İsrail gözlerini dört açmasına rağmen bir tuzağa düştü. Filo organizatörlerinin, İsrail ordusunu tüm dünyaya kuvvet kullanmakta tereddüt etmeyecek bir ordu gibi sunmak isteyeceğini biliyordu. Filo organizatörleri ölüm, yaralanma, kan ve duman istiyordu. Ve İsrail onlara tam da bunu verdi.
Kongre'de Başarılar
Merhaba
Başlığı, bu yazıyı çok düşündüm, öyle düşündüm ki, ne zaman yazmalı, nasıl yazmalı derken gündemdeki bir çok konuya dair yazamadım, kafam takılıp kalmıştı. Oysa Nükleer Hareket, Kazdağları, TMK Mağduru Çocuklar Yasası derken , üstüne İsrail’de eklenmiş ve gündemin hızına yaşımızın temposu yetmemişti. 7 cephede savaşması gereken Anadolu askeri gibiydik.
O yüzden kısa kısa geçmek gerekirse;
Nükleer Hareketin acilen birleşitrici toparlayıcı biçimde yol alması lazım, her birey her kurum kuruluş önemli, acilen çoğalmanın , biraraya gelmenin çok önemli olduğu bir noktadayız. Eğer bu nükleer yapılırsa şahsen kendimi dünyanın en becerememiş insanı hissedeceğim biliyorum.
Kazdağları maden yasasından sonra tekrar ilgili kurum ve kuruluşlarla biraraya gelerek eyleme devam dedi. Bu da oldukça anlamlı bir karar idi. Kazdağları geçit vermeyecek gibi.
TMK mağduru çocuklar yasası ise başka bahara kaldı gibi, baharlar bitmez ama o çocuklar ne olur, seçim öncesi son bir şah-mat yapılırmı, son ana kadar saklanırmı bekleyip görmek dışında alternatif yok gibi. 23 nisanalrı kutlayan bir ülkede oyuncağı olmayan çocuğun taş atması cezaya kabildir affola.
İsrail için denecek söz yok. Küresel BAK olarak eylemin ilk anından itibaren sürdürdüğümüz bir hat var, Barış için Adalet için. Ama amalar çoğalıyor. Şiddetten geçen her yolu aykırı buluyoruz . Aslında sol çizgideki hareketler bunu bütünleşik yapabilecekken hala “ben” diyerek eylemler yapmaları da hareketin bütünsel ses vermesini engelliyor, oysa birleşik hareket edildiğinde, pirincin içinde pirinç gibi görünen taşlar ortaya çıkacak ama sol yada sosyalist çizgideki harketler hala uzlaşma kaygısında görünmüyor. Bu da ayrı bir paradoks sanki.
Sözü uzattık, gelelim Yeşil Kongreye, çok fazla kongre gördüm ben. Ailem politkaci doluydu. Ben yılalrdır aktif siyasetn içindeyim. İlk defa gözlemci-vasıfsız bir gözle kongrede olacağım. Babamı,amcamı ayda kendimi görebilmek adına değil. Yeşil bir hareketi görebilmek adına.
Sağın ve solun tüm handikaplarını gördükten sonra, bu kongre beni kesermi kestiremiyorum açıkcası. Öyle ya her türlü çoşkuyu, entrikayı vb şeyleri görmüşüz. Şöyle capcanlı , kavgalı gürültülü bir kongre lazım bize.
Şaka bir yana, Yeşil bir partinin bu ülkede olması gerektiğini baştan beri söyleyenlerdenim.
Hareketin bağımsız olması gerektiğinden de. Tabiki sol partilerin de dıışarı sosyalist partilerle bağı var ama birebir uzantısı gibi olmaması , en azından bu izlenimi vermemesi gerekiyor. Aksi durumda maden aramalarına karşı çıktığında ulusalcı çevreler , tabi yurt dışı istemez gibi absürd bahaneler üretiyorlar. Buna izin vermemek gerekiyor. Tek başına yeşil bir parti bu ülke için yeterlimidir bunu tartışmak gerekir. Sol olması gerekirmi, kanımca gerekmez. Ama ilkeli sağlam bir duruşu olmalıdır. Kürt hareketine ne kadar yakın olmalıdır buna benim cephemden baktığınızda yanıt taraflıdır o yüzden bu konudaki fikrimi saklı tutuyorum. Ama kesinlikle faşist bir duruştan uzak olmalıdır. Nitekim Marks’da ekolojik bir hareketin sosyalist duruş gerektirdiğini ifade eder ama karar Yeşiller Partisinindir.
Ekolojik hareket özelikle geldiğimiz noktada amntar ötesi HES’ler türerken, 1-2 yetmez 4 olsun mantığıyla nükleer yapılmaya çalışırken, ekolojik denge bozulurken sağlam , bütünleştiric bir duruş sergilemeli ve popülist kaygıya kapılmamalıdır. İşte ben tüm mantıkla, ne kadar bütünler ne akdar böyleler mantığı ile izlemeye çalışacam. Eminimki diğerlerinden farklı, skain, umut verici bir kognre izleyeceğim.
Bana yol olan Başta Bilge, Ümit ve Koray olmak üzere herkese sonsuz teşekkürlerimle. Herşey için. Daima ileriye.
Kongreye Giderken Yeşiller Partisi Hakkındaki Düşüncelerim..
Kongreye giderken geriye dönüp baktığımda partide gördüğüm samimi uğraş veren, emek harcayan bir grup arkadaşın çabasından başka ortada bir şey yok. Ortada parti de yok. Var mış gibi Parti Meclisi toplantıları yaptık. Şimdi var mış gibi bir kongre yapacağız. Hayırlısı olsun. Kongrenin de gerçek bir kongre gibi mi yoksa “mış gibi” bir kongre olacağını da hep birlikte göreceğiz.
Bilge, ‘yeşillere siyasi lider gerek mi’ başlıklı şimdiye kadar yazdıkları içinde en samimi bulduğum e-postasında “ işlevsiz yerel örgüt kuramayan bodrum üyeleri İzmire , yeni üye olan siirt üyeleri ankaraya v.s taşınarak gerçekten rekorlar kitabına geçecek bir beceri sergilediğimiz” için emek veren arkadaşlara teşekkür ediyor. Yani mış gibi partimiz kongreye de mış gibi hazırlanma becerisini gösterdi. Bende tebrik ederim.
Parti kongresine giderken Ayçiceği Listesi adı altında liste çıkması ve arkadaşlarımızın göreve talip olduklarını ifade etmeleri benim düşünceme göre iyi bir şey. Ümit ‘Kongreye doğru-3: Listenin Faydaları’ yazısında bunun ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatmış. Düşüncelerine katılıyorum. Ama ilave etmek istediğim bir husus var. Bir kişi aday olunca
“Ben bu işi, kendi rızamla, başkalarının baskısı olmaksızın yapmak istiyorum, bunun sorumluluğunu alıyorum” demiş oluyor. Salt kişi olarak değil de bir liste adayı olarak ta çıkıldığına göre “biz bir kişi değiliz, bir grubuz ve grup olarak bu işe talibiz, bu işin sorumluluğunu hem kişi hem de grup olarak da almış oluyoruz” demiş oluyorlar. Bu güzel bir şey. Keşke başka listelerde çıksa ve arkadaşlarımız hizmet için yarışabilse. Kongrede de hizmet için yarışan arkadaşlarımızın içinden kendimizce en uygun gördüklerimizi seçebilsek.
Yalnız, sorumluluk aldığımızda sadece “iş yapma” sorumluluğu değil aynı zamanda üslendiğimiz işten dolayı “hesap verme” sorumluluğumuz olduğunu da hatırlatmak isterim. Taahhütte bulunma bulunduğun taahhüdü “yerine getirme” sorumluluğu yüklediği gibi, getirmediğin taktirde “hesap verme” sorumluluğu da yükler. Yani “iş üstlenen” arkadaşlar, üstlendikleri işleri devretmeden önce, başkaları eleştirmese bile “özeleştiri” yapmalıdır yani yaptıkları, yapamadıkları, yaşadığı sorunlar, çözüm yöntemleri vs. bizleri bilgilendirmelidir. Özeleştiri Ümit’in Erdem’e verdiği cevapta belirttiği gibi sadece olumsuzluklar için yapılmaz, sorumluluk alan kişinin aldığı sorumluluğun ne kadarını yerine getirebildiğinle ilgili olumlu, olumsuz bütün yönleri ile kendini değerlendirmesidir. Özeleştirinin üzerinde düşünülüp ders çıkarabilmesi için yazılı olarak yapılmasında da fayda var.
Örneğin Ümit parti eşsözcülüğüne adaylığını koydu, güzel, benim hiçbir itirazım yok ama daha önce eşsözcü iken niye ayrılmıştı ben bilmiyorum. Onu ayrılmaya iten nedenler neydi, bu nedenler değişti mi, olanakları (iş, aile, zaman vs..) 2 sene sürecek bir eşsözcülüğü götürmeye elverişli mi?
Eşsözcülüğü şimdiye kadar üstlenmiş tüm arkadaşlarımız, eşsözcülük yaparken yaşadıkları olumlu olumsuz durumları ve iyi bir eşsözcülük yapabilmek için gerekli olmazsa olmazları bizlere aktarsalar ne güzel olurdu.
Bu isteğimi Parti MYK sı için de söyleyebilirim. Bu arkadaşların MYK nın işleyişi ile kendi gözlemlerini, olumlu ve olumsuz bulduğu konuları, ve daha iyi işleyebilecek bir MYK için parti üyelerinden beklentilerini, bu konudaki özeleştirilerini kongre yapmadan önceki bu hazırlık sürecinde aktarmış olsalardı, iyi olmaz mıydı. Bu konuda Erdem arkadaşın özeleştiri beklentisini haklı buluyorum ve destekliyorum.
Bu güne kadar parti olmayı başaramayan partimizde “mış gibi yapma” çok yaygın. Mesela benim katıldığım Parti Meclisi toplantılarında olduğu gibi. Bu toplantılarında “Parti Meclisi” toplanmış gibi yaptık. Birini örnek vereyim. İstanbul’da Yeşil Ev’de yapılan bir Parti Meclisi toplantısına ben Muğla’dan katıldım. Bir saat önce toplantı yerine geldiğimde daha Yeşil Ev açılmamıştı. Sonra 15-20 dakika kala açıldı. Toplantı saatinde bir-kaç kişiydik. Toplantı ilan edildiğinden bir saat sonra başladı. Yine sayımız 10 kişi bile değildi. Daha sonra gelenler oldu ama aynı zamanda ayrılanlar olduğu için her halde sürekli takip eden 6-7 kişiyi geçmemiştir. Böylece Parti Meclisi toplantısı yapmış gibi olduk. Benzerini Kadıköy de yapılan Parti Meclisi toplantısında da gördüm. Değişen bir şey yoktu. Orda da “mış gibi” yaptık. Ben 1000 km gelip, en az iki günümü toplantı için harcadıktan sonra geri dönerken hep kendimi kötü hissettim. Sizce ben kendimi neden kötü hissettim?
İlçe kongrelerinde de aynı şeyler yaşanmış. Duyduğuma göre Beyoğlu ilçesi 78 üyeye sahipken ilçe kongresine 8 kişi katılmış. Ne müthiş kongre değil mi arkadaşlar. Şimdi de Ankara’daki büyük kongremize gidiyoruz. Hadi hayırlısı.
Ben kendi özeleştirimi yapayım. Ben parti kurucu üyesiyim. İlk bir senelik çabam hariç bugüne kadar parti için elle tutulur yeterli bir iş yapmadım. Parti kurulduğu dönemde Bodrum’daydım. Bir sene Bodrum’da kaldım. Bu süre içinde Bilge ile birlikte Bodrum ilçe örgütü yaratmaya çalıştık, bunun için bir çok toplantı yaptık ama olmadı. Olmamasının sebepleri ayrıca tartışılabilir. Bu arada Batı Akdeniz Çevre Platformu sekreterliğini götürüyordum. Parti kurulduktan sonraki toplantılarımızda hem BAÇEP toplantılarında hem de BAÇEP in katılımcısı olduğu AKÇEP Akdeniz Çevre Platformu toplantılarında partimizin tanıtılması için çabaladık. Örneğin AKÇEP toplantısının bir gündem maddesini Yeşiller Partisine ayırdık ve Ümit ve Bilge’yi konuşmacı yaptık. Geçen seneki Büyükeceli-Akkuyu Nükleer Karşıtı etkinlikte yeşil kimliğimle yer aldım. İlk önceleri Parti Meclisi toplantılarına aksatmadan katılmak isterken, katıldığım toplantılarda yaşadığım hayal kırıklığından ötürü sonrakilere katılmak istemedim ve katılmadım. Son bir senedir de parti için bir şey yaptığımı söyleyemem. Buna sebep parti değil tabi, benim kendi önceliklerim.
Gönlümden geçen “mış gibi” yapmayan bir örgütlenme içinde olmak. Kimse bir şey yapmak zorunda değil, haşa. Bu konuda bir yaptırımın gerekliliğinden bahsetmiyorum. Ama ben arkadaşlarıma, onların sözlerine güvenmek istiyorum. Toplantıların ilan edildiği saatte başlamasını istiyorum, örneğin. Çünkü ben ona göre kendimi ayarlıyorum. Hiç kimsenin hayatı sadece parti değil, olmamalı da zaten. Ama hayatımızın bir dilimini ayıracaksak eğer, arkadaşlarımızın sözüne güvenerek, onların bu sözü tutmasını istiyorum. Saatinde başlamalı, konuşulanlar katılanlar tarafından dinlenmeli (bu bir saygı gereğidir-düşüncene katılmıyor olabilirim ama ben seni önemsiyorum mesajı verir ) dışarı çıkılacaksa konuşma aralarında yapılmalı, gündem maddelerine mümkün olduğunca sadık kalınmalı (her zaman olmayabilir tabii ama çabasında olunmalı), toplantıya katılması gereken arkadaşlar niye katılmıyorlarsa sorumluluk gereği bunu toplantıyı düzenleyene bildirmelidir. Toplantıyı düzenleyenler toplantıya katılanlarla ilgilenmeli, özellikle uzaktan gelip katılanlar varsa nerede kalacakları, yardıma ihtiyaçları olup olmadıkları sorulmalı. Katılanlar kendini önemli, değerli hissetmeli ki, o kişilerle birlikte olduğu, bir şeyleri paylaştığı için mutlu olsun ve onlarla bir şeyler yapmanın motivasyonunu hissetsin.
Bir de bu kongrede cevabının sorgulanması ve karara bağlanması gereken bana göre çok önemli bir konu var. Bizler ortaklaştığımız ilkeleri benimseyen ama aramızda yer almayan, kişi, grup ve hareketleri nasıl bünyemize alabiliriz? Neden onlar bizimle birlikte olmuyorlar? Örneğin, daha önceden içimizde yer alırken şimdi dışarı da olan Yeşil ve Sol grubundaki arkadaşlar niye parti içinde yer almıyorlar? Ekoloji kolektifi, Toplumsal Ekololoji gibi gruplar için de geçerli bu sorum. Bunlara partimiz ilkelerine ters düşmeyen bütün muhalif grupları dahil edebiliriz anarşistler, feministler vb. gibi. Bu grupların, bu arkadaşların partimiz bünyesinde yer almasını engelleyen şey nedir? Nasıl bir dil kullanalım, nasıl bir süreç izleyelim ki onlar da bu yapının içinde yer alsınlar ve sesimiz daha gür çıksın? Tabi bunun cevabını esas olarak bu yapının dışına kalan bu örgütlemelerdeki arkadaşlardan öğrenebiliriz. Ve alacağımız cevaba göre onların taleplerini içerecek şekilde kendi yapımızı yeniden oluşturmamız gerekir. Parti oluşum sürecinde bütün renklerin kendini eşit hissedebilmesi ve partide yer alabilmesi için federatif yapıyı savunan grubun içinde yer aldım, bugün gelinen noktada bunun Yeşiller Partisi için hayati olduğunu düşünüyorum. Hatta bildiğiniz gibi artık federatif yapı da değil kooperatif tarzı bir yapı savunuluyor. Bence nasıl bir parti olmalıyız bu kongrede karara bağlanmalı. Parti MYK sı ve Parti Meclisi’nin öncelikli işi bu olmalı.
Mış gibi değil güzel bir kongre yaşamak dileği ile.
Mustafa Tuncaelli
Parti mi, Anti-Parti mi?
Partililer arasında, Partimizi anti-parti, parti olmayan parti gibi, ne demek istediğini pek anlatmayan, herkesin kendince anlamlar yükleyebildiği bir terim kullanıyoruz. Gerçekten de Yeşiller Partisi geleneksel partilerden farklı bir parti ve bu farklılık felsefesiyle, ilkeleriyle, işleyişiyle oldukça derin. Bu nedenle de ani-parti terimine anlam yüklemek için tartışma ihtiyacını duyuyoruz. Sanırım bu, bir yandan Partimizin çok yeni olmasından, diğer yandan genlerimize işlemiş eski alışkanlıkları aşarak, radikal bir değişime işaret eden yeni siyaset tarzını içselleştirip söylem ve davranışa dönüştürmenin zorluğundan kaynaklanıyor. Biz bunları tartışa konuşa, eylem içinde, zaman içinde aşarız.
Ancak anti-parti olduğumuzu sık sık vurgulayarak kendimizi öyle olmaya ikna etmeye çalışırken, Partimize dışarıdan bakanlara, yeşil politikaya, Partimize ilgi duyan birilerine, “Gel, Partimize katıl, ama biz bildiğin partilerden değiliz, hatta biz anti-partiyiz” desek, ne demek istediğimizi anlatmış olacak mıyız? Bize, o zaman niye parti kurdunuz, sivil girişim ya da hareket olarak kalsaydınız ya, derlerse haklı olmazlar mı? Hatta bizi mi aldatıyorsunuz, parti gibi parti değilseniz nasıl seçimlere katılacaksınız, nasıl oy alacaksınız, insanlar size neden oy versin, demeleri, demeseler bile akıllarından geçirmeleri pek olası değil mi? Bana da, parti değilmiş gibi görünmeye çalışmak siyasi etik açısından da pek doğru gelmiyor. Ayrıca, kendimizi anti-parti’nin büyüsüne kaptırırsak, işin sonu; sokaklarda koşturan kaotik bir yapı haline gelmeye, herkesin kendi türküsünü söylediği, çok seslilik olmayan, ama kimsenin dinlemek istemediği bir koro olmaya kadar varabilir.
Biz, sistem karşıtı, nereye doğru gittiği henüz belirsiz bir geleceğin partisiyiz. Bu durumda, farklarımızı olabildiğince netleştirip kendi felsefemize, ilkelerimize uygun yapılanmamızı oluşturmayı ve çalıştırmayı (parti bir aparattır çünkü), süreç içinde başarılarımızdan ve hatalarımızda öğrenerek, değişimi esas alarak, kendimizi sürekli yenileyerek Partimizi inşaya devam etmeliyiz. Bunun için okuyarak, öğrenerek, dünya örneklerine bakarak, tartışmayı sürdürmeliyiz
Kendimce, geleneksel partilerden farkımızın neler olduğunu anlamak için, Siyasal Partiler Yasası nasıl bir yapı ve işleyiş öngörüyor, geleneksel partilerden( GP diye geçecek)) farkımız ne, YP nasıl bir parti inşa etmeye çalışıyor, sorularını basitçe irdeledim:
- Yeşiller Partisi (YP), zorunlu olarak, Türkiye’nin Seçimler ve Siyasi Partiler Yasasına göre kurulmuştur ve faaliyetine devam edebilmek için mümkün olduğu kadar bu yasalara uymaya dikkat eder.
- YP ise, bir yandan da bu yasaları deler, değiştirmeyi hedefler;
- GP, parlamentoya girmeyi, iktidar olmayı hedeflerler;
- YP parlamentoyu hedeflerler. Ancak, asıl hedefi bu olmadığı gibi, verili koşullarda iktidarı hedeflemez, parlamento içi ya da dışı, muhalefet olmayı esas alır.
- GP, yönetim organları yasalara uygun olarak oluşturulur ve işler.
- YP’nde bu organlar ağırlıkla formeldir, Parti ihtiyaç duyduğu organları kendi işleyişine, felsefesine, ilkelerine uygun olarak oluşturur ve çalıştırır.
- GP’de merkezi organlar tarafından üretilen politikalar yukardan-aşağıya uygulanır; parti tek seslidir.
- YP’de merkezi politikalar katılımcı bir şekilde aşağıdan-yukarıya oluşturulur, parti içi demokrasinin işlemesine, partide farklı görüşlerin yaşama ve merkezi politikalar haline gelebilme hakkına saygı gösterilir; YP çok seslidir.
- GP’ler lider partileridir.
- YP’de lider yoktur, hiyerarşiyi yoktur; tüm ilişkileri yataydır ve eşitlik temelinde yürütülür.
- GP’lerde kararlar oylama yoluyla alınır,
- YP’de kararlar, genel kongreler dışında oylama yapılmaz, kararlar ikna yöntemiyle alınır.
- GP’ler kitle partisidir.
- YP misyon partisidir. Gücü üye sayısıyla değil, kitleler üzerindeki etkisiyle ölçülür
Sonuç olarak; ilk kongresine hazırlanan Yeşiller Partisi, partileşme sürecini yaşıyor. Bu süreç doğrusal, ucu kapalı bir süreç değil. Bu nedenle inşa etmekten söz ediyoruz. Bu açık süreç, Partinin ilkelerinde( Ramazan’ın yazısında nitelediği gibi anti-ilke de denebilir), söyleminde ve eyleminde anlatımını bularak ilerleyecektir.
Ülkemizdeki siyasi mücadele, devlet-içi nüfuz ve rant elde etmek ve dağıtmak amacıyla yapılırken, Yeşiller Partisi, siyasetin demokratik bir tarzda yeniden kurulmasına,tüm canlıların yaşam haklarını, tüm farklılıkların tanınmasını savunan yeni bir siyasal kültürün oluşturulmasına çalışır. Gezegenimizi yıkıma sürükleyen ekolojik felaketlerin önlenmesi için; kapitalizme, endüstriyalizme, tüketim kültürüne karşı mücadele eder. YP için bu mücadelenin karakteri, diyalog yoluyla karşılıklı etkileşim ve değişimdir.
Kongremize başarı dileklerimle…
Yüksel Selek
Tekerrür Eden Tarih…
”EĞER DERS ALINSAYDI TARİH HİÇ TEKERRÜR EDER MİYDİ?”
Karl Marks
”TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR.”
Mehmet AKİF ERSOY
1942… Karadeniz… Struma Gemisi.
2010… İsrail… Mavi Marmara Gemisi.
Kongre’ye Dair; Ekolojiyi Savunmak
.”En büyük görev de orada duruyor zaten. Yeşiller’i bir doğa sorunu partisi olmaktan, bir siyasal/toplumsal ekolojist partiye, her soruna ekolojist bir çözüm getirme görevi var ki; bu çok çetin bir mevki ve kavram mücadelesini gerektiriyor. En yakından, en uzağa…”
Bir önceki yazımı bu şekilde bitirmiştim. Yeşiller’in 6 Haziran’da gerçekleştireceği kongreden sonra, ortaya çıkacak kurulların önündeki en büyük görevi tanımlamaya çalışarak.
Çok Sesli Koro Mu, Çok Sesli Parti Mi?
Belirsizlik, kişisel gerginlik, eylemsizlik, toplulukta kendine yer bulamama ya da topluluk içinde kişiye yer açılmaması, toplumsal negatif öğrenme ile birleşince, insanların parti içinde işe yaramadıkları fikrine kapılmalarına neden olur. Bu olduğu sürece parti üyeleri düşünsel anlamda işlevsizleşir ve sadece sayılardan ibaret hale gelir.
Oysa ki örgütlenmede birincil insan kaynağı mevcut parti üyeleridir. Parti içi verimliliğin arttırılması örgütlenmenin kamsamındadır. Parti üyelerinin sadece sayıdan ibaret olması Türkiye siyasetinde oldukça alışıla gelmiş bir haldir. Parti içi düşünsel gücü ve iş gücünü arttırma yoluna gitmeden, yeni insanları örgütleme yoluna gitmek işte bu alışıldık mentalitenin ürünüdür. Parti üyeleri sayılardan ibaret kaldıkça ve bu sayılara yeni “sayılar” eklendikçe, partide sadece bilgileri ve CV’leri ile öne çıkan isimler oluşur. Zaman içerisinde bu isimler olmadan iş yapılamayacak hale gelinebilir. Sayılar cesaretleri olamadığı için dışarıdan bir motivasyona ve sürükleyiciye ihtiyaç duyarlar. Zaman içinde bu durumun oluştuğu organizasyonlar, sayıların belli isimleri taşıdığı bir organizmalar haline gelir. Bu durum kendi içinde kısır döngü yaratır. Sayılar isimleri, isimler sayıları yaratır. Bir müddet sonra çok sesli olması gereken parti, farklı notalardan da olsa her üyenin tek bir ağızdan aynı şeyi söylediği bir koro halini alır. Çok sesli parti olmak yerine çok sesli koro olma durumu, parti olmayan parti iddeası gereği gevşek yapıda kendini çok daha uzun süre var eder. Parti olmayan parti yerine, parti işlevini yerine getirememiş bir parti elde edilebilecek tek şey halini alır.
Bu durumun çözümü ancak isimlerin geri çekilip, yeni ve istikrarlı motivasyon mekanizmalarının oluşturulması ile mümkün olabilir. Bu mekanizmaların oluştırulması halinde bile isimler geri çekilmez ise oluşacak durum, isimleri besleyecek sayılar yerine, isimleri besleyecek motive iş gücünün oluşmasıdır. Bu andan sonra da var olabilecek her türlü muhalefet bu isimlerin “ne kadar da demokratik” olduklarını göstermekten başka bir işe yarayamaz, çünkü zaten isim ile var olmuş ezici üstünlük, çılız muhalefete karşı kağıt üstünde secilmiş gibi gözükür.
Ne kadar yararlı, ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu isimler doğrudan demokrasi hedefi olan her türlü organizasyonu olumsuz yönde etkilerler. Sabırlı olmak ve yaşadığımız hayatın koşullarıyla oluşmuş kişisel hırsların önüne geçebilmek, doğrudan demokrasiye ulaşmak için atılması gereken ilk adım olmalıdır.
Erdem Temel
Kongreye Doğru-4: Parti Olmayan Parti
CHP kurultayı ile Yeşiller Partisi büyük kongresinin hemen birbirlerini izlemesi ilginç oldu. Kendi partimizi daha iyi tanımamızı sağladı bile denebilir. Tabii ki büyüklük ve kitlesellik başta olmak üzere pek çok açıdan Yeşiller CHP ile karşılaştırılamaz. Her şeyden önce CHP bir devlet partisi. Biz değiliz. CHP iktidara oynuyor. Biz varolmaya, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz ve şimdilik güçlü bir muhalefet partisi olmak bize yeter. CHP medyanın gözbebeği. Biz hakkımızda çıkan en ufak yorumdan mutlu oluyoruz.
Yine de CHP de Yeşiller Partisi de bu ülkenin 12 Eylül Anyasası’na ve demokrasiyi engellemek için yapılmış siyasi partiler yasasına tâbi. Biz bu deli gömleği yasayı esnetip kollarımızı gömlekten çıkarmak için yırtınıyoruz. CHP ne yapıyor?
Aslında yapacağım karşılaştırmaların hedefi CHP değil. Ama bu ülkede hala milyonlarca insanın sol kanatta gördüğü bu cumhuriyetçi partinin siyaset yapma anlayışı bizim kendimize bir ayna tutmamızı sağlayabilir.
Bir küçük örnek: Ne dedi isteği dışında MYK dışında kalan Gürsel Tekin gazetelere? “Genel başkanımın takdiridir.” Bu üç kelimelik cümleden makale çıkar. Ama şimdilik sadece bizim durumumuzla karşılaştıralım isterseniz. Aşağı yukarı bütün diğer sistem partilerinmde normal görülecek bu söz Yeşiller Partisi’nde edilebilir miydi?
Hayır edilemezdi, çünkü bir kere bizde genel başkan yok. Dolayısıyla tartışma baştan biter. Bunun da ötesinde bir yeşiller partisi üyesinin kendi fikrini ve iradesini bir “başkanın” takdirine terk etmesi hayal bile edilemez. Bir “başkan” bunu bir üyeden talep etmeye kalksa kimbilir başına neler gelir.
CHP kurultayında yaşanan diğer bir sürü şey bizde olamazdı. Blok listeler, uzun, upuzun genel başkan konuşmaları, kimsenin çıkıp bir laf etmemesi ve sadece alkışlaması, içeriksiz gösteriler bizde olacak iş değildir. Bütün bir yeşil politikanın bir “liderin” kişiliğine ve performansına endeklenmesi de yeşillerde olacak iş değildir. İşte “parti olmayan parti” de budur.
Avrupa’da yeşil siyasi hareketin alameti farikası olan “parti olmayan parti (anti-party party)” sözü bizde mantıki uç noktasına vardırılarak anlaşılıyor. Oysa Petra Kelly’e atfedilen bu söz yeşil partiler geleneğinde parti bürokrasisine, profesyonel politikacı tipine ve değişmez liderliklere karşı bir tepkinin ifadesidir. Yeşil partiler kurulurken mevcut muhafazakar, sosyal demokrat partilerin güçlü liderliklere dayalı, takım elbiseli-bond çantalı-iş takipçisi kılıklı profesyonel politikacılar tarafından yürütülen yozlaşmış ve bürokratik modelini yıktılar. Alman Yeşilleri’nin 1983’de ilk kez parlamentoya girdiklerindeki meşhur fotoğrafları parti olmayan partinin simgesidir.
Yoksa parti olmayan parti yapısı ve mekanizmaları olmayan bir parti demek değildir. İnsanların yetki ve sorumluluk almadıkları ve herkesin her şeyi yaptığı bir parti de değildir. İç tartışmaları ve fikir mücadelesi olmayan, parti içi demokratik yöntemleri işlemeyen, çekişmeli seçimler yaşamayan parti biçimi de değildir parti olmayan parti.
Parti olmayan parti, siyaseti ya da parlamenter siyaseti ciddiye almayan bir parti de değildir. Tam tersine sisteme muhalif olan ve bu son derece ciddi muhalefeti, kendine kapatılan iletişim kanallarını şenlikli ve yaratıcı yöntemlerle açarak herkese ileten bir parti biçimidir. Bu tür bir örgütlenme de her açıdan disiplin ve ciddiyet ister. Bizim karşı olduğumuz ciddiyet bürokratik ciddiyettir, yani asık suratlılık. Eğlenerek eylem ve politika yapan, ama yaptığı işi disiplin ve ciddiyetle yapan bir parti biçimidir yeşillerin tarif ettiği parti olmayan parti. Disiplin derken de elbette askeri ya da dıştan dayatılan bir disiplinden değil, yapılan işin öneminden ve kendimize duyduğumuz saygıdan kaynaklanan bir öz disiplinden bahsediyorum.
Üstelik Yeşiller geleneksel siyasetin liderlik mekanizmalarına yönelik eleştirileri sayesinde çok sayıda “lider” üretmeyi başarmıştır. Yeşiller yeşil milletvekilleri, bakanlar, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, parti sözcüleri gibi (bazıları yerel düzeyde, bazıları dünya çapında) çok sayıda tanınmış figür yaratarak yeşil politikayı görünür hale getirdiler. Buradaki sihirli fark bu isimlerin dokunulmazlıklarının olmaması, hepsinin parti içinden gelen sert eleştirilere tabi olmaları ve çoğu durumda rotasyonla değişmeleridir. Yani tek adamlar (özellikle de “adam”lar) ve otoriter ve kalıcı liderlikler değil, çoklu liderliklere dayalı esnek ve değişime açık bir modeldir yeşillerin parti olmayan partisi.
Bizim bu kongrede peşinden gitmemiz gereken geleneğin de bu olması gerekiyor.
“Tembellik hakkı”na yönelik Antropolojik Notlar
- Boş zamanlarınızda naparsınız?
- Kitap okurum, müzik dinler, konsere giderim, seyahat ederim, spor yaparım, sinema-tiyatroya giderim.
Şair Paul Valery’nin “yeni bir vahşet çağı” dediği modern çağda, insanlar asosyal görünmemeleri gerektiğinden; genellikle ezberden, kendilerine ilkokulda öğretilmiş olan, bu klasik yanıtları verirler. Oysa gerçekte, çoğunlukla, anca “dinlenmek”tedirler.
Velosipet ile Yüz Yıl Sonra
Bu hafta yarış dünyasıyla ilgili çok şey yazmayacağım. Köşeyi çok daha heyecan verici bir konuya ayırmak istiyorum.
Kaliforniya Turu sona erdi. Turu Avustralyalı M. Rogers kazandı. Geçmiş yılların şampiyonu ve bu yılın favorisi L. Leipheimer ancak üçüncü olabildi. Yarışa damgasını vuran şey L. Armstrong’un geçirdiği kaza oldu.
İtalya Turu son haftaya girdi. İspanyol D. Arroyo pembe formayı halen sırtında taşıyor. Ama tahtını devretmesi an meselesi. Özellikle İvan Basso’nun Zoncolan zirvesinde gösterdiği performans, sadece Arroyo için değil, diğer favoriler için de korkutucu bir gösteriydi.
Önümüzdeki etaplar bizim tabirimizle ‘testere’ gibi. Yokuşçu olmayanların sapır sapır dökülecekleri anlara tanık olacağız.
‘Velosipet İle Bir Cevelan’
2006 ekiminde İş Bankası Yayınları heyecan verici bir kitap yayımladı. İbnülcemal Ahmet Tevfik, Velosipet İle Bir Cevelan adını taşıyan kitabında, bir arkadaşıyla birlikte Bursa/Mudanya civarında yaptığı geziyi anlatıyordu
(Gezi 1890’larda gerçekleşmiş. Kitabın yayımlanma yılı ise 1900.)
Kelimenin tam anlamıyla bir bisiklet aşığı olan A. Tevfik kitap boyunca ‘demir at’a güzellemeler yapmış, methiyeler dökmüş, şiirler düzmüştür.
Onun romantizmi bisikletle sınırlı değildir aslında. Etrafında gördüğü her şey A. Tevfik’in coşkusunu besler.
Kitabı günümüz Türkçesine uyarlayan Cahit Kayra, dönemin manzarasının aslında o kadar da ‘hoş’ olmadığını; bilakis bölgede insanların açlık ve hastalıktan kırıldığını söyler.
Bunu dile getirirken de aynı dönemde bölgede doktorluk yapan Şerafettin Mağmumi’nin anılarına dayanır.
Onun bu tesbitine katılmakla birlikte üç yıl önce şöyle bir şerh düştüğümü hatırlatmak istiyorum: “…Kayra’ya göre Ahmet Tevfik, iyi niyetli, şairane mizaçlı ve başına iş açmak istemeyen bir kişidir. Kitaptaki birçok örnek bu savı doğruluyor. Ama hatırlayın, Yusuf Atılgan Aylak Adam’da, çağımızın yeni bir insan tipi yarattığını; bunun ‘sinemadan çıkan insan’ olduğunu anlatır… Çağımız, başka bir insan tipi daha yaratmıştır. Bu da ‘bisiklete binen insandır’.
Bisiklete binen insan, vuslata ermiş bir âşık gibi kör olur ve her âşık gibi, dünyayı olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi görür. Ahmet Tevfik’in sorunu da budur…”
(Yazının tamamını okumak isteyenler şu linke bakabilirler: http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6009)
Yüzyıl sonra yeniden
Türkiye’de bisiklet kültürü konusunda çok değerli çalışmalar yapan Bursa Nilüfer Belediyesi, Ahmet Tevfik’in cevelanını yeniden yapıyor. Yüzyıllık macera adını taşıyan etkinlik 28 mayısta Mudanya’dan başlıyor, 30 mayısta Güzelyalı’da sona eriyor. Daha detaylı bilgi almak isteyenler www.yuzyillikmacera.org sitesine bakabilir, ya da 0224 4523200’dan Nilüfer Kent Konseyi’ni arayabilirler.
NOT: Çok içim gidiyor ama, bu etkinliğe katılamıyorum. Sevgili babamın sağlık sorunları yüzünden yaşadığım yerden uzaklaşamıyorum. Dilerim Nilüfer Belediyesi en kısa zamanda bir organizasyon daha yapar da, orada birlikte pedal çeviririz…
www.aydancelik.com