Ana Sayfa Blog Sayfa 5279

Tahrir’i izlerken İnönü Meydanı’nı gözden kaçırmayalım – Cengiz Aktar

Kıbrıs yine Türkiye’nin gündeminde, ama bu defa eskisinden çok farklı bir şekilde. 28 Ocak’ta onbinlerce Kıbrıslı Türk’ün (Kıbrıs Türkü değil) katıldığı eylemin adı Toplumsal Varoluş mitingi idi. Ne demek bu? ’Biz Türkiye’nin 82. vilâyeti olmak istemiyoruz, Kıbrıslı olarak varolmak istiyoruz, aksi takdirde yokolacağız’ demek. Bu içerikte olup, bu kadar insanı bir araya getiren bir protesto 1974’ten bu yana ilk kez gerçekleşiyor. Başta hükümet, herkesin dikkate alması gereken bir gelişme bu. Kıbrıslı Türkler, kim ne derse desin, kendi topraklarında yabancı durumuna düşmekten şikâyetçi. Bu hissiyat, nankörlük edebiyatının hafifliği veya sömürge retoriğinin küstahlığıyla ele alınabilecek bir şey değil zira önlem alınmazsa bu rahatsızlık Kıbrıslı ile Anadolulu arasında sıcak temasa kadar gider. İkinci protesto tarihi 2 Mart olarak belirlendi bile.

Türkiye’de Kıbrıs uzmanlığı hariciyenin tekelindedir. Son dönemde para-pul uzmanları daha söz sahibi hale gelmiş olsalar da Kıbrıs meselesi devletin bakış açısıyla şekillenir. 1983’den yani KKTC’nin ilânından bu yana da uzmanlık uygulamayla elele ilerler. Devlet kurumlarının KKTC üstündeki vesayetinin belki Türkiye’de dahi eşi benzeri yoktur.

Bu siyaset, hükümeti bugünkü çıkmaz sokağa soktu. 24 Ocak 2004’te Başbakan otuz yıllık devlet teamülünü tersyüz ederek Kıbrıs’ta çok cesur bir adım attı. Ancak maalesef bu adım çok geç geldi zira daha 2003’te devlet AKP hükümetinin tecrübesizliğini fırsat bilerek Rauf Denktaş’a ilk Annan Planı’nı reddetmesi için talimat vermiş ve bu surette Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (KC) kuzeyle birleşmeksizin AB üyesi olmasının önünü açmıştı. Nitekim bir hafta sonra AB’ye üye olacakları çoktan kesinleşmiş Kıbrıslı Rumların 24 Nisan 2004’te ikinci Annan Planı referandumunda ‘hayır’ oyu atmasıyla Başbakan’ın inisiyatifi tamamen akamete uğradı. Bu andan itibaren Türkiye’nin üyeliğine karşı olan bazı AB’li ülkeler, üye devlet KC’nin gönüllü müttefiki oldular. AB de KC’nin, üyeliğin verdiği imkânları her durumda Türkiye’ye ve KKTC’ye karşı kullanmasına seyirci kaldı. Ankara bu açmazlara Kıbrıs ve AB müzakerelerine iyice uzaklaşarak inceldiği yerden kopsun yaklaşımıyla cevap verme yolunu seçti. Bu politika KKTC açısından bugünkü toplumsal patlamayı hazırladı.

Yangına körük

Böyle bir çıkmaz içerisindeyken Başbakan’ın ve AK Parti kurmaylarının 28 Ocak protestosuna verdiği tepkilerin iler tutar tarafı yok. İlkin Başbakan, Mısırlılara geç de olsa verdiği desteği Kıbrıslılardan esirgiyor. Aksine, kullandığı hakaretamiz ve tehditkâr üslup işleri daha kızıştırma potansiyeli taşıyor. Adadaki en AKP’ciler dahi kırgın ve kızgın.

İkincisi, dildeki askerî, stratejik ve milliyetçi vurguların tümü problemli. Bahsi geçen Kıbrıs bayrağı neredeyse tüm Kıbrıslı Türklerin taşıdığı pasaportlarda kazılı, kaldı ki bayrağı çizen bir Kıbrıslı Türk! Dünya üzerinde adanın dillere destan ‘stratejik önem’ini vurgulayan bir tek ciddî uzman yok. Kuzeyde Türkiye hâkimiyetine mukabil güneyde ‘Yunanistan hâkimiyeti’ni başta Yunanistan olmak üzere dünya âlem siftah işitiyordur. Şehit/gazi edebiyatı ise KKTC’nin bugünkü sorunlarını çözmede tamamen yetersiz.

Üçüncüsü parasal meseledeki bilgi eksikliği ve esas, değerlendirme hatası. Günlerdir burada ve adada basınında Türkiye’nin KKTC’ye verdiği hibe, kredi, savunma harcaması kalemleri hakkında veri yayımlanıyor. Bir defa verilen paranın boyutları ne olursa olsun Türkiye KKTC’nin tecridinin bedelini ödüyor. Çözümsüzlük sürdükçe de ödemeye devam edecek. Diğer tarafta verilen paralar Kıbrıslılar kadar Kıbrıs’a yerleştirilen ve artık nüfusları Kıbrıslıları kat be kat aşmış olan Anadolulu kolonların ihtiyaçlarına harcanıyor. Türkiye, Türkiye’den yolladığı Türklere Kıbrıs’ta bakıyor! Bu şark kurnazlığı açığa çıkmasın diye de KKTC’de nüfus sayımı yapılmıyor.

KKTC’de yolun sonuna yaklaşıldığını, meselenin kopma noktasına geldiğini bilmek gerekiyor. Nitekim dün Lefkoşa Büyükelçisi Kaya Türkmen’in sanki olan bitenden o sorumluymuşçasına görevinden alınıp yerine diplomat dahi olmayan bir memur mutasarrıf olarak atandı. Bugüne kadar KKTC’ye farklı bir ülkeymiş gibi davranan Türkiye artık ‘mış’ gibi yapma gereği dahi duymuyor, müstemlekeye müstemleke diyor. Kimse yanılmasın bu bir ekonomik tasarruf meselesi değil açık bir siyasî tasarruftur. Türkiye, kendisine çok pahalıya malolacak resmî ilhaka doğru hızla ilerliyor.

Cengiz Aktar

(Vatan)

Mısır’da halkın yeni hedefi iktidarı devralan ordu

 

Mısır’da 20 gündür Tahrir meydanında bulunan göstericilerle alanı boşaltmalarını isteyen Mısır ordusu arasında gerilim yaşanıyor.

Ordunun çadırları kaldırma girişimiyle birlikte Kahire’nin birçok semtinden muhalifler Tahrir Meydanına hareket etmeye başladı. El Cezire televizyonun haberine göre, Tahrir’de yaşanan gelişmeleri televizyonlardan öğrenen çok sayıda gösterici meydana doğru hareket etti. Askerler meydana doğru hareket ederken, “barış içinde” diye bağıran göstericilerden birkaçının sıra halindeki askerlere direndiğini ifade eden görgü tanıkları, göstericilerle askerler arasında yer yer itiş kakışlar yaşandığını kaydetti.

Binlerce kişinin Hüsnü Mübarek’in istifasına neden olan ayaklanmanın odak noktası olan meydanda yeniden toplandıkları bildirildi.

Ordunun da yeni gelen eylemcilere karşı nasıl tepki göstereceği konusunda kararsız göründüğü bildirildi.

Kahire Garnizonu’nun üst düzey yetkililerinden Muhammed İbrahim Mustafa Ali bugünden sonra meydanda herhangi bir göstericinin kalmasını istemediklerini söyledi.

Kriz sabah saatlerinde askerlerin girişlerini tanklarla kapattıkları meydandaki kampı tahliye etmek amacıyla göstericileri yavaş yavaş alan dışına sürmeye çalışmasıyla başladı.

Askerlere karşı direnirken meydana yüzlerce polisin girdiğini görünce büyük bir gerilim patladı.

Mısır polisi sokak gösterilerini bastırmak için kullandığı şiddet ve genel olarak insan hakları ihlalleri ve kötü muamele uygulamaları nedeniyle yoğun tepki görüyor.

Alana giren polis memurları ise, ”Artık yeni bir Mısır var. Halk ve polis elele” diye sloganlar attı.

Benzer sloganlar göstericiler tarafından ordu ile halkın elele olduğu mesajı vermek amacıyla Mübarek karşıtı eylemlerin zirveye çıktığı günlerde atılmıştı.

Göstericilerin ”defolun, çıkın” sloganlarına önce kayıtsız kalan polis daha sonra meydanı terketti.

Meydanda kalan eylemciler, reformlar konusunda takvim açıklanana kadar alandan ayrılmayacaklarını söylüyor.

Yönetimi devralan ordu ise, “yeni demokratik bir devleti kuracak sivil otoritenin seçimle işbaşına gelmesinin önünü açacak” yeni bir hükümet kurulana dek, şu anki hükümetten görevden kalmasını istediklerini de bildirdi.ülkenin tüm bölgesel ve uluslararası anlaşmalarına bağlı olduklarını açıklamıştı.

Konsey ayrıca uluslararası kaygıları dindirmek amacıyla uluslararası anlaşmalara bağlı kalacağı mesajı da verdi.

Bu açıklama özellikle İsrail’le yapılan anlaşmalara bağlı kalınacağına ilişkin bir güvence olarak yorumlanıyor.

BBC muhabiri Wyre Davis açıklamanın ABD ve İsrail’in kaygılarını dindireceğini belirtiyor.

Bu iki ülkede siyasetçiler Mısır’da iktidar değişiminin 1979 yılında imzalanan Camp David anlaşmasına ilişkin sorunlar çıkarması olasılığından kaygılı.

(BBC ve Radikal’den derlenmiştir)

-Yeşil Gazete-

Mısır Müzesi soyulmuş!

Mısır’ın başkenti Kahire’deki Mısır Müzesi’nde, Tutankamon’un bir heykeli dahil, yüksek değerde 8 parçanın çalındığı ortaya çıktı.

Mısır Eski Eserler Müsteşarı Zahi Havas, 28 Ocakta Tahrir Meydanı’nda hükümet karşıtı göstericilerin toplanmasından yararlanan kimliği belirsiz kişilerin binaya girmesinden sonra, personel tarafından yapılan bir envanter çalışması sırasında eserlerin çalındığının ortaya çıktığını anlattı.

Havas, ”Ne yazık ki personel bu eserlerin müzeden kaybolduğunu keşfetti” diye konuştu.

Bu arada Mısır’ın resmi haber ajansı MENA çalışanlarının, maaşlarının arttırılması talebiyle protesto gösterisi yaptıkları bildirildi.

Mısır’da Arapça yayımlanan Youm El Seba gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre, Ortadoğu Haber Ajansı (MENA) çalışanı onlarca gazeteci, maaşlarının yetersiz olduğu gerekçesi ile Talat Harp Meydanında bulunan Huda Caddesindeki genel merkez binası önünde gösteri yaptı.

Gazeteciler, hükümetin bir hafta önce yaptığı yüzde 15’lik zammın yetersiz olduğunu belirttiler. (aa)

Danıştay ve Yargıtay yasası onaylandı

Yargıtay ve Danıştay’da köklü değişiklikler yapan yasaya Cumhurbaşkanı Gül onay verdi. Gül, yasayı 200  bin dosyanın zaman aşımına uğrama riski olduğu için onayladığını söyledi.

Türkiye’nin uzun süredir tartıştığı yüksek yargı düzenlemesinde son söz söylendi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yasayı onayladı.

Yeni yasa, Yargıtay ile Danıştay’da daire ve üye sayısını düzenliyor.

Yasaya göre, Yargıtayda 32 olan daire sayısı 38’e, Danıştayda 13 olan daire sayısı 15’e çıkarılacak. Buna göre, Danıştay, 14’ü dava, biri idari daire olmak üzere 15 daireden oluşacak.

Yargıtay’ın üye sayısı 250’den 387’ye, Danıştaya da ise 95’ten 156’ya çıkarılıyor.

Düzenleme, Yargıtay ve Danıştay’ın bir dairesindeki iş yükü normal çalışma ile karşılanamayacak duruma gelmişse, işlerin başka bir daireye sevk edilebilmesinin de önü açılıyor. Yargıtay dairelerinde üye sayısı yeterliyse, bazı dosyalara iki heyet halinde de bakılabilecek.

Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunacak. Heyetler, 1 başkan ve 4 üyenin katılımıyla toplanacak, salt çoğunlukla karar verecek. Sayının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilecek. Bu durumda
oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık edecek. Müzakereler gizli yapılacak.

Hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle ancak devlet aleyhine tazminat davası açılabilecek. (Ntv)

Teslimiyet günlerinde direnmek

Garip, alışık olmadığımız günlerden geçiyoruz, kitapları yaktığımız, kuma gömdüğümüz günlerden farklı bir dönem, şimdi yönün fark etmiyor, bir düşünce, bir duruş hangi yönde gidersen git, durdurulmaya, yok edilmeye çalışılıyor, apaçık ve alenen. Birileri çıkıp bu heykelleri kaldırın diyor ve birileri de bunu emir olarak algılayıp anında karar çıkartıyor.

Birileri kendilerini Allianoi’de zincirlediği için haklarında suç duyularında bulunmak yetmiyor, şikayet ediliveriyor, savcılığa. Allianoi’nin gömülmesi hakkında karar veren öğretim görevlisi ödül alıyor. Haberal’ın oteli ve üniversitesine el konulması düşünülen günlerden geçiyoruz. Birileri direne direne Pınar’a beraat veriyor. Sevinemiyoruz çünkü karar netleşmedi.
Birileri HES’leri mahkeme kararlarına rağmen yaparken, termik santralde de insanlar göçük altında kalıyor. Ama, ne yazık ki bunlar gündemimize Mısır’ın oturduğu kadar oturmuyor. Birileri tecavüzcülerin hadım edilmesi gerektiğini savunuyor. Ostimde bir kaza oluyor, uygunsuz çalışıldığını deklare eden 37 yaşındaki meslektaşım göçük altında kalıyor.

Bir teğmen, o teğmen ki hep başarılı olmuş, dereceler almış bir teğmen ilginç bir infazla karşılaşıyor ama bu ülkede kendini aydın olarak koşullayan her konuda fikri olan insanlar nedense bu konuda sus pus. Evet birileri haklı gerçekten, bu ülkenin bir Emile Zola’sı yok. Çünkü böylesi bir ‘şov’un çok da albenisi yok, riskli üstelik.

İnanılması zor, bu kadarı yeter dediğimiz günlerden geçiyoruz. Aylar önce söylemiş ve aklı çıkmış olmamız bize zafer sevinci kazandırmıyor.
Toptancı, teslimiyeti kabul etmemiz istenen, iyi çocuk olmamız gereken günlerden geçiyoruz. Aksi halde ödenecek bedeller çok ağır, Ostim konusu bir umut gibi bir derneğin iyi niyetli çabasından öte geçemiyor. Ve tüm bunlar olurken, ölmüş bir insanın sırf popüler diye yaşamını didiklemekten, ahkâm kesmekten, enerjimizi buna konumlamaktan geri kalmıyoruz. İronik ve absürd.

Sosyologlar nasıl algılar bilemiyorum, ama sapla samanın birbirine girdiği dönemlerde, kendi irademizi namusluca, milim hesap yapmadan ortaya koyamıyoruz. Hâlâ suçu birbirimizde ararken asıl hedeften ısrarla eksen kaydırıyoruz ve çok insanca olan sevgiyi unuttukça, içimizdeki canavar büyüdükçe, janjanlı kelimelerimiz artarken, biz savaşı kaybetmeye başlıyoruz. Biz –mış gibi yaparken, hayata dalmadan, önemli adam olmaya çalışırken, atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Ve şair haklı çıkıyor belki de “Kabahatın çoğu bizim”. Vicdan solculuğu bir yere kadar diyor BirGün’de bir yazar arkadaşım, ama buna bir ilave yapmak lazım, Kalemin artık kılıçtan keskin olamadığı dönemde, sanal savaşlar yetmiyor, havaya karışıp toz olmak, fırtına olmak gerekiyor. Don Kişotlara sığınmadan.

Çünkü zihniyet belli, hedef belli, bunu muhazafarlık olarak ifade etmeden önce sırça köşklerimizden çıkıp, Anadolu’da gerçekten yaşamak gerekiyor. Ezan sesi çıktığında müziği kısmazsan ne olur, ziraat bankasına gidip 3 ayda çocuklarına çocuk parası olarak 30 tl alan insanlara bakmak lazım, 10yıl önceki Anadolu ile şimdiki Anadolu’yu görmek lazım. Yoksa ötesi hoş olmayan bir masal ve insanlar gerçeği bilmeden, kendini aydın sanarak yaparsa bir savaşı kazanma şansı hiç yoktur. Hariçten gazel okumak yetmez. İyi analiz etmek olayın ilk adımıdır. Ve maalesef bugün burada olmak en çok da bizim başarımızdır. Sağolasın Ali Desidero.

Tahrir’in üzerine ‘gerçek dünya’ çöküyor

Mısır’da iş günü olan Pazar günü gelip çattığı Kahire’de ordu, hâlâ Tahrir Meydanı’nda duran protestocuların etrafında zincir oluşturdu ve meydanı boşaltmaya başlıyor.

Protestocuların çadırları kaldırılırken, bazıları “barışçıl, barışçıl” sloganlarıyla karşı koydular. İki haftadır ilk defa meydana trafik girmeye başladı. Askerlerle protestocular arasınnda küçük ölçekte ‘itiş kakış’lar rapor ediliyor.

Al-Jazeera’nın konuştuğu protestoculardan Eşref Ahmed “Yapılacak o kadar çok var ki, henüz hiçbirşeyi uygulamaya koymadılar” diyerek meydandan çıkmayı reddettiğini söyledi.

Mısır halkı üç hafta süren bir halk devrimiyle Cuma günü diktatör Mübarek’i devirmişti. Ordunun da ağırlığını halkın iradesinden yana koymasıyla birlikte Mübarek yetkilerini Yüksek Ordu Konseyi’ne devredip istifa etmek zorunda kalmıştı. Mısır Ordusu ve Ankara dahil dünya başkentlerinden Mısır’da ‘normalleşme’ çağrıları geliyor.

(Yeşil Gazete, Al-Jazeera English)

Çekül Vakfı 7 Ağaç Ormanları’na destek olmaya çağırıyor

0

Doğal kaynakları, kültürel mirası ve bunlar ile var olan insanı bir bütün olarak ele alıp, doğal ve kültürel çevrenin korunması ve yaşatılmasına katkıda bulunmak amacıyla, kent, havza, bölge ve ülke ölçeğinde projeler üreten ÇEKÜL Vakfı, yirmi yıldır çalışmalarına devam ediyor.

1993 yılında başlayan “7 Ağaç Ormanları” projesi; doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımında tüketim alışkanlıklarının dönüşmesinin payı olduğu inancıyla, doğada yaratılan tahribatı hafifletmeyi amaçlıyor. 7 Ağaç Ormanları, bireysel ve kurumsal katılımla dikilen yaklaşık 3.5 milyon fidanla; Antalya, Bursa, Bilecik, Çanakkale, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, İstanbul, İzmir, Kars, Kocaeli, Mardin, Muğla, Sivas, Şanlıurfa ve Van’da bakım altında büyüyor.

7 ağacı doğaya yeniden kazandırarak; yeni doğan bebeklere ‘hoş geldin’ diyor, özel günlerimizi kutluyor, sevdiklerimizin anısını yaşatıyor, yaşama sevincimizi paylaşıyor, doğal ve kültürel mirasımızın ‘bir arada’ geleceğe taşınmasına katkıda bulunuluyor.

Türkiye’de pek çok birey, aile, kurum, şirket “7 Ağaç” armağan ediyor. Bu sayede on binlerce fıstıkçamı, meşe, sedir, akçaağaç, dişbudak, ardıç, huş, servi fidanı doğanın ve insanlığın bugününü ve yarınlarını yaşanılır kılma mücadelesine katkı sunmak ve farkındalık yaratmak için büyüyor.

ÇEKÜL’ün proje ve kampanyaları ile ilgili ayrıntılı bilgiye www.cekulvakfi.org.tr adresinden ulaşılabilir.

(Yeşil Gazete)

Kömür santralindeki kazanın bilançosu ölümcül

Göçük
Kömür santralinin maden alanındaki ölümcül göçük alanı

Maraş’ta, Afşin-Elbistan B Termik Santrali için kömür üretimi yapılan sahada, 4gün arayla iki göçük olayı yaşandı.

6 Şubat’ta 1 işçinin öldüğü, 10 işçinin de yaralandığı olay hâlâ sıcaklığını korurken, 10 Şubat sabah saatlerinde bir göçük haberi daha geldi. Çalışmalar sonunda 1 işçinin cesedine ulaşılırken, 9 işçi hala göçük altında. 8 işçi ise kurtarıldı.
Çalışmalara askeri birlikler ve AKUT devam ediyor. Valilik ise, ilk gün işçilerin cep telefonu numaralarından gelen sinyallerle yer tespiti yapmaya da çalışacaklarını açıkladı. Termik santralin “Çöllolar” kömür havzasında meydana gelen göçüğe sadece helikopterlerle ulaşılıyor. Bu nedenle  ilk gün çalışmalara bir askeri helikopterler katıldı. Ekiplerin gece arama kurtarma faaliyetlerine devam ettiği kaza yerine yakın bir yerde, 10-11 Şubat 2011 geceleri gece görüş kabiliyeti olan helikopterler de bekletildi.
İlk gün helikopterdeki halat yardımıyla aşağıya inen bir askerin toprak yığınları arasından çıkardığı cesedin 25 yaşındaki dozer operatörü Ruşen Demir’e ait olduğu bildirildi.
Sendika’dan uyarı
Dev Maden-Sen Genel Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre ise özelleştirme sonrasında Park Holding’e devredilen açık kömür ocağında 1200’e yakın işçi düşük ücretle 3 vardiya halinde çalışıyordu. Sendika’nın ifadesince maden işletmesinde göçüklere dönük ciddi önlemler alınmıyordu, sık sık toprak kayması ve çatlaklar oluşmuştu. Madenin taşeron şirketlere ihale edildiğine de dikkat çeken sendika, maden işletmelerinde sağlıklı ve güvenli iş ortamının yaratılması konusunda ilgili yasa, tüzük ve yönetmeliklerin uygulanması için çağrıda bulunuyor.
İnceleme başlatıldı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, yaptığı açıklamayla, Afşin Çöllolar kömür sahasındaki heyelanlarla ilgili inceleme başlatıldı. Bölgede 6 ve 10 Şubat günlerinde meydana gelen heyelan ile ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile ortak heyet kurduğu, heyelanların nedenlerini ortaya çıkarmak üzere inceleme başlattığını duyurdu.
Kömürün ölümcül varlığı
Bölgede santral için son derece geniş doğa katliamına yol açar bir şekilde açık maden ocağı yöntemiyle kömür çıkarılıyor.  Kömür yatakları 120 km²ye yayılmış vaziyette ve 3.2 milyar ton olduğu tahmin ediliyor. Türkiyedeki kömürün çoğu gibi buradaki de verimsiz yanan ve yüksek sülfür içeren linyit kömürü. Ülkede her yıl ölümcül kömür madeni kazaları yaşanırken, bu kazalarda ayni zamanda yüzlerce işçi yaralanıyor. Madenlerde çalışan işçiler, göçük gibi hayati risklerin yanı sıra, pnümokonyoz gibi ciddi akciğer rahatsızlıkları riski ve beklentisine maruz kalıyor.
Afşin Elbistan termik santrali şu anda Türkiye’nin en büyük kömürlü termik santrali ve 4 ünitesinin toplam kapasitesi 1300 MW’ın üzerinde. Bölgeden çıkarılan linyit kömürüyle çalışan santral, filtre sistemi olmaması sebebiyle etrafa çok ciddi hava kirliliği ve sağlık riski yayıyor. Soğutma suyunu da Ceyhan nehrinden alan santralin nehir suyunu azalttığı gözlemleniyor. Santral şu anda ERG-VERBUND Elektrik Üretim Şirketi tarafından ömrünü 20 sene uzatacak şekilde modernleştiriliyor.
Kömürlü termik santraller ciddi hava kirliliği ve sağlık riski yaratmanın yanı sıra, ayni zamanda bu en verimsiz fosil yakıtla iklim değişikliğine çok ciddi bir şekilde katkıda bulunuyorlar. Türkiye’de hükümet şu anda 47 yeni termik santral lisansı vermiş vaziyette.
(Yeşil Gazete, Hürriyet, NTV)

“Torba Yasa” kabul edildi

Sendikaları sokağa döken, muhalefetle hükümet arasında gergin tartışmalara neden olan Torba Tasarı Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.

234 maddelik tasarıya görüşmelerin son gününde hükümetin verdiği önergelerle çok sayıda madde eklendi.

Torba Yasa’ya demokrasi girer mi?

Baştan söylemem gerekir ki, bu bir emek yazısı değil. Torba Yasa’nın çalışanlardan neleri kepçeyle götürürken, neleri kaşıkla verdiğini sıralamayacağım. Maddelerin neler getirdiğini, ne gibi değişiklikler yarattığını da anlatmayacağım. Torba Yasa denilen değişiklikler toplamının kimin yararına, kimin zararına olduğunu da uzun uzun incelemeyeceğim. Böyleyken de, yazının anlaşılabilir olması için ne maddeleri okumak, ne maddelerin içeriğini bilmek gerekiyor. Çünkü sorun daha torbanın içinde karşılamıyor bizi, torbada başlıyor sorunlar.

Sadece kısa bir tanımlama yapmak yeterli. Torba Yasa nedir? Torba Yasa, dün gece itibariyle (ya da bu sabah) kabul edildiği şekliyle, 234  maddede değişiklik getiriyor. Birbiriyle alakası olmayan 234 tane maddenin değiştirilmesi yani söz konusu olan. Daha ilginç bir şey var ki, o da şu dün gece/bu sabah tasarı kabul edilmeden hemen önce dahi bu torbaya çeşitli maddeler atılmış. Neler olduğu, yararlı mı zararlı mı olduğu (bu sorunun yanıtı kim olduğunuza, sınıfınıza, sosyal statünüze göre değişir) hiç önemli değil. Kabaca nitelemek yeterli. Hayatımızı bir şekilde değiştirecek 234 tane ayrı konuda, bir bölümü de son günde gerçekleşmek suretiyle değişiklik oldu. Durum bu.

Son günlerin en gözde kavramlarından bir tanesi, demokrasi. Önce Tunus’ta, sonra Mısır’da gerçekleşen olaylar, Türkiye’nin Kıbrıs ile olan ilişkisi ve her türlü konu… Artık hangi konuda konuşmak gerekirse, söz dönüp dolaşıp demokrasiye geliyor. Öğrenciler her türlü ortamda sokak ortasında kimyasal gaza ve işkenceye maruz bırakılıyorlar örneğin; fakat konu demokrasiye geldiğinde bir kaç kalem oyunuyla öğrenciler demokrasinin düşmanı ilan edilebiliyorlar. Sonra onların neredeyse terörist eylem diye adlandırılan  protestoları, hukuk tarafından da demokratik ilan ediliyor işler bir anda karışıyor. Yani demokrasi üzerinde çok da anlaşılan bir “şey”, bir kavram değil. Nerede durduğunuza göre değişen, ama kesinlikle ağızlardan düşmeyen bir kavram bu. Söylendiğinde, yanında gibi durulduğunda insanı önde başlatan bir kavram. Bu yazıda ise şöyle tanımlanarak kullanılıyor: Demokrasi, kararın alınışı ile, kararın uygulanışı arasındaki her türlü mesafenin, farkın azalması ile yükselir, çoğalması ile de düşer. Temsili demokrasi, doğrudan demokrasiden daha az demokratiktir yani.

Bundan sonra, fazla eğip bükmeye gerek yok. Doğrudan söylemek gerekir: Son gününde dahi maddeler eklenen, adından dahi neyi değiştirdiği belli olmayan, 234 tane ayrı konuyu birden değiştiren bir yasa, asla ve asla demokrasi ile bağdaşmaz. Demokratik olduğunu iddia eden bir ülkede böyle bir durum olmaz, olamaz. Muhattaplarının tepkilerinin hiçe sayılması, doğrudan etkileneceklerin değil, sonrasında yararlanacakların sözleriyle kamuoyu oluşturulmasını bir yana bıraksak da durum böyle. Hiçbir şekilde kurtarılamıyor.

Cumartesi gecesi eklenen maddelerle ilgili mesela, kim fikir belirtmiş olabilir? Ya da herhangi bir milletvekilinin bu maddeleri enine boyuna düşünüp, tartıştığını söyleyebilir miyiz? “Torbanın ağzını bağlıyoruz, ceplerinde bir şey kalanlar hemen içine atsın” mantığı ile demokrasi yanyana durabilir mi? Milletvekillerinin temsilcisi olarak orada oldukları halkla bunları tartıştıklarını söyleyebilir miyiz? Halkın ya da sivil toplum kuruluşlarının herhangi bir fikir beyan edebildiklerini duyduk mu? Görsel medya ne sundu bize Torba Yasa ile ilgili, Meclis’te meydana gelen bir kavgadan başka? Türkiye üzerinde bu yasalar toplamının neler getirip, neler götüreceğini (öyle bir kaçının değil ama tamamının) bilen kaç kişi var? Bu yöntem ile tamamen “iyi” değişiklikler olsa dahi buna sessiz kalınabilir mi? Demokrasiyi hem ağızdan düşürmeyip, hem de her fırsatta bu kadar kolay bir kenara atmak nasıl bir zihin oyunudur?

Sonuç olarak, dün gece/bu sabah itibariyle, demokratik bir ülke olmaktan bir adım daha uzaklaştık. Yükte ağır, pahada hafif, bol ses çıkartanı olan gündemler arasında oldu bu. Müjdat Gezen ile yüzde hesabı yaparken bazı kalem oyuncuları, %234 yerden değişti hayatımız, kimse tamamının ne olduğunu bilmiyor, kimse bir kaçı hariç söz söylemedi. Karşı çıkanların karşılaştıkları muameleden de belliydi aslında demokrasiye yaklaştığımız ya da uzaklaştığımız. Pandora’nın kutusu gibi. Her şey çıktı Torba Yasa’dan. Bir demokrasi içerde kaldı.

http://www.urbarli.net