaktan geçtiğini söyleyen, seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada geylerden, sakatlardan, siyahlardan, yani ezilenlerden bahseden, üstelik genç, sevimli, samimi tavırlı siyah bir adamı Bush gibi bir yaratıkla veya McCain gibi ürkütücü bir Vietnam savaşçısıyla aynı kefeye koymak, içimin alacağı bir şey değil.