Köşe Yazıları

Kongre’ye Dair; Ekolojiyi Savunmak

0

ecology1.”En büyük görev de orada duruyor zaten. Yeşiller’i bir doğa sorunu partisi olmaktan, bir siyasal/toplumsal ekolojist partiye, her soruna ekolojist bir çözüm getirme görevi var ki; bu çok çetin bir mevki ve kavram mücadelesini gerektiriyor. En yakından, en uzağa…”

Bir önceki yazımı bu şekilde bitirmiştim. Yeşiller’in 6 Haziran’da gerçekleştireceği kongreden sonra, ortaya çıkacak kurulların önündeki en büyük görevi tanımlamaya çalışarak. Gerçekten de Yeşiller’in sadece bir “doğa sorunu” partisi olduğunu düşünebiliriz, çoğumuz da böyle düşünüyor. Bunda tabii ki Yeşiller’in de payı yok değil. Hem bu düşünceye iştirak ederek, hem de her doğa sorununun -çok doğru bir şekilde- peşinden giderek bu düşüneye katkı verdi Yeşiller.

Fakat ekoloji düşüncesi, sadece doğa sorununa hapsedilmeyecek kadar geniş bir dünya görüşü sunuyor bizlere. Yeşiller’in sadece doğa sorununa sıkıştırılmak istenmesi ise önümüze aşılması gereken onlarca engel oluşturuyor. Bugün her partinin çevreci olduğunu görebiliriz. Hükümet de çevreci. Koskoca Çevre Bakanlığı var. Her partinin çevre konusunda fikirleri var. Bazı partilerin ise doğrudan ekolojiye dair, ama tabii ki “ekoloji eşittir doğa sorunu” çözümlemesiyle sözleri var. Bunun hemen akla gelebilecek üç nedeni var.

Bunlardan ilki, doğa sorununun, insanların hayatlarını doğrudan etkileyebilen ve doğrudan tepki gösterebildikleri bir konu olmasından hareketle, sermayenin ve sermayenin desteklediği grupların çevreci görünme gereği. Tepkiyi göğüslemenin bir yöntemi bu. Yeşile boyanmış bir fabrika bacası, daha az zehirli olur önermesi kadar gerçekçi bir durum bu. Nükleer santral yapımına destek veren, bir ucundan doğayı yok eden her şirketin bir yerlerinde bir yeşil boya görmek mümkün. Vicdanlarını temizliyorlar bir şekilde. O yüzden de, dönemsel olarak doğaya en çok zararı veren hükümetin başbakanı kendisini “çevrecinin daniskası” ilan ediyor. Çevrecinin daniskasının onayladığı kömür santralleri zehir yaymıyor çünkü. Kısaca, herkes çevreci. Biraz zorlarsak da herkes ekolojist olabilir. Tabii, eğer biz ekolojiyi sadece doğa ile sınırlar, toplumsal yaşama ve ilişkilere ait çözümlemelerini uzak tutarsak…

İkinci neden, küresel ısınma. Dünya üzerinde hiçbir sorun kendisini bu kadar net hissettirip, yaşamı, sona bu kadar çok yaklaştırmamıştı. Yıllar önce Rosa Lüxemburg’un yıllar önce ortaya koyduğu ayrışma “Ya barbarlık, ya sosyalizm” gerçekleşmedi fakat “Ya küresel ısınmayı durduracağız, ya da yok olacağız” ayrışması kendisini gösteriyor. İşte Tuvalu orada. Zerre katkılarının olmadığı bir olgu, uygarlığını orada oluşturmuş bir halkı yok ediyor. Yakında da tüm Dünya’ya gelecek sıra. Yazın bu haberleri daha da sık okuyacağız. İşte bu kadar gündemde olan bir soruna kimse sırtını dönemiyor, kimse yok diyemiyor. (Küresel ısınmanın olmadığını söyleyenler var tabii ki Türkiye’de. Bu “dedikoduların” yabancı kaynaklı olduğunu söyleyenler de… Havalar ısındıkça artacaktır sayılar. Sıcaklığın, düşünmeye yönelik olumsuz etkileri…) Bu yüzden de, herkes bu soruna yönelik doğru ya yanlış bir söz söyleme isteğinde bulunuyor. Suçu, doğrudan kapitalizme yükleyen de var, bizim suçumuz yok tüm suç ABD’de diyenler de. Fakat yine herkes Yeşiller’in sıkıştırılmak istendiği dar hareket alanında fikir ve söz sahibiymiş gibi davranıyor.

Üçüncü neden ise, “hareketin orada” olması. Bundan şunu kastediyorum; yerel bir doğa sorunu çevresinde , halkın tüm diğer düşünsel farklılıklarını bir kenara bırakıp toparlanması ve karşı çıkması… Bir baraja, bir kömür santraline, bir yol projesine yahut bir parkın, otopark olmasına o bölgede yaşayan ve ilk elden etkilenecek halk hemen birleşip karşı çıkıyor. Bir muhalefet dalgası oluşuyor. Bu da, her siyasi yapının arayıp da bulamadı bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Konunun kendilerinin daha önceki gündemlerinde olup olmadığına bakmadan, politize olmuş halkın yanında durup, bu işten nemalanmak isteyen her politik yapı, sadece iktidarda, karar alma mekanizmalarında kendileri olmadığı için yani kararı kendileri almadığı için olana, bitene karşı çıkıyor. Öyle örnekler var ki. Siyasi yelpazenin hangi kanadında olduğu kesinlikle farketmiyor. Bir yerde, yerel halk doğa duyarlılığı ile politize olmuşsa eğer, hemen politik yapılar da doğa duyarlılığı ile dolup taşıyor ve orada bitiyorlar. Genel ilkelere dayanmayan bu birliktelik de tabii ki, o politize olma durumu geçince ya da karar alma mekanizmasının başına geçince bitiyor, unutuluyor. Bu, muhalefet etmenin ve örgütlenmenin bir yolu olarak görülüyor. Bu yüzden de herkes “çevreci”. Herkes doğa sorununa duyarlı. Fakat Yeşiller dışında endüstrileşmeye doğrudan karşı çıkabilen bir yapı da yok. Herkes iktidarın onları kirleteceği günü bekliyor.

İşte hemen akla gelebilecek bu üç nedenden ötürü, Yeşiller’in yeni kurullarının işi çok zor. Çünkü, ekolojiyi yaymak ve savunmak zorundalar. Saldırı ve mücadele her yanda sürüyor. Bir yandan “sahte”leri ortaya çıkartırken, diğer yandan da “gerçek”leri sürekli üstüne bir adım daha atarak ortaya çıkarmak gerekli. Çok bilindik bir siyasi yaklaşım vardır. Ulusalcılara söylenir.  “Anti kapitalist olmadan, anti emperyalist olunamaz.” denir ve ulusalcılığın içi boş noktalarına parmak basılır. Yeşiller olarak bir adım daha atmamız gerekir. “Anti kapitalist olmadan anti emperyalist olunmayacağı gibi; anti endüstriyalist olmadan da ekoloji mücadelesi, doğa mücadelesi verilemez!” dememiz gerekir. Ekolojist olmadan eşitlik mücadelesi, ekolojist olmadan barış mücadelesi, doğa sorunu ekolojist olarak incelenmeden demokrasi mücadelesi verilemez dememiz gerekir ve bunun mücadelesini gerçekleştirmek gerekir. Kavram ve mevki mücadelesinin nedeni budur.

Devam edecek…

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.